
"Elif, Lâm, Mîm.
Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakîler için yol gösteren bir Kitab'dır. Onlar, gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infâk ederler. Ve onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve âhirete de kesin bir bilgi ile inanırlar. İşte bunlar, Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler bunlardır."1
"Elif, Lâm, Mîm" için Abdullah b. Abbas (r.anhuma) der ki:
"Elif, Allah’tır, Lâm, Cebrail'dir, Mîm ise, Muhammed (s.a.s.)'dir."2
Dahhâk (rh.a.) ise şöyle der:
"Elif, Allah'a, Lâm, Cibril'e, Mîm, Muhammed'e delâlet eder. Yani, Allah Teâlâ, Cebrail (a.s.)'ın lisanı ile Kitab’ını Muhammed (s.a.s.)'e indirmiştir, demektir."3
İçinde hiçbir şüphe ve çelişki olmayan Allah'ın Kitabı, muttakî muvahhid mü'min kullar için dosdoğru yolu gösterip ona sevk edendir... Gayba iman eden, dosdoğru namaz kılan ve Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiklerinden, Allah rızasına ve O'nun yolunda infâk eden muvahhid mü'min kullar, yegâne önderleri Rasûlullah (s.a.s.)'e indirilen Kur'ân'a, ondan önce indirilen hak kitablara iman eder, âhirete de hiçbir şüphe duymadan inanırlar... Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ'nın kendilerine bahşettiği bir hidayet üzere olan bu muttakî kullar, gerçek kurtuluşa ermişlerdir...
Dünya malını, dünyada bırakmak istemeyen muttakî mü'minler, yegâne Rableri Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiklerini, O'nun yolunda ve rızasına uygun şekilde harcayıp kendilerinden önce âhirete gönderen itaatkâr kullardır... Onlar, Allah Azze ve Celle'nin kendilerine helâl kıldığı kazanç yollarından kazandıklarını, helâl ve temiz olarak yedikleri gibi, ihtiyaç sahiblerine verir, ihtiyaçlarını giderir ve kazandıkları sevapları ölümlerinden önce öncü olarak âhirete gönderirler... Bundan dolayı, dünyanın malı dünyada kalmamakta, âhirete gönderilmektedir...
Seyyid Şerif Cürcânî (rh.a.), "Kitâbu't-Ta'rîfât" adlı meşhur eserinde:
"İnfâk: Malı, ihtiyaca harcamaktır."4 diye infâkı açıklarken, Râgıb el-Isfahânî (rh.a.) ise, "Müfredât" adlı ünlü eserinde:
"İnfâk ise, hem maldan, hem de başka şeyden olur. Zorunlu da olabilir, gönüllü de."5 daha kapsamlı olarak izah etmektedir...
İmam Begavî (rh.a.), "Meâlimu't-Tenzîl" adlı tefsirinde:
"Onları rızıklandırdıklarımızdan, onlara verdiklerimizden anlamındadır. Rızık, faydalanılan her şeyi kapsar. Hatta kişinin çocuğu veya kölesi de bu kapsama girer. Rızkın aslı sözlükte, pay ve nasip anlamındadır. İnfâk ederler, sadaka olarak verirler (demektir).
Katâde şöyle der:
-Allah yolunda, O'na itaat yolunda verirler. İnfâkın aslı, elden ve mülkiyetten çıkarmaktır."6 derken, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (rh.a.) ise, "Hak Dini Kur'ân Dili" adlı tefsirinde, konuyu şöyle açıklar:
"İnfâk, malın elden çıkarılması, harç ve sarf edilmesi demektir. Dinî bakımdan farz, vâcib, mendub kısımları vardır. Bu infâk karinesiyle, ya rızık mala tahsis edilmek veya infâk mecaz yoluyla maldan başkasına da genelleştirmek gerekecektir. Açık olan birincisidir, fakat ikincisi de muhtemeldir. Şu hâlde âyetin bu kısmı, ilk bakışta zekât ve diğer sadakalar, bağışlar, yardımlar ve vakıf gibi, fakirlere, diğer çeşitli hayırlara, aileye yardım gibi bütün mal ile yapılan ibadetleri içine alır ki, ileride,
"Sana (Allah yolunda) neyi infâk edeceklerini soruyorlar. De ki: 'Verdiğiniz infâk, ana-baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Yaptığınız hayrı, muhakkak Allah bilir." (Bakara, 2/215) gibi âyetlerle açıklanacaktır.
İkincisi, ilim öğrenme ve diğerleri gibi manevî şeyleri de içermektedir. Bununla beraber bunların hepsinin başında, İslâm'ın binasından biri olan zekât vardır."7
Yegâne Rabbimiz, İlâhımız ve Melikimiz Allah Teâlâ, muttakî mü'min kullarına verdiği maddî ve mânevî her nimet, onlar için rızıktır... Kimine güç-kuvvet, kimine para-servet ve kimine de ilim-hikmet vermiştir... Bunların hepsi rızıktır... Helâl ve temiz yollardan elde edilen bu rızıktan, Allah yolunda, Allah'ın rızasını ve sevgisini kazanmak için emrolunduğu gibi harcanmalıdır... Hiç şüphesiz muvahhid mü'min Müslüman ve muttakî kulların olmazsa olmaz özelliği budur:
"Onlar ki, mallarını gece, gündüz, gizli ve açık infâk ederler. Artık bunların ecirleri Rableri katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır."8 diye buyurur Rabbimiz Allah Teâlâ...
Rableri Allah'a katıksız iman edip itaat eden mü'min Müslüman kullar "Allah'ın velîleridir..." Allah, onlar için şöyle buyurmaktadır:
"Haberiniz olsun, Allah'ın velîleri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır.
Onlar, iman edenler ve (Allah’tan) sakınanlardır. Müjde, dünya hayatında ve âhirette onlarındır. Allah'ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur."9
Rabbimiz Allah'ın beyânıyla büyük kurtuluş ve mutluluğa erenlerin vasıflarından birisi de, kendilerine rızık olarak verilenlerden infâk ederler!
Rahmân Allah'ın kulları:
"Onlar, harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne kısarlar, (harcamaları) ikisi arasında orta bir yoldur."10
Allah'ın kendilerine bahşetmiş olduklarını, yine Allah'ın yolunda ve gerekli yerlere sarf ederken asla israf etmedikleri gibi, cimri de davranmazlar... Emrolundukları gibi davranır ve orta hâlli, yani vasat olurlar... Allah, israf edenleri ve cimri olanları sevmez!
İman ehli muttakî kişiler, Allah yolunda ve O'nun rızası için infâk ederken, en sevdiklerinden vermeleri, bu konudaki itaatlerinin sağlamlığının ölçüsü ve göstergesidir... Rızkı veren Rabbimiz Allah Teâlâ, kulundan cennet karşılığı satın almakta olduğundan11 mü'min kul, en güzelini ve en iyisini bütün isteğiyle vermelidir... Bu iman ve itaat, onun Allah katındaki kıymetini, derecesini ve makamını yüceltir...
"Sevdiğiniz şeylerden infâk edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infâk ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir."12 buyuran Allah Teâlâ, Allah yolunda infâk edip muhtaçların ihtiyaçlarını bir ân önce görmede acele edilmesini emredip bunun geciktirilmemesi için şöyle buyuruyor:
"Sizden birinize ölüm gelip de: 'Rabbim, beni yakın bir süreye (ecele) kadar geciktirsen, ben de böylece sadaka versem ve salihlerden olsam' demeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infâk edin."13
Helâl ve temiz rızıktan yapılacak her infâk, dünyadan âhirete önden gönderilen maldır... O mal, dünyada kalmamış, âhirete gönderenin öncüsü olmuştur... Böylelikle dünyanın malı dünyada kalmamış, infâk eden mü'min Müslüman için sevapları âhiret azığı hâline gelmiştir... Hayırdan yana infâk gerçekleştiğinde, madde olarak dünyada kalsa da sevabı, ölen kişiyi ölümünden sonra takip eder ve ona ulaşır...
Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet eder.
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"İnsan öldüğü vakit bütün amelleri ondan kesilir. Yalnız üç şeyden:
Sadaka-i câriyeden,
Faydalı ilimden,
Ve kendisine duâ eden salih evlâddan kesilmez."14
Sadaka-i câriye denilen "vakıf" dünyada kalmış, fakat durduğu ve mü'min Müslümanlar ondan faydalandığı müddetçe, onu vakfedene sevabı ulaşır, dolayısıyla bu dünya malı, dünyada kalmamış, sahibine fayda vermek üzere âhirete göçmüştür... İlim sahibinin, ilmiyle âmil olup diğer insanlara onların da o ilimle amel etmek üzere öğrettiği ilim ya da yazdığı ilmî eserler, var oldukça ve onunla amel edildikçe o ilim sahibine sevap yazılır, bundan dolayı dünyalık rızık olarak verilmiş bu ilim, dünyada kalmamış, ölümünden sonra sahibine fayda vermek üzere âhirete intikal etmiştir... Salih evlad da bunlar gibidir... Onun her salih amelinden babası ve annesi de faydalanırlar...15
Ümmetine pek düşkün, şefkatli ve esirgeyici olan Rasûlullah (s.a.s.), mü'min Müslüman şahsiyetlere helâl ve temiz malın faydalarını beyân ederken, onları uyarmakta, dikkatli olmalarını emir buyurmaktadır...
Abdullah b. Mes'ûd (r.a.) anlatıyor:
Rasûlullah (s.a.s.):
"Hanginize, mirasçının malı, kendi malından daha çok sevimlidir?" diye sordu.
Sahabîler:
-Ya Rasûlallah, bizden her bir kişiye muhakkak kendi malı daha sevimlidir! dediler.
Rasûlullah:
"Çünkü kişinin kendi malı, ölümünden önce hayır yoluna harcayıp önden gönderdiği malıdır. Mirasçının malı da, kişinin hayra sarf etmeyip ölünceye kadar geri bıraktığı maldır!" buyurdu.16
Allâme İbn Hacer el-Askalânî (rh.a.), "Fethu'l-Bârî" adlı "Sahîh-i Buhârî Şerhi"nde bu hadisin şerhinde şunları kaydeder:
"İnsanın, kendi malından (hayır yollarına harcayıp) önden gönderdikleri kendisinindir.' Yani, insanın şu ânda kendisine nispet edilse bile geri bırakmış olduğu mal, vârisinin malıdır. Çünkü bu mal, vârisine intikal etmesi açısından vârise nispet edilir. Onun, hayatında malikine nispet edilmesi hakiki, miras bırakanın hayatında vârise nispet edilmesi mecazî iken, ölümünden sonra hakiki bir isimlendirmedir.
'Çünkü onun malı, önden gönderdiği maldır.' Yani, mirasçısına bıraktığı malın aksine, hayatında ve öldükten sonra kişiye nispet edilen maldır.
İbn Battal ve başkası şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.s.)'in bu sözü, kişinin âhirette yararlanması için malını, Allah'a yakınlaşmaya sebep olan yerlere ve çeşitli iyiliklere önden göndermesi mümkün olanları göndermeye teşvik etmektir. Çünkü kişinin geriye bıraktığı her şey, vârisinin mülkü hâline gelir. Vârisi, onun bıraktığı malı, Allah'a itaatte kullanacak olursa, özel olarak sevabını alır. O malı biriktirme ve kimseye vermeme noktasında çileyi çeken de bırakan kişidir. Vâris, söz konusu malı, Allah'a isyan yolunda harcayacak olursa, bu mal, -sorumluluğundan kurtulsa bile, yararlanma açısından- ilk malikinden çok uzak olur."17
Ebû Hüreyre (r.a.)'dan.
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Kul, malım malım diyor. Hâlbuki malından ona yalnız üç şey vardır:
Yiyip bitirdiği,
Giyip eksittiği,
Ve sadaka verip (âhiret için) biriktirdiği.
Bundan gayrısı, kendisi gider, malı insanlara terk eder."18
Kadın olsun, erkek olsun muvahhid mü'minlerin helâl ve temiz rızıktan yiyip bitirdikleri ve giyip eskittikleri şeyler, onların dünyalık geçici malıdır... Asıl kalıcı servet, yine helâl ve temiz rızıktan Allah yolunda harcayarak âhirete gönderdikleridir... Fani dünya hayatından bâkî kalan bunlardır... "Dünya, âhiretin tarlasıdır..." Bu tarlaya, hayır ve hasenât ekilmeli ki, ebedî âhiret hayatında ondan faydalanılsın!..
Mü'min Müslüman şahsiyetler, dünyanın fânî olduğunu bilir, inanır ve idrak ederler... Bundan dolayı dünyaya düşkün, dünyevîleşmiş kişilerden olmamalıdırlar... Her hâlleriyle âhirete yönelmeli, Rabbleri Allah Teâlâ'nın nasip ettiği rızkı, O'na ibadet için kullanmalı ve emrolundukları gibi harcamalıdırlar... Dünya malını, helâldan kazanıp helâle sarf etmek, Allah'ın rızasına uygun kullanmak için elinde tutmak, amma gönüle sokmamak gerekir... Dünya malı deniz, mü'min Müslümanın gönlü/kalbi sağlam bir gemidir... Deniz suyu, geminin altında olduğu müddetçe gemiyi, selâmet sahiline çıkarır, fakat gemi, dünyevîleşmek sevdasıyla delinecek olursa, su alır, sonunda batar... Bu felâket, insanın hem dünyasını, hem de âhiretini mahveder ve zillet içinde kalır!..
Muvahhid mü'minler, yegâne önderleri ve örnekleri Rasûlullah (s.a.s.)'in sünnetine uyarak, dünyayı âhiret için hayırlı bir tarla yapmalı, dünyada iken ebedî âhiret yurduna hazırlanmalıdırlar... Dünya malından kendilerine ait olanlara bakmalı, fânî olanına fânîliği kadar değer vermeli, bâkî olanını çoğaltmaya gayret etmelidirler... Yiyip bitirdiği ve giyip eskittiği malını, Allah'a kul olmak için harcıyorlarsa kendilerine hayırlı olur... Bu hayırlı, güzel ve iyi durumun gerçekleşmesi katıksız ve kuvvetli imana bağlıdır... Kâmil iman sahibi olanlar, dünya malını Allah'ın emrettiği ve Rasûlullah (s.a.s.)'in gösterdiği gibi kazanıp sarf ederler!
Şirksiz bir tevhid, küfürsüz bir iman ve bütün varlığıyla tam teslimiyet ile teslim olunan bir İslâm ehli olan mü'min Müslümanlar, dünya malı sevdalısı nefislerini terbiye edip, dünyalık servetlerin geçici olduğunun idrakıyla hareket ederek, ölmeden önce âhirete bolca sevap göndermeli, bundan dolayı dünya malını dünyada bırakmayıp âhiret hayatında faydalanacağı bir hâle getirmelidir... İnsan, tabiatı gereği malı ve serveti ile beraber olmak ister... Malını ve servetini, dünyada bırakmayıp kendinden önce âhirete gönderen, onun peşinden gider, dünyadan ayrıldığına üzüntüsü olmadan gönderdiklerine kavuşur... Böyle inanıp böyle davrananların dünya hayatı hayır üzere devam ettiği gibi, dünyadan ayrılmaları da kolay olur... Çünkü gözleri arkada bıraktığı malında olmaz... Allah'ın kendisine rızık olarak verdiğini geride bırakmamış, önden âhirete göndermiştir... Bu hayırlı hâli, ancak muttakî muvahhid mü'minler gerçekleştirir... Onlar, Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ'ya velî olmuş, kulluklarını emredildiği gibi yapmaya gayret etmiş, en büyük düşmanları olan şeytanı düşman edinmiş, ona asla kulluk etmemiş, peşine düşmemiş, aksine onu yanlarından kovmuş, onun ve yandaşlarından Allah'a sığınmışlardır!..
Âlemlerin Rabbi Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:
"Gerçek şu ki şeytan, sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmaya çağırır."19
"Ey Âdemoğulları, Ben size and vermedim mi ki: 'Şeytana kulluk etmeyin, çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.
Bana kulluk edin, doğru yol budur.'
Andolsun o, sizden birçok insan neslini saptırmıştı. Yine de aklınızı kullanmıyor muydunuz?"20
"De ki: 'Rabbim, şeytanın kışkırtmalarından sana sığınırım.
Ve onların, benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım Rabbim."21
Muvahhid mü'minlerin apaçık düşmanı şeytan ve taraftarları, hayrın, iyiliğin, güzelliğin ve her türlü sevabın karşısında olup engellemeye çalışırlar... Onların telkinlerine ve vesveselerine kulak vermeyen, asla rağbet etmeyen mü'min Müslümanlar, kurtuluşa ve mutluluğa ermişlerdir!..
Yegâne hayat önderimiz Rasûlullah (s.a.s.), ümmetini uyarmaktadır!..
1- Büreyde (r.a.) rivayet eder.
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Kişi, yetmiş şeytanın çenesinden kurtulmadan sadaka veremez.!"22
2- Ebû Hüreyre (r.a.)'dan.
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Sadaka, hiçbir malı eksiltmez!"23
3- Abdullah b. Hubşî el-Has'amî (r.a.) anlatır:
Rasûlullah (s.a.s.)'e:
-Hangi sadaka daha efdaldir? diye soruldu.
Rasûlullah:
"Malı az olanın takatı ölçüsünce verdiği." buyurdu.24
4- Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet eder.
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Sadakanın hayırlısı, bir zenginlik üzerinden (ihtiyaç dışından) ayrılıp verilendir. İnfâk ve tasadduka da nafakası üzerine vâcib olan kimse ile başla."25
5- Mü'minlerin annesi Âişe (r.anha) anlatıyor:
Onlar (Rasûlullah aile halkı), bir koyun kesmişlerdi (ve dağıtmışlardı).
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.):
"Koyundan ne kaldı?" diye sordu.
Âişe:
-Koyundan yalnız küreği kaldı, dedi.
Rasûlullah (s.a.s.):
"Küreğinden başka hepsi bize kaldı!" buyurdu.26
Doğruların en doğrusunu buyuran Rasûlullah (s.a.s.), mutlaka en doğrusunu buyurdu:
"Küreğinden başka hepsi bize kaldı!"
Çünkü, koyunun küreği dünyada kaldı, diğer bölümünün hepsi âhirete önden gönderildi... Malum olduğu üzere hayır sahibine bâkî kalan, âhirete gönderilendir...
Allah yolunda yapılan her hayır, her infâk ve her sadaka, bire yedi yüz ile karşılık görür...
Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"Mallarını Allah yolunda infâk edenlerin örneği, yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğinde kat kat arttırır. Allah (ihsânı) bol olandır, bilendir."27
Bu konudaki, Rasûlullah (s.a.s.)'in beyânlarından birkaçını kaydedelim...
a- Enes (r.a.) rivayet etti.
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Allah yolunda yapılan infâk, yedi yüz kat olarak geri döner."28
b- Hureym b. Fâtik (r.a.)'ın rivayetiyle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Her kim Allah yolunda bir harcama yaparsa o harcama, kendisi için yedi yüz misli olarak yazılır."29
c- Ebû Mes'ûd el-Ensârî (r.a.) anlatır:
Bir adam, yularlı dişi deve ile gelerek:
-Bu deve, Allah yolunda (sadaka)dır, dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.):
"Onun sebebiyle kıyamet gününde, hepsi yularlı yedi yüz deve verilecektir." buyurdu.30
d- Ukbe b. Âmir (r.a.)'dan.
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Sadaka, kendi sahibinin kabirdeki (ateşini) söndürür. Şüphesiz ki mü'min, kıyamet günü sadakasının gölgesinde gölgelenir."31
e- Yezîd b. Ebî Habib anlatıyor:
Mersed b. Abdillah, mescide gelirken mutlaka sadaka verecek bir şey getirirdi. Bir gün mescide soğanla gelince, kendisine:
- Ebu'l-Hayr, neden bunu getiriyorsun? Bu, elbiseni kokutur, dedim.
Şöyle karşılık verdi:
-Yeğenim, vallahi, evimde sadaka verecek bir şeyim yoktu. Rasûlullah (s.a.s.)'in ashabından bir adam bana, Rasûlullah (s.a.s.)'in:
"Kıyamet günü mü'minin gölgesi, sadakası olacaktır." buyurduğunu söyledi.32
f- Ukbe b. Âmir (r.a.)'dan.
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Kıyamet günü, insanlar arasında hüküm verilinceye kadar her insan sadakasının gölgesinde gölgelenir."33
"Aklını kullanan bir topluluk için."34
- Bakara, 2/1-5.
- Ebu't-Tahir Mecdüddin b. Muhammed b. Ya‘kub b. Muhammed Firûzâbâdî, Tenvîrü'l-Mikbâs Min Tefsîr-i İbn Abbâs, çev. Cevher Caduk, İst. 2016, c. 1, sh. 46.
- Fahruddin er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr- Mefâtîhu'l-Gayb, çev. Prof. Dr. Suat Yıldırım, vdğ. İst. 1988, c. 1, sh. 417.
- Seyyid Şerif Cürcânî, Arapça-Türkçe Terimler Sözlüğü- Kitabu't-Ta'rîfât, çev. Arif Erkan, İst. 1997, sh. 30.
- Râgıb el-Isfahânî, Müfredât, çev. Prof. Dr. Abdulbaki Güneş- Dr. Mehmet Yolcu, İst. 2010, sh. 1078.
- Ebû Muhammed Muhyissünne el-Hüseyn b. Mes'ûd b. Muhammed el-Ferrâ el-Beğavî, Beğavî Tefsîri -Meâlimu't-Tenzîl, çev. Nurgül Özdemir- Ayşegül Özdemir, İst. 2018, c. 1, sh. 68.
- Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, İst.T.y. c. 1, sh. 177. (Yenda Yayınları).
sadeleşmiş nüsha: c. 1, sh. 180 (Azim Yayınları).
- Bakara, 2/274.
- Yûnus, 10/62-64.
- Furkân, 25/67.
- Kendisinden başka kanun koyucu hak ilâh olmayan Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden- karşılığında onlara mutlaka cennet vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır." Tevbe, 9/110.
- Âl-i İmrân, 3/92.
- Münâfikûn, 63/10.
- Sahîh-i Müslim, Kitâbu'l-Vesâyâ, B. 3, Hds. 14.
Sünen-i Ebû Dâvûd, Kitabu'l-Vesâyâ, B. 14, Hds. 2880.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Ahkâm, B. 36, Hds. 1393.
Sünen-i Nesâî, Kitabu'l-Vesâyâ, B. 8, Hds. 3612.
Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B. 46, Hds. 565.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ.İst. 2014, c. 7, sh. 314, Hds. 9763.
İbn Abdi'l-Berr, Câmiu Beyâni'l-İlmi ve Fadlihî, çev. Mahmud Varhan- Ali Yücel, İst. 2015, sh. 26, Hds. 26-29.
- Geniş bilgi için bkz. İmam Muhyiddin en-Nevevî, Sahîh-i Müslim Şerhi- el-Minhâc, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2013, c. 7, sh. 476.
- Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'r-Rikâk, B.12, Hds.29.
Sünen-i Nesâî, Kitâbu'l-Vesâyâ, B.1, Hds.3594.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.7, sh.233, Hds.9607.
Ebû Nuaym el-Isbehânî, Hilyetu'l-Evliyâ ve Tabakâtu'l-Asfiyâ, çev.Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2015, c. 10, sh. 68, Hds. 1406.
- İbn Hacer el-Askalânî, Fethu'l-Bârî- Muhtasar, çev. M. Beşir Eryarsoy, vdğ. İst. 2008, c. 12, sh. 545-546.
- Sahîh-i Müslim, Kitâbü'z-Zühd, Hds. 4.
Sünen-i Tirmizî, Kitâbu Tefsîru'l-Kur'ân, B. 87, Hds. 3574.
Sünen-i Nesâî, Kitâbu'l-Vesâyâ, B. 1, Hds.3595.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.7, sh. 233-235, Hds. 9608-9613.
Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek Ale's-Sahîhayn, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2013, c. 6, sh. 42, Hds. 4022.
İmam Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, çev. Zekeriya Yıldız, İst. 2011, c. 10, sh. 585, Hds. 11632.
Beyhakî, Kitâbü'z-Zühd, çev. Enbiya Yıldırım, İst. 2000, sh. 184-185, Hds. 635.
Ebû Dâvûd Süleyman b. Dâvûd b. Cârûd et-Tayâlisî, Müsned-i Tayâlisî, çev. M. Ömer Yusuf, Konya, 2019, c. 1, sh. 470, Hds. 1244.
İmam Ebû Muhammed Abdulhamid b. Humeyd b. Nasr el-Kissî, el-Müntehâb- Abd b. Humeyd Müsnedi, çev. Serkan Ünal, Konya, 2015, sh.259, Hds.513.
Celâleddin es-Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr fi't-Tefsîr bi'l-Me'sûr, çev. Hüseyin Yıldız, İst. 2012, c. 15, sh. 574. Said b. Mansur, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve Taberânî'den.
- Fâtır, 35/6.
- Yasin, 36/60-62.
- Mü'minûn, 23/97-98.
- İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 7, sh. 217, Hds. 9575.
Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, c. 3, sh. 87, Hds. 1561.
İbn Huzeyme, Sahîh-i İbn Huzeyme, çev. Dr. Şemsettin Işık, vdğ.İst.2019, c. 4, sh. 135, Hds. 2457.
Abdullah b. Mübârek, Kitâbü'z-Zühd ve'r-Rekâik, çev. Abdullah Samed Afaracı, İst. 2015, sh. 205, Hbr. 649.
Nûreddin el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, çev. Mahmut Bilici, İst. 2015, c. 5, sh. 159, Hds. 4601. Bezzâr ve Taberânî, el-Mu'cemu'l-Evsat'tan.
- Sahîh-i Müslim, Kitâbu'l-Birri ve's-Sılâ, B. 19, Hds. 69.
Sünen-i Tirmizî, Kitâbu'l-Birri ve's-Sılâ, B. 81, Hds. 2098.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 15, sh. 587, Hds. 22614-22615.
İmam Mâlik, Muvatta', Kitâbu's-Sadaka, Hbr. 12.
İbn Huzeyme, Sahîh-i İbn Huzeyme, c. 4, sh. 122, Hds. 2438.
Beyhakî, es-Sünenü'l-Kebîr, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2016, c. 8, sh. 295, Hds. 7893.
Nûreddin el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, c. 5, sh. 164, Hds. 4611. Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr'den.
- Sünen-i Ebû Dâvûd, Kitâbu'l-Vitr, B. 12, Hds. 1449.
Sünen-i Nesâî, Kitâbu'z-Zekât, B. 49, Hds. 2516.
Sünen-i Dârimî, Kitâbu's-Salât, B. 135, Hds. 1431.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 7, sh. 243-244, Hds. 9630-9632.
İbn Huzeyme, Sahîh-i İbn Huzeyme, c. 4, sh. 126, Hds. 2444.
Beyhakî, es-Sünenü'l-Kebîr, c. 8, sh. 265, Hds. 7848-7849.
Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, c. 3, sh. 77, Hds. 1549.
- Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'z-Zekât, B. 19, Hds. 30-31.
Sahîh-i Müslim, Kitâbu'z-Zekât, B. 32, Hds. 95.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 7, sh. 240, Hds. 9624.
İbn Huzeyme, Sahîh-i İbn Huzeyme, c. 4, sh. 123, Hds. 2439.
Beyhakî, es-Sünenü'l-Kebîr, c. 8, sh. 253, Hds. 7827, sh. 264, Hds. 7845-7847.
Abdurrezzâk es-San'ânî, Musannef, çev. Hüseyin Yıldız, İst. 2013, c. 9, sh. 108, Hds. 16404.
- Sünen-i Tirmizî, Kitâbu Sıfatu'l-Kıyâme, B. 15, Hds. 2587.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 7, sh. 236, Hds. 9616.
Ebû Nuaym el-Isbehânî, Hilyetu'l-Evliyâ ve Tabakâtu'l-Asfiyâ, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ.İst. 2015, c. 10, sh. 68, Hds. 1405.
- Bakara, 2/261.
- Celâleddin es-Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, c. 3, sh. 203; Buhârî, Târîh (2/63)'den.
- Sünen-i Tirmizî, Kitâbu Fedâili'l-Cihad, B. 4, Hds. 1675.
Sünen-i Nesâî, Kitâbu'l-Cihad, B. 45, Hds. 3172.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 9, sh. 267, Hds. 12978-12979.
Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, c. 4, sh. 139, Hds. 2436.
Beyhakî, Şu‘abu'l-Îmân, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst.2015, c. 4, sh. 628, Hds. 3963.
- Sahîh-i Müslim, Kitâbu'l-İmâre, B. 37, Hds. 132.
Sünen-i Nesâî, Kitâbu'l-Cihad, B. 46, Hds. 3174.
Sünen-i Dârimî, Kitâbu'l-Cihad, B. 12, Hds. 2407.
Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, c. 4, sh. 147, Hds. 2494.
Beyhakî, Şu‘abu'l-Îmân, c. 4, sh. 628, Hds. 3962.
- Nûreddin el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, c. 5, sh. 165, Hds. 4614; Taberânî, el-Mu‘cemu'l-Kebîr'den.
- İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 7, sh. 226-227, Hds. 9594-9595.
İbn Huzeyme, Sahîh-i İbn Huzeyme, c. 4, sh. 118-119, Hds. 2432.
Kuzâî, Şihâbü'l-Ahbâr Tercümesi, çev. Prof. Dr. Ali Yardım, İst. 1999, sh. 54, Hds. 95.
Nûreddin el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, c. 5, sh. 165, Hds. 4613; Ebû Ya'lâ ve Taberânî, el-Mu‘cemu'l-Kebîr'den.
- İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 7, sh. 226, Hds. 9593.
Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, c. 3, sh. 84, Hds. 1557.
Beyhakî, es-Sünenü'l-Kebîr, c. 8, sh. 252, Hds. 7826.
Abdullah b. Mübarek, Kitâbü'z-Zühd ve'r-Rekâik, sh. 204, Hds. 645.
İbn Huzeyme, Sahîh-i İbn Huzeyme, c. 4, sh. 118, Hds. 2431.
Ebu Nuaym el-Isbehânî, Hilyetu'l-Evliyâ, c. 10, sh. 73, Hds. 1415.
Nûreddin el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, c. 5, sh. 164, Hds. 4612; Ebû Ya'lâ, Müsned'den.
- Ra'd, 13/4.