28 Mayıs 2023 - Pazar

Şu anda buradasınız: / YEGÂNE ADÂLET NİZÂMI: İSLÂM!
YEGÂNE ADÂLET NİZÂMI: İSLÂM!

YEGÂNE ADÂLET NİZÂMI: İSLÂM! ABDULLAH DÂİ

Mü’minlerin annesi Âişe (r.anha) anlatır:
Kureyş’in Benî Mahzûm kabilesinden hırsızlık yapmış bulunan bir kadının durumu, Kureyş’e haylî üzüntü vermişti.
Onlar: “Bu kadını cezadan af hususunda Rasulullah ile kim konuşabilir? Bu hususta kelâm etmeye Rasulullah’ın sevgilisi olan Usâme’den başka kim cesaret edebilir ki?” dediler.
Nihayet Usâme, bu hususta Rasulullah ile konuştu. Bunun üzerine Rasulullah: “Allah’ın tayin ettiği cezalardan bir ceza hususunda şefaat mı ediyorsun?” buyurdu.
Sonra ayağa kalkıp bir hitabe yaparak şöyle buyurdu: “Ey insanlar, sizden önceki (ümmet)ler ancak şu sebepten sapmışlar/helâk olmuşlardır: Onlar, aralarında şerefli bir kimse çaldığı zaman onu bırakırlardı da, zayıf olan çaldığı zaman ona ceza uygularlardı. Allah’a yemin olsun ediyorum ki, eğer Muhammed’in kızı Fatıma çalmış olsaydı, muhakkak onun elini de keserdim!”1
İbn Hacer el-Askalânî (rh.a.), “Fethu’l-Bârî” adlı meşhur “Sahih-i Buhârî Şerhi”nde bu hadis hakkında şunları beyân eder:
“Hadisten, hırsızlık suçunun uygulanması açısından kadınlarla erkeklerin eşit oldukları anlaşılmaktadır. Hadiste, hırsızın tevbesinin kabul edildiği Usâme’nin menkıbesi yer almaktadır. Hadis, cezayı uygulamak gerekli olan kimseye- bu, kişinin çocuğu, yakını ya da itibarı yüksek bir kişi bile olsa- ceza uygulanırken kayırma yapılamayacağını ve bu konuda titiz de davranmak gerektiğini ifade etmekte ve bu konuda ruhsat veren veya ceza alması gerekli olan kimseye şefaate kalkışan kimseye tepki koymaktadır. Hadisten, geçmiş ümmetlerin durumları ve özellikle dinin emrine aykırı hareket edenlerin başlarına gelenler ibret dersi olarak yer almaktadır.”2
İşte, yegâne hayat nizâmı İslâm’ın sosyal adâ-leti!..
Egemenlik ve yasama yalnız ve yalnız Âlemlerin Rabbi Allah’a aid, hükümet ise, Allah’ın hükmü ile hükmeden mü’minlere mahsus olan ve adâletle yöneten İslâm Devleti’nin yönetimindeki İslâm ülkesi... Sınıfsız bir iman ve Tevhid toplumu... Hiç kimsenin diğerine takvadan başka bir üstünlüğü yok... Üstünlük, katıksız iman ile Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti’ne riâyet edilerek yapılan salih amellerle ulaşılan takvadadır!..
Bunun böyle olmasının ana sebebi, yasamanın Allah Teâlâ’ya aid oluşundadır... Allah, Rabb, Melik ve İlâh, insan ise yalnızca O’nun kuludur... Allah Teâlâ, yasayı kor, insan kulları itaat ederler... Allah’a aid olan yasama, asla ve asla insana verilemez!.. İnsanlar, şirk koşarak yasama hakkını elde ettiklerinde, bulundukları toplumlarda ilâhlaşır, birbirlerinin kulları ve ilâhları olurlar... Böyle olunca, insanlardan oluşan toplumun dengesi bozulur, fıtratı sakatlanır, tabiatı değişir...
“İslâm, yeryüzünde dileyenleri kullara kul olmaktan kurtarıp Allah’a kul etmeye gelmiştir!..” İnsanın fıtratı ve yaratılışı gereği, Allah’a kul olmasıdır... Bu da, yasamayı yalnızca Allah’a has kılmak ile gerçekleşir, yani Allah’ın indirdiği hükümlerle iman edip hükmetmek ve bu hükümlerle hayatı düzenlemek meydana gelir...
İslâm Toplumu, sınıfsız bir toplumdur... Toplumdaki uygulanan helâl kazanç yollarıyla zenginleşenler ve onlara göre fakir konumunda olanların hâli, imtihan oluşlarının hikmeti gereğidir, yoksa bir sınıflaşma durumu değil... Hele hele üstünlük sağlamak gibi bir durum hiç mi hiç değil!..
Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Senin Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında mâişetlerini aralarında Biz paylaştırdık ve onlardan bir bölümü, (diğer) bir bölümünü teshir etmesi için, bir bölümünü bir bölümü üzerinde derecelerle yükselttik. Rabbinin rahmeti, toplayıp yığdıklarından daha hayırlıdır.”3
Toplum içinde iş bölümü yapıp, bazılarının işveren, bazılarının işçi olması, görev ve sorumluluklar yüklenmesi, yani bir bölümü, diğer bir bölümünü teshir etmesi için kendilerine maddî imkân verilmiş, her fert verilen imkân ölçüsünce imtihân olunup sorumlu tutulmuştur... Bu, sınıfsal bir üstünlük değil, toplumsal yaşayan insanların tabiatları gereğidir...
“Allah’ın kendisiyle kiminizi kiminize göre üstün kıldığı şeyi (malı) temennî etmeyin. Erkeklere kazandıklarından pay (olduğu gibi), kadınlara da kazandıklarından pay vardır. Allah’tan, O’nun fazlını (ihsânını) isteyin. Gerçekten Allah, her şeyi bilendir.”4 buyurur yegâne İlâhımız Allah azze ve celle...
Murre (rh.a.) naklediyor:
“Senin Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında mâişetlerini aralarında Biz paylaştırdık.” (Zuhruf, 43/32) ayeti ile ilgili olarak Abdullah b. Mes’ud (r.a.) şöyle dedi:
Rasulullah (s.a.s.)’i şöyle buyururken dinledim: “Allah, rızıklarınızı aranızda paylaştırdığı gibi, ahlâklarınızı da aranızda paylaştırmıştır. Şüphesiz Allah dünyalığı, sevdiğine de, sevmediğine de verir amma dini, ancak sevdiği kimselere verir. Kime dini vermişse, onu sevmiş demektir.”5
Âlemlerin Rabbi Allah’ın vahyettiği ve Rasulullah (s.a.s.)’in uygulayıp göstererek öğrettiği ilâhî yasalarla yönetilen İslâm ülkesinde sosyal adâlet, her yönüyle gerçekleşmiştir... Siyasetinde, ekonomisinde, yargısında, eğitiminde ve sosyal ilişkilerde İslâm’ın adâleti, huzur ve mutluluk bahşederek ülkeyi, saadet ülkesi hâline getirir...
İnsanlar arasında Allah’ın indirdikleri ile hükmedilerek6, iyiliğin emri ve kötülüğün nehyi yapılarak, yeryüzünün karası ve denizleri ifsâd edilmekten kurtarılmış olur... İslâm’ın egemenliğinin bulunmadığı beldelerde gündeme gelen bozulma için şöyle buyurur Rabbimiz Allah Teâlâ: “İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesâd ortaya çıktı. Umulur ki, dönerler diye (Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını kendilerine taddırmaktadır.”7
Yalnız ve yalnız hak din İslâm’ın mahkum, hangisi olursa olsun bâtıl dinlerden, yani ideolojilerden birisinin egemen olduğu beldelerde insanların işlediklerinden dolayı karada ve denizde bozulmaların olduğu her gözü görüp idrak edenlerin malumudur...
İslâm ülkesinde, yani “Darü’l-İslâm”da, İslâm’ın egemenliği ve adâleti, mü’minlerin kardeşliği ve velâyeti, toplumda ifsâd edicileri engeller, onlara hayat hakkı tanımaz, insanların birbirine karşı gururlanıp kibirlenmesini önler!..
Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet eder.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Allah, cahiliye gururunu ve atalarla övünme kötülüğünü sizden gidermiştir. İnsanlar, takva sahibi mü’min ve bahtsız günahkâr olarak iki gruptur. İnsanlar, Âdem oğullarıdır, Âdem de topraktan (yaratılmış)tır.”8
İnsan kullarını Âdem (a.s.)’dan, Âdem (a.s.) kulunu da topraktan yaratan yegâne Rabbimiz ve ilâhımız Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ey insanlar, gerçekten Biz sizi, bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şübhesiz Allah, bilendir, haber alandır.”9
Ukbe b. Âmir (r.a.) rivayet eder.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız ve soy olarak birbirinizden üstünlüğünüz yoktur. Dindarlığı ve güzel amelleri dışında kişinin başkalarına karşı herhangi bir üstünlüğü yoktur.”10
Habîb b. Hırâş el-Asarî (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Müslümanlar kardeştir. Kimsenin kimseye takvadan başka üstünlüğü yoktur.”11
Sosyal hayatın her yönüne hakim olan İslâm’ın sosyal adâletini gerçekleştirmek, yeryüzünün halifeleri olarak yaratılan muvahhid mü’minlerin kulluk vazifesidir...
Çamurdan bir beşer yaratan12, yaratmak ve emir yalnızca kendisine aid olan Allah Teâlâ13, yarattığı beşeri yeryüzüne halife kıldı14 ve yaratan Rabbinin emri gereği bu görevini devam etmesi için vazifelendirip, onun dışındaki varlıkları kendisinin hizmetine verdi...15 Çünkü, bu yeryüzünün halifesi ve O’nun izinden giden soyundan gelenler, fıtrat üzere devam ettikleri için, yaratılanların bir çoğundan üstün kılındılar...
“Andolsun, Biz, Âdemoğlunu yücelttik. Onları, karada ve denizde (çeşitli araçlarla) taşıdık, temiz, güzel şeylerden rızıklandırdık ve yarattıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık.”16 diye buyurur, insanları yalnızca kendisine ibadet, yani itaat etsinler17 ve bu itaatte asla şirk koşmasınlar18 diye yaratan Allah Teâlâ...
Allah Teâlâ, kendisine ve son Rasulü Muhammed (s.a.s.)’e itaati emrediyor... Egemenliğinde hiçbir ortağı olmayan Allah Teâlâ, insan kulları için yegâne kanun koyucudur... O’nun kulları, yalnızca O’nun kanunlarına itaat etmeli ve başka kanun koyucuları reddetmeli!.. O’na katıksız iman etmenin gereği budur!..
“Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin, şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.”19 diye buyuran Allah, çok önemli bir konuya dikkat çekiyor: “Bilin ki Allah’ın Rasulü içinizdedir. Eğer O, size bir çok işlerde uysaydı, elbette sıkıntıya düşerdiniz. Ancak Allah, size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip çekici kıldı ve size inkârı, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. İşte onlar, doğru yolu bulmuş (irşâd) olanlardır. Allah’tan bir fazl (bir ihsân ve lütuf) ve bir nimet olarak. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”20
Katıksız iman edenler, Allah’a tam teslimiyetle itaat eden Rasulullah (s.a.s.)’e itaat ederler...21 O’na asla itiraz makamında karşı gelmezler, ancak anlayamadıklarını sormaya, hikmetini öğrenmeye talip olurlar...
Yegâne yaratan ve emir sahibi Allah, yarattığı insan kullarına, doğduktan sonra hak olanı işitsinler diye kulaklar, hakkı görsünler diye gözler ve hakkı idrak edip şuurlansın diye kalpler verdi...22 Allah’ın verdiği bu nimetleri gayelerine uygun kullanabilmek için önce şirksiz, küfürsüz, yani katıksız iman etmek gerek!.. İman etmeyen ve şirk ile küfür üzere hayata devam edenler için Rabbimiz Allah şöyle buyurur: “Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır, bununla kavrayıp anlamazlar, gözleri vardır, bununla görmezler, kulakları vardır, bununla işitmezler. Bunlar, hayvanlar gibidirler, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.”23
Huzur ve mutluluk diyarı olan “Daru’l-İslâm”daki sosyal adâlet gereği ülkede yaşayan mü’min Müslümanlar eşittirler... Birbirlerinin kardeşi ve velisi olan iman etmiş şahsiyetlerin, takvadan başka birbirinden üstünlüklerinin olmadığını ehlince malumdur...
İsa b. Abdullah el-Haşemî anlatır:
Biri Arap, diğeri de onun câriyesi olmak üzere iki kadın, İmam Ali’ye gelip yardım dileğinde bulundular. İmam Ali (r.a.), her birine bir “Kürr” yiyecek ve kırkar dirhem para verilmesini emretti. Câriye, kendisine verileni alıp gitti. Fakat Arap olan kadın: “Ya Emiru’l-mü’minin, ben, Arap soylu bir kadınken sen, nasıl beni bir câriye ile eşit tutuyorsun?” diye sordu.
İmam Ali (r.a.): “Ben, Allah’ın Kitabı’nı inceledim. İsmail (a.s.)’ın soyunun, İshâk (a.s.)’ın soyundan üstün olduğuna dair bir işarete rastlamadım!” dedi.24
Hiç şüphesiz bu, böyledir!..
Amr b. Şuayb dedesi (Abdullah b. Amr b. el-Âs, r.a.)’dan rivayet eder.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Müslümanların (birlik ve beraberlik) eli onlardan olmayanlara (düşmanlarına) karşıdır. Müslümanların kanları (kısas ve diyet hususunda) ve malları eşittir. Müslümanların (mertebece) en düşüğü hepsinin adına (kâfire mal, can ve namus) teminatı verebilir ve (savaşta) Müslümanların en uzak olanları (yani düşmana en yakın olanları ele geçirdikleri ganimeti, düşmana uzak olan) Müslümanlara iade eder (hisselerini verir).”25
Hadisin şerhinde şunlar beyân edilmiştir:
“Müslümanların kanlarının eşitliğine dair geçen cümlenin açıklaması ile ilgili olarak, ‘Avnü’l-Mabûd’ yazarı, ‘Şerhü’s-Sünne”den naklen şöyle der:
‘Müslümanların kanlarının eşitliğinden maksat şudur: Müslümanların kanları kısas yönünden eşittir. Yani, öldürülen Müslüman eşraftan veya âlimlerden olsa ve katil de eşraftan olmasa veya cahil olsa bile yapılacak iş, yalnız katili öldürmektir. Katilden başkasını öldürmek söz konusu değildir. Cahiliye devrinde durum böyle değildi. Eşraftan birisi öldürüldüğü zaman, buna karşılık yalnız eşraftan olmayan katili öldürmekle yetinilmiyordu. Katil ile beraber onun kabilesinden birkaç kişi öldürülüyordu. İslâmiyet, bu kötü âdeti kaldırdı. Eşraftan olan ile olmayan, büyük ile küçük, âlim ile cahil, erkek ile kadın kısas bakımından eşit kılındı. Kısas bakımından hiçbir ayrıcalık bırakılmadı. 
Yine hadisteki, ‘Müslümanlar, başkalarına karşı tek el (hükmünde)dir’ cümlesinin manası ile ilgili olarak Ebu Ubeyd: “Yani Müslümanlar, birbirlerini düşmanlarına ezdirmemelidir. Hepsi birlik ve beraberlik içinde yardımlaşma ve dayanışma içinde olmalıdır”, demiştir.
Hadisteki, ‘Müslümanların (kâfirlere verecekleri) teminatı (mertebece) en düşük olanı akdedebilir’ cümlesinin manası şudur: Müslümanlardan herhangi bir kimse, hatta bir köle veya bir kadın bir veya birden fazla kâfire teminat verirse, yani malı, canı ve namusunun garanti altında olduğunu söylerse, bu teminat geçerlidir, diğer Müslümanlar buna uymak zorundadır. Kâfire böyle bir teminat vermek için Müslümanın eşraftan veya devlet yetkilisi ya da etiketli olması şartı yoktur. 
Hadisteki, ‘en uzak olana iade edilir’ cümlesinin manası: Savaşa katılanların zayıfları ile kuvvetlileri, düşmana en yakın saflarda çarpışanlar ile geri saflarda ve düşmana uzak olanları, ganimetten hisse almak bakımından eşittirler. Küfür diyarına giren gazilerin hepsinin ganimet malına istihkakları vardır.”26
İslâm ülkesinde yaşayan insanlar arasında Allah’ın indirdikleriyle hükmedip yöneten âdil İslâm Devleti’nin yöneticileri, yönettikleri halk, Müslim olsun, gayr-i Müslim olsun herkese Allah’ın hükmünün gereği gibi davranır ve Âlemlerin Rabbi Allah’ın kullarına tanıdığı haklarını, Rasulullah (s.a.s.)’in uygulamasında olduğu gibi teslim ederler... Yönetenler de, yönetilenler de Allah’ın ve Rasulü’nün verdiği hükme, kalplerinde hiçbir sıkıntı ve itiraz duymadan teslim olmuşlardır... Mü’min Müslümanlar olarak birbirlerinin kardeşleri ve velileridir... Hep beraber yegâne Rab, Melik ve ilâh Âlemlerin Rabbi Allah’a kul olmuşlar ve kul olduklarını idrak etmiş, kendilerine emredilen salih amelleri yapmaya gayret etmektedirler... Rab olarak Allah’a, din olarak İslâm’a ve önder olarak Rasulullah (s.a.s.)’e teslim olmuş, bu teslim oluşunun gereğini hayatlarında yaşayarak ispat etmişlerdir!..
Egemenliğin ve yasamanın kayıtsız-şartsız Allah’a aid olduğuna iman edip, hayatı Allah’ın yasalarına göre düzenleyen mü’min Müslümanlar, Allah’a kul oldukları gibi, diğer insanların da yegâne Rab ve ilâh Allah’a kul olmalarını, birbirlerine kul olmak zilletinden kurtulmalarını istemekte ve bunu gerçekleştirmek için bütün gayretlerini harcamaktadırlar... Bu izzetli duruşlarıydı, insanlara şahit, yani örnek olan hayırlı ümmetin gereği...
Âlemlerin Rabbi Allah azze ve celle, izzet ve şeref sahibi ümmetin vasıflarını şöyle beyân buyurdu: “Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz, ma’ruf (iyi ve İslâm’a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah’a iman edersiniz.”27
Amr b. Şimr, Şa’bî’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
(Emiru’l-mü’minin İmam) Ali b. Ebi Talib (r.a.), kaybolan zırhını bir Hıristiyan’ın (Yahudi’nin) yanında görünce davalaşıp hakkını almak için, onu Kadı Şurayh’a götürdü. İmam Ali, gidip Şurayh›ın yanına oturdu ve şöyle dedi: 
- “Ey Şurayh, eğer hasmım Müslüman bir kimse olsaydı, ben mutlaka onun yanında otururdum. Ama o bir Hıristiyan/Yahudi’dir. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Sizlerle onlar (yani Hıristiyanlar/Yahudiler) bir yolda gitmekte olursanız, onları sıkıştırın. Allah’ın onları küçülttüğü gibi, siz de onları küçültüp tahkir edin. Yalnız taşkınlık yapmayın.”28
Bu zırh, benim zırhımdır. Bunu ben, bu adama satmadığım gibi hibe de etmiş değilim.
Kadı Şurayh, Hıristiyan/Yahudi adama şöyle dedi:
- Mü’minlerin Emiri’nin söylediklerine ne diyorsun?
O kişi:
- Zırh, benim zırhımdır. Mü’minlerin Emirine ne oluyor ki, benim yanımda doğru söylemiyor?
Şurayh, İmam Ali’ye dönüp şöyle söyledi:
- Ey Mü’minlerin Emiri, senin bu hususta delilin var mı?
İmam Ali, güldü ve şöyle dedi:
- Kadı Şurayh, isâbet buyurdu. Ancak benim bir delilim yok!
İmam Ali (r.a.)’ın böyle demesi üzerine Kadı Şurayh, zırhın Hıristiyan’a/Yahudi’ye verilmesine hükmetti. Hıristiyan/Yahudi adam da zırhı alıp birkaç adım gittikten sonra, geri dönüp şöyle dedi: 
- Ben, verilen bu hükmün, Peygamberlerin hükmü olduğuna şahitlik ediyorum. Mü’minlerin Emiri, beni kendi kadısına getiriyor. Kadı da onun aleyhinde hüküm veriyor. Ben, Allah’tan başka ilâh bulunmadığına, Muhammed’in de O’nun kulu ve Rasulü olduğuna şahadet ediyorum. Allah’a yemin ederim ki, ey Mü’minlerin Emiri, bu zırh senin zırhındır. Sen, Sıffin’e giderken askerlerin peşi sıra yürüdüm ve bu zırh senin siyah devenin üzerinden yere düştü.
İmam Ali de, ona:
- Madem Müslüman oldun. Öyleyse zırh senin olsun, dedi. Onu, bir ata bindirdi.29
İslâm’ın eşsiz adâletine teslim olmuş, âdil yönetici ve âdil yargı makamının adâletle hükmetmesi ve bu eşsiz adâletin şahidi olan gayr-i Müslim bir kişinin hidayeti!...
Rabbimiz Allah Teâlâ buyurdu: “Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adâleti ayakta tutun. (Onlar,) ister zengin olsun, ister fakir olsun, çünkü Allah, onlara daha yakındır. Öyleyse adâletten dönüp hevâ (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır.”30
“Şahitliği, Allah için dosdoğru yerine getirin. İşte bununla, Allah’a ve âhiret gününe iman edenlere öğüt verilir. Kim Allah’tan korkup sakınırsa, (Allah,) ona bir çıkış yolu gösterir.”31

“Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adâletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir, görendir.”32
“Ey iman edenler! Âdil şahitler olarak, Allah için hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adâletten alıkoymasın. Adâlet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.”33
“Âdil davranın. Şüphesiz Allah, âdil olanları sever.”34
İnsan kulları üzerinde yasamanın yalnız ve yalnız kendisine aid Âlemlerin Rabbi Allah’a katıksız iman eden yöneticilerin ve yönetilenlerin bulunduğu İslâm ülkesinde Allah’ın hükümleriyle hükmedilir ve adâlet, bütün yönleriyle gerçekleşir... Hayat, huzur ve mutlulukla devam eder!..
“Aklını kullanan bir topluluk için.”34
Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Hudûd, B.13, Hds.17.
Kitabu’l-Enbiyâ, B.56, Hds.142.
Kitabu Fedâilu Ashâbi’n-Nebî, B. 18, Hds. 77.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Hudûd, B.2, Hds.8-11.
Not: İmam Müslim (rh.a.)’ın ziyâdesi:
“Âişe (r.anha), devamla şöyle dedi:
- Bundan sonra emir buyurmuş ve hırsızlık yapan o kadının eli kesilmişti.
Sonraları kadın güzelce tevbe etti ve evlendi. Bu işten sonra bana gelir, ben de onun hacetini Rasulullah (s.a.s.)’e arz ederdim.”
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Hudûd, B.4, Hds.4373.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Hudûd, B.6, Hds.1454.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Hudûd, B.6, Hds.2547.
Sünen-i Nesâî, Kitabu Katu’s-Sârik, B.6, Hds.4864-4873.
Sünen-i Dârimî, Kitabu’l-Hudûd, B.5, Hds.2307.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, çev.Hüseyin Yıldız, vdğ.İst.2014, c.12, sh.109, Hds.17184-17185.
İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî- Muhtasar, çev. Dr. İbrahim Tüfekçi, İst.2008, c.13, sh.320.
Zuhruf, 43/32. Ayrıca bkz. Nahl, 16/71. İsra, 17/21. Şura, 42/27.
Nisa, 4/32.
Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahihayn, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst.2013, c.5, sh.473-474, Hds.3723.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.10, sh.597, Hds.15064.
Bkz. Mâide, 5/48-49.
Rum, 30/41.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Menâkıb, Hds.4213.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B.110-111, Hds.5116.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.16, sh.350-351, 
Hds.23624-23625.
Hucurat, 49/13.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.16, sh.357-358, Hds.23640-23641.
Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, çev.Hüseyin Kaya, İst.2015, c.13, sh.346, Hds.13076. Taberânî’den.
Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c.16, sh.347, Hds.13080. Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr’den.
Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Hani Rabbin meleklere: ‘Gerçekten Ben, çamurdan bir beşer yaratacağım’ demişti.” Sad, 38/71.
Bkz. A’râf, 7/54.
Rabbimiz Allah azze ve celle şöyle buyurur: “Hani Rabbin, meleklere: ‘Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim’ demişti.” Bakara, 2/30.
İlâhımız Allah şöyle buyurdu: “Allah, kendi emriyle gemiler çıkıp gitsin ve O’nun fazlından ararsınız diye sizin için denize boyun eğdirdi. Umulur ki şükredersiniz.
Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şübhesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.” Casiye, 45/12-13.
İsra, 17/70.
Bkz.Zariyat, 51/56.
Bkz.Kehf, 18/110.
Enfal, 8/46.
Hucurat, 49/7-8.
Bkz.Ahzab, 33/36.
Rabbimiz Allah şöyle buyurur: “Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi.” Nahl, 16/78.
A’râf, 7/179.
M. Yusuf Kândehlevî, Hayatü’s-Sahabe, çev. Ahmet Meylânî, Ank.1990, c.2, sh.209. Beyhekıy, c.6, sh.348’den.
Sünen-i İbn Mace, Kitabü’d-Diyet, B.31, Hds.2685.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cihad, B.147, Hds.2751.
Sünen-i Nesâî, Kitabu’l-Kasame, B.12, Hds.4719.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.12, sh.26, Hds.17045.
Ebu Davud Süleyman b. Davud el-Cârûd et-Tayâlisî, Müsned-i Tayâlisî, çev. M. Ömer Yusuf, Konya, 2019, c.2, sh.354, Hds.2372.
Haydar Hatipoğlu, Sünen-i İbn Mace Tercemesi ve Şerhi, İst.1983, c.7, sh.352-353.
Âl-i İmrân, 3/110.
Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet eder.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Yahudilerle Hıristiyanlara evvelâ siz selâm vermeyin! Onlardan birine bir yolda rastlarsanız, onu yolun dar yerine sıkıştırın!”
Sahih-i Müslim, Kitabü’s-Selâm, B.4, Hds.13.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-İsti’zân ve’l-Âdâb, B. 12, Hds. 2842.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B.137-138, Hds.5205.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.14, sh.286-287, Hds.20829-20834.
İbn Kesîr, Büyük İslâm Tarihi- el-Bidâye ve’n-Nihâye, çev.Mehmet Keskin, İst.1995, c.8, sh.12.
İbnu’l-Esir, İslâm Tarihi- el-Kâmil fi’t-Tarih, çev. Dr. Ahmet Ağırakça, İst.1986, c.3, sh.408.
İmam Suyutî, Halifeler Tarihi- Tarihu’l-Hulefâ, çev. Abdullah Gündüz, İst.2019, sh.219.
Prof. Dr. Ali Muhammed Muhammed Sallabî, Hz. Ali- Hayatı, Şahsiyeti ve Dönemi, çev. Şerafettin Şenaslan, İst.2008, sh.306-307. Tarihu’t-Taberî, c.6, sh.72-73’den.
Nisa, 4/135.
Talak, 65/2.
Nisa, 4/58.
Mâide, 5/8.
Hucurat, 49/9.
Ra’d, 13/4.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul