
Hz. Ömer›in hilafet günlerinde sahabe adını nasıl bir hasretle andığına şahit oluyoruz. Bir gün ashabın o gün için hayatta kalanları ile oturmuş sohbet ediyorlarken Hz. Ömer şöyle bir şey söyler: «Ey Müslümanlar! Hadi bir temennide bulunun, şimdi bir dua etseydiniz Allah›tan ne isterdiniz?“
Orada bulunanlardan biri şöyle dedi: “Ey Emire’l-Mü’minin! Ben Rabbimden isterdim ki şu oda dolusu kadar altınım olsun. Ben de onları Allah yolunda infak edeyim. Böyle yapmakla o infakın mutluluğunu yüreğimin ta derinliklerinde yaşayayım!”
Hz. Ömer, bu cevaptan memnun olur ama sorusunu yeniler: “Temennide bulunacak başka biri var mı?” der. Birisi söz alır, o da der ki: “Ya Emire’l-Mu’minin! Ben de isterdim ki şu oda dolusu kadar atım olsun, o atları İslâm mücahitlerine vereyim, onlar da o atlara binip cihad meydanlarında koştursunlar, ben de böyle bir hayra vesile olduğum için sevineyim.”
Hz. Ömer bu cevaptan da memnun olur ve üçüncü kez sorusunu yeniler. Bu sefer, mecliste bulunanlardan biri der ki: “Ey Ömer! Herhalde senin duymak istediğin farklı bir şey var. O halde sen temennide bulun, biz seni dinleyelim!” Bunun üzerine Hz. Ömer der ki: “Ben de Rabbimden isterdim ki şu oda dolusu kadar Salim Mevlâ Eba Huzeyfe, Muaz b. Cebel ve Ebû Ubeyde b. Cerrah gibi adamım olsun ve o adamlarla Allah’ın kelimesini daha da yücelteyim, böyle yapmakla Rabbimi daha da hoşnut edeyim.” (Hakim, Müstedrek, lll/252)
Adam taleb eder Hz Ömer, adam taleb eder ki onları yeryüzüne göndersin de Allah’ın dinini insanlara anlatsınlar ve nasıl yaşanacağını insanlara öğretsinler. Çünkü onların Resulullah (s.a.s) meşhur Veda Hutbesi’nde “Burada bulunanlar sözümü, burada bulunmayanlara ulaştırsınlar” emri mucibince Peygamberimizin sözünü bütün insanlara ulaştırmak adına adeta atomun harekete geçmesindeki inkişaf gibi harekete geçtiklerini görüyoruz.
İşte bunları yapmak için insan yetiştirmek gerekiyordu. Hz Ömer bunun için bir oda dolusu altın, gümüş yada atlar istememiş, bir oda dolusu yetişmiş sahabe istemişti.
Mekke ve Medine’den sonra en çok sahabe kabri 540 küsür ile Diyarbakır olmuştur. Diyarbakır neresi Mekke ve Medine neresi? Belki bize sorsalar “Nerede ölmek istersiniz?” diye, herhalde “Medine’de Peygamber Efendimizin yanında Cennetü’l-Baki’de” diye cevap verirdik. Eyüb el-Ensari nerede öldü? İstanbul nere Medine neresi? Onlar rahatlıklarını, konforlarını değil, Allah yolunda olmayı demiyorum ölmeyi tercih ettiler. İslam ordusu İstanbul’u fethetmek için geldiğinde Eyüb el-Ensari 80 yaşındaydı ve hasta idi fakat Allah yolunda olmak Allah’ın dinini insanlara duyurmak için İstanbul önlerine kadar gelmişti. Hastalığı nüksetmiş ve İstanbul önlerinde vefat etmişti. İşte bu, Allah’ın dinini insanlara duyurma gayretinden başka bir şey değildi.
Sahabe, klasik İslami eserlerimizde Peygamberimiz (s.a.s)’i hayatta iken görüp O’na iman eden kişilere denir.Ama biz bugün sahabeyi şöyle tanımlayacağız: “Sohbet yöntemiyle Peygamberimizin inşa ettiği insan karakterine tekamul eden nesle sahabe nesli diyoruz.”
Peygamber Efendimizin (s.a.s) Kur’an’da geçen birçok özelliği var. Allahu Teala Peygamberimizi birçok yönden övüyor, onu yüceltiyor. Ama en önemlisi O›nun için «âlemlere rahmet» diyor. Rahmetin Peygamberimiz’den diğer insanlara iletilmesi ise sohbet yöntemi ile gerçekleşiyor. İşte bu sohbet yöntemi ile yetişen nesil, sahabe neslidir.
Sahabe demek, sohbet yöntemi ile yetişen insan demektir. Tabiki sohbet demek, bizim yaptığımız gibi konuşmak, münazara, hasbihal gibi anlamlara geldiği gibi aynı zamanda, psikolojik, sosyolojik ilişki biçimi de demektir. Peygamberimiz bu sohbet ile bırakın insani seviyeyi, hayvani seviyenin bile fersah fersah altındaki bir toplumu, çölün bereketsiz kumları arasından, Allah’ın razı olduğu bir hale getirdi.
Peygamberimiz (s.a.s) zamanına kadar, birçok devletler kuruldu, birçok hükümdarlar geldi geçti. O medeniyetleri incelediğinizde ihtişamlı şehirler görüyorsunuz. Mesela Ad kavmine bakarsanız İrem şehrini görüyorsunuz. Allah Fecr Süresi’nde buyuruyor ki: “Yüksek binaları olan ülkelerde benzeri yaratılmamış olan irem şehrine.” (Fecr, 7-8) Ad kavmi İrem’i inşa etmiş.
Semud kavminden bahsederken, “O vadide kayaları yontan Semud kavmine” (Fecr, 9) Semud kayaları yontup ev yapmışlar. Firavundan bahsederken, “Kazıklar sahibi, güçlü orduları ve piramitler sahibi” olduklarından bahseder (Fecr, 10) Firavun piramitleri inşa etmiş.
Siz Peygamberimizden önceki dönemlere baktığınızda büyük büyük binalar, muhteşem şehirler görürsünüz. Peygamberimizin Medine’sine baktığınızda ise iki katlı binayı bile görmekte zorlanırsınız. Çünkü Efendimiz bütün yatırımını insana yapmıştır. Ashab-ı kirama yapmıştır, insan inşa etmiştir.
Sahabeyi Kiram dediğimiz zaman Peygamberimizin tebliğinin, irşadının şaheseri olan insanlar geliyor aklımıza. Rabbimiz Allah azze ve celle Bakara Suresi’nin 253.ayetinde ve İsra Suresi’nin 55. ayetinde, “Biz peygamberlerin bir kısmını bir kısmına üstün kıldık” diye buyurur. Bütün peygamberler Allah’ın elçileri olmak bakımından eşittirler, ayrım yapmayız, birini makbul diğerini merdut görmeyiz, ama aralarında fazilet farkı var. Allah bazıları ile konuşmuştur, peygamberlerin bir kısmını da derecelerle yükseltmiştir. Allah’ın bir peygambere yaşattığı manevi tecrübe, üstünlüğünün bir simgesi oluyor. Bu manevi tecrübeyi yaşayan en üst kişi Peygamberimizdir. Efendimizin yaşadığı İsra ve Miraç mucizeleri hiç bir peygambere nasip olmayan bir mucizedir ve Peygamberimiz bu vuslata eren tek kişidir. Bazı İslam alimlerimiz diyorlar ki: “Bir Peygamberin üstünlüğü peygamberin yaşadığı manevi tecrübenin büyüklüğü ile ölçülür. Bir peygamberin yaşadığı manevi tecrübenin büyüklüğü de o peygamberin inşa ettiği birey ve toplum yapısı ile ölçülür.”
Peygamberimizin inşa ettiği sahabe nesli Peygamberimizin mürebbilik, müzekkilik, eğitimcilik, muallimlik yönünün tecellisidir. Kur’an peygamberimizin en önemli mucizesidir. Kur’an’ın en büyük mucizesi de Peygamberimizin ahlakıdır, Peygamber efendimizin en büyük tecellisi onun eğiticilik yönünün en ciddi ete kemiğe bürünmesi de sahabeyi kiram rıdvanullahi aleyhimdir. Şimdi Peygamberimiz ile sahabe arasındaki ilişkiye baktığımız zaman, Peygamberimizin ashabı kiram ile insanlar için bir güneş olduğu ifade ediliyor. Rabbimiz Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Ey peygamber seni şahit, müjdeci, uyarıcı Allah’ın izni ile çağırıcı ve etrafını aydınlatan bir ışık olarak gönderdik.” (Ahzap 45-46) Rabbimiz Peygamber Efendimiz için güneş ifadesini kullandı, etrafını aydınlatan bir güneş. Müthiş bir ifade, Peygamberimiz bir güneş gibi doğdu asr-ı saadette. Mevlana’nın dediği gibi. “Evet güneş her şeyin üzerine eşit doğdu. Lakin gül başka leş başka koktu.”
Bir Ebubekir, Ömer, Osman, Ali çıktı. Bir de Ebu Cehil, Ebu Leheb çıktı. Aslında Peygamber ile ashab arasındaki ilişki bir güneş ile güneşten beslenen varlıkla ilgili, bunu bir kenara koyalım.
Kur’an’ı incelediğimizde iki hususun ön plana çıkarıldığını görüyoruz. Birincisi, Allah Tevbe Suresi 100. ayetinde sahabeyi anlatırken, ashabı nasıl anlatırsınız, nasıl betimlersiniz, onların Allah katındaki üstünlüğü, Peygamberimizin onları nasıl terbiye ettiğinin çok önemli ipuçlarını veriyor. Bu ayet Muhacirler ve Ensar olarak sahabeyi ikiye ayırıyor. Muhacir, Allah rızası için evlerini, yurtlarını, mallarını, sevdiklerini, topraklarını terk edenler. Ensar ise onlara değil evlerini, sinelerini açan ev sahibi mü’minler. Rabbimiz onları Ensar ve Muhacir olarak ikiye ayırdıktan sonra, onların en önemli özelliğinin ves sabikun ve el-evvelun olmak olduğunu ifade ediyor. Yani sahabeyi kiram ve’s-sabikun el-evvelun imiş. Sahabe olmanın en temel özelliği bu imiş.
Sabıkun demek, öne geçen, öne atılan demek. Evvelun demek de ilk öne çıkan, ilk öne atılan demektir. Allah bir emir verdi: Kim var? Hz Peygamber bir emir işaret buyurdu: Bir iş var, bir taş var altına değil elin, gövdenin girmesi gerekiyor. Bir yük var omuz atılması gerekiyor.” Onlar ilk öne çıkan olurlarmış. Sahabeyi kiramın Allah’ın emirlerine, Peygamberimizin sünnetine bakışı bu. Onlar bir zorluk, bir musibet, bir savaş, bir infak olduğunda kuytulara sinen, oradan sıvışan insanlar değilmiş. Onlar öne çıkan kimseler imişler. Sahabeyi kiramın özelliği. Öne çıkan olmak yani yüke doğru adım atmak.
İkinci özellik olarak da şunu görüyoruz, sahabeyi kiramın Peygamberimize “fidake ebi ve Ummi Ya Resulullah” demeleri. Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Rasulü demeleri, yani onlar fedakarlar. Yeri geldiğinde onlar her şeylerini Allah ve Rasulü’nün yolunda her şeylerini feda ettiler. Bir gün Hazreti Ali’ye soruyorlar, belki tabiin nesli soruyor: “Siz Peygamberi nasıl severdiniz?” Cevap veriyor: “Biz onu çölde kaldığınızda, susuz kaldığınızda, susuzluktan ciğeriniz yandığında suyu sevdiğiniz gibi severdik” diyor. Onlar fedakar insanlardı, fedakarlık duygusuydu bu.
Bir ayette buyruluyor ki, “Sevdiklerinizden İnfak etmedikçe iyiliğe ulaşamazsınız.” (Ali İmran, 92) Onlar zamanlarından infak ettiler, ömürlerinden infak ettiler, cem-i cümle varlıklarından infak ettiler ve onlar Tevbe Suresi 100. ayette
Rabbimizin kendilerinden razı olduğu kul haline geldiler.
Peki çok güzel Rabbimiz ve Peygamberimiz onları övdü. Bize düşen nedir? Bu çağda sahabe gibi nasıl oluruz? Sahabe-i kiramın bizler için ifade ettiği güncel mesaj nedir? Tevbe Suresi’nde Rabbimiz buyurdu ki “Allah onlardan hoşnut olmuştur onlar da Rab’lerinden hoşnut olmuşlardır.” Yani Rabbimiz sadece sahabe-i kiramdan razı olmamıştır. Çünkü Rabbimiz onlara “güzellikle ihsan ile tabi olanlardan da razı olmuştur”, yani kıyamete kadar sahabeyi kirama tabi olan, onların yolu üzerine giden herkesten razı olmuştur. “Radıyallahu anhum ve radu anh” ibaresi, “vellezine tebau bi ihsanin” ibaresinden sonra zikrediliyor. Bu şu demek, hangi zamanda ve hangi çağda olursa olsun, bir insan sahabeyi kiramın yoluna ittiba etti ise, Allah’ın rızasını elde etme imkanına ulaşmış demektir. O kapıyı açmış, o kapıyı bulmuş demektir.
Şimdi şöyle düşünelim Allah bir kitap indirdi, bir hidayet rehberi, insanlar için bir Şifa indirdi. Ama Allah bu kitabı Kabe’nin damına değil, Alemlere Rahmet Peygamberimizin kalbine indirdi. Kalbin bir anlamı vardı, kalp bir insanın merkezindeki, varlığındaki, benliğindeki insanın şahsiyetindeki noktadır. Çünkü Efendimiz bir hadislerinde buyurdular ki “Vücutta bir et parçası vardır. O düzgün olduğunda bütün vücut düzgün, o bozuk olduğunda bütün vücut bozuk olur. Dikkat edin O kalptir.”
Kur’an’ın Peygamberimizin kalbine inmesi, şahsiyetine benliğine inmesi, onun yemesini, içmesini, oturmasını, kalkmasını, aile reisliğini, komşuluğunu, devlet başkanlığını, savaş komutanlığını, namaz imamlılığını, mahkemede hakimliğini, zerreden kürreye bütün ahvalini Kur’an’a kesmesi, ahlakının Kur’an olması. Kalbine Kur’an inmiş olan Efendimiz, bir süt kazanının içindeki yoğurt kütlesinin sütü kesip fermente edip yoğurt haline getirdiği gibi bir nesli Kur’an’a kesip hidayete sevk etti. Peygamberimizden bize gelen o miras ashab-ı kiram üzerinden, onların emekleri çabaları gayretleri ile bir yol oldu. Kur’an bunu “Sebili’l-Mü’minun” olarak isimlendirdi ve bize kadar bu şekilde geldi.
Bunun içindir ki bu zamanda, insanların örnek bunalımı yaşadığı bu çağda, tabiatın boşluk kaldırmadığı bu çağda, maalesef bu boşluğu batıl mefkurelerle dolduruyorlar. Aslında aradığımız ruh bizi Kur’an’ın aydınlığına ulaştıracak olan ruh, ancak her biri bir yıldız olan ashabın yoluna uymakla mümkündür. Her bir sahabe Peygamberimizin bir yönünü ifade ediyor. Tevbe Suresi’nin 100. ayetinin devamında “onlara İhsan ile ittiba edenlerden Allah razı olmuştur” buyuruluyor. Ayet bizi tanımlıyor. Kur’an Peygamberimizin kalbine indirildi, Peygamberimiz bir nesli inşa etti, bu nesil sahabe nesli. Sahabe nesli sonraki nesli tabiin neslini inşa etti. Çünkü tabiin nesli ashab-ı kirama ittiba etti, onlara uydular. Bir sonraki nesle etbau tabiin diyoruz, onlar da önceki nesle uydukları için. Bu şekilde bir uyum sistemi içerisinde bugüne kadar geldi. Bugün bu çağda yaşayan bir Müslümanı tanımlayacak olsak 14 asırda kaç nesil geçtiyse o kadar etbau, etbau tabiniz.
Bizim sahabe-i kiramın yolunda olan insanlar olmamız gerekiyor. Duamız odur ki Allah bizi Kur’an’ın aydınlığında, Peygamberimizin ilgisine, sevgisine nail eylesin ve ashabı kiramın yolundan ayırmasın, onların arasına dahil eylesin Amin.