26 Nisan 2024 - Cuma

Şu anda buradasınız: / DÜNYA MEDYASININ MERCEĞİNDE İSLÂM ve MÜSLÜMANLAR
DÜNYA MEDYASININ MERCEĞİNDE  İSLÂM ve MÜSLÜMANLAR

DÜNYA MEDYASININ MERCEĞİNDE İSLÂM ve MÜSLÜMANLAR TAHA KILINÇ

Dünya medyasının “Siyonistlerin kontrolünde” olduğunu sıklıkla duyarız. Komplo teorilerinin geçer akçe olduğu günümüzde, bu değerlendirme de bize bir tür “komplo teorisi” gibi gelebilir. Ancak gerçekten de ABD ve Avrupa başta olmak üzere, dünyanın birçok noktasında önemli basın-yayın organları, gazeteler ve şimdi İnternet siteleri, Siyonist çizgiye yakın ve İsrail’in maslahatını gözeten bir yayın politikasına sahiptir. Bu durumun ise, basit bir nedeni vardır:
1897’de Avusturyalı gazeteci Theodor Herzl tarafından birincisi düzenlenen -ve sonuncusu 2020’de icra edilen- Siyonist Kongrelerde ele alınan sürekli gündem maddelerinden biri, Siyonist Hareket’e nasıl kamuoyu oluşturulacağı meselesidir. Bir yandan silahlı çeteler Filistin topraklarını işgal ederken, diğer yandan da Avrupa başkentlerinde ve sokaklarında insanların ikna edilmesi çalışmalarına başlanmıştır. Peki, insanlar neyle ikna edilecektir? Bunun için de iki ana güzergâh takip edilmiştir: Akademi ve medya.
Siyonizm’in modern dönemdeki kurucusu Theodor Herzl’in “gazeteci” olması bir tesadüf değildir. Kamuoyu oluşturmanın etkili yollarından birinin gazeteler ve haber ajansları kurmak olduğu, Siyonistlerce çok erken fark edilmiş, ardından hemen kollar sıvanarak dünyanın hemen her ülkesinde kurumlaşma yoluna gidilmiştir. Bu meyanda, daha 1909’da, İstanbul’da Fransızca yayın yapan bir Siyonist gazetenin (“Le Jeune Turc” – Jön Türk) var olduğunu ve bu gazetenin günlük tirajının 15 bine kadar çıktığını hatırlatmak, yeterli bir örnek olacaktır.
Bugün ismini bir çırpıda herkesin sayabileceği CNN, The New York Times, Wall Street Journal, AP, AFP gibi sayısız televizyon, gazete ve haber ajansı, işte bu çabanın neticesinde ortaya çıkmıştır. Bugün “Medya onların elinde!” şeklinde sözüm ona analizler yapıp, oturduğumuz yerde karşı cepheyi gözümüzde büyütmek yerine, medyanın “onların elinde” oluşunun, kendi davalarına hizmet yönünde atılan adımların sonucu gerçekleştiğini hatırlamak gerekir. Öbür türlü, sadece hamaset yapmış ve durumdan kendimize yeterli hisseleri çıkarmamış oluruz.
Bugün, İslâm dünyası dışından Müslümanları ve İslâm dünyasını değerlendiren, haber yapan ve gündemde tutan basın-yayın organlarına baktığımızda, başlıca iki dil görürüz:
Bunlardan birincisi son derece düşmanca ve saldırgan, Müslümanların tamamını “terörist” veya “potansiyel terörist” olarak değerlendiren medya odaklarıdır. Haçlı Seferleri’nin ideolojik dilini taşımaya devam ettiklerinden dolayı, tarihî kinlere ve önyargılara da yayınlarda bolca yer verilir. Böylece izleyici ve takipçiler, Müslümanlarla ilgili olumlu ya da en azından nötr yargılara varamazlar.
İkinci tip medya ise, hedefine daha sessiz ve derinden ulaşmayı amaçlar: Müslümanları ve İslâm dünyasını derinlemesine tanır ve kendi zaviyesinden tanımlar. Haber dili etkileyici, başarılı ve belgelidir. Öyle ki, Müslümanlara dair “ısmarlama” haberlerde bile, Müslümanlar onların “objektif” olduğu yanılgısına kapılabilirler. Görselliği ön planda tuttuklarından tirajları ve izlenme oranları yüksektir. Hal böyle olunca, müşterilerinin ciddi bir kesimini de yine Müslümanlar oluşturur. Bu ikinci tip medya, hedefine dolaylı ve uzak yollarda erişmeyi temel aldığından, Müslümanlarla çalışmaktan ve onları istihdam etmekten de kaçınmaz. Böylece kendisinin “demokrat, özgürlükçü ve özgür, her fikre saygılı” olduğu iddiasını zihinlere yerleştirir.
Medya, doğası gereği tarafsız ve çizgisiz olamaz. Herhangi bir basın-yayın organı, televizyon, gazete veya internet sitesi, muhatabını mutlaka bir fikre ikna etmek için yayın yapar. Dolayısıyla, tarafsızlık iddiası kocaman ve içi boş bir yalandan ibarettir. Bir basın odağı kendisinin tarafsız olduğunu iddia ediyorsa, ideolojik ajandasını gizlemeye çalışıyordur.
Günümüzde genel olarak Batı basınını “Amerikancı” ve “İngiliz/Anglo-Sakson” olarak iki ana güzergâhta tanımlayabiliriz. Kodları, alışkanlıkları ve üslupları yönünden, dünya basını bu iki ana akımdan birine mutlaka daha yakındır. Amerikan medyasının Müslümanlara yaklaşımında, önyargıların daha yaygın olduğu göze çarpar. İngiliz/Anglo-Sakson mecralarda ise, yukarıda ifade edilen ikinci tip medyanın örneklendiğini görürüz. Ancak her iki çizginin de buluştuğu bir nokta vardır ki, bugün haber dilinde özellikle dikkatleri çekmektedir:
Bütün aşırılıkların, terör eylemlerinin ve terör eğilimlerinin “Sünnî Müslümanlara” yöneltilmesi ve yakıştırılması. Ortadoğu’daki hadiselerin nasıl aktarıldığına odaklanan dikkatli bir göz, her türlü aşırılığın ve kınanacak eylemin ısrarla “Ekstremist/Aşırı/Radikal Sünnî gruplara” ihale edildiğini görecektir. IŞİD türü eylemler yapan Şiî gruplar da olmasına rağmen, ana akım dünya medyasında bunlara atıf yapıldığını görmek neredeyse mümkün değildir. Sıradan bir Batılının zihninde, İslâm dünyasının çoğunluğunu oluşturan Sünnî kitlelerin nasıl bir imajla var olduğu, buradan yola çıkılarak tahmin edilebilir.
Bununla bağlantılı olarak, İslâm dünyası ve Müslümanlar arasındaki azınlık, uç ve şâz gruplara yönelik aşırı ilgide de, dünya medyası istisnasız bir birliktelik sergilemektedir. Sadece Türkiye söz konusu olduğunda değil, İslâm coğrafyasının her köşesinde, dünya medyası uçların ve azların peşindedir. Bu da, gündemleri ve ajandaları hakkında bilgi sahibi olmamıza yardımcı olan bir başka unsurdur.
Son olarak, İslâm dünyasının ve Müslümanların iki tür İslâm yorumu arasında adeta tercih yapmaya zorlanması ve teşvik edilmesi de, iki ana akım medyanın buluştuğu üçüncü bir ortak paydadır. Yapılan bütün yayınlar ve paylaşımlar gözden geçirildiğinde, Müslümanlara iki istikametten biri gösterilmektedir:
1) İçi boşaltılmış, siyasi iddialarından ve dünyayı değiştirme amacından vazgeçmiş, sadece kalp temizliğine ve cici vatandaşlar olma hedefine indirgenmiş bir İslâm,
2) IŞİD ve türevleri üzerinden karikatürleştirilen, vahşi ve barbar bir din manzarası.
Dünya ve Batı medyasının İslâm’la imtihanını konuşurken, tüm bu nüansların akılda tutulması, önümüze konan her yemeğin yenmemesi gerektiği gerçeğini de bize hatırlatacaktır.
Kur’ân-ı Kerîm’deki uzun sûrelerden biri, “şairler”in adını taşır: Şuarâ. Pek çoğumuz belki farkında bile değilizdir belki, ancak bu sûre tam da günümüz medyasını anlatır:
Câhiliye döneminde kabileler arasındaki çatışmalar, çoğu kez şairlerin ateşli şiirleri üzerine başlardı. Aynı şekilde, şairler, inşa ettikleri dokunaklı bir şiirleri savaşları bitirebilir, düşmanlıkları sona erdirebilirdi. İnsanların itibarları, şairlerin dudağının arasındaydı. Nice itibar suikastını şairler gerçekleştirmiş, nice şeref yoksununu da yine şairler “şerefli” hale getirmişti. Şairlerin övdüğü kişilerin nâmı yürür, şairlerin gazasına uğrayanların itibarı yerle bir olurdu. nüfuzlu kişiler, şöhretlerini ve karizmalarını muhafaza edebilmek için, sivri dilli şairler istihdam ederler, onları ihsanlarıyla besleyip muhaliflerine saldırtırlardı. Kısacası şairler, kamuoyu oluşturan odaklardı. Toplum düşüncelerini ve görüşlerini onların yönlendirmesiyle oluştururdu.
Ne dersiniz, tam da bugünkü medya tarif edilmiyor mu?
Şimdi, Şuarâ Sûresi’nin ilgili ayetlerini bu gözle bir kere daha okuyalım:
“Şairlere gelince… Onlara ancak azgınlar tabi olur. Onların her vadide başıboş dolaştıklarını görmez misin? Onlar yapmadıkları şeyleri söylerler. Ancak iman edip salih amel işleyen, Allah’ı çokça hatırlayan ve zulme uğradıklarında yardımlaşanlar hariç…” (Şuarâ, 224-227 )
Ayetlerin son kısmındaki istisna, bizim omuzlarımıza şu vazifeyi de yüklüyor: “Madem insanların fikirlerinin oluşması ve kamuoyu etkili böylesine önemli, siz de iman edip salih amel işlemeye, Allah’ı çokça hatırlamaya ve zulme karşı direnişe hizmet edecek bir kamuoyu oluşturma mekanizması meydana getirin!”

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul