19 Nisan 2024 - Cuma

Şu anda buradasınız: / HELÂLLERİN SERBEST-HARAMLARIN YASAKLANDIĞI BİR DİYAR: İSLÂM ÜLKESİ
HELÂLLERİN SERBEST-HARAMLARIN YASAKLANDIĞI BİR DİYAR: İSLÂM ÜLKESİ

HELÂLLERİN SERBEST-HARAMLARIN YASAKLANDIĞI BİR DİYAR: İSLÂM ÜLKESİ ABDULLAH DÂİ

“Andolsun, Biz Âdemoğlunu yücelttik. Onları, karada ve denizde (çeşitli araçlarla) taşıdık, temiz, güzel şeylerden rızıklandırdık ve yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.”1 diye insanların, yaratılış itibariyle değerini beyân buyuran Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ: “O, sizi yeryüzünün halifeleri kıldı ve size verdikleriyle sizi denemek için kiminizi, kiminize göre derecelerle yükseltti. Şüphesiz senin Rabbin, sonuçlandırması pek çabuk olandır ve şüphesiz O, bağışlayandır, esirgeyendir.”2 buyurmaktadır...
İnsanları, yalnızca kendisine ibadet, yani itaat etsinler, O’nun zâtına, sıfatlarına ve O’na itaat etmekte hiç kimseyi O’na ortak etmesinler diye yaratan Allah Teâlâ, yeryüzünde bulunan nimetleri insan kulları için yaratmış, onların helâl ve temiz olanlarından faydalanmalarını emir buyurmuş, onları yüceltmiş, yeryüzüne halifeler kılmıştır...
Yeryüzüne halifeler kılınan Allah’ın insan kulları, gerek kendi aralarında, gerekse kendilerinin dışındaki yaratılmış varlıklara karşı, yegâne Rabbleri ve ilâhları Allah Teâlâ’nın hükümleriyle hükmetmek üzere vazifeli kılınmışlardır...3 Yeryüzünün “emareti” ve “imareti”, bu şartta onlara bırakılmıştır...4 Yeryüzünde Allah’ın hükümleriyle hükmetmeye gayret ederken yegâne örnekleri Rasûlullah Muhammed (s.a.s)’in Sünneti olmalı... Yani Rasulullah (s.a.s)’in uygulamalarını esas alıp ona göre yönetimi gerçekleştirmeli!..5 Yeryüzünü imar ederken, gururdan ve kibirden arınmış, israftan uzaklaşmış bir tutumla amel etmelidirler... Böyle inanır ve böyle davranacak olurlarsa, yeryüzü onlar için bir barış, huzur ve mutluluk diyarı olur...
Yeryüzünde ilk halife olan, ilk insan, ilk peygamber ve ilk medeniyet kurucusu Âdem (a.s.)’ın izi üzere yoluna devam eden katıksız iman ehli muvahhid mü’minler, yeryüzünün halifeleridir... Âlemlerin Rabbi Allah, dünyanın idaresini onlara vermiş ve kendi rızasına uygun yönetmelerini buyurmuş... Bundan dolayı İslâm Devleti’nin egemen olduğu ülkede yönetim, Allah’ın hükümleri ile Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti ölçüsünce gerçekleşir... Yönetenin de yönetilenin de tam teslimiyetle itaat edecekleri Allah ve Rasulü (s.a.s.)’dir...
“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Rasül’e itaat edin ve sizden olan emir sahiblerine de (itaat edin).”6
“Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şübhesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.”7
Yönetim, Allah’ın hükmü ve Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti uygulaması olduğu müddetçe, yönetenler muvahhid mü’minler olup Allah’ın Kitabı Kur’ân’la yönettikçe, yönetilen mü’min müslümanlar itaat eder, böylece Allah’ın rahmet ettiği bir Tevhid toplumu ortaya çıkar... İslâm’ın egemen olduğu bu barış ve huzur ülkesinde yaşayan her varlık bu huzurdan ve bu mutluluktan payını almış olur...
İslâm ülkesi (Daru’l-İslâm), barışın, huzurun, mutluluğun ve her türlü güvenliğin yurdudur... İnsanlar, katıksız iman etmiş ve Allah’ın hükümlerine teslim olmuş, birbirlerinin kardeşleri olarak Allah’a gerçek kul olmaya gayret ederek, ülkedeki hayırlı durumu korumaya çalışmaktadır... Dünyadaki helâl ve temiz olan rızıklarını unutmadan, Allah’ın verdiği imkân ve servet ile âhiret yurduna hazırlık yapmaktadır...8 Yeryüzünde bozgunculuk yapanları engellemek vazifelerini gerçekleştirerek, yeryüzünü imar edip huzur diyarı hâline getirmeye var güçleriyle emek sarf etmektedirler...
Kendisinden başka insan kulları üzerinde yasama hakkı olmayan yegâne ilâhımız Allah Teâlâ, şirksiz iman edip imanın gereği gibi davranan kullarını ödüllendireceğini şöyle beyân buyurur: “Sizin yanınızda olan tükenir, Allah’ın katında olan ise kalıcıdır. Sabredenlerin karşılığını yaptıklarının en güzeliyle Biz muhakkak vereceğiz. Erkek olsun, kadın olsun, mü’min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz.”9
Kur’ân ve Sünnet ile yönetilen İslâm ülkesinin mü’min müslüman halkı, Allah için olduklarını beyân edip öyle olmaya bütün imkânlarıyla çalışmaktadırlar... Birbirlerinin iman kardeşleri olan bu iman ehli şahsiyetler, birbirlerinin kıymetini bilerek, üzerlerindeki kardeşlik haklarına riayet ederler... Ve şöyle olup bu olmuşluğu ilan etmekle emrolunmuşlardır: “De ki: ‘Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm Âlemlerin Rabbi Allah’ındır. O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben, böyle emrolundum ve ben müslüman olanların ilkiyim.’ De ki: ‘O, her şeyin Rabbi iken, ben Allah’dan başka bir rab mi arayayım?”10
Ebu Said el-Hudrî (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Şüphesiz dünya tatlı, yeşildir. Ve şüphesiz Allah, sizi dünyaya halife kılmıştır. Amma ne yapacaksınız diye bakar. Bundan dolayı dünyadan korunun!”11
Yeryüzünün vârisleri ve yeryüzüne halifeler kılınan muvahhid mü’minler, bu verâset ve hilafet vazifelerini, emrolundukları gibi dosdoğru yerine getirebilmeleri için Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmeden İslâm Devleti’nin yönetiminde ve tam bağımsız İslâm ülkesinde bulunmaları gerekir!.. İslâm ülkesinde yaşayan mü’min müslümanlar, birbirlerinin iman kardeşleri ve velîleridirler... Birbirlerini Allah için sever ve İslâm kardeşliği hukukuna riâyet ederek, birbirlerine yardımcı olur, destek verir ve dayanışmayı sağlarlar... Kadın olsun, erkek olsun her mü’min Müslüman şahsiyet, kendisi için istediği bütün hayrı ve iyiliği diğer mü’min müslüman kardeşleri için de ister, yerine gelmesi için üzerine düşen görevlerini yapar, ulaştığı hayrı ve imkânı diğer kardeşleriyle paylaşır... Bu paylaşımda bulunurken, seve seve yapar ve kalbinde herhangi bir sıkıntı ya da isteksizlik gündeme gelmez... Bu kardeşlik ve dostluk dayanışması, ferdî gayreti ve sadakasıyla gerçekleştirdiği gibi, İslâm Devleti’nin imkânlarıyla da gündeme getirir... Mü’min müslümanlar arasındaki yardımlaşma, sadaka hediye, borç ve karz-ı hasen olarak gerçekleşir...
Kays b. Rûmî anlatır: Süleyman b. Uzunân, Alkame (b. Kays b. Abdillah)’a ödeneği çıkıncaya kadar, bin dirhem borç vermiş idi. Sonra Alkame’nin ödeneği çıkınca Süleyman, alacağını kendisinden istedi ve onu sıkıştırdı. Bunun üzerine Alkame, borcunu ödedi. (Amma) Alkame kızmış gibiydi, birkaç ay durdu. Sonra Süleyman’ın yanına giderek: “Benim ödeneğim çıkıncaya kadar bana bin dirhem borç ver” dedi.
Süleyman da: “Peki, memnuniyetle!” dedi. Sonra hanımına: “Ya Ümmü Utbe, senin yanında bulunan mühürlü keseyi getir!” diye seslendi.
Bunun üzerine Ümmü Utbe, keseyi getirdi.
Süleyman (Alkame’ye hitaben): “Bilmiş ol ki, Allah’a yemin ederim bu (para), şüphesiz senin bana ödediğin dirhemlerdir. Ben bundan, tek bir dirhemin (bile) yerini değiştirmedim (kullanmadım)” dedi.
(Bunun üzerine) Alkame: “Allah, babandan razı olsun. O hâlde (alacağının tahsili için) beni sıkıştırmanın sebebi ne idi? diye sordu.
Süleyman: “(Sebeb,) senden işittiğim (hadis)dir” dedi.
Alkame: “Sen benden ne işittin?” diye sordu.
Süleyman: “Ben, senden işittim ki sen, İbn Mes’ud (r.a.)’dan rivayetle Rasulullah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu naklettin: “Bir müslümana bir şeyi iki kez borç veren hiçbir müslüman yoktur ki, onun bu davranışı, o şeyi bir defa sadaka etmesi gibi (sevap) olmasın!”
Alkame: “İbn Mes’ud, bana böyle rivayet etti, dedi.”12
Enes b. Mâlik (r.a.) rivayet eder.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Mi’rac’a çıkarıldığım gece, cennetin kapısı üzerinde: ‘Sadaka karşılığı(nda) on misli (sevap var)dır. Borç karşılığı(nda) da on sekiz misli (sevab var)dır.’ ifadesinin yazılı olduğunu gördüm.
Bunun üzerine Cebrail’e: “Borç vermenin, sadakadan üstün olmasının hikmeti nedir?” diye sordum.
Cebrail: “Çünkü sadaka dileyen kişi (bazen) yanında (bir şey) bulunduğu hâlde dilenir. Fakat borç isteyen kimse, ancak ihtiyaçtan dolayı borçlanmak ister, dedi.”13
Allah’ın hükümleriyle hükmeden İslâm Devleti’nin yönetimindeki İslâm ülkesinin mü’min müslüman her ferdi, diğer mü’min müslüman kardeşlerini iyilik ve hayır üzere kendisi gibi görür, kendi iyiliği ve hayrı için istediğini onlar için de ister, bu isteğin gerçekleşmesi için bütün gayretini sarf eder... Böyle olması ve bu güzel hâli devam ettirmesi, imanın kâmil olmasının gereğidir...14
Abdullah b. Ömer (r.anhuma) rivayet eder.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Müslüman, müslümanın kardeşidir. Müslüman, müslümana zulmetmez. Müslüman, Müslümanı (tehlikede ve musibette) terk de etmez. Her kim müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını yerine getirir. Her kim bir müslümandan bir keder (bir darlık) giderip onu ferahlatırsa, Allah da onun kıyamet gününde kederlerinden bir kederi giderip ferahlatır. Her kim bir Müslümanı (dünyadaki ayıbından) örterse, Allah da onu kıyamet günü örter.”15
İslâm Devleti, adâlet devletidir... İslâmî yönetim, âdil yönetimdir... Yönetimi âdil olduğu gibi her merhalesi ile ekonomisi de âdildir... İslâm ülkesinin mü’min müslüman halkı, yardımlaşıp dayanışmalarının en büyük yönü, zekat vermeleridir... Zekat, hayat nizâmı İslâm’ın beş şartından birisi olup İslâm binasının beş sütunundan malî olanıdır...
Yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ, dünyada da âhirette de kurtuluşa eren muvahhid mü’min kullarının özelliklerini beyân buyururken, onların, farz olan zekata ait bütün görevlerini hakkıyla yerine getirdiklerini buyurur...16
“Onlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler. Ve onlar, kesin bir bilgiyle âhirete inanırlar. İşte onlar, Rabblerinden bir hidayet üzerindedirler ve felâh bulanlar da onlardır.”17
İbn Abbas (r.anhuma) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderdiği sırada O’na hitaben şöyle buyurdu:
“(.............) Kendilerine, Allah’ın onlara bir sadaka (zekat) farz kıldığını, bunun, onların zenginlerinden alınıp fakirlerine verileceğini haber ver.”18
Allah’ın indirdiğiyle, Rasulullah (s.a.s)’in uygulamasıyla hükmeden İslâm Devleti’nin yönetimindeki İslâm ülkesinde ekonomi, tamamen helâl üzerine bina edilmiş, haramlar yasaklanmış, haram işlemeyi gündeme getirenlere emrolunan cezâlar verilmiş, Allah’a karşı yapılan masiyetleri gören herhangi bir mü’min müslüman onu, eliyle, diliyle ve kalbiyle değiştirmeye çalışmış, kendisini aşan suçların önlenme işini devlet gücüne havale etmiş, böylece huzur ülkesi meydana gelmiştir...
İslâm ülkesinin tüccarları, helâl yoldan kazandıkları servetleri, nisâb mikdarını geçince her kamerî yılın sonunda zekatlarını verir, bunun yanı başında nâfile sadakalarını da gereği gibi yerine getirerek, kendilerine düşen malî ibadetlerine edâ ederler... Allah azze ve celle, ancak helâl kazançtan verilen zekatı ve sadakayı kabul eder... Haram maldan verilecek ne zekat ne de sadaka kabul edilmez...19
Helâl yollardan ticaret yapıp servet elde ederek zekatını ve sadakasını veren muttaki kullarının vasıflarını şöyle beyan buyurur Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ: “Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin ki, merhamet olunasınız. Rabbinizden olan mağfiret ve eni, göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın. O, muttakîler için hazırlanmıştır. Onlar, bollukta da darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar(daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.”20
Âdil İslâm Devleti’nin görevlendirdiği zekat memurları olan âmiller tarafından, helâl kazanç yollarından kazanan zengin müslümanlardan alınan zekatların, kimlere verileceğini beyân eden Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Sadakalar-Allah’dan bir farz olarak- yalnızca fakirler, düşkünler (miskinler), (zekat) işinde görevli olanlar, kalpleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda (olanlar) ve yolda kalmış(lar) içindir. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”21
Allah’ın hükmüyle hükmeden İslâm Devleti’nin âdil halifesi Ömer b. Abdulaziz (rh.a.) döneminden iki örnek vererek konunun önemini vurgulayalım:
1-Ömer b. Abdulaziz, Irak valisi Abdulhamid b. Abdurrahman’a şöyle yazdı:
“Sefahat ve israf yolları dışında borçlu düşen ne kadar kimse varsa, onu bul ve borcunu öde.’
Abdulhamid, cevaben şöyle yazdı:
‘Onların borcunu ödedim. Bununla beraber müslümanların beytülmalinde hâlâ mal vardır.’
Bunun üzerine Ömer b. Abdulaziz, valiye şöyle yazdı:
‘Bak, malı olmayıp da evlenmek isteyen ne kadar bekâr varsa evlendir ve onun mehir parasını öde.’
Vali Abdulhamid, bu sefer de cevabî mektubunda:
‘Bulabildiğim ne kadar bekâr varsa evlendirdim. Amma yine de beytülmalda mal mevcûd.’ yazdı.
Ömer b. Abdulaziz, bundan sonra valiye şöyle yazdı:
‘Bak, ehl-i zimmetten olup da malî durumu zayıflamış ne kadar kimse varsa, arazisini işletebilecek kadar kendisine ödünç para ver. Karşılığını bilâhire alırsın. Bu parayı, bir veya iki seneye kadar kendilerinden almayacağız.”22
2- Ömer b. Abdulaziz (rh.a.), (âmillerine):
‘Borçluların borcunu ödeyin.’ diye yazdı.
Bunun üzerine kendisine şöyle yazıldı:
‘Bir kimsenin evi, hizmetçisi, atı ve malı olduğu hâlde kendisinin borçlu olduğunu tespit ediyoruz.’
Ömer b. Abdulaziz, cevab olarak şöyle yazdı:
‘Elbette ki, müslüman kimsenin barınacağı bir evi, işlerinde kendisine yardım edeceği bir hizmetçisi, üzerinde cihad edeceği bir atı ve evinde (geçimine yarayacak) malı olması gerekir. Evet, böyle kimsenin borcunu da ödeyin. Zira o, borçludur.”23
İşte İslâm Devleti!.. İşte İslâm Devleti’nin âdil yöneticisi ve yönetilenleri!..
Kitabıyla, Sünnetiyle, icmasıyla, kıyasıyla bir bütün olarak egemen olan İslâm, egemenliğindeki İslâm ülkesinde faizin her çeşidini haram kılmıştır... Haram kılınan faiz gibi her türlü haksız kazancı haram kılan İslâm, kişinin elinin emeğini övmüş, alın teri dökülerek kazanılan helâl kazancın korunmasını ve hiçbir sömürücüye kaptırılmamasını emretmiştir...
“Allah’ın sizin için (kendileriyle hayatınızı) kaim (geçiminizi sağlamaya destekleyici bir araç) kıldığı mallarınızı düşük akıllılara vermeyin.”24
“Birbirinizin mallarını haksızlıkla yemeyin ve bile bile günahla insanların mallarından bir bölümünü yemeniz için onları hakimlere aktarmayın.”25
“Ey iman edenler, mallarınızı, sizden karşılıklı anlaşmadan (dolayı) bir ticaretten başka haksız nedenler ve yollarla (bâtılca) yemeyin. Ve kendi nefislerinizi öldürmeyin. Şüphesiz, Allah, sizi çok esirgeyendir. Kim haddi aşarak ve zulmederek böyle yaparsa, Biz onu ateşe göndeririz. Bu, Allah için pek kolaydır. Size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin kusurlarınızı örteriz ve sizi, onurlu üstün bir makama sokarız .”26
“Şüphesiz insana kendi emeğinden başkası yoktur. Şüphesiz kendi emeği (veya çabası) görülecektir. Sonra ona en noksansız karşılık verilecektir. Elbette son varış Rabbine olacaktır.”27
Faiz, yani ribâ, tamamıyle haksız bir kazanç olup insanların sömürülmesinden elde edilmektedir... Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, faizi, yani ribâyı haram kılmış, her türlüsünü yasaklamıştır...
Şöyle buyurur yegâne ilâhımız Allah Teâlâ: “Faiz (ribâ) yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu, onların: ‘Alım-satım da ancak faiz gibidir’ demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alış-verişi helâl, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faize) bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah’a aiddir. Kim (faize) geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. Allah, faizi yok eder de sadakaları arttırır. Allah, günahkâr kâfirlerin hiç birini sevmez.”28
Bu ayetlerin inzâl ânından kıyamete kadar faizi, yani ribâyı yasaklayan Rabbimiz Allah Teâlâ, katıksız iman edenlere şu emri buyurmaktadır... Elbette ki, her mü’min müslüman şahsiyet bu emrin gereğini yerine getirir ve: “İşittik ve itaat ettik.”29 deyip tam teslimiyetini beyân eder...
Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ey iman edenler, Allah’dan sakının ve eğer inanmışsanız, faizden artakalanı bırakın. Şayet böyle yapmazsanız, Allah’a ve Rasulü’ne karşı savaş açtığınızı bilin. Eğer tevbe ederseniz, artık sermayeleriniz sizindir. (Böylece) ne zulmetmiş olursunuz, ne zulme uğratılmış olursunuz.”30
“İnsanların mallarından artsın diye verdiğiniz faiz, Allah katında artmaz. Amma Allah’ın yüzünü (rızasını) isteyerek verdiğiniz zekat ise, işte (sevablarını ve gelirlerini) kat kat arttıranlar onlardır.”31
Cabir (r.a.) anlatır:
Rasulullah (s.a.s.), ribayı yiyene, yedirene, kâtibine ve şahidlerine lânet etti ve: “Onlar, eşittirler.” buyurdu.32
Ebu Hurre er-Rekaşî, amcasından naklen haber verir. Amcası şöyle demiştir: “Ben, “teşrik günleri”nin orta gününde Rasulullah (s.a.s.)’in devesinin yularını tutuyor, halkı O’ndan men’ediyordum. Derken O (yapmakta olduğu hutbesinde) şöyle buyurmuştu: “İyi bilin ki, cahililyye dönemindeki her faiz kesinlikle kaldırılmıştır! Dikkat edin! Şüphesiz Allah hükmetmiştir ki, kaldırılacak ilk faiz de Abbas b. Abdulmuttalib’in faizidir. Ana paralarınız sizindir. (Böylece) ne haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.”33
İslâm’ı bir yönetim ve hayat düzeni olarak reddeden, egemen oldukları ülkelerde yasaklayan beşerî ve tağutî düzenlerin bütünü, ekonomilerini faiz üzere bin etmişlerdir... Onlar, İslâm’ı reddettikleri gibi İslâm da onları reddeder!.. Kendisini İslâm’a nisbet eden her müslüman, bu düzenleri reddetmeli ve hiçbir şekilde yardımcı olmamalı, destek vermemelidir...
İslâm Devleti’nin egemen olduğu İslâm ülkesinde faizin her çeşidinin haram kılınıp yasaklandığı gibi her türlü israf da haram kılınıp yasaklanmıştır... İnsan israfından, mal israfına kadar bütün israf çeşidinin yasaklandığı ülke: İslâm Ülkesi!..
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“İsraf etmeyin. Çünkü O (Allah), israf edenleri sevmez.”34
“Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O (Allah), israf edenleri sevmez.”35
“Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsraf ederek saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar, şeytanın kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise, Rabbine karşı nankördür.”36
Huzurun, barışın, mutluluğun, kardeşliğin, dostluğun yurdu olan İslâm’ın egemen olduğu İslâm ülkesinde yaşanan hayat, Âlemlerin Rabbi Allah’ın emrettiği bir hayat olup gerçekleştiğinde razı olduğu bir durumdur... İslâm’ın emrettiği şekilde gerçekleşen hayat, insanlığın izzet ve şerefine uyumlu ve lâyık bir hayattır... Elbette ki, bir ülkede İslâm dini bütün kurum ve kuruluşlarıyla, emrolunduğu gibi egemen olmazsa, orada bu güzellikler bulunmaz ve onlardan söz edilemez...
İslâm Milleti’nin ve insanlar için çıkarılmış hayırlı ümmetin mensupları olan mü’min müslümanlar, hangi çağda olurlarsa olsunlar ve hangi beldede bulunurlarsa bulunsunlar, İslâm’ın hayata egemenliğini sağlamak onların üzerine ânın vacibidir!..
Yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ müjdelemektedir: “İman edip güzel amellerde bulunanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve zekatı verenler, şüphesiz onların ecirleri Rabblerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.”37
İsra, 17/70.
En’âm, 6/165.
Rabbimiz Allah azze ve celle şöyle buyurur: “Sana da (ey Muhammed,) önündeki Kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona bir şahid-gözetleyici olarak Kitab’ı (Kur’ân’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların hevâ (istek ve tutku)larına uyma.” (Mâide, 5/48)
“Ey Davud, gerçek şu ki, Biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, hevâya (istek ve tutkulara) uyma. Sonra seni Allah’ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarından dolayı şiddetli bir azab vardır.” (Sad, 38/26.
Bkz. Hud, 11/61.
Bkz. Âl-i İmrân, 3/31-32.
Nisa, 4/59.
Enfal, 8/46.
“(Kavmi, Karun’a demişti ki:) ‘Allah’ın sana verdiğiyle âhiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nâsibini) unutma Allah’ın sana ihsân ettiği gibi, sen de ihsânda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez.” Kasas, 28/77.
Nahl, 16/96-97.
En’âm, 6/162-164.
Sahih-i Müslim, Kitabu’z-Zikr, B. 26, Hds. 99.
 Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Fiten, B. 24, Hds. 2286.
 Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B. 19, Hds. 4000.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu’s-Sadaka, B. 19, Hds. 2430.
15 Beyhakî, Şuabu’l-İman, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2015, c. 4, sh.
206, Hds. 3284.
16 Nûreddin el-Heysemî, Sahih-i İbn Hibbân Zevâidi, çev. Hanefi
Akın, İst. 2012, c. 1, sh. 645, Hds. 1155.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu’s-Sadaka, B. 19, Hds. 2431.
 Beyhakî, Şuabu’l-İman, c. 4, sh. 207, Hds. 3286-3288.
 Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, çev. Yaşar Güngör, İst. 2015, c. 7, sh. 33, Hds. 6622. Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr’den.
Enes (r.a.) rivayet eder.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Hiçbiriniz, kendiniz için arzu ettiğinizi kardeşiniz için arzu etmedikçe, (kemâliyle) iman etmiş olmaz.”
Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-İman, B. 6, Hds. 6.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B. 17, Hds. 71-72.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu’l-Kıyame, B. 22, Hds. 2634.
Sünen-i Nesâî, Kitabu’l-İman, B. 19, Hds. 4983-4984.
Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B. 9, Hds. 66.
Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Mezâlim, B. 3, Hds. 3.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sılâ, B. 15, Hds. 58.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B. 38, Hds. 4893.
Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B. 17, Hds. 225.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Birri ve’s-Sılâ, B. 19, Hds. 1995.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2014, c. 15, sh. 536, Hds. 22493.
Şöyle buyurur yegâne İlâhımız Allah azze ve celle: “Onlar, zekata ilişkin (söz ve görevlerini mutlaka)yerine getirenlerdir.” Mü’minun, 23/4.
Lokman, 31/4-5.
Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Meğâzî, B. 62, Hds. 345.
Kitabu’t-Tevhid, B. 1, Hds. 1.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B. 7, Hds. 29.
Sünen-i Nesâî, Kitabu’z-Zekat, B. 1, Hds. 2428.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’z-Zekat, B. 5, Hds. 1584.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’z-Zekat, B. 6, Hds. 621.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu’z-Zekat, B. 1, Hds. 1783.
Sünen-i Dârimî, Kitabu’z-Zekat, B. 1, Hds. 1622.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, sh. 217, Hds. 221.
Ebu’l-Melih, babasından naklediyor.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Allah Azze ve Celle, abdestsiz kılınan bir namazı ve haram maldan verilen bir zekatı (sadakayı) kabul etmez.”
Sünen-i Nesâî, Kitabu’z-Zekat, B. 48, Hds. 2514.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’t-Tahâre, B. 31, Hds. 59.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu’t-Tahâre, B. 2, Hds. 271-274.
Âl-i İmrân, 3/132-134.
Tevbe, 9/60.
Ebu Ubeyd Kasım b. Sellâm, Kitabu’l-Emvâl, çev. Cemalettin Saylık, Ank. 2016, sh. 264.
Ebu Ubeyd Kasım b. Sellâm, Kitabu’l-Emvâl, sh. 510.
Nisa, 4/5.
Bakara, 2/188.
Nisa, 4/29-31.
Necm, 53/39-42.
Bakara, 2/275-276.
Nur, 24/51.
Bakara, 2/278-279.
Rum, 30/39.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Müsâkat, B. 19, Hds. 106.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Buyû, B. 4, Hbr. 3333.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Buyû, B. 2, Hbr. 1221.
Sünen-i Nesâî, Kitabu’z-Zinet, B. 25, Hbr. 5070.
Sünen-i Dârimî, Kitabu’l-Buyû, B. 4, Hbr. 2538.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 11, sh. 133-137, Hbr. 15695-15707.
Sünen-i Dârimî, Kitabu’l-Buyû, B. 3, Hds. 2537.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Hacc, B. 19, Hds. 147.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Menâsik, B. 76, Hds. 3055.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Buyû, B. 5, Hds. 3334.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru’l-Kur’ân, B. 10, Hds. 3281.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 18, sh. 167, Hds. 25668.
En’âm, 6/141.
A’râf, 7/31.
İsra, 17/26-27.
Bakara, 2/277.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul