03 Aralık 2023 - Pazar

Şu anda buradasınız: / Kur’an Ve Sünnete Göre Aile İçi Mahremiyet Ve Sınırları
Kur’an Ve Sünnete Göre Aile İçi Mahremiyet Ve Sınırları

Kur’an Ve Sünnete Göre Aile İçi Mahremiyet Ve Sınırları Prof. Dr. Hamdi DÖNDÜREN

Giriş
Toplum içine çıkmalarda ve görüşmelerde, kadının yabancı erkeklerin yanında el, yüz ve ayakları dışında bedeninin altını göstermeyen bolca bir giysi ile bulunması gerektiği bilinmektedir. Nisâ Sûresi 31 ve 32. ayetlerde, erkeklerin de kadınların da gözlerini rahatsız edici bakıştan sakınmaları ve ırzlarını korumaları belirtildikten sonra, kadınların kendiliğinden görünen yerler dışında süs yerlerini göstermemeleri ve başlarını örtmeleri belirtilmiştir. Hz. Peygamber açıkta kalabilecek yerler olarak el ve yüzü belirtmiş, buna fakihlerce topuktan aşağı ayaklar da ilave edilmiştir. Ahzab Sûresi 59. ayetle kadınlar için yabancı erkeklerin yanında, normal giysilerinin üstüne cilbab denen, altını göstermeyen bolca bir giysi giymeleri de bildirilmiştir.
Ev içi mahremiyette ise, baba, dede, oğul, erkek kardeş, dayı, amca gibi yakın hısımlarının yanında ise, başörtüsü ve cilbab zorunluluğu kaldırılarak, normal kıyafet ölçü alınmıştır.
KADINLARIN ÖRTÜNMESİ İLE İLGİLİ 
DEĞERLENDİRME
Örtünme İslâm’ın getirdiği orijinal bir hüküm değildir. İnsanın örtünme ihtiyacı ve utanma duygusu fıtrî olup, ilk insan Âdem ve Havva ile başlamıştır.1 İslâm’dan önceki Arap toplumunda, özellikle saygın ailelerin kadınları örtünürlerdi. Yahudi ve Hıristiyanlıkta da örtünme vardı. Günümüzde Rahibe hanımların ve kilise ayinlerinde örtünmenin bunun devamı olduğu açıktır. Daha Mekke döneminde inen, “Ey Âdemoğulları! Her mescide gelişinizde güzel elbiselerinizi giyin.” 2 ayetiyle, namaz ve tavaf gibi ibadetleri yaparken, avret yerlerinin örtülmesi istenmiştir.3
Kadınların başlarını ve süs yerlerinin örtünmesi ile ilgili ayette şöyle buyrulur: “Mü’min kadınlara söyle! Gözlerini sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Kendiliğinden görünenin dışında süslerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar. Süslerini, kocaları veya babaları veya kocalarının babaları veya kendi oğulları veya kocalarının oğulları veya erkek kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya kendi kadınları veya sahip oldukları köleleri veya cinsel arzu taşımayan tâbi erkeklerden yahut henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye yürürken ayaklarını yere vurmasınlar. Ey iman edenler! Hepiniz topluca Allah’a tevbe edin ki kurtuluşa eresiniz!”4
Buna göre, yanlarında örtünme ihtiyacı olmayanlar arasında; koca, baba, oğul, kocanın oğlu, erkek kardeş, kardeş oğulları, küçük erkek çocukları, kendi kadınları gibi ailede birlikte olunabilen hısımlar sayılır.
Ayetteki, “Cinsel arzu taşımayan tâbi erkekler”, kadına cinsel yönden zarar vermeyecek durumda bulunan yabancı erkeği ifade eder. Bu durum; aşçı, işçi, hizmetçi olarak, kadının yönetimi altında bulunmakla gerçekleşebileceği gibi, denk olmama, yaşlılık, hastalık, bunaklık, dilencilik, cinsel iktidarsızlık gibi fizik nedenlerle de gerçekleşebilir.5
Başka bir ayette dış giysiden şöyle söz edilir: “Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin hanımlarına söyle, dış örtülerini (cilbablarını) üzerlerine alsınlar. Bu, onların tanınmaları ve eziyete uğramamaları için daha uygundur. Allah çok bağışlayan, çok merhametli olandır.”6
Zemahşerî (ö.538/1143) bu konuda şöyle demiştir: “Arap kadınlarının göğüslerinin üstündeki yaka yırtmaçları (ceyb/cüyûb) genişti. Aradan boyunları, göğüsleri ve göğüslerinin çevresi görünürdü. Başörtülerini arkalarına sarkıtırlar, ama önleri açık kalırdı. Bu yüzden ayette boyun ve göğüs kısmındaki açık kalan yerlerin kapanması için, başörtülerini ön yırtmaçlarının üzerinden örtmeleri istenmiştir.”7
Hz. Peygamber, Mekke’de müşriklerin eziyetine uğradığı bir sırada, kızı Zeyneb su kabı ve mendille gelip, yardım ederken, ağlamış ve gerdanı (nahr) açılmıştı. Allah elçisi ona, “Kızım, başörtünle gerdanını kapat, babanın yenileceğinden ve ezileceğinden korkma!” demiştir.8 Mekke döneminin ilk yıllarında meydana gelen bu olay, örtünmenin Araplar arasında çok eski bir gelenek olduğunu gösterir.
Hz. Aişe’nin yanına, ince başörtüsünden altındaki saçları görünen, düğün merasimi yapılmakta olan bir gelin getirilmişti. “Nur Sûresi’ne inanan bir kadın bunu örtünmez.” diyerek, uyarıda bulunmuştur. 9 Hadiste şöyle buyrulur: “Allah ergen bir kadının namazını başörtüsüz kabul etmez.”10
Ümmü Seleme (r. anhâ) şöyle demiştir: “Ben Rasûlullah (s.a.s)’in yanında bulunuyordum. Meymûne de oradaydı. Derken gözleri görmeyen Abdullah İbn Ümmi Mektûm geldi. Bu olay, tesettür ayeti geldikten sonra idi. Bunun üzerine Alah’ın Rasûlu: “Örtülerinizi üzerinize alınız, dedi. Biz de: ‘Ey Allah’ın Rasûlu! O âmâ değil mi? Bizi görmez, tanımaz.’ dedik. O zaman Peygamber (s.a.s) şöyle buyurdu: ‘Siz de mi onu görmüyorsunuz?’ buyurdu.”11

Yukarıdaki Nisâ 31. ayette “kendi kadınlarının yanında” ifadesiyle; dost, arkadaş veya evde birlikte yaşadıkları hizmetçi kadınlar ve toplumda karşılaştıkları kadınlar kastedilmiştir. Hz. Peygamber’in sahabeleri Kudüs’e geldiklerinde, onların hanımlarını, Yahudi ve Hıristiyan kadınları karşılamışlardı. Diğer yandan, Hz. Ömer’in Ebu Ubeyde’ye yazdığı mektupla, Müslüman kadınların, zimmet ehli gayrimüslim kadınlarla birlikte, umumî hamama gitmemelerini istemesi, -Müslüman bir erkeğin, ehl-i kitap kadınla evlenmesine yasaklama getirmesi gibi- maslahata yönelik bir uygulamadır. Çünkü o, gayrimüslim kadınların umumi hamamda, uygun olmayan kıyafetlerle dolaştıklarını haber almış ve Müslüman bayanların, onları örnek almasını önlemek istemişti.12
Nisa, 30’ncu ayette mü’min erkeklere de muaşeret adabı olarak, bakışlarını önüne eğerek ırzlarını korumaları, bu şekil davranmalarının kendileri için daha temiz olduğu bildirilir. Kişinin dönüp harama tekrar tekrar bakması yasaklanmıştır. Çünkü böyle kasıtlı bir bakış onu zinaya götürebilir.
İlgili ayette şöyle buyrulur: “Allah, gözlerin kötü niyetli bakışını da göğüslerin gizlediğini de bilir.”13
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a)’ten rivayete göre, Nebî (s.a.s), sahâbilere: “Yol ve sokak kenarlarına oturmaktan sakınınız!” buyurmuştu. Sahâbe: “Bizim yol ve sokak kenarlarına oturmaktan vazgeçmemiz güç, çünkü gerekli işlerimizi oralarda konuşup görüşüyoruz.” dediler. Rasûl-i Ekrem: “Öyleyse yolun hakkını verin!” buyurdu. Yolun hakkı nedir sorusuna da şu cevabı verdi: “Gözü haramdan korumak, gelip geçene eziyet vermemek, verilen selamı almak ve iyiliği emredip, kötülükten sakındırmaktır.”14
Hz. Peygamber’in Ali (r.a)’e hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Ey Ali! Bakılması haram olan kadına birbiri ardınca bakma. İlk bakışın affedilir, ama sonrakiler aleyhinedir.”15
BAŞKASINA AİT EVE GİRME ADABI
Nisâ Sûresi 27-29 arası ayetlerde, başkasının evine girerken, bir mü’minin uyması gereken edepler yer almaktadır. Eve girerken zile basmak, girince selâm vermek, hal-hatır sormak, çocukların ana babalarına ait yatak odasına izinsiz girmemesi gibi edepler bunlar arasında sayılabilir. Bunları aşağıdaki maddelerde toplayabiliriz:
a- İzin almadan başkasının evine girmemek, girerken selâm vermek.
Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyrulur “Ey iman edenler! Kendi evinizden başka evlere, kendinizi tanıtıp ünsiyet kurmadan ve ev halkına selâm vermeden girmeyin. Herhalde bunun, sizin için daha iyi olduğunu düşünüp anlarsınız.” 16
Yukarıdaki ayette “teste’nisû” fiili isti’nâs kökünden mastar anlamı, ünsiyet kurmak, kendini tanıtmak, izin istemektir. Bu ayetlerin iniş sebebi, Ensar’dan bir kadının, Hz. Peygamber’e söylediği şu sözlerdir: “Bazen evde öyle bir halde bulunuyorum ki, beni ne babamın ne de çocuğumun görmesini istemem. Bakıyorum ki ben o halde iken ailemden bir erkek yanıma gelmiş oluyor.”17.
b- Evde kimse olmaz veya girilmesine izin verilmezse, geri dönmek. Hadiste şöyle buyrulur: “Sizden biri üç defa izin isteyip de, kendisine izin verilmezse geri dönsün.”18
 Devamı ayetlerde; evde kimse yoksa izinsiz girilmemesi ve “geri dönün” denilirse, hemen dönülmesi, ancak bu gidilen evde kendimize ait eşya bulunur, fakat o sırada evde kimse oturmuyorsa buraya girmekte bir sakınca olmadığı belirtilir.19
Buna göre bir kimsenin, yanlarına girmek istediği ev halkından, üç defa izin istemesi yani üç kez kapıyı çalması, zile basması, kapıyı çalarken de, kapı açıldığı zaman içerisinin görülmeyeceği bir kenarda durması sünnet gereğidir.
İzin almak, sadece başkasının evine girmeğe mahsus değildir. Kişinin anne, baba, kardeş gibi mahremlerinin özel odalarına girmek için de, kapıyı çalıp izin alması gerekir.
Rivayet edildiğine göre, bir adam, Hz. Peygam-ber’e: “Annemden de izin isteyecek miyim?’ dedi, ‘evet’ buyurdu. ‘Onun benden başka hizmet edeni yok, her girişimde izin mi isteyeyim?’ dedi, Peygamber (s.a.s): ‘Ananı çıplak görmeyi arzu eder misin?’ buyurdu, adam ‘hayır’ dedi. ‘Öyleyse izin iste’ buyurdu.”20
c- İçinde eşyamızın bulunduğu veya içinde kimsenin oturmadığı eve girmemizde bir sakıncanın bulunmaması. Burada kastedilen umuma açık olan kamu binaları, han, hamam, kervansaray, otel gibi yerleşim yerleridir.
Diğer yandan evin içinde birlikte yaşanan erginlik çağına girmeyen çocukların, günün üç vaktinde, yatak odasına veya dinlenme yerine girerken izin istemeleri esası getirilir. Bu üç vakit; sabah namazından önce, öğleyin dinlenmek üzere yatıldığında veya yatsı namazından sonraki vakitlerdir. Çünkü bu vakitlerde, kişinin giysilerini çıkarmış olması mümkündür. Evin ergin çocuklarının da aynı şekilde izin isteyerek bu yerlere girebileceği ayrıca vurgulanmıştır.21
d- Ailede evlenme ümidi kalmamış yaşlı kadınların, süs yerlerini açmamak şartıyla, yabancı erkeklerin yanında cilbab gibi bazı giysilerini çıkarmalarının mümkün ve caiz olduğu belirtilmiştir.22

EVLERDE AYNI SOFRADA BİRLİKTE YEMEK ADABI
Ayette şöyle buyrulur: “Âmâya güçlük yoktur; topala güçlük yoktur; hastaya da güçlük yoktur. Aynı şekilde size de kendi evlerinizden, babalarınızın evlerinden, annelerinizin evlerinden, erkek kardeşlerinizin evlerinden, kız kardeşlerinizin evlerinden, amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden veya anahtarlarına sahip olduğunuz evlerden yahut dostlarınızın evlerinden yemek yemenizde bir sakınca yoktur. Toplu halde veya ayrı ayrı yemenizde de bir sakınca yoktur. Evlere girdiğiniz zaman, birbirinize Allah tarafından mübarek ve hoş bir yaşama dileği olarak selâm verin. İşte Allah düşünüp anlayasınız diye, ayetleri size böyle açıklıyor!”23
Yukarıdaki ayet, amânın, topalın, hastanın ve genellikle herkesin kendi baba, anne, kardeş, kız kardeş, amca, hala ve dayısının evinde, anahtarları elinde bulunan evde veya dostunun evinde yemek yemesinde, toplu olarak ya da ayrı ayrı yemede bir sakınca bulunmadığını, evlere girerken selâm verilmesi gerektiğini bildirmektedir.
Hz. Peygamber toplu yemeği şöyle teşvik etmiştir: “Birlikte yemek yiyiniz, parçalanmayınız. Çünkü toplulukta bereket vardır.”24. Vahşî b. Harb’in babasından, dedesi yoluyla rivayet edilen bir hadise göre Hz. Peygamber: “Yemek yiyoruz, fakat doymuyoruz.” diyen sahâbilere: “Herhalde ayrı ayrı yiyorsunuz.” diye sorup, öyle yaptıklarını öğrenince: “Birlikte yiyin, besmele çekin, böyle yaparsanız yemeğiniz bereketlenir.” buyurmuştur.25
Ebu Hanîfe ve Ahmed İbn Hanbel, bu ayete dayanarak yoksul düşen akrabaya nafakayı gerekli gördüğü gibi, Ebu Hanîfe yine bu ayete dayanarak, kan hısımlarının birbirinin evinden izinsiz aldıkları mal için had cezasının uygulanmayacağı kanaatine varmıştır. Ancak burada haddi düşüren, malda hak şüphesidir. Böyle bir kişiye, kamu tarafından başka türlü bir ta’zir cezası konulması mümkündür.26
Bir adam Hz. Peygamber’e gelerek: “Ey Allah’ın Rasûlu! Benim malım ve çocuğum var. Fakat babam malımı tüketecek, dedi. Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurdu: Sen de malın da babana aitsiniz. Şüphesiz çocuklarınız kazancınızın en temizlerindendir. Çocuklarınızın kazancından afiyetle yiyiniz.”27
Ancak miras ayetleri inip aile içi haklar belirlenince, aile içi harcamalar ve aile fertlerinin birbirinin malı üzerindeki hakları sadece nafaka açısından değerlendirildi. İlgili ayette şöyle buyrulur: “Eli geniş olan genişliğine göre nafaka versin. Rızkı daraltılmış bulunan da, Allah’ın kendisine verdiğinden versin! Allah hiç kimseyi, ona verdiğinden başkası ile yükümlü tutmaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylık yaratır.”28
Babanın nafaka yükümlülüğü, erkek çocuğu meslek sahibi oluncaya, kız çocuğu evleninceye kadar devam eder. Delil şu ayettir: “Eğer (boşanan kadınlar) sizin hesabınıza çocuklarınızı emzirirse, onlara ücretlerini verin.”29 Hz. Aişe’den rivayete göre, Ebû Süfyan’ın karısı Hind binti Utbe, kocasının çocuklara bakmadığını, ondan habersiz malından alıp alamayacağını sorması üzerine, Allah’ın elçisi şöyle buyurmuştur: “Onun malından, iyi bilinen örfe göre, sana ve çocuklarına yetecek kadar alabilirsin.” 30
Ana- baba yoksul düşer veya hastalık ya da yaşlılık yüzünden çalışamaz ve geliri de bulunmazsa, onlara bakma yükümlülüğü çocuklarına aittir. Ayetlerde şöyle buyrulur: “Rabbin...ana-babaya iyilik yapmanızı emretti.”31“Bana ve ana- babana şükret.” 32“Onlara, dünyada iyilikle dostluk göster.”33
Çocuğun, ana-babasının nafakası ile yükümlü olması için; ana-babanın yoksul olması, gelirinin bulunmaması, nafaka verecek çocuk veya torunun, bunu vermeye gücünün yetmesi gerekir.
Yukarıda sayılan hısımların dışında kalanların nafakası için şu şartlar gerekir: Nafaka alacak kişinin mirasçı olacak ölçüde yakın nesep hısımı olması, yoksul olması ve çalışmaya güç yetirememesi, nafaka yükümlüsünün de bunu karşılamaya gücünün yetmesi gerekir. Ayette şöyle buyrulur: “...Ne anne çocuğu yüzünden, ne de çocuk kendisinin olan bir baba, çocuğu yüzünden zarara uğratılmasın. (Kocanın) mirasçısının durumu da bunun gibidir.”34
Buna göre ergenlik çağına gelip müstakil velâyet sahibi olacak yaşa ulaşanlar, mal mülk sahibi olabilirler. Herkesin malının mülkiyeti kendisine ait bulunur. Bundan sonra aile içinde ihtiyaçlı olanlar için nafaka ve yardımlaşma ve miras hükümleri cereyan eder.
Sonuç olarak İslâm’ın getirdiği bu aynı evde birlikte oturan veya dışarıdan gelenlerin görüşme edebi, insanların tecrübelerle ulaşabileceği en yararlı ve en güvenli kurallardır. Günümüzde uygulanan kilit, kapı zili, diyafon hatta görüntülü kamera sistemi vb. önlemler, görüşmelerde güveni sağlama gayesine yöneliktir. İslâm 15 asır önce görüşmelerdeki bu güvenlik sistemini kurmuştur. Aynı sistem, dükkân, mağaza, depo, büro, fabrika vb. iş yerlerini de kapsamına alır. Belki kapısı herkese açık olan yerler için “giriş izni” verilmiş sayılır. İş yeri temsilcisi ile selâm verilerek ünsiyet kurulmuş olur.

 

 

 


bk. A’râf, 7/26, 27, 31; Nahl, 16/5.
A’râf, 7/31.
Cassâs, Ahkâmü’l-Kur’an, Kahire, ts. IV, 205 vd.
Nisâ, 24/31.
bk. Elmalılı, Tefsir, Nûr, 24/31. ayeti; Komisyon, Kur’an Yolu, IV, 99; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm İlmihali, İstanbul 1995, s. 64, 65.
Ahzâb, 33/59.
Keşşâf, Nûr, 24/31.
İbnü’l-Esîr, Usdu’l-Gâbe, I, 321.
Kurtubî, Câmi’, XIV, 153, 158.
İbn Mâce, Tahâre, 132; Ebû Dâvûd, Salât, 84; Tirmizî, Salât, 160. Cilbâb için bk. Ahzâb, 33/59.
Ebû Dâvûd, Libâs, 34; Tirmizî, Edeb, 29.
bk. Kurtubî, Câmi’, XII, 155; S. Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, VI, 179, 180; H. Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, s. 63, 172, 173.
Mü’min, 40/19.
Buhârî, Mezâlim, 22, İsti’zân, 2; Müslim, Libâs, 114.
Ebû Dâvûd, Nikâh, 43; Tirmizî, Edeb, 28; Dârimî, Rikâk, 3; Ahmed b. Hanbel, V, 351, 353, 357. krş. İncil, Matta, 5/28.
Nûr, 24/27
Ebû Dâvûd, Edeb, 128.
Buhârî, İsti’zân, 13; Müslim, Âdâb, 33.
Nûr, 24/28, 29.
İbn Kesîr, Tefsîr, III, 279, 280; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, VI, 173.
Nûr, 24/58, 59.
Nûr, 24/60. bk. İbn Kesîr, Muhtasar, Tefsîr, İhtisar ve Tahk. M. Ali, Sâbûnî, 7. baskı, Beyrut, 1402/1981, II, 618.
Nûr, 24/61.
İbn Mâce, At’ıme, 17.
Ebû Dâvûd, At’ıme, 14; İbn Mâce, At’ıme, 17.
Ayrıca bk. Mücâdele, 58/8. krş. Matta İncili, 10/12.
Ebû Dâvûd, İcâre, 77; İbn Mâce, Ticâret, 1; Ahmed İbn Hanbel, II, 179, 214.
Talâk, 65/7.
Talâk, 65/6.
Buhârî, Büyû’, 95; Nesaî, Kudât, 31.
İsrâ, 17/23.
Lokmân, 31/14.
Lokmân, 31/15.
Bakara, 2/233.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul