20 Mart 2023 - Pazartesi

Şu anda buradasınız: / O DİYARIN SAKİNLERİ…
O DİYARIN SAKİNLERİ…

O DİYARIN SAKİNLERİ… Zübeyde Nalbant

Asr-ı Saadetten, asırlar ötesinden, çok şeyler anlatılır; davranışlarla, amellerle ve gözyaşlarıyla anlatılır, iman samimiyetini, gönül sıcaklığını hissettirerek ifade edilir.
Peygamber (s.a.s)’in dostları, “o diyarın sakinleri” daima bizlere örnek bir nesil olarak anlatıldı ve öğretildi.
Tarih boyunca nice nesiller geldi geçti. Bu insanların içinden tam istikamet üzere olmak isteyen insanlar da vardı. Kimi Allah’ın yardımı ile dosdoğru olan yolu hiç bir sapıklığa düşmeden buldu. Kimi de o yolu tam olarak bulamadı. Çeşitli sapmalar hemen-hemen her dönem Müslümanların önüne birer mayın tarlası gibi serildi ve Müslümanlardan bir kısmı şeytanın vesvesesi ile dosdoğru yoldan ayrıldılar.
Allah (c c) ayeti kerimesinde şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur, ona uyun. Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah’ın yolundan saptırır.“ (Nisa, 15) Ayette net olarak ortaya konulmuştur ki, Müslümanlar beşer kaynaklı kültürlerin oluşturduğu bir takım yollara uymuşlar ve dosdoğru yoldan ayrılmışlardır. 1444 yıl önce insanlar bu dine girerlerken bir de söz vermiştiler. “Bu din için malımız, canımız, yakınlarımız hepsi bu yolda feda olsun. “
Rasulullah (sas) bu sözü insanlardan aldıktan sonra, onlara zamanın süper gücü olan Bizans ve Fars kalelerinin fethini müjdeledi. Müminler verdikleri sözde durdular. Allah (c.c.) da onlara vadettiği kalelerin kapılarını açmıştı.
Allah (c.c ) insanlar bataklık içerisinde yüzerken, onları o bataklıktan kurtarıp gerçek bir yaşama kavuşabilmeleri için Hak ve Batılı birbirinden ayıran, felaha ulaştıran bir hidayet rehberi gönderdi. Bu rehberle birlikte bir de açıklayıcı önder seçti. İnsanların içinden seçtiği o önder Peygamberimiz (sas) idi. İnsanlar Allah’ın inayeti ve Peygamber (sas)’in çabası ile insanlar fevc fevc İslam’a girdiler. İnsanların gurup-gurup eski inanışlarını terk edip yeni bir itikadı benimsemelerine yol açan amellerin başında Allah’ın hidayeti gelir. Zira Peygamber Efendimiz (sas)’in dini yaymasından sonra gerek şahsında gerek mümtaz ashabında dinin tüm güzellikleri vücud bulmuştu. “O diyarın sakinlerinin yaşantılarının her hali insanlığı hayrete düşüren ve kendilerine gıpta ettiren o ashabın yaşadığı topluma Asr-ı sadet diyoruz, o diyarın sakinleri diyoruz, ve onlara o döneme huzur çağı diyoruz.”
İnsanların gıpta ile bakmalarına sebep olan en önemli süreç, İslam ı seçtiğini ilan eden insanların yaşantıları ile tüm insanlığı kendilerine hayran bırakmasıdır. Çünkü onlar girmiş oldukları, bağlılık yeminleri ettikleri dinin tüm emir ve yasaklarına riayet ediyorlardı. Çünkü onların tek derdi sapmaya bozulmaya meydan vermeden Allah’ın indirdiği dine uymaktı.
“O diyarın sakinleri”nden biz inananlara örneklik teşkil eden örnek nesillerden biri olan Ümmü Habibe Remle Validemizin Mekke’nin büyük başkanı Ebu Süfyan’ın kızı olduğunu burada belirtelim. Ümmü Habibe kocası Ubeydullah bin Cahş ile iman edip ilk Habeşistan’a hicret ettiler. Habeşistan’da kocası ile beraber Müslümanların önderliğini yapmış, hayatın sarp yolunda yola çıkmışlar, birlikte hicret etmişler, yine birlikte kader birliği yapmışlardı. Vatan özlemini, aile hasretini, akraba ve dost özlemini kocasının varlığı ile teskin etmeye çalıştığı gecelerden birinde korkunç bir rüya ile uyandı. Rüyasında kocası Ubeydullah’ı korkunç ve çirkin bir surete uğrarken görmüştü. Hemen o sabah Ubeydullah, uğruna yurdunu terk edip bu diyarlara hicret etmesine sebep olan Müslümanlığı bırakmış irtidat ederek Habeşlilerinin dini olan Hıristiyanlığa girmişti. Bununla kalmamış karısına da dinini değiştirmesi için baskı yapıyor, inandığı hak yoldan dönmesi için dünyalık vaatlerde bulunuyordu. Ama karısı Ümmü Habibe (r.anha) tevhid yoluna çıkmıştı bir kere. Yolu birdi, gayesi birdi, imanı kalbe oturmuştu. Buna karşı gelerek dinini korumakla kalmamış eşine şöyle söylemişti: “Ben ki sadece ve sadece Allah rızası için ailemden, dostlarımdan, tırnaklarımla kazıyıp yaptığım evimden, malımdan, mülkümden, her şeyimden vaz geçtim de senden mi vazgeçmeyeceğim” dedi ve ondan boşandı. Bunu duyan Peygamber Efendimiz (sas) Necaşi aracılığı ile onu kendisine nikahladı ve Medine’ye gönderilmesini istedi. Bu olay hicretin 6. yılına rastlar. (İbni Sad, Tabakat. İbni Hacer, el-İsabe, 8/84, İbni İshak’tan naklen, es-Semt, 96)
“Kim Allah’a sıkı sıkı tutunursa, artık o elbette, dosdoğru olan bir yola yöneltilip –iletilmiştir.” (Ali İmran, 101)
Ayetinde olduğu gibi onlar Allah (cc) ayetlerine sıkı sıkı bağlanmış ve dolayısıyla Allah’a tutunmuştu. Allah (cc) de onları hem dosdoğru istikamet üzere kılmış ve onların üzerine nimetini artırmıştır. “Siz onları görseydiniz onlar deli derdiniz, onlar sizi görseydi bunlar Müslüman değil” derlerdi. Yaşantıları ile tüm insanlığı hayrete düşüren o diyarın sakinleri, yani o ashap topluluğu yavaş yavaş ortadan kalkmıştır.
Hz. Peygamber (sas)’in “Benim ashabım yıldızlar gibidir hangisine uyarsanız uyun doğruyu bulmuş olursunuz.” Hadisi, tüm ashabın doğru yol üzerinde olduğunu göstermektedir. Fakat ne yazık ki öyle bir toplum bir daha oluşturulmadı ve kıyamete kadar da oluşturulmayacaktır.
“O diyarın sakinleri”ni örnek alınarak azimli ve istekli olmak gerekmektedir. Azimli insanlar, dağa benzerler. Siz onlara yaklaştıkça, onların büyüdüklerini görürsünüz. Buna karşılık azimsiz insanlar, seraba benzerler. Yaklaştıkça kaybolur, küçülürler.
Hepimizin bildiği gibi yaşadığımız bu dünya hızlı bir sürece girdi. İslam dünyasının içine düştüğü bu durumdan kurtulmanın yolu, İslam’ın hakimiyetini sağlamak için yola çıkmak, zorluklara göğüs germek ve en zor şartlarda bile motivasyonu yüksek tutmak. Peygamberlerin, sahabenin ve o diyarın sakinlerinin örneklikleri biz inananlara daha çok haz vermelidir.
“Allah’a ve Peygamber (as)’e kim itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraberlerdir.” (Nisa, 69)
Kureyş ve Fil surelerinin üzerinde iyice düşünmek gerekir. Mekkeli müşrikler Ebrehe ordusu karşısında putlarından, ilahlarından vazgeçmiş ve o sıkıntı anında yegane ilah olan Allahu Teala’ya dua edip yalvarmışlardı. Biz Müslümanlar ise bu tür zamanlarda bin bir türlü sıkıntılarla mücadele ediyoruz. Mekkeli müşriklerden daha fazla ona yönelmemiz gerekmektedir! Ebreheler çoğaldı lakin Müslümanlar param parça oldu. Yaşadığımız bu coğrafyada samimi, eğilip bükülmeden Müslüman olmak ve yaşamak, cenk sahrasında harp etmekten daha zordur ve hep zor olacaktır. Neden? Çünkü cephede savaştığın düşmanın rengi bellidir. Günümüzde ise şeytan Müslüman mintanıyla geziyor. Müşrik kürsüden, münafık ise saraydan vaz ediyor.
“O diyarın sakinleri” yani o devrin güzide insanları gibi yaşayabilmek için yeterli ve gerekli şart ayette de geçtiği gibi Allah’a ve peygamberine itaat etmektir. İtaatte Kur’an ve Sünnette belirlenmiş olan sınır ölçüleri dahilinde yani İslam ahlakı ile yaşanmış olduğu taktirde ancak peygamberlerle, şehitlerle, sıddıklarla beraber olunabilir. “O diyarın sakinleri”ne komşu olmak istiyorsak eğer, Peygamber (sas)’in yaşantısını benimsemek ve uygulamak mecburiyetindeyiz. Zira Allahu Teala Kur’an-ı Kerim’de “Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan sakının.” (Haşr, 7) ve “And olsun ki Allah’a çokça zikredenler için Rasullullah’ta en mükemmel örnekler vardır.” (Azhab, 27) ayetleri bunun delilidir.
Peygamber Efendimiz (sas)’in biz inananlara verdikleriyle, yine biz inananlara zararlı olanları yasaklamasıyla ve onu çokça zikretmekle dertlenmeliyiz. Dertlenmeliyiz çünkü dert etmemekte büyük bir sorundur. Günahları dert edemeyen tevbe edemez, ahireti dert edemeyen salih amel işleyemez, ibadeti dert edemeyen huşu ile namaz kılamaz, ailesini dert edemeyen çocuklarını yetiştiremez, ümmeti dert edemeyen harekete geçemez. Velhasıl dertsiz insan dua bile edemez.
“Her kim rahmanın öğüdüne karşı duyarsız olursa, biz ona bir şeytan salarız. Artık şeytan onun yakın arkadaşı olur. “ (Zuhruf, 36) Kur’an-ı Kerim ciddiye alınmayacak, latife ve gülümseyip geçilebilecek bir şaka kitabu değildir. “O (Kur’an) bir şaka (Hezl) değildir.“ (Tarık, 14)
Yani o Kur’an-ı Kerim herhangi bir parti, herhangi bir örgüt, herhangi bir cemaat, şeyh, devlet vs. gibi kuruluş ve kişiler tarafından hükümleri ve sözleri değiştirilecek bir kitapta değildir. Biz inananların rehberi Kur’an, takımı İslam, önderi Peygamber (sas)’dir.
“Ey insanlar! Bu kitap sizlere bir öğüt sinelerde olanlara bir şifa ve müminler için hidayet ve rahmettir.“ (Yunus, 57)
“O diyarın sakinleri”nin gittiği yolda yürümek isteyen her fert önce iman, sonra nefsi kötü şeylerden sakınarak ve dolayısıyla yüksek ahlaki duyguları geliştirerek yürüyebilir.
Hadis kitaplarımızdan Buhari ve Müslim’in birlikte rivayet ettikleri hepimize ders olacak bir hadisi Hazreti Ömer (radıyallahu anh)’ın oğlu Ebu Abdurahman Abdullah ibni Ömer, nakletmektedir. Allah Rasulu şöyle buyurmaktadır: “Sizden önceki iman sahiplerinden üç kişi bir yolculuğa çıktılar yolculuklarında gece olunca geceyi geçirmek için bir mağaraya girdiler. Mağaraya girdikleri anda dağdan bir taş yuvarlanıp gelip mağaranın kapısını kapattı. Ve bunlar içeride mahsur kaldılar, ne yaptılarsa kayayı yerinden oynatamadılar. Baktılar ki bu taş bir beşerin eliyle açılmayacak. Bu sefer üç arkadaş şöyle karar verdiler: “Gelin Allah için yaptığımız bir ameli vesile edinerek Allah’tan bu konuda yardım isteyelim. Herkes şimdiye kadar hayatında Allah için nasıl bir iş yapmışsa onu vesile edinsin ve onunla şu sıkıntının giderilmesi noktasında yardım istesin.”
Ve üç kişiden birisi başladı konuşmaya: “Ya Rabbi! Benim yaşlı bir annem ve babam vardı, onlar yemeklerini yemeden çoluk çocuğuma ve hizmetçilerimize bir şey yedirip içirmezdim. Ben onlara elimden geldiğimce ikramda ve hizmette bulunurdum. Her zaman ben gider koyunlardan davarlardan sağdığım sütleri getirir, kendi elimle onlara içirmeden yatırmazdım. Bir gün hayvanlara yem bulmak üzere evden ayrıldım, dışardaki işlerim uzun sürünce ben eve gelene kadar annem ile babam yatmışlardı. O sütü evdeki hiç kimseyle paylaşmadan kucağımda süt kabı elimde bütün gece şafak atana kadar başlarında onların uyanmalarını bekledim. Çocuklar etrafımda açlıktan sızlanıp duruyorlardı. Nihayet onlar nice sonra uyandılar, ben de elimdeki sütü onlara içirdim. Daha sonra kendi ehlime içirdim. Eğer ya Rabbi bu ameli senin için, senin rızan için yapmışsam bizi bu sıkıntıdan kurtar. O anda taş yerinden biraz oynadı fakat içeriden çıkılacak gibi değildi.
Bu sefer üç kişiden bir ikinci kişi ellerini açtı başladı dua etmeye. ”Ya Rabbi! Benimde çok güzel bir amcamın kızı vardı. Ona gönlüm düşmüştü. Ben ondan murat almak istedim ama o bana bir türlü yüz vermiyordu. Bir sene bizim beldemizde çok kıtlık oldu, o amcamın kızı da muhtaç duruma düştü ve gelip benden mal almak istedi. Bende, “Bir şartla sana mal veririm. Eğer benimle olursan sana istediğin kadar mal veririm” dedim. Amcamın kızı istemeyerek muhtaç olduğu için bu teklifimi kabul etti ve benimle olmak için evime geldi. Ona yüz yirmi altın verdim kabul etti. Tam ben onunla zina edecektim ki “Ey amcamın oğlu! Allah’tan kork. Dinin uygun görmediği bir yolla beni elde etme” dedi. O anda onun sözü beni öyle bir sarstı ki, bende o an senin için, sana olan korkumdan dolayı, o ortamda, öyle şartlarda sırf senin için, senin rızanı kazanmak için bende o işi yapmaktan vazgeçtim. Ve istedikleri malı da verdim. Ya Rabbi! Eğer ben bu ameli senin için senin rızanı kazanmak için yapmışsam bizi bu sıkıntıdan kurtar. O anda taş yerinden biraz daha oynadı fakat içeriden çıkılacak kadar değildi.
Bu sefer üçüncü kişi ellerini açtı dua etmeye başladı. ”Ya Rabbi! Vaktiyle ben bir çok işçi tutum. Parasını almadan giden biri dışında hepsinin ücretini verdim. Ücretini almadan giden adamın parasını çalıştırdım. Bu paradan büyük bir servet türedi. Bir gün bu adam çıkageldi.
Bana: “Ey Allah’ın kulu! ücretimi ver”, dedi.
Bende ona: “Şu gördüğün koyunlar, develer, sığırlar ve köleler senin ücretin türedi” dedim.
Adamcağız: “Ey Allah’ın kulu benimle alay etme”, deyince, “Seninle alay etmiyorum”, diye cevap verdim. Bunun üzerine o, geride tek bir şey bırakmadan hepsini önüne katıp götürdü.
“Rabbim! Eğer bu işi sırf senin için yapmışsam, içinde bulunduğumuz bu sıkıntıdan bizi kurtar” diye yalvardı. Mağarayı tıkayan kaya iyice açıldı; onlarda çıkıp gittiler. (Buhari, “Büyü’”, 98, “İcare”, 12, “Hars ve’l-müzarea”, 13, “Enbiya”, 53, “Edeb”, 5; Müslüm, “Zikir”, 100)
İyi niyet ve ihlas, insanın davranışlarının temelini teşkil eder. Niyetsiz hiç bir ibadet olmayacağı gibi ihlastan uzak hiçbir amel de Allah’a ulaşmaz. Allahu Teala’yı hoşnut edecek davranışlar ancak ihlas ve samimiyetle yapılanlardır.
Evet onlar takvalı olmalarına rağmen ağlıyorlardı. Biz inananlar ise günahlarımıza rağmen gülmekteyiz. Allah yolunda ölmeye değer bir gayesi olmayan insanların, yaşamaya değer bir gayesi de olmaz.” Büyük davalar, büyük adamlar ister. Büyük fetihler, sultan fatihler ister. Yıllar cildi buruşturur fakat idealsiz olmak ise ruhu öldürür. Çünkü şüphesiz ki iman temenni ve iddiadan ibaret değildir. Lakin o kalplerde yerleşen ve amelin kendisini tasdik ettiği şeydir. İslam dışında hiçbir davanın cenneti yoktur.
“Bu hadise bakıldığında biz Müslümanlarında hayatımızda sırf Allah’ın (cc) rızasını kazandıracak amelleri olması gerekmektedir. “Rabbimiz Allah’tır” diyen çoktur ancak istikamet üzere olan azdır. Çünkü yaşadığın bu coğrafyada bir fabrikatör olabilirsin, bir milyoner olabilirsin, ya da bir çöpçü olabilirsin ama can alıcı meleğe göre listedeki bir isimsin. Yapılan hatalara pişman olmadan iyice düşünmek gerekir. Dünyaya aldırış etmemek gerekmektedir, zira onun sağlıklısı hastalanır, yenisi eskir, nimeti tükenir, genci yaşlanır.
İbnu’l Kayyim- rahimehullah- der ki:
“Dünyanın derdine düşme, zira dünya Allah’ındır.
Rızkın derdine düşme, rızık Allah’tandır.
Gelecek derdine düşme, gelecek Allah’ın elindedir.
Sadece tek bir şeyin derdine düş. O da Allah’ı nasıl razı ederim olsun. Çünkü sen Allah’ ı razı edersen, Allah da senden razı olur ve seni razı eder. Allah sana yeter ve her şeyi sana verir.”
Kıyamet yaklaştığında ahir zamanının akışı da hızlanacaktır. İnsanlara bir yıl, bir ay gibi, ve bir ayda bir hafta gibi gelecektir. “O yüzden kendisini yetiştirmekle ve geliştirmekle meşgul olan kimsenin, başkalarını eleştirmeye, taşlamaya ve karalamaya yeterli vakti de olmaz zamanı da olmaz. Çünkü bu kimse neslini ihya, inşa ve imar etmek için nefsini ikaz, irşat ve ıslah ile meşguldür.
“Allah rızka kefildir ama imana kefil değildir. Bu yüzden imanınızı dert edinelim, rızkımızı değil.” Yaş ilerledikçe dolu - dolu yıllar bırakmak gerekir geride, heba edilmiş bir ömrün hatırası utandırmasın bizi.

Yine “o diyarın sakinleri”nden, Ümmü Süleym ve beraberinde başka hanımlar savaşta su taşımak, yaralıları tedavi etmek gibi cephe gerisi hizmetler için Huneyn Gazası’na katılmışlardı. Ancak savaşın ilk anlarında yaşanan bozgun sebebiyle kadınlar silahlarını kuşanmışlar ve Rasulullah (sas)’ı korumaya çalışıyorlardı. Hanımlardan Ümmü Süleym hamile olduğu halde eşi Ebu Talha ile savaşa katılmıştı. Savaş sırasında Ebu Talha’nın kaçmaya çalışan devesini tutuyordu. Rasullullah (sas) onu görünce şaşkınlığını gizlemedi ve: “Ümmü Süleym sensin ha! Sende mi savaşa katıldın?“ buyurdu.
Ümmü Süleym: “Evet anam babam sana feda olsun ya Rasullallah! Seni düşmanın ile savaştığın gibi savaştan kaçanlar ile bende savaşacağım” dedi. Sonra da Rasullullah (sas)’den, “O’nu terk edip kaçanları bağışlamamasını ve onları cezalandırmasını istemişti.”
Rasullallah (sas) ona; “Ey Ümmü Süleym! Allah bize yetmez mi? Allah’ın affı çok geniştir.” cevabını vermişti. Ümmü Süleym kendisine bir hançer temin etmişti ve onu yanından ayırmıyordu. Rasullullah (sas) hançeri görünce sordu: “Ey Ümmü Süleym! Şu da ne?” Ümmü Süleym de “Bunu müşriklerden biri bana yaklaşacak olursa karnına saplamak için temin ettim“ dedi. Rasulullah (s a s) bu söz üzere gülmeye başladı. (Siret-i ibn – i Hişam Tercemesi, 4/121)
“Müslümanların derdiyle dertlenmeyen onlardan değildir “ (Müslüm) hadis-i şerifi gereğince düşünmek gerekir ki: “Müslümanların birbirleriyle ilgilenmesi, dünyanın bir ucundaki müminin derdiyle hemdert olması, küfrü tedirgin etme açısından çok önemlidir. Çünkü Allah’tan korkandan başka güvenilir kimse yoktur.
Şimdi gelelim ‘O diyarın sakinleri”yle yani, onların durumlarıyla bizim durumumuz arasındaki benzerlikler nelerdir? Onların samimiyeti, insan kazanma çabası, ilgi, sevgi, takdir, kabul, dürüstlük, fedakarlık, sabır, inanç, kararlılık, güven, umut, iyimserlik olsun, biz inananlarda onlar gibi ilgili, doyurucu ve ikna edici bilgi birikimine sahip olmalıyız, Çünkü bilginin olmadığı yerde cehalet hakimiyetini kurar.
 “Zaferin ne zaman geleceği ile meşgul olmayalım. Hak ile batılın arasında nerede duruyoruz ona bakalım.” Seyyid kutub.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul