
Binlerce yıldır her inanç sahibi, inancını önce samimi olarak savunur, korur ve yaşar. Zamanla da yaşantılar azalır ve çoğunlukla inanç olarak kalır. İslâm toplumunun da zamanla yaşamları başka inançlarla değişmiş, yaşadıklarını sadece savunur ve konuşur hale gelmişlerdir. Din adına konuşanların çoklarının hayatlarında amel az görülmektedir. Dolayısıyla da toplum din adına konuşanlara bakarak konuşmayı ve dil ile inandım demeyi yeterli görmektedir. Nasıl olur da bilginin bu kadar çok ve bu kadar kolay ulaşıldığı bir zaman da, inandım demek yeterli görülür. Onca hakkı bildiren varken, ne bilginin kendisi ne de bildiren ciddiye alınmaz. Oysa Rabbimiz bunun yetmediğini, itaat ve teslimiyetin gerektiğini bildirmiştir. “İnsanlar, iman ettik demekle bırakılacaklarını ve imtihan edilmeyeceklerini mi sandılar?” (Ankebut, 2) “Sizden öncekilerin başına gelenlerin benzeri sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz?” (Bakara, 214)
Hayat devam ettiği sürece itaatte devam edecektir. Her insan da kime ve nasıl iman edip güvendiğine ve itaat ettiğine dikkat etmelidir. Kur’ân’da itaat seksen beş, ibadet de doksan dokuz defa geçerek konunun önemi vurgulanır ki, inandım demek yeterli görülmesin. İtaat ve ibadet; şirk ve küfürden, bid’at ve hurafeden, hased, kibir ve riyadan arındırılarak yapılsın ve salih amele dönüştürülsün. Salih amel de Kur’ân’da doksan bir defa geçmektedir.
İtaat, “Birine baş eğmek, söz dinlemek ve emredileni yerine getirmektir.”
İbadet, “Boyun eğmek, alçak gönüllülük, kendini aşağılama, itaat ve kulluktur.”
İbadet; birini yüceltme, sevgi duyma, sığınma, korku, acziyet göstermektir.
İnsan mutlak birine itaat ve ibadet etmek zorundadır. İnançlar da itaat ve ibadetler üzerinde etkilidir. İman, birine güvenip sözünü doğrulamaktır. Güvenilene de itimat edilip, itaat edilir. Dolayısıyla da inandım demekle iş bitmez, sonrasında teslimiyet gerekir. Birine teslim olup itaat etmek onu ilâh edinmektir. Bu ya yaratana ya da yaratılanlara yapılır. Laikiyle, demokratıyla, sosyalistiyle, Hindu ve Budistiyle, Yahudi ve Hıristiyanıyla her inanç sahibi inandığı dini yaşayarak ortaya koyarlar. “Ben Müslümanım” diyenlerin de inandım dediği dinlerini yaşamaları gerekir. Yoksa İslâm dil ile konuştukları, diğer inançlar da yaşadıkları olur.
İnsan mutlak olarak inanmak, yani güvenmek ve güvendiğine de itaat etmek zorundadır. Bu insanın yaratılışta fıtratına konulmuştur. Hiçbir insan inanmıyorum ve itaat etmiyorum diyemez. Mesele kime güvenip itaat ettiğidir. “Sonra da ona kötülüğünü ve takvasını ilham edene yemin olsun ki, nefsini arındıran şüphesiz kurtulmuştur.” (Şems, 8)
İnsan, imtihandadır. Bunun için hakka da bâtıla da girebilecek donanım kalbine özellik olarak verilmiştir ki, onlarla sınansın. İnsanın fıtratı, aklı, irâdesi ve bedeni, sonradan ona kazandırılacak karakterlere müsait yaratılmıştır. Ruhta ve bedende bulunan vasıflar insanı inanmaya ve itaate yönlendirir. İnandım demek yeterli olmaz, devamında itaat gelmelidir. Çünkü, insan fücur ve takva yönünü kullanmak zorundadır. Yani, insan inanmak zorunda bırakıldığı gibi, amel edip birine itaat etmek zorunda da bırakılmıştır. Yoksa imtihan olunamaz ve melekler gibi olunur. İmtihandan bahsediliyorsa önce inancın, ardından da itaatin olması gerektiği bilinmelidir. Ki, ardından iman ve amel bütünlüğü oluşsun.
Rabbimiz, kitabında yüzlerce ayette inandım diyenlerin neleri yapıp yapmayacaklarını bildirmiştir. Etrafını ve dünyayı eleştirenin önce amel ve ahlakına bakması gerekir. Kitabın ilk muhatabı insanın kendisidir. Sonra nasihat ve tavsiye de bulunacaktır. Eleştirenin de davet edenin de önce kendisine bakması gerekir. Bunu yapmayanların bakışlarında büyük bir problem vardır. Dünyayı kurtarmaya çalışıp davet yapanın ve böyle davetçi yetiştirenin, önce kendisi ve yetiştirdiği Rabbe iman edip, itaat ve ibadet eden olması gerekir.
Önce imanın ne olduğu bilinmeli ve gereği yapılmalı, sonra itaat ve ibadet kişiden beklenmelidir. Kitap ve Sünnet, iman ve amel bütünlüğünü beraber zikrederek, bunu ortaya koymuştur. Kur’ân’a inandım diyen, Rasule tabi olmak ve itaat etmek zorunda bırakılmıştır. “Allah’a ve Rasule itaat edin” emri onlarca ayette bildirilmiştir. Rasulullah (s.a.s.) “Size iki şey bırakıyorum. Allah’ın kitabı ve benim yolum, yaşantım.” buyurmuştur. Allah’ın Rasulü’nün hayatı bütünüyle Allah’a inandım diyenler için şâhidliklerle dolu iken, nasıl olur da inandım demek yeterli görülebilir. İnandım demeyi yeterli görenler, itaatlerini ya kendi fikirlerine ya da başkalarının fikir ve yasalarına göre yaşamak zorundadır. Allah’a, kitabına, Rasulü’ne ve ahirette vaad edilenlere iman edip güvendim diyen, güvenini ahlakla, itaat ve ibadetlerle, zikir ve tevekkülle, sabır ve takvayla, ihlas ve ihsan ile desteklemelidir ki, o iman korunulabilinsin.
İman, “birini sözde tasdik etmek, kabullenip itaat etmek, onaylamak, gönülden bağlanmak, güvenmek ve güvenilmektir.”
Rabbimiz, inandım diyenlerden nasıl bir itaat ve teslimiyet bekler? Bunlar ayetlerde ve hadislerde genişçe bildirilmiştir. Mümin, eline ve diline güvenilip sözü tasdik edilendir. İnsanları da Allah’a, kitabına, Rasulü’ne ve mü’minlere güvenmeye davet eder.
“Mü’minler muhakkak ki kurtuluşa ermişlerdir.” (Mü’minun, 1)
Mü’min, kurtuluşun kesinlikle Allah’a, Kitabına ve Rasulüne güvende olduğunu bilendir. Güvendiği Allah’ı isim ve sıfatlarıyla birler ve kitabına uyma çabasında olur. Sadece inandım demeyi yeterli görmez.
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah’a ve Rasulü’ne iman ederler. Sonra imanlarında şüpheye düşmezler. Mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad ederler…” (Hucurat, 15)
İmanın ve teslimiyetin anlatımını alemlerin Rabbi bildirir. Mü’min Allah’a tüm sıfatlarıyla güvenip hükmü olan kitaba da güvenir. Rasulün tek örnek olduğunu kabul edip güvenerek tabi olur. Sonra Allah’a ve Rasulü’ne güveninde ve tasdikinde şüpheye düşmez. Sonra da tüm imkanlarıyla inandım dediği dinde cehd ve gayret içindedir.
“..Onlar kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak ederler.” (Kasas, 54) Mümin, inandım demekle kalmadığı gibi kötülük namına ne varsa iyilikle geçiştirir. Dünya ve ahireti için istifade ettiği her ne varsa, bunu etrafı için de harcayandır.
“Boş söz işittikleri zamanda ondan yüz çevirirler...” (Kasas, 55) İnandım demeyi yeterli görmeyip, dünya ve ahiretine fayda sağlamayan ne söz varsa, ondan yüz çevirir. Boş söz; imana, ahlaka, toplumsal ilişkilere ve ibadetlere fayda sağlamayan her söz, her konuşma ve tartışmadır.
“Büyük günahlardan ve hayasızlıktan sakınanlar, öfkelendikleri zaman affedenler, Rablerinin davetlerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işlerini aralarında istişare ile yürütenler, kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak edenler ve saldırıya uğradıkları zaman yardımlaşarak karşı koyanlar.” (Şura, 37-39) Rabbimiz, inanmanın tek başına yeterli olmadığını fert ve toplum için ayetlerini açıkça akledenlere bildirir.
“Orada ne ticaret ne de alışverişin Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekatı vermekten alıkoymadığı, kalplerin ve gözlerin döneceği günden korkan erler sabah akşam Allah’ı tesbih ederler.” (Nur, 37) Mü’min, dünya işi ve koşturmacası onu Allah’ı anmaktan ve emirlerine uymaktan alıkoymayandır. Bu sadece selef olan öncekilerin vasfı değil, kıyamete kadar tüm inananların vasfı olması gerekir.
“Rahmanın kulları o kimselerdir ki, yeryüzünde tevazu ve vakarla yürürler. Cahiller kendilerine laf atıp sataştıklarında selametle derler.” (Furkan, 63) Rahmanın kulları inandım deyip durmaz, yürüyüşünü dahi inancıyla örtüşendir. Ne yaptığının farkında olmayıp, Rableriyle hâkimiyet yarışına kalkacak kadar ileri giden cahillerden de yüz çevirip, selam der geçerler.
“Onlar ki Rablerine secde ederek ve kıyamda durarak gecelerini geçirirler.” (Furkan, 64)
İnananlar, gündüzlerinde hükmüne boyun eğip itaatle secde ettikleri Rablerine, gecelerinde de yönelip boyun eğenlerdir.
“Onlar ki infak ettikleri zaman ne israf ederler ne de kısarlar. İkisi arasında orta bir yol tutarlar.” (Furkan, 67) İman eden, güvendiği Rabbinin verdiği her şeyden ne kısar ne de gereksiz harcar. Mü’min, kazandığında da harcadığında da Rabbinin emrine uyandır.
“Onlar ki Allah ile birlikte başka bir ilaha çağırmazlar. Allah’ın haram kıldığı bir canı haksız yere öldürmezler. Zina etmezler…” (Furkan, 68) İnsan, mutlak aciz ve ihtiyaç sahibidir. Muhtaç olduğunda yardıma kimi çağıracağı önemlidir. Mü’min, ilk önce Rabbini yardıma çağırır, sonra vesilelere yönelir. Müşrik, son çare olarak; mü’min ise her an veli olan Rabbine yönelendir. Yardıma çağrılan veli ve ilah edinilmiş olur.
“Onlar ki, yalan yere şâhidlik etmezler. Boş bir şeyin yanından geçtikleri zaman vakarla yürüyüp geçerler.” (Furkan, 72) Mü’min, inanıp güvendim dediği dinin her emrine uyandır. Bu kendi ve ailesinin zararına da olsa yalan şâhidlik yapmaz ve insana faydası olmayan ne varsa vakarla yürüyüp geçer. Değerli vaktini boş işlerle ve onunla uğraşanlarla harcamaz.
“Onlar ki kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman onlara karşı sağırlar ve körler kesilmezler.” (Furkan, 73) İnsan sevdiğinin sözlerini etkilenip dinler, sever ve itaat eder. Mü’min, güvendim dediği Rabbinin ayetleri kendisine hatırlatıldığı zaman, duymayan sağır ve görmeyen kör gibi davranmaz. Kulak kesilip, gör denileni görüp hemen itaat derdine düşer.
“Onlar ki ey Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soylarımızdan gözleri aydınlatacaklar bahşet. Bizi takva sahiplerine önder kıl derler.” (Furkan, 74) İnananlar, güvendik dedikleri Rablerine muhtaç olduklarının farkında olurlar ve her şeylerini O’ndan isterler. Dünyada göz aydınlığı olacak eş ve çocuk istedikleri gibi, ümmete faydalı olacak öncü olmayı ister ve bunun için gece gündüz emek harcarlar. Mü’min, emeksiz iş olmayacağını bilir ve gerekeni gücü kadar yapar.
“Onlar ki Rablerine ortak koşmazlar. Onlar ki verdikleri şeyi Rablerine döneceklerinden kalpleri korkarak verirler. İşte onlar hayırlarda koşuşurlar ve onlar hayırlarda öncüdürler.” (Mü’minun, 59-61) Mü’min, inandım demenin yeterli olmadığını ve Rabbine kavuşacağını ve yapılanların mutlak karşılığının görüleceğini bilir. Dolayısıyla da hayır namına ne varsa içinde olur ve hayır yapılacak yollar oluşturarak öncülük eder. Herkes hayrın içinde olabilirken, hayra öncü olmak ve hayır yolları oluşturmak herkesin yapacağı iş değildir.
“Mü’minler mü’minleri bırakıpta kâfirleri veli edinmesinler. ..” (Ali İmran/28) Mü’min, kendisi gibi Rabbine güvenen mü’minleri bırakarak, hakkın üstünü kendi irâdeleriyle örten ve hakkı gizleyerek küfreden kâfirleri sırdaş, yardımcı, dost, emreden veli edinmez.
“Ey iman edenler! Allah’dan hakkıyla korkun. Ve ancak müslümanlar olarak ölün.” (Ali İmran, 102) Mü’min, inandım demekle durmaz, bir ömür Rabbe teslim olma çabasında olduğu gibi, bunu güvendiği Rabbine yaraşır itaatle yapmaya çalışır.
“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Ve sakın ayrılığa düşmeyin. ..” (Ali İmran,103) Mü’min, ferdiyetçilikten kaçınıp, veli edindiği diğer mü’minlerle hayatı beraber paylaşır. Her emre, hep beraber uymaya çalışırlar. Ferdiyetçilik ve cemaatçilik, birer tefrika ve ayrılıktır. Önce ihtilaf çıkarılır, ardından tefrika gelecektir. Bugün veli edinip beraber olmadığınızı yarın sıkıntıda aramak zorunda kalırsınız.
“İçinizden hayra davet eden, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte onlardır.” (Ali İmran, 104) Mü’min, inandım demekle kalmayıp, Allah’a kitabına, Rasulü’ne ve ahirette vaad ettiklerine güvenir, sonra insanları güvendiği dine davet eder. Sonra da iyiliği emredip, kötülükten de sakındırır.
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah zikredildiği zaman kalpleri ürperir. Allah’ın ayetleri onlara okunduğu zaman imanlarını artırır. Ve yalnız Rablerine tevekkül ederler.” (Enfal, 2) Mü’min, diliyle güvendim iddiasında bulunmaz, Güvendiği Allahu Teâlâ’nın her bir ismi anıldığında kalben ürperir ve O’nun ayetleri ona okunduğunda imanı, yani Rabbine olan güveni, bağlılığı ve itaati artar. Sırf Rabbine tevekkül edip güvenerek hayatının sevk ve idaresini O’na teslim eder.
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun.” (Tevbe, 119) Mü’min, takvalı olup emredilenlere uymada hassastır ve kendisi gibi dinde sadık, yani özü ve sözü doğru olup itaat edenlerle beraber olduğu bir hayatı paylaşandır.
“Öyleyse seninle birlikte tevbe edenlerle emrolunduğun gibi dosdoğru ol ve haddi aşmayın. Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızı çok iyi görendir.” (Hud, 112) Mü’min, kendisi gibi Allah’a, kitabına ve Rasulü2ne güvenen mü’minlerle hayatın her alanında, emrolunduğu gibi dosdoğru olma çabasındadır. Bunu yapmadığında haddi aşacağını ve Rabbinin yaptıklarını gördüğünü bilendir.
“Kim de mü’min olduğu halde ahireti ister, onun için istenilen gayreti çalışıp sarf ederse, işte onların çalışmaları (Allah katında) makbuldür.” (İsra, 19) Şirk ve küfürsüz iman etmek esastır. Sonra mü’min, her yaptığını ahiret kazanımına çevirir. Bunun için istenilen çaba ne ise gereğini gücü kadar yapmaya çalışır. İnsan karşılıksız iş yapmaz, Allahu Teâlâ da yapılanları karşılıksız bırakmaz. Mesele, yapılanların karşılığı kimden ve nerede istenmektedir.
“Muhakkak ki mü’minler ancak kardeştirler. O halde kardeşlerinizin arasını düzeltip barıştırın. Allah’tan korkun ki, merhamet olunasınız.” (Hucurat, 10) Mü’min, iman ettim demekle işi bırakmaz. Kendisi gibi inananlarla veli olmanın gerektiğini yapar. Bozan değil de, sürekli düzeltendir. Eleştiren ve konuşanın çok olduğu bir yerde iş yapan ve düzeltendir, mü’min.
“Aralarında peygamberin hüküm vermesi için Allah’a ve Rasulü’ne davet edildikleri zaman mü’minlerin sözü ise ancak işittik ve itaat ettik demek olur. İşte bunlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Nur, 51) Mü’min, hak karşısında sağır ve kör olmadığı gibi, işiten ve işittiğini hemen yerine getirme çabasında olandır. Mü’min, işitendir, işitmesi de itaat içindir. Konuşmak ve tartışmak için değil.
“Namazlarında huşu içindedirler. Onlar ki boş şeylerden yüz çevirirler. Onlar ki zekatı eda ederler. Onlar ki ırzlarını korurlar.” (Mü’minun, 2-5)
“Onlar ki emanetlerine ve vaadlerine riayet ederler. Onlar ki namazlarına devam ederler.” (Mü’minun, 8-9) Mü’min, önce Rabbine verdiği vaadinde durur. O’nun verdiği akıl, irâde ve bedendeki emanetler, Kur’an emaneti gibi nice emanetleri verenin yolunda kullanır. Namazlarında Rabbinin huzurunda olduğunun bilincinde ve namaz sonrası verdiği sözleri hayatında uyarak yerine getirme çabasındadır.
“Allah’a davet eden, salih amel işleyen ve ben müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet, 33) Mü’minin sözünü güzel kılan, Allah’a iman olan güvene ve itaate insanları davet etmesidir. Şirksiz, haramsız, bid’at ve hurafesiz, haset ve kibirsiz ameller işler. İman ve itaate davet ettiği Allah’a önce kendisi sâlih amellerle itaat eder. Yani yaşayarak teslim olur. Sözüyle Müslümanım dediklerini, yaşayarak da ortaya koyar.
“Allah ve Rasulü bir konuda hüküm verdiği zaman, Mü’min bir erkek ve mü’min bir kadının işlerinde başka yolu seçme hakları yoktur. …” (Ahzab, 36) İnanıp güvendim diyen her mü’min erkek ve kadın, güvendik ve sözü tasdik ettik dedikleri Allah’ın ve Rasulün hükmü karşısında boyun büküp, başka yasa, fikir ve hüküm aramazlar.
“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?” (Saff, 2) Mü’min, inandım dediği dine itaat edendir. Bunu yaparken de haddini aşmaz. Yapmayacağı, yapamayacağı veya onu ilgilendirmeyen şeyleri konuşmaz. Kendini aşan ve ilgilendirmeyen şeylerin ardına düşmez.
“Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu tehlikeye atmaz.” (Buhârî)
Mü’min, kendisi gibi teslim olan kardeşinin haklarına riayet eder. Eliyle ve diliyle ona zulmetmediği gibi, onu dünya ve ahiret noktasında tehlikeye atmaz.
“Mü’minler birbirlerine karşı sevgi ve muhabbette bir vücut gibidir. …” (Buhârî)
Mü’min, aynı inancı paylaştığı kardeşleriyle bir vücut olduğunun farkında olup, bunun gereğini yapandır. Onların acılarını, sıkıntılarını, sevinçlerini kendi sevinç ve üzüntüsü gibi görendir.
“Boş ve faydasız işleri terk etmek kişinin İslâmiyetinin güzelliğindendir.” (Tirmîzî, İbni Mâce) Mü’min, hareket ve amel adamıdır. Ayetin bildirdiği gibi, bir işi bitirdiğinde hemen diğerine girişendir. Fakat, yaptıklarında boş ve faydasız işleri terk eder. Bu İslâm’ın ve kişinin Müslümanlığının güzelliğindendir.
“Her kim bir kötülük görürse, hemen onu eliyle düzeltsin. Eğer eliyle değiştiremezse diliyle düzeltsin. Şayet diliyle değiştirmeye gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. Kalben benimsememek imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim) Mü’min, konuşan değil, eliyle ve diliyle düzeltendir. Eli ve diliyle düzeltemese de en azından kalben zulme ve zâlime karşıdır. Bunu yapmadığında da imânen zayıf olduğunu bilendir. Niceleri güçleriyle zulmü oluşturup yayarken, çokları da bu zulümlere, Allah ile hüküm yarışına ve haramların yayılmasına elleriyle ve dilleriyle ortak olup, kalben sevip yönelirler.
“Ümmetimin en hayırlıları görüldüğünde Allah’ı hatırlatandır. …” (Müsned) Ümmetin hayırlısı sadece konuşan değil, konuştuğunun gereğini yaparak dinin şâhidi olandır. Diliyle ve yaşantısıyla Rabbinin hükmünü, her bir ayetini itaat ederek insanlara gösterir. Her bir ayeti yaşamakla etrafına Allah’ı hatırlatır. Mü’min olanın hayatının her bir parçasında bir ayet görünür. Çünkü mü’min, İslâm’ın şâhidi olduğunun farkındadır.
“Müslüman, elinden ve dilinden Müslümanların güvende olduğu kimsedir.” (Buhârî, Müslim) Mü’min, eliyle ve diliyle hakka çağıran, hakta tutandır. Mü’min Allah’ın güveninde olduğu gibi, insanları da o güvene çağırır. Yani mü’min elinden ve dilinden insanların güvende olduğu kişidir. İnsanlar ondan zarar görmedikleri gibi, her halde fayda görürler.
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, Allah (onların yerine) kendisinin onları, onlarında kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise güçlü ve şerefli olan, Allah yolunda cihad eden ve kınayanın kınamasından çekinmeyen bir kavim getirir. İşte bu Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah rahmeti bol olandır, her şeyi çok iyi bilendir.” (Mâide, 54) Mü’min olan vazifesini yapmadığında, emredilenlere itaat etmediğinde, bu dinin sahibinin onun yerine vazifesini yapacak bir başkasını getireceğini bilmelidir.
“İşte onlar varis olanların ta kendisidir. Onlar firdevs cennetlerine varis olanlardır. Onlar orada ebediyen kalacaklardır.” (Mü’minun, 10-11) Rabbimiz, kendisine, emrettiği kitabına ve örnek gösterdiği Rasulü’ne güvenip itaat ederek teslim olanları cennetin varisleri kılmış, nicelerini de en yükseği olan Firdevs’e vârisçi kılmıştır. Bu inandım demekle değil de, bir ömür emredilenlere emredildiği gibi itaat etmekle hak edilir.
Ne mutlu Rabbe güvenip itaat edenlere.