02 Aralık 2024 - Pazartesi

Son Sayı Başlıkları
Şu anda buradasınız: / MÜSLÜMANIN MÜSLÜMANLAR ÜZERİNDEKİ HAKLARI
MÜSLÜMANIN MÜSLÜMANLAR  ÜZERİNDEKİ HAKLARI

MÜSLÜMANIN MÜSLÜMANLAR ÜZERİNDEKİ HAKLARI Âdem Kahraman

Ebû Mes‘ûd (r.a)’dan rivayet edildiğine göre o; ‘Resûlullah (s.a.s) şöyle buyurdu’ demiştir:

“Müslüman için Müslüman üzerinde dört haslet vardır: Aksırdığı (ve Elhamdülillah dediği) zaman onu teşmit eder (yerhamükellah der). Davet ettiği zaman davetine icabet eder. Öldüğü zaman cenazesinde hazır bulunur. Hastalandığı zaman onu ziyaret eder.” 1 Ebû Hureyre (r.a)’dan rivayet edildiğine göre o ‘Resûlullah (s.a.s) şöyle buyurdu’ demiştir: “(Şu) Beş şey Müslümanın Müslüman üzerindeki hakkındandır: Selamı reddetmek (selamı selamla karşılamak), davete icabet etmek, cenazede hazır bulunmak, hastayı ziyaret etmek, aksıranı Allah’a hamd ettiği zaman teşmit etmek (ona rahmet dilemek).”2

Ali (r.a)’dan rivayet edildiğine göre o ‘Resûlullah (s.a.s) şöyle buyurdu’ demiştir: “Müslüman için Müslüman üzerinde örf ve âdet vechiyle (yerine getireceği) altı hak vardır. Ona rastladığı zaman selam verir. Onu davet ettiği zaman davetine icabet eder. Aksırdığı (ve aksırınca Allah’a hamd ettiği ) zaman teşmit eder. (Ona rahmet diler) Hastalandığı zaman onu ziyaret eder. Öldüğü zaman cenazesine gider. Kendi nefsi için arzuladığını onun için de arzular.”3

 Hadisin zahirine göre bu hakları ifa etmek vaciptir. Fakat âlimler bunu vacip ve mendube şümullü, geniş kapsamlı bir manaya yorumlamışlardır. Hadisin ifade tarzı, bu altı şeyin, Müslümanlığın vecibelerinden olduğuna delalet eder. Bunun içindir ki bu haklar bakımından salihiyle, fasıkıyla tüm Müslümanlar eşittir. Ancak salih kimselere fazla saygı duymak ve ikram etmek gerekir. Müslümanlığın gereği olan hakların sayısı rivayetlerde muhteliftir. Nitekim bu hadislerde dört, beş ve altı haktan bahsedilir. Şu halde belirtilen sayı, tahdit (sınırlama) için değildir. Başka haklar da vardır. Hadislerde belirtilen hakların sahabe döneminde nasıl uygulandığını madde madde anlatacağız inşallah.

1- SELAM VERMEK

Selam; seleme fiilinden mastar olup, her türlü ayıp ve fenalıktan uzak olmak manasındadır. Allah (c.c) imtihan için yarattığı ilk insan ve insanlığında atası Âdem (a.s)’den son nebi ve resul, Resûlullah (s.a.s)’e kadar bütün ümmete selamı öğretmiş ve emretmiştir:

“Bir selam ile selamlandığınız vakit; siz ondan daha güzeli ile selamı alın veya onu aynısı ile karşılayın. Şüphesiz ki Allah, her şeyin hesabını hakkı ile arayandır.” (Nisâ 4/86)

Ebû Hureyre (r.a)’dan rivayete göre Nebi (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah Âdem’i yetmiş zira boyunda yarattı. Sonra: ‘Git, şu meleklere selam ver ve selamını nasıl alacaklarını dikkatle dinle. Bu senin ve senin soyundan geleceklerin selamlaşma şekli olacaktır’ diye buyurdu. (Âdem): ‘es-Selamu aleykum’ dedi, onlar da ‘es-Selamu aleyke ve rahmetullah’ diye cevap verdiler ve rahmetullah lafzını eklediler. Artık cennete girecek olan herkes Âdem’in sureti üzere girecektir. İnsanların hilkati şu ana kadar hala eksilip durmaktadır.”4 Ebû Ümame (r.a)’den şöyle demiştir: “Nebimiz (s.a.s) bize, selamı yaygınlaştırmamızı (yani tanıdık olsun olmasın her Müslümana selam vermemizi) emretmiştir.”5

İmam Beyhakî’nin Ebû Hureyre (r.a)’den bildirdiğine göre Resûlullah (s.a.s): “Selam, Yüce Allah (c.c)’ın isimlerinden biridir ve onu yeryüzüne koymuştur. Onun için aranızda selamı yayın.”6 buyurmuştur. Hâkim et-Tirmizî’nin Ebû Umâme (r.a)’den bildirdiğine göre Resûlullah (s.a.s): “İlk önce selam veren kişi, Allah (c.c) ve Resûlü’ne (s.a.s) daha yakın olmayı hak eder.”7 buyurmuştur.

Beyhakî’nin Ömer b. Hattâb’dan bildirdiğine göre Resûlullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “İki mü’min karşılaştığında biri diğerine selam verip kucaklaştıklarında, içlerinden Allah (c.c)’a en sevimli olanı karşısındakine daha fazla güler yüz gösterendir. Karşılaşan iki mü’minin arasına yüz tane rahmet iner. Bunun doksanı ilk selam verenin, kalan onu da ilk kucaklaşanındır.”8

Beyhakî’nin Zeyd b. Eslem’den bildirdiğine göre Resûlullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Binekli olan yürüyene, yürüyen oturana, sayıca az olan çok olana, küçük olan büyüğe selam verir. Topluluk içinden sadece birinin selam vermesi yeterli olur. Verilen selama topluluk içinden sadece birinin karşılık vermesi de yeterli olur.”9

Nevevî dedi ki: “Selam vermenin asgarî seviyesi, kendisine selam verilenin duyacağı şekilde yüksek sesle selam vermektir. Eğer selam verdiği kimseye sesini işittirmeyecek olursa sünneti yerine getirmiş olmaz. Selamını işittiğinden emin olacak kadar sesini yükseltmesi de müstehaptır. Ancak uyanık ve uyuyan kimselerin bir arada bulunduğu bir yere girmesi halinde yüksek sesle selam vermek, bundan istisna edilmiştir. Bu gibi durumda sünnet Müslim’in Sahîh’inde el Mikdad’dan sabit olan şu rivayetine uygun hareket etmektir. Mikdad dedi ki: “Resûlullah (s.a.s) geceleyin gelir ve uyuyan birisini uyandırmayacak, uyanık olan kimseye de işittirecek şekilde bir selam verirdi.” Nevevî de el Mütevellî’den şöyle dediğini nakletmektedir: “Bir topluluk ile karşılaştığı takdirde, onların bir bölümüne özel olarak selam vermesi mekruhtur. Çünkü selamın meşru kılınışından kasıt, ülfetin meydana gelmesidir. Selamın bir gruba özelleştirilmesi, dışarıda tutulan kimselerin uzaklaşmalarını gerektirir.

Herhangi bir meclise girerken selam verildiği gibi; o meclisten ayrılırken de selam verilmesi gerekir.”10 Zira Resûlullah (s.a.s): “Sizden biriniz, meclise geldiği zaman selam verdiği gibi, ayrılırken de selam versin.”11 buyurmuştur. Eğer Müslümanlarla, başka ideoloji sahibi kimseler beraber oturuyorsa o meclise gelen kimse: “Vesselamu ala menittebe’al huda (selam hidayete tâbi olanların üzerine olsun)” şeklinde selam verebilir. Buradaki incelik şudur: Selam dua hükmündedir. Fukaha: Kâfire selam verilemez, dua edilemez hükmünde ittifak etmiştir. Bu ittifakın sebebi; selim akıl sahipleri indinde malumdur. Kaldı ki Allah (c.c)’a inanmayan bir kimseye; Allahu Teâlâ (c.c)’nın selamını vermek, onun açısından da uygun değildir.

Selamı yaygınlaştırmayı Müslim, Ebû Hureyre (r.a)’den şu merfu hadisi zikretmektedir: “Dikkat edin! Ben size kendisi vasıtasıyla birbirinizi seveceğiniz şeyi göstereyim mi? Aranızda selamı yaygınlaştırınız.”

İbnu’l-Arabî dedi ki: “Hadisten anlaşıldığına göre selamı yaygınlaştırmanın faydaları arasında selamlaşanlar arasında sevginin husule gelmesi de vardır.”

Selam almak, yani verilen selama selamla cevap vermek meşrudur. İbn Abdilberr ve başkası selam vermenin sünnet ve selama selamla cevap vermenin farz olduğu hususunda Müslümanların icmâ ettiğini söylemişleridir. Kendisine selam verilen kişi ise, cevaplamak ona farzdır. Şayet birden fazla kişiler ise onlardan birisinin cevap vermesiyle farz ifa edilmiş olur. Fakat hepsinin cevap vermesi daha faziletlidir. Ebû Yûsuf’a göre hepsinin cevap vermesi farzdır. Yani kendilerine selam verilen gruptan bir kısmının cevaplaması yeterli sayılmaz.12

Selam alınırken en mükemmel ve en faziletli cevap “Ve aleykümüsselamu ve rahmetullahi ve bereketuhu”dur. Bir kimseden selam getirmek meşrudur. Nitekim Resûlullah (s.a.s), Cebrâil (a.s)’dan Aişe (r. anhâ)’ya selam tebliğ etmiştir.

2- DAVETE İCABET ETMEK

Davet kelimesi Arapçada mastar olup sözlükte; çağırmak, seslenmek, adlandırmak, dua veya beddua etmek, ziyafete çağırmak gibi anlamlara gelir. Ayrıca davet aynı kökten bir isim olarak; ziyafet yemeği (velime), dava, şiar gibi manalarda da kullanılmıştır.13

 İbn Ömer (r.a) anlatıyor: “Resûlullah (s.a.s) buyurdular ki: “Davet edildiğiniz zaman bu davete icabet edin.” (Nâfi‘ der ki) “İbn Ömer, oruçlu bile olsa, düğün ve diğer davetlere mutlaka icabet ederdi.”

Ebû Dâvûd’un diğer bir rivayetinde: “Kim davet edildiği halde icabet etmezse, Allah ve Resûlü’ne isyan etmiş olur. Kim de davetsiz olarak bir sofraya oturursa, hırsız olarak girer, Yağmacı olarak çıkar.”14

Resûl-i Ekrem (s.a.s) buyurdu ki: “Her kim davete icabet etmezse, Ebû’l Kasım’a (yani Resûlullah’a) isyan etmiştir.” 15

Ebû Hureyre (r.a)’den rivayete göre Resûlullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Yemeğin en fenası zenginlerin davet edilip fakirlerin terk edildiği (bu halin adet edildiği) velime yemeğidir. Kim (velime ziyafeti davetine) icabet etmezse şüphesiz Allah’a ve Resûlü’ne isyan etmiş olur.”16

İbn Ömer (r.a)’dan rivayet edildiğine göre o; ‘Resûlullah (s.a.s) şöyle buyurdu’ demiştir: “Sizden birisi düğün yemeğine çağrıldığı zaman (davete) icabet etsin.”17

 Hanefi âlimlerine göre düğün yemeği davetine icabet etmek vacibe yakın bir sünnet-i müekkededir. Delil ise burada zikredilen hadislerdir. El-İhtiyâr’da şöyle geçer: “Düğün yemeği Resûlullah (s.a.s) devrinden beri devam edegelen ve riayet edilen önemli bir sünnettir. Buna icabet etmeyen günah işlemiş olur. Çünkü Ebû Hureyre hadisinde “Kim icabet etmezse Allah’a ve Resûlü’ne isyan etmiş olur” buyrulmuştur. Artık davet edilen kişi oruçlu ise icabet eder ve dua eder. Oruçlu değilse yemek yer ve dua eder. Eğer yemek yemezse ve icabet etmezse günaha girer ve davet sahibine eziyet etmiş olur.”

 Bazı Hanefî âlimleri ise düğün yemeği davetine icabet etmenin vacip olduğunu söylemişlerdir. İmam Serahsî mübalağa ederek bu hususta icmâ olduğunu nakletmiştir.

Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine mensup âlimler düğün yemeği davetine icabet etmenin vacipliğine, diğer davetlere icabet etmenin müstehaplığına hükmetmişlerdir.

Bir kimse; içinde münker bulunan (şarap, müzik vs.) bir düğün yemeğine davet edilse; (mahiyetini bildiği halde) o davete icabet etmez.18 Ayrıca davet mahallinde hazır olan kimseyi rahatsız edecek münker ve daha başka bir hususun da olmaması, gitmemekte de bir mazeretinin bulunmaması gerekir. El-Mâverdî, mazeret için cemaati terk etmeye ruhsat teşkil edecek hususları ölçü olarak tespit etmiştir.

İslam dininde davetin amaçları İslam kardeşliğinin pekişmesi ile beraber bu davetlerde İslam’ın da insanlarda pekişmesi ve kuvvetlenmesi, aşılanmasıdır. Davet verende davete icabet edende her halimizle ve tavrımızla birbirimize iyi ya da kötü örnekliğimizi ortaya koyuyoruz. Güzel ahlakla bir araya gelen Müslümanların hal hatır sorup dertleriyle dertlendiği ve sonrasında birbirlerine iyiliği emredip kötülüğü nehyettiği bir imkân doğmuş oluyor. Davetler sadece eğlence ve yemekten ibaret değil, aynı zamanda bir araya gelen insanların arasında varsa küskünlüğü giderme, ihtiyaçları tespit etme ve en önemlisi birbirlerine hayır (esenlik) dilemesidir.

Başka davet çeşitleri de vardır; sünnet daveti ve adı anılmak kaydıyla bir araya gelinen diğer davetler de bu mukabildendir. Amacımızın ve gayemizin bir tek anlamı vardır her halimizde Allah’ın davasını insanlara ulaştırmak, ulaşanlarda da daha güzel bir hale getirmektir.

3- TEŞMİT ETMEK

Teşmit: Aksıran kimse Elhamdüllilah diyen Müslümana yerhamükellah (Allah sana rahmet eylesin) demektir. En-Nihâye’de; teşmit, hayır ve bereketle dua etmektir. Avnu’l-Ma‘bûd yazarı da “teşmit, düşmanın şamatasından uzak kalmayı dilemektir” demiştir.

El Berâ (r.a) dedi ki: “Resûlullah (s.a.s) bize yedi hususu emretti ve yedi hususu yasakladı. Bize hasta ziyaret etmeyi, cenazenin arkasından gitmeyi, aksırana (elhamdulillah demesi halinde) yerhamukellah demeyi, davet edenin davetine icabet etmeyi, selamı almayı, zulme uğramış kimseye yardım etmeyi, yemin vererek senden bir şey isteyenin istediğini yerine getirmeyi emir buyurdu. Bize şu yedi şeyi de yasakladı: Altın yüzüğü (ya da altın halkayı dedi), harir, dibac ve sündüs (denilen) ipek kumaşları giyinmeyi ve at eğerlerinin üzerine ipek minderler koymayı.”19

 Enes bin Mâlik (r.a) dedi ki: “Resûlullah (s.a.s)’in huzurunda iki adam aksırdı. Onlardan birisine yerhamukellah dediği halde, diğerine yerhamukallah demedi. Bundan dolayı ona sebebi sorulunca, o da “Bu, Allah’a hamd etti, bu ise Allah’a hamd etmedi” diye cevap verdi.”20

 Ebû Hureyre (r.a)’dan rivayete göre Resûlullah (s.a.s) şöyle buyurdu: “Sizden biriniz aksıracak olursa ‘elhamdülillah’ desin, kardeşi (yahut arkadaşı) da ona ‘yerhamukellah’ desin. Ona ‘yerhamukellah’ dediği takdirde aksıran da ‘Yehdikumullahu ve yuslihu balekum: Allah size hidayet versin ve halinizi de düzeltsin’ desin.” 21

Ali (r.a)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.s) şöyle buyurdu: “Biriniz aksırdığı zaman ‘elhamdulillah (Hamd Allaha mahsustur)’ desin ve etrafındakiler de ona ‘Yerhamukellah (Allah sana rahmet eylesin)’ diye karşılık versin. Kendisi de etrafındakilere ‘Yehdikumullahü ve yuslihu balekum (Allah size hidayet eylesin ve halinizi düzgün eylesin)’ duasıyla karşılasın.”22

Ebû Hureyre (r.a)’dan rivayete göre Resûlullah (s.a.s) şöyle buyurdu: “Şüphesiz Allah, aksırmayı sever ve esnemekten hoşlanmaz. Kişi aksırıp Allah’a hamd ederse, onu işiten her Müslüman üzerine ona ‘yerhamukellah’ demek bir haktır. Esnemeye gelince, o ancak şeytandandır. Elinden geldiği kadar onu geri çevirsin. Esneyip de ‘haa’ dediği vakit, şeytan ona güler.” 23

 Aksıran Allah’a hamd ettiği takdirde yerhamukellah demek. İbn Dakîki’l-Îd dedi ki: “Emrin zahiri, vücub ifade etmesidir. Ebû Hureyre’nin hadisi de bunu desteklemektedir.”

Buhârî de bir başka yoldan, Ebû Hureyre’den: “Beş şey Müslümanın lehine diğer Müslümanın üzerine vaciptir” deyip, bunlar arasında aksırıp elhamdülillah diyene yerhamukellah demeyi de zikretmektedir. Bu hadis aynı şekilde Müslim’de de yer almaktadır.

İbn Ebî Cemra da şöyle demektedir: “Bizim mezhebimize mensup ilim adamlarından bir topluluk, bunun farz-ı ayn olduğunu söylemişlerdir.” İbnu’l-Kayyim de Sünen haşiyesinde bu görüşün kuvvetli olduğunu belirterek şunları söylemektedir: “Bu hüküm açıkça vacip lafzı ile ona delalet eden ‘hak’ lafzı ile bu hususta anlamı apaçık olan ‘ala’ üzerine lafzı ile vücub için hakikat anlamı ile kullanılan emir sîgası ile gelmiştir. Sahâbî de ‘Resûlullah (s.a.s) bize emretti’ demektedir. Şüphesiz fakihler bütün bunların toplamının bulunmadığı pek çok şeyin vacip olduğunu söylemişlerdir.”

 Başkaları ise, bir kısmın ifa etmesi halinde diğerlerinden düşen kifaye farzı olduğu görüşünü benimsemiştir. Ebu’l-Velîd İbn Rüşd ve Ebû Bekir İbnu’l-Arabî de bunu tercih etmiştir. Hanefîlerle Hanbelîlerin cumhuru da bu görüştedir.

Vücuba delalet eden sahih hadisler ise vücubun kifaye yoluyla oluşuna aykırı değildir. Nevevî el-Ezkâr adlı eserinde şunları söylemektedir: “Aksırma arka arkaya tekrarlanacak olursa, sünnet, ona yerhamukellah demektir. Bundan da aksıran kimseye Allaha hamd etmesi şartıyla üç defadan fazla aksırmadığı takdirde her keresinde aksırana yerhamukellah demenin meşru olduğu anlaşılmaktadır. Bu üç aksırmanın peş peşe olup olmaması arasında da bir fark yoktur. Enes bin Mâlik’in hadisinde zikredilen iki kişinin ismi Taberânî’nin rivayetinde belirtilmiştir. Âmir bin Tufeyl ile erkek kardeşinin oğludur.” Suyûtî, Ebû Dâvûd’un haşiyesinde “Hamd etmeyen kişi Âmir bin Tufeyl’dir. Kâfir olarak ölmüştür” der.

 Aksırınca hamd eden kişi Müslüman ise yanındakilerin ‘yerhamukellah’ demesinin hükmüne gelince âlimler bu hususta değişik görüşler beyan etmişlerdir. Tuhfe yazarı bu görüşleri ayrıntılı olarak beyan etmiştir:

1. Zahiriye mezhebinin cumhuruna göre vaciptir. İbnu’l-Kayyim ve Mâlikîlerden İbn Müzeyyen de bu görüştedir.

2. Hanefîler ve Hanbelîlerin cumhuruna göre farz-ı kifayedir.

3. Mâlikîlerden bir cemaat ve Şâfiîlere göre ise müstehaptır.

Ebû Hureyre hadisinde (bu konuda üçüncü hadistir) İbn Battâl şöyle der: “Cumhura göre bu şekilde dua eder. Fakat Kûfe âlimlerine göre aksıran kişi ‘yağfirullahu lena ve leküm (Allah bize ve size mağfiret eylesin)’ biçiminde dua eder. Mâlik ve Şâfiî ise şöyle demişlerdir: “Aksıran kişi bu iki şekilden dilediği ile dua eder” diye bilgi verilmiştir. Hanefîlerden Tahâvî de Ali (r.a)’ın naklettiği duayı tercih etmiştir.”

“Şüphesiz Allah, aksırmayı sever ve esnemekten hoşlanmaz” hadisi hakkında el Hattâbî dedi ki: “Sevmenin ve mekruh görmenin bu iki fiildeki anlamı, bunların sebepleri hakkındadır. Çünkü aksırmak, bedendeki bir hafiflikten, deri gözeneklerinin açılmasından ve ileri derecede tok olmamaktan ileri gelir. Bu ise esnemenin aksine olan bir durumdur. Çünkü esnemek genelde bedenin dopdolu ve ağır oluş illetinden ileri gelir. Birinci hal ibadet için gayret ve çalışkanlığı, ikincisi ise aksini gerektirmektedir.”

4- HASTA ZİYARETİ

Ebû Musa el-Eş‘arî’den, dedi ki: “Resûlullah (s.a.s): “Aç olana yemek yediriniz, hastayı ziyaret ediniz, esiri esirlikten kurtarınız” diye buyurdu.”24

 

Ebû Hureyre (r.a)’den rivayet edildiğine göre o; ‘Resûlullah (s.a.s) şöyle buyurdu’ demiştir: “Kim hastayı ziyaret ederse gökten bir melek “Güzel ve hayırlı bir iş yaptın. Yürüyüşün güzel ve hayırlı oldu. Kendisine cennetten bir köşk hazırladın” diye nida eder.”25

Ali (r.a) şöyle demiştir: “Ben Resûlullah (s.a.s)’den işittim. Buyurdu ki: “Hasta ziyaretçisi olarak Müslüman kardeşinin yanına varan bir kimse, hastanın yanında oturuncaya kadar cennet meyvelerini kopara kopara (veya cennet meyveleri içinde) yürümüş olur. Oturduğu zaman rahmet onu kaplar. Eğer ziyareti sabahleyin olursa geceleyinceye kadar yetmiş bin melek ona dua ve istiğfar eder. Ziyareti akşam olursa sabahlayıncaya kadar yetmiş bin melek ona dua ve istiğfar eder.”26

Ömer bin Hattâb (r.a)’dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (s.a.s) bana buyurdu ki: “Bir hastanın yanına girdiğin zaman sana dua etmesini kendisinden iste. Çünkü onun duası, meleklerin duası gibidir.” 27

Buhârî “Hasta ziyareti emrinin zahirine dayanarak kat’î şekilde vacip olur” ifadesini kullanmıştır. Müslim’in rivayetinde “Beş şey, Müslümanın Müslüman üzerinde vacip olan hakkıdır” şeklindedir ve bunu da aralarında zikretmiş bulunmaktadır.

 İbn Battâl dedi ki: “Burada emrin aç olana yemek yedirmek, esiri esirlikten kurtarmak gibi kifayet yoluyla vacip anlamında olma ihtimali vardır. Yakınlık bağlarını gözetmek, ülfeti ilerletmek için teşvik olmak üzere mendubluk ifade etme ihtimali de vardır. Ed-Davûdî kat’î olarak birincisini dile getirerek şunları söylemiştir: “Hasta ziyaretinin farz olduğunu birtakım kimseler başkalarından nakledegelmiş bulunmaktadır. Cumhur ise “Hasta ziyareti aslında menduptur ama bazı kimseler dışarıda kalmak üzere bazıları hakkında vaciplik derecesine kadar ulaşabilir” demişlerdir. Nevevî der ki: “Vacip olmadığı üzerinde icmâ vardır.””

Hasta ziyaretinde bulunmanın önem ve ehemmiyetine bakılırsa bugün özellikle muvahhid muttaki Müslümanların birbirilerine sarılma ve istikamet birliğini sağlama noktasında gücü nispetinde yapması gerekir. Hem kardeşlik bağlarını kuvvetlenmesi, hem de cemaat şuuru için önemli bir ameldir.

 5- CENAZEYE KATILMAK

Ümmü Seleme (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre o, ‘Resûlullah (s.a.s) şöyle buyurdu’ demiştir:

“Hasta veya ölünün yanında bulunduğunuz zaman hayır söyleyiniz. Çünkü şüphesiz melekler söylediklerinize ‘amin’ derler.” Ebû Seleme (r.a) vefat ettiği zaman ben, Resûlullah (s.a.s)’in yanına vararak “Ya Resûlullah! Ebû Seleme (r.a) öldü” dedim. Buyurdu ki: “Deki: Allah’ım! Bana ve ona mağfiret eyle. Ve onun arkasından bana salih bir halef ver.” Ümmü Seleme (r. anhâ) demiştir ki: “Ben bunu yaptım. Allah bana ondan hayırlı bir eş verdi. (ki) Allah’ın Resûlü Muhammed (s.a.s)’dir.”28

Ebû Hureyre (r.a)’dan rivayet edildiğine göre o, ‘Resûlullah (s.a.s) şöyle buyurdu’ demiştir: “Üzerinde Müslümanlardan yüz kişinin namaz kıldığı cenaze, mağfiret olunur.”29

Ebû Hureyre (r.a)’dan rivayet edildiğine göre o, ‘Resûlullah (s.a.s) şöyle buyurdu’ demiştir: “Kim bir cenaze namazını kılarsa ona bir kırat (sevap) vardır. Kim cenazenin defin işi bitinceye kadar beklerse ona iki kırat (sevap) vardır.” Sahâbîler “İki kırat nedir?” diye sordular. Buyurdu ki: “İki dağ mislidir.”30

 Arapçada cenaze ve cinaze hem “ölü” hem de “tabut” anlamında kullanılır. İslam literatüründe ölmek üzere olan kişiye muhtazar, ölü için genel olarak yapılması gereken hazırlıklara teçhiz, yıkanmasına gasil, yıkandıktan sonra kefenlenmesine tekfin, tabuta konulup namazının kılınacağı yere ve daha sonra kabrine taşınmasına teşyî, kabre konulmasına da defin denilmiştir.

Hanefî mezhebine göre namazı kılınacak cenazenin Müslüman olması, cesedinin tamamının veya çoğunun mevcut bulunması, yıkanmış veya teyemmüm ettirilmiş olması gerekir.

Ölünün yakınlarına taziyede bulunmak menduptur. Taziye mümkünse üç günden sonraya bırakılmamalı ve tekrar edilmemelidir. Ölünün yakınlarının bu süre zarfında taziyeleri kabul etmek için evde veya başka bir yerde oturup beklemeleri Hanefîlere ve Mâlikîlere göre mübah, Şâfiîlere ve Hanbelîlere göre ise mekruhtur. Taziyenin ölünün defninden sonra yapılması daha uygun bulunmuştur.

Ebû Hureyre (r.a)’dan rivayet edilen hadis zevaiddir. Yüz kişilik Müslüman cemaatin, namazını kıldığı mü’min cenazenin ilahî mağfirete mazhar olacağını müjdeler. Tirmizî’deki Âişe (r. anhâ)’dan merfu olarak gelen rivayette de şöyledir: “Müslümanlardan bir kimse ölüp üzerinde sayıları yüz kişiyi bulan bir Müslüman cemaat namaz kılıp ölüye şefaat ederse (dua ederse) behemehâl Allah Teâlâ onların ölü hakkındaki şefaatini kabul eder.”

Müslümanın cenazesinin şanı yücedir. Bunun hizmeti ile meşgul olana veya cenazeye iştirak edene bol sevap verilir. Cenazeye iştirak etmeye, namazında bulunmaya ve defninin sonuna kadar ayrılmamaya teşvik vardır.

 Hadiste geçen kırat; yarım danıktır. Danık ise; dirhemin altıda biridir. Şu halde bir dirhem altı danıktır ve on iki kırata tekabül eder. Burada kırat kelimesi pay manasında kullanılmıştır. Halk arasında bilinen kırat, kıymetsiz bir ağırlık ölçüsü olduğu için Resûlullah (s.a.s) kastedilen mananın büyük ecir olduğunu belirtmek için, büyük dağ kadar olduğunu ifade etmiştir. Aslında sevap, manevîdir. Maddiyatla anlaşılmaz. Yahut Allah Teâlâ, verdiği sevabı, Uhud Dağı’na benzeyen bir şekle sokar. Ve âhirette hayratın terazisine koydurur.

 

6- KENDİ NEFSİ İÇİN ARZULADIĞINI 

ONUN İÇİN DE ARZULAR

 Enes (r.a)’ten rivayet edilmiştir. Resûlullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiçbiriniz kendisi için sevdiğini (istediğini) (Müslüman) kardeşi için de sevmedikçe iman etmiş olmaz.” 31

Hadiste yer alan ‘iman etmiş olmaz’ sözü ile kastedilen imanın kâmil olmamasıdır. Bir şeyin mükemmel olmadığını belirtmek için o şeyin kendisinin yok olduğunu söylemek Araplar arasında yaygın bir kullanımdır. Nitekim ‘falanca, insan değildir’ sözünü de bu anlamda kullanırlar.

 Şöyle bir soru sorulabilir: “Bu hadiste yer alan özellik bir kimsede varsa, imana ait diğer özellikler olmasa bile o kişi olgun bir mü’min olur mu?”

 Buna şu şekilde cevap verilir: Bu hadiste mübalağa vardır. Yahut da diğer bir rivayette yer alan ‘Müslüman kardeşi’ ifadesi Müslümanın diğer sıfatlarını ifade etmektedir. İbn Hibbân, İbn Ebî Adî yolu ile Hüseyin el-Muallim’den yaptığı rivayette bundan ne kastedildiğini açıklamıştır. Bu hadisin lafzı şöyledir: “Kul kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe imanın hakikatına ulaşamaz.” Buradaki hakikatten kasıt, imanın olgunluğudur. Çünkü bu özelliğe sahip olmayan kişi kâfir olmaz. Böylelikle Buhârî’nin, imanın farklı olabileceği ve bu özelliğin imanın şubelerinden olup tevazu kapsamına dâhil olduğu şeklindeki görüşü ispat edilmiştir.

 Ebu’z-Zinâd b. Sirâc şöyle demiştir: “Hadisin zahiri, kişinin başkası ile eşit olmayı talep etmesini ifade etmektedir. Gerçekte ise bu, başkasını daha üstün tutmak demektir. Çünkü herkes başkasından daha üstün olmayı ister. Kişi bunun benzerini kardeşi için istediğinde, kardeşini kendisinden üstün tutmuş olur. Kâdı İyâz da bunu kabul etmiştir. Oysa bu tartışmalıdır. Çünkü kastedilen bu istekten uzak durmaktır. Hadisin amacı tevazuya teşvik etmek, başkasından daha üstün olmayı istememeye yönlerdirmektir. Bu ise eşitliği gerektirir.”

 Kirmânî şöyle demiştir: “Kendisi için nefret ettiği kötülükten kardeşi içinde nefret etmek de imandandır. Hadiste bu zikredilmemiştir. Çünkü bir şeyi sevmek, zıddından nefret etmeyi gerektirir. Sevgi ile ilgili husus zikredildiğinden nefret zikredilmemiştir.”

Meseleyi toparlayacak olursak; hayatımızın her alanında kendi nefsimize istediğimiz kriterleri kardeşimiz içinde istemek ve bu minval üzere bir yaşantı elde etmekti. Sınıfta kaldığımız konu asıl olan şeyde asla ulaşamamaktır. “Yani amel sözün efendisidir” düsturu gereğince amel etmediğimizdendir. Çünkü ümmet günümüzde hep ayrılıklar diyarının efendisi olmayı tercih ediyor. Bundan dolayı da maalesef dik bir duruş sergileyemiyor. Tefrikaların asıl sebebi budur. Bunu giderebilmek için yazmak, çizmek, süslü şeylerle uğraşmak yerine nefsimizden başlayarak kardeşlerimizi gözetmek ve nefsimize tercih etmeye başlamaktır. Kendi nefsimize tercih etmeye başlanırsa ne olur, birkaç madde ile izah edelim:

1. Hakiki manada imanın lezzeti alınır ve bir vücudun azaları gibi dimdik durur, yıkılmaz.

2. Dimdik bir vücud her bela ve sıkıntıyı yenecek güç ve maneviyatta olur.

3. Engelleri aşan zafere ve nihayetinde cennete kavuşur.

Hayatımızın başı ve sonu Allah’ı razı etmek içindi; araya nefsimizi, şeytanı ve aldatıcıları koyduk. Bu doğrultuda yaşadık ve yenildik, kaybettik, kaybetmeye de devam ediyoruz. Çünkü Müslümanların kanayan yarası kendi nefsinde arzuladığını kardeşi için arzulamamaktadır. Hocanın birisi bu konu ile alakalı vaazında şöyle diyor: “Ey Müslümanlar bugün kendiniz için istediğiniz her şey iki katı ile komşunuza verilecektir. Haydi isteyin bakalım.” Adam bir müddet düşündükten sonra ellerini açıyor ve duaya başlıyor. “Allah’ım bir gözümü kör et. Bir kulağımı sağır et. Bir ayağımı topal et. Bir elimi çolak eyle.” Acı bir tablo ile baş başayız. Bugün de cemaatlere bölünmüş ümmet, devletlere! Bölünmüş ümmetin tablosunu aynı kıssadaki gibi görüyoruz. Sebebi vahyi nefsin istek ve arzuları doğrultusunda yorumlamaktır. Müslüman teslim olan demektir. Biz de bize indirilene ve örnek olarak bırakılana uyalım ve tekrardan o kutlu günlere kavuşalım. Birbirimizin ihtiyacı olan sevinçli gününde -yanımızda olmasını istediğimiz kimseler gibi- yanında olmakla başlayıp, acılı gününde -yanımızda olmasını istediğimiz dost ve akrabanın- yanında olmak ve kendimize istediğimiz duanın aynısı ile ona gıyabında dua etmek, kendimiz teşmit yaptığında aynısı ile karşılık vermek, selam noktasında her kardeşimize güler yüzle varmak ve samimi davranmak ve bunları sırf Allah’ın rızası için yapmak zorundayız. İşte kurtuluş yolu, işte reçete… Tabii isteyene. “Asra yemin olsun ki. İnsanlar zarardadır ziyandadır. Ancak iman edenler, imanlarının gereği salih amel işleyenler ve bir de birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.”

 Doğrular İslam’dan yanlışlar kardeşinizdendir.

Sünen-i İbn Mâce Tercümesi ve Şerhi, c: 4, s: 259, hadis: 143, Haydar Hatipoğlu, Kahraman Neşriyat.

NOT: Zevâid’de şöye denilmiştir: “Ebû Mes‘ûd (r.a)’ın hadisinin isnadı sahihtir. Hadisin aslı Buhârî, Müslim ve başka kitaplarda Ebû Mes‘ûd (r.a)’dan başka sahâbîlerden rivayet olunmuş olarak vardır.

Sünen-i İbn Mâce Tercümesi ve Şerhi, c: 4, s: 260, hadis: 1435, Haydar Hatipoğlu, Kahraman Neşriyat.

NOT: Zevâid’de şöyle denilmiştir: “Bunun isnadı sahih ve ricalı sika zatlardır. Hadis, Buhârî ve Müslim’de mevcuttur. Lakin ifadesi değişiktir.

Sünen-i İbn Mâce Tercümesi ve Şerhi, c: 4, s: 257, hadis: 1433, Haydar Hatipoğlu, Kahraman Neşriyat.

 NOT: Tirmizî ve Ahmed bin Hanbel de bunu rivayet etmişlerdir.

İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî Muhtasar, c: 7, s: 8, hadis: 3326, Polen Yayınları.

Sünen-i İbn Mâce Tercümesi ve Şerhi, c: 9, s: 481, hadis: 3693, Haydar Hatipoğlu, Kahraman Neşriyat.

NOT: Zevâid’de şöyle denilmiştir: “Bunun senedi sahih olup râvileri güvenilir zatlardır.”

Beyhakî (8784, 8785); ed-Dürrü’l-Mensûr fi’t-tefsîr bi’l-mensûr, c: 4, s: 544.

Hâkim et-Tirmizî (2/177) ve Ebû Dâvûd (5197). Sahih hadistir. (bkz: Elbânî, Sahîh, Sünen Ebî Dâvûd, 4328).

Beyhakî (8052, 8961).

Beyhakî (8923).

bn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Beyrut: 1969, c: 3, s: 306.

Sünen-i Tirmizî, Kitâbu’l-İsti’zân, 15, c: 5, s: 62-63, hadis: 2706.

Sünen-i İbn Mâce Tercümesi ve Şerhi, c: 9, s: 484, Hadisten çıkan hükümler, madde: 1, Haydar Hatipoğlu, Kahraman Neşriyat.

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât.

Buhârî, Nikâh, 71-74; Müslim, Nikâh, 103 (1429); Tirmizî, Nikâh, 11 (1098); Ebû Dâvûd, Et Yeme, 1 (3736, 3738, 3739).

İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, c: 8, s: 87,

 Beyrut: 1317.

Sünen-i İbn Mâce Tercümesi ve Şerhi, c: 5, s: 349, hadis: 1913, Haydar Hatipoğlu, Kahraman Neşriyat. Bu hadisi Buhârî, Müslim, Mâlik, Ahmed ve Dârimî de rivayet etmişlerdir.

Sünen-i İbn Mâce Tercümesi ve Şerhi, c: 5, s: 350, hadis: 1914, Haydar Hatipoğlu, Kahraman Neşriyat.

Molla Hüsrev, Dürerü’l-Hükkâm fî Şerhi Ğureri’l-Ahkâm, c: 1, s: 311.

İbn Hacer el Askalânî, Fethu’l-Bârî-Muhtasar, c: 12, s: 309, hadis: 6222, Polen Yayınları.

İbn Hacer el Askalânî, Fethu’l-Bârî-Muhtasar, c: 12, s: 306, hadis: 6221, Polen Yayınları.

İbn Hacer el Askalânî, Fethu’l-Bârî-Muhtasar, c: 12, s: 313, hadis: 6224, Polen Yayınları.

Sünen-i İbn Mâce Tercümesi ve Şerhi, c: 9, s: 507, hadis: 3715. Haydar Hatipoğlu, Kahraman Neşriyat.

NOT: Zevâid’de şöyle denilmiştir: “Bunun senedinde İbn Ebî Leylâ bulunur. Adı Muhammed bin Abdirrahman’dır. Bu râvi zayıftır.

İbn Hacer el Askalânî, Fethu’l-Bârî-Muhtasar, c: 12, s: 311, hadis: 6223, Polen Yayınları.

İbn Hacer el Askalânî, Fethu’l-Bârî-Muhtasar, c: 11, s: 380, hadis: 5649, Polen Yayınları.

Sünen-i İbn Mâce Tercümesi ve Şerhi, c: 4, s: 267, hadis: 1443, Haydar Hatipoğlu Kahraman Neşriyat.

Not: Tirmizî ve İbn Hibbân da bunu rivayet etmiştir.

Sünen-i İbn Mâce Tercümesi ve Şerhi, c: 4, s: 265, hadis: 1442, Haydar Hatipoğlu, Kahraman Neşriyat.

Not: Tirmizî, Ahmed ve Beyhakî de bunu rivayet etmiştir.

Sünen-i İbn Mâce Tercümesi ve Şerhi, c: 4, s: 265, hadis: 1441, Haydar Hatipoğlu, Kahraman Neşriyat.

Not: Zevâid’de şöyle denilmiştir: “Bunun senedi sahih ve ricali sika zatlardır. Ancak hadis munkatı’dır. El-A’lâmî el-Merâsîl’de ve el-Mizzî “Meymun bin Mihran’ın Ömer’den olan rivayetinde kesiklik var” demişlerdir. Nevevî’nin el-Ezkâr adlı kitabında: “Meymun, Ömer’e yetişmemiş” denmiştir.

Sünen-i İbn Mâce Tercümesi ve Şerhi, c: 4, s: 271, hadis: 1447, Haydar Hatipoğlu, Kahraman Neşriyat.

Not: Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî ve Beyhakî de bunu rivayet etmiştir.

Sünen-i İbn Mâce Tercümesi ve Şerhi, c: 4, s: 323, hadis: 1488, Haydar Hatipoğlu, Kahraman Neşriyat. 

Not: Zevâid’de şöyle denilmiştir: “Tirmizî ve Nesâî’de bunun misli Âişe (r.a)’dan gelmiştir. Bu hadisin isnadı sahih olup ricali Buhârî ve Müslim’in ricalidir.

Sünen-i İbn Mâce Tercümesi ve Şerhi, c: 4, s: 389, hadis: 1539, Haydar Hatipoğlu, Kahraman Neşriyat. 

Not: İmam Ahmed ve Kütüb-i Sitte sahipleri de rivayet etmiştir.

İbn Hacer el Askalânî, Fethu’l-Bârî-Muhtasar, c: 1, s: 76, hadis: 13, Polen Yayınları.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul