29 Mart 2024 - Cuma

Şu anda buradasınız: / İslâm Hukukunda Mehir
İslâm Hukukunda Mehir

İslâm Hukukunda Mehir Doç. DOÇ. DR. EMİNE GÜMÜŞ BÖKE

1.GİRİŞ
Nikâh akdi ile erkek ve kadınların birbirlerine karşı hak ve sorumluluklarını gerektiren şahsî sonuçlar yanında birtakım malî sonuçlar da söz konusu olmaktadır. İslâm hukuku eşlerden birbirlerine karşı sorumlulukları yerine getirme hususunda önemle durmaktadır. Bu sorumluluklardan birisi de kadınlara tanınan mali haklardan biri olan, kaynağını Kur’an ve sünnette bulan mehir kavramıdır.
Mehir, kaynağı vahiy olmasına rağmen, muhtevasının yeterince kavranamaması nedeniyle uygulama alanı bulamayan, uygulandığı yerlerde de dejenere olmuş şekliyle formaliteden öteye geçmeyen para veya maldır (Acar, 2017). Her toplumda adı mehir olsun veya olmasın evlenecek kadına veya onun ailesine para veya mal verme uygulaması, geçmiş dönemlerde var olduğu gibi günümüzde de mevcuttur. Modem Türkiye’nin bazı bölgelerinde geleneklerden kaynaklanan “başlık parası” vb. uygulamalar bulunurken birçok bölgesinde İslami anlayıştan kaynaklanan mehir uygulaması devam etmektedir. Bununla beraber günümüz Müslümanları bu konuda yeterli bilgiye sahip olmadıkları gibi, uygulamalarının önemli bir kısmı da Hz. Peygamber’in uygulamasından farklıdır.
2. MEHRİN TANIMI VE MAHİYETİ
 (مهر ) Mehir, nikâh bedeli, ağırlık, kalın, mal veya para. Mehre, “ecr”, “ sadâk” ,”nıhle”, “ alâik”, “farâza”, “sadaka”, “ ukr”, “hıbâ” ve “atıyye” adları da verilir (Zeydan, VII/1993; Karaman, I/1996; Erdoğan, 1998; Döndüren, 1995; Acar, 2019 ).

Mehir, Kur’ân-ı Kerîm’de “ecrin” çoğulu olarak ücûr, farîza ve saduka (çoğulu sadukat) kelimeleriyle (Bakara, 2/229, 236-237; Nisâ, 4/4, 24, 25; Maide, 5/5) hadislerde ise bu manada kullanılmakla beraber genellikle mehir ve sadak terimlerine rastlanılmaktadır (Buhârî, “Nikâh”, 14, 32, 49-56; Müslim, “Nikâh”, 13). Genel anlamıyla nikâh akdi esnasında kararlaştırılan ve evlenirken erkeğin kadına verdiği veya vermeyi taahhüt ettiği belirli bir miktar nakit veya bir mal/mülk çeşididir (İbnü’l- Arabî, I/1987; Dâmad Efendi, ty; Bilmen, II/1985; Karaman, I/1996; Aydın, XXVIII/2003; Gezer, 2017).
Mehir, nikâh akdinin aslî unsurlarından veya şartlarından biri değil, akdin ortaya çıkardığı neticelerdendir (Ebu Zehra, 2005; Şirin, 2015; Gökmenoğlu, 1998). Mehir, kesinlikle bir kadının eşya gibi düşünülerek karşılığında verilen satın alma bedeli şeklinde algılanmamalıdır. Mehir ne kadının fiziki varlığının bedelidir, ne de cinsel açıdan kadından istifade etmiş olmanın karşılığıdır. İslâm hukukunca düzenlenmiş olan ve nikah akdinin neticelerinden kabul edilen mehir, erkeğin kadına vermeye mecbur olduğu ve kadının mülkiyetine intikal eden bir hediyedir (İbnü’l- Arabî, I/1987; Nablusî, III/2017; Duman, III/2006; Gezer, 2017; Acar, 2019) .
Bununla beraber mehrin gerekli görülmesinde başka hikmetler de bulunmaktadır. Bunlar arasında erkeğin kendisiyle evlenmek arzusunda olduğu eşi için harcamada bulunmaya alıştırılmak istenmesidir. Ayrıca mehirle birlikte kocanın yerine getirmesi gereken yükümlülükler ile erkeğin boşanma konusunda daha tedbirli olmasının sağlanması düşünülebilir. Kadının kocasının kendisini boşaması halinde ise müeccel (ödenmesi sonraya bırakılan) olan mehrin muaccel (Peşin verilen) hale gelmesiyle maddi bakımdan bir kaynak bulabilmesi imkanı da mehrin hikmetleri arasında sayılabilir (Aydın, II/2010; Akyüz, 2005; Duman, III/2006 ). Mehrin mahiyeti ve çeyiz konusunda Mâlikiler Hanefiler’den farklı düşünmekte ve mehiri âdeta evliliğin kuruluş harcamalarına kocanın önceden yapmış olduğu bir ödeme olarak kabul etmektedirler. Çünkü onlara göre kadın almış olduğu mehir karşılığında ve onunla orantılı bir çeyiz hazırlamak mecburiyetindedir. Hanefilere göre kadın kendi parasıyla ya da kendisine verilen mehirle çeyiz hazırlamak zorunda değildir (Zuhaylî, 1985; Cin, 1988; Döndüren, 1995; Çolak, 2018; Acar, 2019).
3. İSLÂM ÖNCESİ DÖNEMDE MEHİR
Evlenecek erkeğin kız tarafına belirli bir para yahut mal verme uygulamasının çeşitli din ve kültürlerde oldukça eski bir geçmişi olduğu bilinmektedir. Genellikle erkek tarafı evleneceği kızın ailesine adet ve örfe göre bazı hediyeler vermekte ve ödemelerde bulunmaktaydı. Bu uygulamanın özellikle ilk şekilleri nikâh akdinin satım akdine benzer hususlar taşıdığını, çeşitli isimler altında yapılan ödemenin de satış bedeli olarak kabul edildiğini düşündürmektedir. Zaman içinde uygulama nikâhı satım akdi, yapılan ödemeyi de satış bedeli olmaktan çıkarmış, ailelerin birbirine yakınlaşmasını sağlayan hediyeleşmeye veya kadın için malî bir güvenceye dönüştürmüştür (Aydın, XXVIII/2003; Cin, 1988)
Arapça bir kelime olan mehir kelimesi, İslâm öncesi Arap toplumunda da kullanılmakta idi. Kelimenin o dönemde ifade ettiği anlam ile daha sonra kazandığı anlam arasında derin farklılıklar görülmemektedir. Günümüz toplumlarında da farklı isimler altında bu tür bir mal, kadına ya da kadının yakınların verilmektedir. Eski Türklerde “kalın” olarak isimlendirilen ve neyin karşılığı olarak verildiği tartışılan bu mal, halen uygulanmakta olan “başlık parası”nın bir benzeridir. Kalın evlenecek erkeğin müstakbel karısının ailesine yaptığı ödemeler anlamında kullanılmaktadır. Bu ödemeler mutlaka evlilikten önce yapılırdı. Kalının bir kısmı düğün masraflarını karşılamak üzere kızın ailesine verilmekle beraber “kalında” kızın hiçbir tasarruf hakkı ve yetkisi yoktu. Kalının bir kısmı da süt hakkı olarak anneye verilir, diğer bir kısmı da söz keserken babaya verilirdi. Eski Türklerde evlenecek kızın ailesine verilen mal veya paranın bir satış bedeli olduğu yönünde yorumlar olsa da, söz konusu ödemenin kızın çeyizine bir katkı için sarf edilen masraflara ortak ya da süt hakkı olarak yorumlamanın daha uygun olacağı kanaati de kabul görmektedir. Evlenecek kızın ailesine takdim edilen mal veya para günümüzde de özellikle bazı yerlerde “başlık, ağırlık veya namzetlik akçesi” adıyla varlığını sürdürmektedir (Aksoy, 1991; Acar, 2019; Yargı, 2006). Benzer uygulamaya muhtelif adlarla (mesela mehir, dowry) diğer toplumlarda da rastlamak mümkündür.
Yahudilikte mehir nikâh akdinin bir unsuru olmakla beraber mehirsiz yapılan nikâh batıl kabul edilmiştir (Sabûnî, 1986; Algül, 2019). Bu da gösteriyor ki İslâm’dan önce de bir mehir uygulaması vardı ve bu sadece o günkü Arap toplumuna özel bir uygulama değildi. Ayrıca Romalılar ve Fransızlarda da benzeri bir sistem olduğu ve hatta bazı toplumlarda söz konusu malı kadının erkeğe ödediği bilgisi kaynaklarda yer almıştır. Hristiyanlarda evlenirken gelin tarafının damada götürdüğü mal ve parayı ifade eden “drahoma” adıyla verilen uygulama söz konusudur (Cin, 1988; Acar, 2019; Döndüren, 1998). Bu uygulamanın günümüzde de birçok Avrupa ülkesinde devam ettiği bilinmektedir (Algül, 2019).
Arap toplumunda ve diğer toplumlarda yer alan mehir uygulaması ile İslâm’ın öngördüğü mehir arasında benzerlikler olmakla beraber ayrıldığı yönler de mevcuttur. Eski Arap toplumlarında nikâh akdinde kadına belli bir ödeme yapılmazsa akit meşrû ve geçerli sayılmamaktaydı. Kadına mehir ödemek sadece bir bedel değil, aynı zamanda bir şeref göstergesi olarak kabul edilmekteydi. Esas olan mehrin öncelikle evlenecek kadına verilmesiydi. Fakat çoğunlukla evlenecek kadının velisi söz konusu ödemeyi alır ve kadının koca evine giderken götüreceği çeyizin masraflarına sarf ederdi. Bazen de veli, malın tamamına el koyar ve kıza hiçbir harcama yapmazdı. Bu şekilde yapılan ödemenin evlenecek kızın velisine ait bir hak olduğuna inanılırdı (İbnü’l- Arabî, I/1987; Topaloğlu, III/2019 ). İslâm hukukunda ise mehir evelenecek kızın velisine değil, kendisine verilmekte veya doğrudan ona borçlu olunmaktadır. Bu sebeple İslâm hukukunda uygulandığı şekliyle mehrin satış bedeline, evlenmenin de satım akdine benzetilmesi mümkün değildir. Zira nikâh akdinin satım akdine benzetilmesi durumunda, satım bedeli bizzat satımın konusu olan kimseye verilmiş olmaktadır. Diğer taraftan evelenecek kızın evlenme sözleşmesinin tarafı olduğunda hiç şüphe yoktur. Bir kimsenin bir akdin hem konusu hem de tarafı olması ve satım bedelini de bizzat alması hukuken mümkün değildir. Üstelik kadın almış olduğu bu mehir karşılığında Hanefilere göre herhangi bir çeyiz hazırlamak mecburiyetinde de değildir. Diğer mallarda kendi iradesiyle nasıl tasarruf edebiliyorsa mehirde de aynı şekilde tasarruf etme hakkına sahiptir. Ayrıca mehir nikâh akdinin sonuçlarından biri olmakla birlikte nikâh esnasında belirtilmemiş hatta verilmeyeceği şart koşulmuş bile olsa yine de evlenen kadın mehire hak kazanmaktadır. Mehirin belirlenmemiş olması evlenmenin geçerliliğine halel getirmemektedir. Bu yönüyle de mehir satım akdindeki bedelden ayrılmaktadır. Çünkü bir satım akdinde satım bedeli sonuç değil, o akdin sıhhat şartlarından biri olarak kabul edilmektedir. Satım bedeli tayin edilmediğinde ise akid fâsid olmaktadır (Aydın, II/2010; Yargı, 2006). İslâm, cahiliye döneminde uygulanan mehri aynen kabul etmiş, ancak uygulanış biçimini kadının lehine değiştirerek bizzat kendisine verilmesi şartını getirmiş, bu uygulamanın kâğıt üzerinde kalmasını istememiştir (Cin, 1988).
Günümüz toplumunda uygulama alanı bulan başlık gibi bazı adetlerin İslâm’dan kaynaklandığı düşünülerek mehir ile eş değerde kabul edilmektedir. Bu durum esasında farkında olmadan İslâm hakkında yanlış kanaatlere ve uygulamalara sebep olmaktadır. Dolayısıyla İslâm’dan kaynaklanan geleneklerin diğerlerinden ayırt edilmesi gerekmektedir. Bu çerçevede yanlış uygulanan başlık uygulamasının ve süt hakkı gibi anlayışların İslâm dini ile bağdaşmadığını söylemek mümkündür. Nitekim başlık kaynağını örf ve âdet hukukunda bulan bir uygulamadır.
4. MEHRİN MEŞRUİYETİ VE MİKTARI
Mehrin meşruiyeti Kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Kur’an’da “Kadınlara mehirlerini cömertçe verin…” (Nisa, 4/4), “Onlardan faydalanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Mehir belirlendikten sonra karşılıklı anlaşmanızda sizler için bir beis yoktur” (Nisa, 4/24) buyurulmaktadır. Burada emrin muhatabı, kadınların kendileriyle evlendikleri erkeklerdir. Yüce Allah, erkeklere mehirlerini gönül rızası ile vermelerini, onu karşılıksız olarak bağışlamalarını emretmektedir. Söz konusu ayette geçen emrin velilere yönelik olduğu düşünülmektedir. Çünkü İslâm öncesi cahiliye döneminde veli, kadının hakkı olan mehri alır ve ona ait olan bu hakkı vermezdi. Bu ayet cahiliye dönemindeki uygulamaları tamamen ortadan kaldırmakta, mehrin kadına ait bir hak olduğunu, onun tasarrufunda bulunduğunu bildirmektedir. Buna göre mehir, kadının velisi tarafından faydalanılmaksızın bütünüyle evlenecek kadına teslim edilmelidir. Kadın almış olduğu mehri hiç kimseye vermek zorunda değildir. Diğer mallarında nasıl tasarruf hakkına sahip ise mehirde de tasarrufta bulunabilme hakkına sahiptir. Kadınlara verilen mehrin sonradan çeşitli yollarla geri alınması da İslâm’da kınanır. Hz. Peygamber de bu hususta kendisi örnek olduğu gibi kadın haklarının korunması, onların gönül hoşnutluğunun sağlanması konusuna ayrı bir önem vermiştir (Cin, 1988; Güleç, 1997; Aslan, 2015; Çolak, 2018).
Hz. Peygamber gerçekleştirmiş olduğu bütün evliliklerinde eşlerine mehir vermiştir. Eğer mehir vermek vacip olmasaydı, Hz. Peygamber ömründe bir defa da olsa bunu terk ederdi. Bu bakımdan zikredilen naslar ve Resulullah’ın mehirsiz evlilik yapmaması, onun vacip olduğunun delili kabul edilmektedir. Sahabe döneminden günümüze kadar İslâm alimleri de mehrin vücubiyeti konusunda icma etmiştir (Acar, 2017).
Mehirden nikah akdi esnasında hiç söz edilmese veya o sırada gündeme gelmek ve hatta miktarı tespit edilmese ya da hatta mehir verilmeyeceği erkek tarafından şart koşulsa bile, kadın belli ölçülere göre yine de mehre hak kazanır. (Kâsânî, 1986; Zuhaylî, 1985 ). Mehir miktarına gelince, bunun, tarafların ekonomik gücüne, sosyal konumuna, dönemin ve bölgenin şartlarına da bağlı olarak taraflar arası anlaşma ile belirleneceği açıktır. Bununla birlikte İslâm hukukçuları mehrin en alt ve üst sınırının ne olması gerektiği konusunu ayrı ayrı tartışmışlardır. Vahyin kaynakları olan Kur’an ve sünnette mehrin en fazla ne kadar olması gerektiği bildirilmediğinden müçtehidler mehrin üst sınırının bulunmadığı hususunda ittifak etmiştir. Nitekim bu konuda delil gösterilen ayet-i kerimede “Eğer bir eşi bırakmak durumunda olur, onun yerine başka bir eş alırsanız, bıraktığınız eşlerden birine yükler dolusu mehri vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şey almayınız!” (Nisa, 4/20) buyrulmaktadır. Hz. Ömer, halifeliği döneminde bu konuda 12 Ukiyye, yani 12 x 40 = 480 dirhem gümüş olarak bir üst sınır belirlemek teşebbüsünde bulunmuş, ancak az önce kaydettiğimiz ayet-i kerime kendisine Fatıma bt. Kays tarafından hatırlatılınca bundan vazgeçmiştir (Kahveci, 2019; Gökmenoğlu, 1998; Gezer, 2017).
Hz. Ömer’in rivâyetine göre Hz. Peygamber hanımlarına 480 dirhem mehir olarak vermiştir. Hz. Aişe’nin rivâyetine göre ise Hz. Peygamber eşlerine 500 dirhem mehir vermiş kızları için de 500 dirhem istemiştir. Hz. Peygamber -mehirsiz evlenme ruhsatı olmasına rağmen- evliliklerinde eşlerine genellikle mehir vermiştir. Bazı eşlerine farklı miktarlar ödemiş olsa da ortalama miktarın 400-500 dirhem civarı olduğu kaynaklarda yer almaktadır. Bu miktar, günümüz rakamlarıyla yaklaşık 76.500-95.625 ₺ civarındadır (Döndüren, 1995; Algül, 2019). Bununla beraber gençlerin evlilikten kaçınmamaları için mehrin yüksek tutulmaması ve kolaylaştırılması hususunda Hz. Peygamber şöyle demiştir. “Nikâhın en bereketlisi, külfet olarak en kolay olanıdır” (Ahmed b. Hanbel, VI/82) . Diğer bir hadisinde de “Nikâhın en hayırlısı kolay olanıdır.” (Ebû Davûd, “Nikâh”, 32) buyurmuştur. Ayrıca Hz. Peygamber evlenmek için parası olmayan mehir olarak bir yüzük de bulamayan fakir bir sahabeyi “Bildiğin ezberindeki surelere karşılık seni ona nikâhladım” (Buhâri, “Nikâh”, 14) diyerek evlendirmiştir. Şunu da belirtmek gerekir ki cimrilik sebebiyle mehrin miktarını düşürmeye kalkışmak da “Kadınlara mehirlerini cömertçe verin” (Nisa, 4/4) ayetinin hükmü gereğince amel etmemek olacaktır.
Mehir miktarının en azının ne kadar olması gerektiği konusunda fakihler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Hanefiler “On dirhemden az mehir yoktur” (Dârekutnî, Sünen, IV/274) şeklindeki hadisi dikkate almışlar ve mehrin alt sınırını 10 dirhem gümüş olarak belirlemişlerdir. Ancak o zamanlar bu paraya iki tane kurban olmaya elverişli koyun satın alınabiliyordu. Onlara göre nikâh sırasında mehir konuşulmuş olmasa, hatta mehir 10 dirhemden az olarak tespit edilmiş olsa da kadın yine 10 dirhem mehir almaya hak kazanır. Malikilere göre mehrin en az limiti çeyrek dinar veya üç dirhem gümüş olarak belirtilmiştir. Mehir miktarlarının tayinindeki bu ihtilaf, hırsızlık/sirkat sebebi ile elin kesilebilmesi için çalınan malın değerinin farklı tespit edilmesinden kaynaklanmaktadır. Hanefiler bu malı 10 dirhem olarak belirlerken Mâlikiler ise 3 dirhem olarak tespit etmiştir. Şafiî ve Hanbelilere göre mehrin en az miktarı tespit edilememiştir. İktisadi değeri olan herşey, az veya çok olsa da mehir olabilir. Zira mehrin verilmesi gerektiğini ifade eden âyetlerde mehrin az veya çok oluşuna ilişkin herhangi bir sınırlama getirilmemiştir (Acar, 2017; Çolak, 2018; Yaman, 2008; Döndüren, 1995).
5. MEHRİN KONUSU
İslam hukukuna göre satışı ve kullanılması yasaklanmamış olan her türlü mal veya parasal değeri olan her türlü menfaat mehir konusu olabilir. Hanefilere göre mehir olarak maddi mallardan olması şart olup menfaat gibi maddi yönü olmayan değerler mehir konusu olamaz. Çünkü onlara göre menfaatler mal olarak kabul edilmezler. Onlar bu görüşlerini “Bunlardan başkasını iffetli yaşamak ve zina yapmamak kaydıyla, mallarınızla (mehir vecibesini göz ardı etmeden) istemeniz size helal kılındı” (Nisa, 4/24) ayetinde geçen “mallarınız” ifadesine dayandırırlar (Kâsânî, 2/1986). Şâfiiler ise menfaatlerin de maddi mallar gibi mehir olacağı kanaatindedirler (Şîrâzî, 1995). Onlar bu görüşlerini Kur’an’daki Şuayb kıssasında zikredilen olay (Kasas, 28/27) ile Hz. Peygamber’in sahabeden birisini ezberindeki Kur’an ayetlerine mehir olarak öğretmek üzere, bir kadınla evlendirmiş olmasını delil olarak kabul etmektedirler (Buhârî, “Nikâh”, 15; Ebû Dâvûd, “Nikâh” 31; Şafiî, 2001). Mâliki mezhebi mehir konusunun çerçevesini daha geniş tutmuştur. Onlara göre hacca götürme gibi hizmetler de mehir olabilir (Zuhaylî, 1985; Aslan, 2015). Ancak bu konuda da ihtilaflar sözkonusudur.
Kur’an’ın inzal edilişine, Hz. Peygamber’in bizzat uygulamasına şahitlik etme imkânına sahip olan sahabe, mehir konusunda, ayetlerdeki vurgunun ve Resulullah’ın titizliğinin farkındaydılar. Ashabın evlenirken mehir olarak, az veya çok mutlaka bir şeyler verme gayretinde oldukları bilinmektedir. Öyle ki yeni evlenen birine “Mehir verdin mi?” diye sorulmaz, “Mehir olarak ne verdin?” denirdi. Hz. Peygamber’in eşlerine verdiği mehirler için ortalama bir miktar tespit etme imkânı olsa da sahabe için aynı şeyi söylemek pek mümkün görünmemektedir. Öyle ki mehir vermede sahabenin durumuna göre sadece Müslüman olmaktan tutun da 100.000 dirheme kadar uzanan geniş bir yelpaze söz konusudur (Algül&Habergetiren, 2019).
Bu geniş yelpaze, uygulamada kolaylığı ve toplumun her kesimi için örnekliği de beraberinde getirir. Sahabe uygulamalarından hareketle, maddi imkânı bulunanların mehrin fonksiyonunu yerine getirecek şekilde bir miktar verdiklerini söylemek mümkündür. Zira Hz. Peygamber’in verdiği miktardan daha düşük mehir veren sahabilerin genellikle o miktarı veremeyecek durumda oldukları görülür. Buna rağmen maddi imkânı olanların yüksek miktarlarda mehir vermeleri durumunda herhangi bir engel söz konusu değildir. Ekonomik durumu müsait olanlar için hal böyle iken, maddi imkândan yoksun olanların da güçleri nisbetinde mehir vermeleri, sırf bu sebepten dolayı evlilikten kaçınmamaları gerektiği söylenebilir (Algül &Habergetiren , 2019).
6. MEHRİN SAHİBİ
Konuyla ilgili İslâm’ın getirdiği düzenleyici hükümlere göre mehir üzerinde mutlak hak sahibi olan kişi evlenen kadının kendisidir. Geçmiş dönem İslâm hukukçuları evlenen kadın adına babası veya baba tarafından dedesinin mehri alabileceği görüşünde olmalarına rağmen almış oldukları mehrin hiçbir miktarın sahip olamayacakları gibi mehirden kızın rızası olmadan onun adına tasarrufta da bulunamazlar (Serahsî, 5/2001; İbnü’l- Arabî, I/1987; Bilmen, 2/1970; Ebu Zehra, 2005; Kahveci, 2019).
Hanefî, Mâlikî ve Şâfiî mezheplerine göre mehrin sahibi kadın olduğu için mehrinde dilediği gibi tasarruf hakkına sahiptir. Onun izni olmadan anne, baba, kocası da dahil hiç kimse kadının mehri üzerinde tasarrufta bulunmaz. Hukuk-i Aile Kararnamesi de bunu “mehir menkûhanın malı olup onunla cihaz yapmaya cebr olunmaz ve bir kızı tezvic veya teslim için ebeveyn veya akrabasının zevcden akçe ve eşyayı saire almaları memnudur” şeklinde madde olarak kanunlaştırmıştır (HAK, md. 89-90; Karaman, I/1996). Buna karşılık Hanbelilere göre kadının sadece babanın mehir yanında, şayet cari örf varsa, ilave bir meblağ alabilir. Hanbelî hukukçular bu hususta “Şuayb, ben sekiz yıl bana çalışmana karşılık, şu iki kızımdan birisini sana nikâhlamak istiyorum ..dedi” (Kasas, 28/27) ayetine dayanarak Hz. Musa’nın sekiz yıl çalışmasının mehir olduğunu ve kızlara değil Hz. Şuayb’a verildiğini belirtirler (İbn Kudâme, X/1997).
Diğer taraftan kadın kocasından mehir alacağını tahsil etmez veya kendi rızası ile kocasına bağışlaması durumunda Kur’an aykırı bir şey söylememektedir. Zira âyette “Aldığınız kadınlara mehirlerini cömertçe veriniz. Şayet ondan bir kısmını gönül hoşluğu ile bağışlarlarsa, onu da afiyetle yiyiniz” (Nisâ, 4/4) buyurulmaktadır. Dolayısıyla erkek tehdit ederek vermiş olduğu mehri geri alamayacağı gibi kadının kendisine ait başka bir parasını/malını alamaz. Ancak kadın kendi rızası ile bir başkasına mehri üzerinde tasarrufta bulunma izni verebilir (Topaloğlu, III/2019; Çolak, 2018).
7. MEHRİN ÇEŞİTLERİ
Evlilik sebebiyle vucûbiyet ifade eden mehir, nikah akdi esnasında tespit edilip edilmemesi bakımından iki bölüme ayrılır.
7.1. Mehri Müsemma (Miktarı Taraflarca Belirlenen)
Nikah akdi esnasında veya akit sonrasında eşlerin karşılıklı rızaları ile tespit ettikleri mehirdir. Bu mehirde akit esnasında veya sonrasında mehrin ödeme şekli üzerinde taraflar anlaşma yapabilir. Yapılan anlaşmayla mehrin tamamı ertelenebileceği gibi tamamının peşin olarak verilmesi veya bir kısmının peşin geriye kalanının vadeli olarak verilmesi de kararlaştırılabilir. Peşin ödeme durumuna göre taraflarca belirlenen mehr-i müsemma kendi arasında iki bölüme ayrılır:
7.1.1. Mehr-i Muaccel (Peşin Verilen Mehir)
Mehir akdin sahih bir şekilde tamamlanması ve diğer şartların yerine gelmesiyle kadın için alacak koca için de borç olarak doğmuş olur. Asli kaynaklarda yer almamış olmasına rağmen uygulamada mehrin peşin olarak ödenmesine hemen ödenmesi gereken anlamında mehr-i muaccel denir. Aslında mehrin İslâm aile hukukuna göre peşin, yani nikah akdinin hemen ardından ödenmesi gerekir. Fakat sonradan mehir alacağı da diğer alacaklar gibi değerlendirilmiştir (Aydın, 28/2003).
Eşler mehrin miktarını belirlemekle birlikte, ödeme şeklini tespit etmemiş olurlarsa, peşin ödenecek miktar örfe göre belirlenir. Örf, tamamını veya bir bölümünün peşin, geri kalanın ileri bir tarihte verilmesi şeklinde meydana gelmişse, buna göre amel edilir. Çünkü mehrin ödeme şekli üzerindeki örf, aksi kararlaştırılmadıkça eşler arasında şart koşulmuş gibidir. Diğer taraftan kimi fakihler kadına zifaftan önce zikredilen mehrin bir kısmının muaccel olarak verilmesini müstehap kabul etmişlerdir. Hz. Ali, Hz. Fatıma ile evlenip zifafa girmek istediğinde Hz. Peygamber, kızı Hz. Fatma’ya mehir olarak bir şey verinceye kadar damadını zifaftan mene etmiştir (Döndüren, 1995; Acar, 2019).
Peşin olan mehri -mehr-i muacceli- koca, eşine vermediği durumda ise Hanefi ve Hanbelilere göre zifaftan önce veya sonra kadın evliliğin feshini isteme hakkın sahip değildir. Ancak kadın kocasıyla yolculuğa çıkma durumunda kocasının onunla beraber olma gibi taleplerine cevap vermek durumunda değildir. Şâfiî ve Mâlikîlerin görüşüne göre böyle bir durumda kadın evliliğin feshini talep edebilmektedir. Ancak Mâlikilere göre ise fesih hakkı ancak zifaftan önce olabilir (Zuhaylî, 1985).
7.1.2. Mehr-i Müeccel (Ödenmesi Sonraya Bırakılan Mehir)
Mehrin ödenmesinin sonraya bırakılmış olmasına da vadelendirilmiş anlamında mehr-i müeccel denir. Mehrin tamamının veya bir kısmının belirli bir zamana bağlanması, boşanma anına tecil edilmesi ya da ölüm sonrasına bırakılması hukuken mümkün görülmüştür. Ödenmesi sonraya bırakılmış mehir için bir müddet tayin edilmiş ise ondan önce kadının mehir talebinde bulunma hakkı yoktur (Hallaf, 1990; Aslan, 2015; Kahveci, 2019).


7.2. Mehr-i Misil
Evlilik akdi anında miktarı belirlenmemiş olan mehirdir. Akit esnasında mehri belirlenmeyen kadın, emsalinin mehri kadar mehir alır. Emsal mehir belirlenirken hangi kadınların ölçü alınacağı İslâm hukuk ekolleri arasında tartışmalı konulardandır. Cumhura göre mehr-i mislin takdirinde kadının baba tarafından akrabaları olan kadınlar dikkate alınır. Örneğin; ana baba bir veya baba bir kız kardeşler, halalar, erkek kardeş kızları, amca kızları. Bu konuda akrabalardan en yakın olanlar nazari itibara alınır. Ancak baba tarafından akraba olan kadınların bulunmaması durumunda nasıl bir yol takip edileceğiyle ilgili mezhepler arasında farklı görüşler vardır.
Hanefilere göre mehri misil tespitinde evlenen kadının babası soyundan kendisine denk olan kadınların mehri esas alınır. Şafiilere göre emsal mehir belirlenirken baba tarafından asabe olan kadınlar yoksa zevil erhamdan neneler ve teyzelere itibar edilir. Eğer bunlar da yoksa yabancı kadınlardan emsal olanların mehri ölçü alınır. Hanbelilerdeki hâkim görüşe göre ise akrabaları arasından kendisine eşit kızların mehirlerine bakılarak tespit edilir. Bu akrabaların baba veya anne tarafından olmaları durumu değiştirmez. Bunlardan sırayla en yakın olanlara göre mehir tayin edilir. Eğer akrabalarından emsali yoksa bulunduğu beldenin kadınlarından ona benzer olanlar dikkate alınır. Malikilere göre akrabalarından denk olan kimseler yoksa yabancı kadınlardan kendisine eşit olanlara itibar edilir.
Mehr-i mislin tespiti esnasında kadının haiz olduğu farklı özellikler dikkate alınır. Zenginlik, güzellik, akıl, servet, bekârlık, iffet, eğitim, güzel ahlâk, yaş, nesep, dindarlık gibi rağbet edilen özellikler emsal mehrin tespitinde rol oynayan unsurlar olarak zikredilir. Bu vasıfların değişmesi durumunda mehr-i misil de değişmekle beraber vasıfların akitten sonra değişmeleri ise emsale zarar vermez (Mevsılî, III/2007; Zuhaylî, 1995).

Sahih bir nikâh akdinin ardından mehrin ödenmesinin gerekli olduğu açıktır. Ancak mehir borcunun doğması için ya evlenen kadın zifaf için hazır olmalı ve aralarında sahih halvet vuku bulmalı veya taraflardan birisi nikâhtan sonra zifaf veya sahih halvetten1 önce ölmüş bulunmalıdır. Nikâh akdi yapıldıktan sonra, fakat zifaf veya sahih halvetten önce bir ayrılık meydana gelirse ayrılığa kimin sebep olduğuna bakılır. Eğer ayrılığa koca sebep olmuşsa şu âyetin hükmü gereğince konuşulan mehrin yarısını kadına ödemelidir. “Eğer siz onları kendileriyle cinsel ilişkide bulunmadan önce boşar; üstelik önceden mehir de tesbit etmiş olursanız, bu mehrin yarısı onlarındır…” (Bakara, 2/237). Eğer daha önce belirlenmiş bir mehir yoksa bu durumda sembolik de olsa maddi bir destek sağlama ve gönül alma amacıyla kadına bazı hediyeler verilir. Müt’a denilen bu hediyeler eskiden beri başörtüsü, elbise, pardesü vb. giysiler olarak takdir edilmiştir (Yaman, 2008). Bununla beraber kadının mehre tümüyle veya yarısıyla hak kazandığı bu durumlar yanında hiç kazanmadığı durumlar da vardır. Nitekim nikah akdinden sonra cinsel ilişki veya sahih halvetten önce kadının velisinin kefâet sebebiyle evliliği feshettirmesi gibi bir gerekçe ile ayrılığa kadın sebep olmuşsa veya erkek bulûğ muhayyerliği sebebiyle nikâhı feshettirmişse kadın mehre hak kazanamaz (Acar, 2017).
7. MÜT’A
Müt’a, sözlükte yararlandırmak veya yararlanılan şey demektir. Bir hukuk terimi olarak “mehri belirlenmemiş, zifaf ve sahih halvet gerçekleşmeden boşanan kadına, boşayan kocası tarafından verilen başörtüsü, elbise, pardesü gibi eşyalara” denir (Nesefî, III/1997; Şener, III/1997). İslâm hukukçularına göre müt’a verilmesinin hukukî dayanağı: “Nikâhtan sonra, henüz dokunmadan veya onlar için belli bir mehir tayin etmeden kadınları boşarsanız bunda size bir sorumluluk yoktur. Bu durumda onlara (boşanan kadınlara), müt’a verin. Zengin olan durumuna göre, darlık içinde olan da kendi gücüne göre vermelidir. Münasip bir müt’a vermek iyiler için bir borçtur” (Bakara, 2/236) ayetidir. Ayetten anlaşıldığı üzere müt’anın miktarını boşayan kocanın mali durumu belirler. Müt’anın miktarı mehr-i mislin yarısından fazla olmamalıdır. Buna göre evlenen eşler arasında cinsel birleşme vuku bulmadığı gibi akit sırasında belirlenmiş (müsemmâ) bir mehir de yoksa sembolik de olsa, koca, boşadığı eşine maddi destekte bulunur (Mevsılî, III/2007; Zuhaylî, 1985).
Nikah akdinde mehir tayin edilmeksizin evlenen kadına İslâm hukuk literatüründe mufevvida denilir. Mehri belirlenmeden, henüz zifaf ve sahih halvet gerçekleşmeden boşanan kadına müt’anın verilmesi farz iken mehri belirlenip zifafa girdikten sonra boşanmış kadınlara verilmesi ise müstehap kabul edilmiştir. Bu durumda cinsel temastan önce boşama meydana gelirse müt’a gerekli olur. Bunun dışında kalan ayrılıklarda müt’a, zorunlu olmamakla beraber teşvik edilmiş bir davranıştır (Karaman, I/1996; Şener, III/1997; Aslan, 2015).
8. SONUÇ
Hz. Peygamber’in hayatı, müslümanlar için her yönden üsve-i hasen/ örnek olduğu gibi, fıkhî hükümler hususunda da ikinci referans kaynağıdır. Dolayısıyla herhangi bir konuda hüküm tespit edilmeye çalışılırken ilgili ayetlerden sonra müracaat edilecek merci sünnettir. Tabiatıyla bu durum, mehre ilişkin hükümlerin tespiti çabasında da geçerlidir. Konuyla ilgili ayetler, mehrin ödenmesini emrederken, (Nisâ, 4/24-25) gönül hoşnutluğu ile verilmesi gerektiğini, (Nisâ, 4/4) kadının rızası olmadan tamamının veya bir kısmının geri alınamayacağını (Bakara, 2/229) bildirmektedir. Hz. Peygamber de bu konuda oldukça titiz davranarak nikâhların mehirsiz olmamasına özen göstermiştir. Bu durumu dikkate alan fukaha, mehrin vacip olduğu, her sahih evliliğin mehri gerektireceği hususunda ittifak etmiştir. Hz. Peygamber -mehirsiz evlenme ruhsatı olduğu halde- evliliklerinde genellikle eşlerine mehirlerini vermiştir.
Mehir, bireysel ve toplumsal birçok hikmet ve maslahatı bünyesinde barındıran ilahi bir hediyedir. Buna rağmen hakkında önemli bilinç boşluğu bulunmaktadır. Mehir ile ilgili günümüz Müslümanları yeterince bilgili değildir. Bu konuyu hiç duymayanlar olduğu gibi, bunu kadına maddi bir değer biçilmesi veya onun mehir ile satın alınması gibi fıtrata uygun olmayan vasıflarla değerlendirenler de mevcuttur. Hâlbuki mehir kadın için ekonomik bir güvence olmakla beraber mehir erkeğe bir haksızlık değil, şer’i bir vazifedir. İslam’ın bu müesseseden muradı, kadının onurunu ve şerefini yüceltmektir. Kadının gelecekte maddi sıkıntı çekmemesi gayesine matuftur. Kaynaklarda verilen bilgilere göre Resûlullah’ın (s.a.v.) hanımlarına ortalama 500 dirhem gümüş verdiği anlaşılmıştır. 500 dirhemin alım gücü, o günün şartlarında 100 koyun idi. Diğer bir açıdan ele alacak olursak; nisab miktarının 40 koyun ya da 200 dirhem gümüş olduğu göz önüne alındığında, Efendimiz’in (s.a.v.) verdiği miktar nisab miktarının 2,5 misli olduğu görülmektedir. Yani o günkü hanımlar evlenmek ile zenginleşiyorlar zekât için gerekli olan nisap miktarının iki buçuk misline ulaşıyorlardı (Gezer, 2017). Dini hukukta mehir kadının öz hakkı olarak nitelendirilip ancak onun rızasıyla tespit edileceği ve harcanabileceği belirtilmiştir. Bu itibarla, evlenmelerde kadının hakkının korunması hem kul hakkı ihlalinin önlenmesi hem de aile saadetinin sağlanması açılarından önem taşımaktadır.
 *Düzce Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
1- Sahih halvet, sahih nikah akdinden sonra eşlerin cinsel birleşmeye engel hakikî, tabiî ve şer’î bir durumun olmadığı bir mekanda baş başa kalmaları durumuna denir ( Aslan, 2015).

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul