02 Aralık 2024 - Pazartesi

Son Sayı Başlıkları
Şu anda buradasınız: / DEVLET ELİYLE BALTALANAN TÜRKÇE
DEVLET ELİYLE BALTALANAN TÜRKÇE

DEVLET ELİYLE BALTALANAN TÜRKÇE C. YAKUP ŞİMŞEK

“Beyinler ürperir yâ Rab, ne korkunc inkılâb olmuş:
Ne dil kalmış ne irfan; dil harâb, irfan türâb olmuş...”
Bilen bilir: Mehmed Âkif’in bu beyti böyle değil.
Orijinalindeki “din-îman” kısmını değiştirip “dil-irfan” yaptığım mısrâlar bu hâliyle âdetâ bugünkü dil ve kültürümüzün aynası oluverdi...
Fakat günümüz Türkçesinin perişan hâlini tam olarak anlatmak belki de imkânsızdır. Mehmed Âkif’in şu mısrâları da bu zorluğu anlatır gibidir:
“Şâir olsam yine tasvîri olur bence muhâl,
O perîşanlığı derpîş edemez çünkü hayâl...”
Evet, her ne kadar çok zor görünse de Türkçedeki “perişanlık” şöyle veya böyle ama mutlaka dile getirilmelidir. Çünkü ana dilimiz bugün ölüm kalım meselesiyle karşı karşıyadır.
İşin en vahim yanı da dilimizdeki bu habis hastalığın birileri tarafından sözde sık sık anlatılması, çaresinin bulunduğu hissinin uyandırılması; fakat hep yüzüstü bırakılması ve ana dilimizin böylece “kötüleşen bir kötürüm hâli”yle kalmasıdır.
Türkçe bugün eğer İngilizce ve diğer bazı diller karşısında sürekli geriliyorsa buna en büyük sebep, devlet politikasıyla baltalanmasıdır.
Türkçenin disiplini gittikçe kayboluyorsa ve sözler çoğu zaman belirsiz bir yönü işaret ediyorsa ayarı devlet eliyle oynanıp bozulduğu içindir.
Farkındayım, bunlar büyük iddialar; fakat ne yazık ki doğru...
Kafamızı daraltan, aklımızı körelten, fikrimizi seyrelten ve sözümüzü eğrilten RİT (Resmî İkāmeli Türkçe) hareketi teşhis ve itiraf edilmezse ana dilimiz için faydalı hiçbir iş yapılamaz.
RİT (Resmî İkāmeli Türkçe) Nedir?
“Türkçe konuşan insanlar (millet, kavim, halk, topluluk vd.) tarafından dilin tabîî seyri içinde benimsenip kullanılan dil unsurlarının (ek, kelime, kelime grubu vd.) yerine geçmek üzere -dilin tabîî yapısına ve kānunlarına aykırı olarak- devletin karârı, kuvveti ve faâliyetiyle ikāme edilmiş unsurlarla şekil verilen Türkçe”dir.
TDK tarafından ve resmî metinlerde bu dile “Öz Türkçe”, bu faaliyete “Dil İnkılâbı, Dil Devrimi” vs. denmiştir.
Meseleyi ele alıp dikkatle araştıran kişiler, yakış-tırılan ve yapıştırılan “Öz Türkçe” etiketinin bu dile aykırı durduğunu ve eğreti oturduğunu gör-müşler, bu yüzden farklı adları uygun bularak ileri sürmüşlerdir: “TDK Lehçesi, Uydurukça, Uydurca, Düzme Devlet Dili, Resmî Argo, Devlet Argosu, Kurbağaca, Çitakça” vb.
RİT Dilde Bir Zorlamadır
RİT ismini vererek öne çıkardığım “resmî ikāme” hareketinde -isminden de anlaşılacağı gibi- devlet gücü kullanılmıştır. Kānunlar başta olmak üzere bütün resmî metin ve yazışmalarda geçen binlerce kelime oralardan kaldırılıp yerlerine başkaları konmuştur. Bu “ikāme” kelimeler bilhassa ders müfredat ve kitaplarına yerleştirilmiş, tedrîsat bu kelimelerle yapılmıştır. İlk nesillerin yadırgayıp reddettiği ikāme kelimeler, ikinci, üçüncü nesiller tarafından kanıksanıp benimsenmiştir. Çünkü bu yeni nesiller “eski” kelimeleri neredeyse hiçbir yerde göremez, duyamaz, anlayamaz olmuştur...
RİT kelimelerini diğerlerinden ayırt eden unsur, “ikāme” olması ve bu ikāmede “resmî güç” faktörünün bulunmasıdır. Meselâ “sayrı”nın yerine “hasta”nın yerleşmesinde resmî karar ve güç yoktur; fakat “mekteb”in kaldırılıp yerine “okul”un getirilmesinde vardır.
Değişikliklerde halk iradesinin esas alınmadığı, gün gibi âşikârdır. Devlet, ikāme kelimeleri kānun ve tedrîsat yoluyla yaymıştır.
Birkaç örnek verelim: 1945’te bir kānun çıkarılıp “teşrînievvel, teşrînisânî, kânûnuevvel, kânûnusânî” aylarının isimleri -sırasıyla- “ekim, kasım, aralık, ocak” yapılmasaydı bugün herkes önceki isimleri kullanmaya devam edecekti.
İsmet İnönü, 1940’larda TBMM’nin adını değiştirip “Kamutay” yapmaya karar vermiş; fakat birtakım sebeplerle bu kararından son anda vazgeçmişti. Eğer vazgeçmeyip o yıllarda “TBMM” levhasını indirerek yerine “Kamutay” tabelasını astırmış olsaydı bugünkü meclisimize herkes “Kamutay” diyecekti. TDK “ekvator” yerine 1969’da “eşlek” diye bir karşılık ileri sürmüş; fakat resmî metinlerde yer almayan bu kelime yaşama şansı bulamamıştır. Aynı şekilde “ilbay, ilçebay, saylav, işyar, tepkin” gibi yüzlerce kelime de resmî desteğe mazhar olmadığından bugün kullanılmıyor.
Türkçede pelesenk gibi tekrarlanan şu “tutan kelime / tutmayan kelime” meselesi aşağı yukarı bundan ibârettir: Resmî literatürde yer verilip kullanılan kelimeler “tutmuş”, diğerleri “tutmamış” oluyor.
RİT’in Türkçeye -hatta bütün dillere- aykırı olan tarafı, ikāme kararının millet değil, devlet tarafından verilmiş ve yerine getirilmiş olmasıdır.
Kısacası, Türkçedeki bu büyük değişiklik (kelime ikāmeleri) millî iradeyle değil, resmî irade, ideoloji ve politikayla yapılmıştır. Fakat -istisnalar hariç- hep eksik ve yanlış anlatılmış, “dilin canlı olması îcâbı değişip gelişmesi, nesiller arasındaki fark vb.” diye gösterilmiş, zamanla hakikat kisvesine bürünmüş ve ilim diye görünmüştür.
“Kelimelerin devlet tarafından değiştirilmesi” şeklinde bir müdâhale dile uygun mudur?
Bunu birkaç örnekle soralım:
Devletimiz bütün “sınav”ların adını resmen değiş-tirip “imtihan” yapsa olur mu?
Devletimiz bütün “okul”ların levhasını indirip üzerine “mekteb” yazsa olur mu?
Devletimiz bütün “öğretmen”lerin unvanını değiş-tirip onlara “muallim” dese olur mu?
TBMM’nin ismi bütün resmî literatürde “TBUK: Türkiye Büyük Ulus Kamutayı” yapılsa olur mu?
Evet, devletimiz buna benzer binlerce kelimeyi de-ğiştirse dile uygun bir tasarrufta bulunmuş sayılır mı? Türkçe üzerine çalışan gramerciler, lügatçiler, etimologlar vb. bunun cevabını vermelidirler.
Nasıl Oldu?
Yepyeni esaslar üstüne kurulan T.C. devleti bir karar almıştı: Osmanlı’yı anlatan ve hatırlatan ne varsa üstüne sünger çekilmeli; bunlar görülmemeli, okunmamalı ve böylece hafızalardan silinmeliydi.
Bunu başarmak için en kestirme yol “dil”di. Dili kesilen millet geçmişi anlayamaz, anlatamazdı.
Peki, bu dilin ayarları nasıl değiştirilebilirdi?
Tabii ki genleriyle oynanarak... Peki, Türkçenin genleriyle nasıl oynandı? Devlet tarafından önce harfler değiştirildi. TDK kuruldu, hemen ardından RİT (Resmî İkāmeli Türkçe) faaliyeti başlatıldı.
Harfleri devlet kararıyla değiştirilen bir dilin kelimeleri de devlet gücüyle pekâlâ değiştirilebilirdi.
Nitekim öyle oldu. Yüzlerce, binlerce yıldır milyonlarca, milyarlarca insanın dilinde ve elinde nesilden nesile gelen; onların iradesi, ifadesi ve müsaadesiyle yürüyen Türkçe, 1930’larda hâkim gücün emir-kumanda zincirine bağlandı.
Ataların sözlerine, anaların ninnilerine, genç kızların mânilerine, şâirlerin şiirlerine, âşıkların türkülerine, dervişlerin ilâhîlerine, dertlilerin ağıtlarına kadar yerleşen, onlarla birleşen ve gürleşen binlerce kelimeye “Osmanlıca ve yabancı” yaftası vuruldu. Yerlerine sürü sürü, turfa kelime uyduruldu. TDK’nın 1935’te çıkardığı “Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu”nda 8.752 kelime yer almaktaydı. Vatandaşlara deniyordu ki:
- Ey vatandaş! Osmanlıca-yabancı olan bu 8.752 kelimeyi bırak, yerine bizim istediğimiz öz Türkçe kelimeleri kullan!..Denebilir ki Türkçede mevcut her üç kelimeden biri, 1930’lardan beri resmî metinlerden çıkarılmış, derken sivil literatürde de kullanılmaz olmuş, bunların yerine ikāme sözler dolmuştur.
Türkçede RİT’in Yol Açtığı Hâller
1. RİT Fitne ve Bölünme Sebebi Olmuştur
Dile tabîî yollardan girip yayılan ve onun öz malı sayılan capcanlı kelimelerin yerine -kuru bir inat veya anlaşılmaz bir ısrarla- yerli (!) kelimelerin uydurulup ikāme edilmesi Türkçeye büyük zararlar vermiştir. RİT’in zararı dilde birtakım belirsiz ve kararsız kelimelerin türeyip yayılmasından ibaret kalmamış, insanlar arasındaki fikir ayrılıklarını da artırmış; vatandaşlar arasında “Öz Türkçeci, Batıcı, Osmanlıcacı, Arapçacı; Türkçü, ırkçı, ümmetçi, İslâmcı, ilerici, gerici; sağcı, solcu” benzeri isimler verilen gruplaşma ve kutuplaşmaları besleyen faktörlere -ne yazık ki- ana dilimiz de eklenmiştir. Böylece fikir ayrılıkları, kutuplaşmalar, şiddetli ağız dalaşları ve kalem kavgalarına yol açılmış; bu kavgalar siyâsî ve ideolojik çekişmelere de sık sık malzeme yapılmıştır.
2. Nesiller Birbirinden Kopmuştur
Türkçe 70-80 yılda büyük bir değişikliğe uğratılmış, bu ülkede âdetâ “yeni bir dil” yaratılmıştır. Başka bir dilde 800 yılda ancak görülebilecek değişme, Türkçeye 80 yılda yaşatılmıştır. Nitekim 1930’lardan beri Türkiye’de her neslin kelime hazinesi bir öncekinden farklıdır. RİT ile okutulan, yetiştirilen nesiller babalarının, dedelerinin birçok sözünü anlamıyor. Babalar meselâ “mektep, maarif, muallim” diyordu; fakat RİT gelince evlat ve torunlara “okul, eğitim, öğretmen” dedirttiler.
Prof. Dr. Mustafa S. KAÇALİN, TDK başındayken şu tesbitte bulunmuştur: “Târihinden uzak, kendi târihini okuyamayan, kendi annesinin Türkçesini konuşamayan bir nesil var... ”
3. Yazılı Eserler Tozlu Raflarda
Çürümeye Terk Edilmiştir
Kendi eserlerimizde kullanılan dil kendi çocuk-larımıza öğretilmeyince binlerce eser anlaşıl-maz ve okunmaz olmuştur.
Prof. Mehmet Kaplan der ki:
“Türkiye’de maalesef nesiller, yanlış düşüncelerle, hatta kasıtlı olarak tarihe ve millî kültür kaynaklarına gitmekten menedilmişlerdir. Türkiye’de kültür buhrânının, kısırlık ve taklitçiliğin başlıca sebebi budur. Yazılı eserler Türk ve dünya kütüphanelerinde saklı bulundukları için, istenilse onlara gidilebilir. Kendi çocuklarına yabancı kültürleri öğretmek için tedbir alan bir milletin, kendi kültür eserlerinin dilini onlara yasak etmesi, anlaşılması güç bir durumdur.”
Türkçenin son bin yılında köşe taşları sayılan ustaları gittikçe daha az anlaşılmakta ve bu sebeple her yeni nesle yabancılaşmaktadır. Bu isimlerden bir kısmını hatırlayalım:
Dede Korkut, Ahmed Yesevî, Hacı Bektâş-ı Velî, Yûnus Emre, Âşık Paşa, Karacaoğlan, Niyâzî Mısrî, Pir Sultan Abdal, Fuzûlî, Bâkî, Kâtip Çelebi, Evliyâ Çelebi, Nedîm, Şeyh Gālib, A.Cevdet Paşa, Nâmık Kemal, Ziya Paşa, A.Midhat Efendi, Ömer Seyfeddin, H.Rahmi Gürpınar, H.Ziyâ Uşaklıgil, Tevfik Fikret, Mehmed Âkif, Ahmed Hâşim, Yahyâ Kemâl, M.Şevket Esendal, H.Edib Adıvar, R.Nûri Güntekin, Refik Hâlid Karay, A.Şinâsi Hisar, Peyâmî Safâ, A.Hamdi Tanpınar, Âşık Veysel, Necib Fâzıl, Nâzım Hikmet, Sabahaddin Ali, Said Fâik, Orhan Veli, Câhid Sıdkı...
Türkiye’de her yeni nesil işte bu Türkçe kaynak-larından biraz daha uzaklaştırılıyor.
1920’lerin ve 1930’ların Türkçesi, yani Hâlide Edib Adıvar, Peyâmî Safâ, Sabahaddin Ali, Yâkub Kadri Karaosmanoğlu ve Reşad Nûri Güntekin gibi romancıların; Mehmed Âkif, Yahya Kemal, Ahmed Hâşim gibi şâirlerin dili bugünkü nesiller tarafından “anlaşılmaz” bulunmaktadır. Bu isimlere başkaları da eklenebilir ve denebilir ki 1940’ların, 1950’lerin Türkçesi bile 2020’lerde resmen “eskimiş” hâldedir.
Ciddî biçimde araştırılsa RİT mahsulü garip, acı ve gülünç tablolar ortaya çıkar: Bugünkü Türkçe ve edebiyat hocalarının onda biri bile meselâ Mustafa Kemal’in Nutuk kitabını, Mehmed Âkif’in Safahât’ını -anlamak bir yana dursun- doğru telaffuzla yüzünden bile okuyamaz.
Avrupa, 500-600 yıllık eserlerini hâlâ okuyup anlarken Türkiye 50-60 yaşındaki kitaplarını okuyup anlamaktan mahrum oluyor. Cumhuriyet’in kuruluş yılları şöyle dursun, Adnan Menderes devrinde (1950-1960) yazılıp basılan eserler bile bugün “eski Türkçe” sayılmaktadır.

4. Türkülerimiz Bile Anlaşılmaz Olmuştur
Aşağıdaki gibi yüzlerce türkü sözü yeni nesillerin kulağına epey yabancı geliyor. Burada yalnızca bâzı kelimeler değil, meselâ “vuralar, saralar, süreler; etmezem, katmazam, gitmezem” fiil sîgaları ile “Meğer tabutlara saralar beni / Meğer ferman gele, süreler beni” gibi cümle yapıları da günümüz Türkçesine göre tuhaf ve aykırı gelmektedir. Zîrâ anlaşılmaz hâle getirilen kelimelerden dolayı böyle metinler okunmaz, dinlenmez olmuştur. Birtakım Türkçe ifâde şekilleri de gittikçe hiç duyulmayan, kullanılmayan formlar kategorisine girmektedir. Türküyü yazan ve yakan âşığın ölümü üzerinden henüz yüz sene bile geçmeden...
Alevî bir halk şâiri olan Sıdkı Baba’ya âit bu türkü şudur:
“Siyah saçlarında hâtem yüzlerin
Garib bülbül gibi zâreler beni
Hilâl ebrûların, âhû gözlerin
Tîğ-ı sevdâ ile yaralar beni
Kaşların bismillâh, vechin Beytullah
Seni öz nûrundan yaratmış Allah
Sevmişem ben seni, terk etmem billâh
Aşkın hançeriyle vuralar beni
Dost cemâlin gördüm, âh u zâr oldum
Aşkına düşeli sevdâkâr oldum
Kalmadı mecâlim, bîkarâr oldum
Meğer tabutlara saralar beni
Sıdkı’yam, billâhi terkin etmezem
Gayrı güzellere gönül katmazam
Kovsalar, dövseler burdan gitmezem
Meğer ferman gele, süreler beni”

1935’te TDK’nın “ilk resmî öz Türkçe teşebbüsü” olan Cep Kılavuzlarıyla ikāme hareketine başlarken maksadının ne olduğu hakkında dile getirdiği şu iddiaları doğru çıkmamıştır:
“Cep Kılavuzu, ne dilimizin zengin kaynaklarını daraltmak ne de konuşan ve yazanları zora sokmak kasdiyle ortaya konmıyor. Onun amacı, halk için yazılan yazıların yalnız okuma yazma öğrenmiş olanların da 
kolayca anlıyabileceği bir dille yazılmasına yol göstericilik edebilmektir...
Bu çalışmanın amacı da, yaz dilimizde kullanılan, fakat halkın konuşma dilinde yeri olmadığı için yabancı saylan sözlere öz Türkçe karşılıklar bulmaktır...”
İşte bu “halkın konuşma dilinde yeri olmadığı için yabancı sayılan sözler” ifadesi resmen palavraydı. Çünkü atasözlerinde, masallarda, halk hikâyelerinde, türkülerde geçen kelimeleri bile “halkın konuşma dilinde yeri olmadığı için yabancı sayılan sözler”den sayıp kapı dışarı etmişlerdir.
5. Türkçe Kelime Hazinesi Fakirleşmiştir
TDK, hazırladığı lügatlerle Türkçeyi adamakıllı yoksul bırakmış ve geriletmiştir. 1945’te çıkarttığı “Türkçe Sözlük”, 1901’in Kāmûs-ı Türkî’sinden fakirdi. Şu anki lügatinde belki 100.000’den fazla kelime var; ama bunların büyük kısmı kendi uydurduğu kelimeler, bir kısmı hiç kimse tarafından bilinmeyen tuhaf sözlerdir. Prof. Geoffrey Lewis, Türkçenin TDK sonrasında fakirleşmesine dair şu tesbitte bulunmuştur:
“Osmanlıcanın en billûrlaştığı 19. yüzyıl sonunda kelime hazinesi 120.000 idi. Günümüzün standart sözlüklerinde 30–40 bin kelime ya var ya yoktur. Türkçe fukarâ bir lisan oldu. Kavramlar kelimelerle ifade edilir. Kelimeler azalınca düşünce faâliyeti de zayıflar.”
Geoffrey Lewis, “Trajik Başarı: Türk Dil Reformu” kitabında 1920 ve 1930’ların Türkçesinin yitirildiğini söyler ve ekler:
“Bu yitiriş şimdi, konuşurken veya yazarken gereken mânayı tam olarak karşılayan kelimeyi el yordamıyla arayan, fakat bu kelime Etrüsk dili gibi ölü olduğu ve yerine bir karşılık koyulmadığı için bulamayan her Türk’ü etkilemektedir. Dahası, pek çok yeni kelime Türkçenin kurallarına ve geleneklerine çok az dikkat edilerek veya hiç dikkat edilmeyerek üretildiği için dil hissiyâtına sâhip herhangi bir Türk en azından bu kelimelerin bir kısmını dayanılmaz bulmakta ve bunları kullanmaya veya duymaya katlanamamaktadır...”
Bu tesbitlere eklenecek başka hususlar da vardır.

6. Kelimeler Arasında Mâna Farkları Yok Olmuştur
Kelimelerin birden çok mânası vardı ve ikāme hareketinde bu mânaların her biri için ayrı karşılıklar bulmak, karşılıkları birbirinden ayırt etmek ve birini diğerinin yerine kullanmamak lâzımdı. Bir kelimenin “lafız” (harflerden, seslerden meydana gelen kısmı) ile “mânâ” (mefhum-fehvâ-medlûl-konsept-nosyon) unsurları arasında yüzlerce senede kurulan bağlar ânî ve sun’î olarak sıfırlanıp yeni baştan kurulamazdı. “Kelime ikāmesi” yapanların bizzat kendileri bu zorlukları yaşayanların başında gelmekteydi. Meselâ “durum” kelimesinin 1930’larda “vaziyet, hâl, ahvâl” yerine ikāme edilmesi hakkında Fâlih Rıfkı Atay şunları anlatır:
“Vaziyet sözünün Türkçeye yerleştiği inancında olduğumuzdan lügatte bu kelimeye iki karşılık koymuştuk: ‘Position’ mânasında ‘vaziyet’ kalacaktı. ‘Situation’ karşılığı ‘durum’ kullanacaktık. Siz şu işe bakın: Önceleri alay sözü olarak yazılan ve söylenen ‘durum’ Türkçeden hiçbir zaman çıkmayacağını sandığımız ‘vaziyet’i bütün mânaları ile dilden kovdu...”
Her kelime ikāmesinde hedef şaşma ihtimâlinin olduğu, yalnızca bu “durum”a bakılarak anlaşılabilir.
Fâlih Rıfkı Atay’ın “vaziyet-durum” ikāmesi için yaptığı tesbit, başka ikāmelerde de görülmektedir: İkāme kelimeler, yalnızca yerine kondukları kelimeleri değil, onunla irtibatlı olan diğer kelimeleri de zayıflatmakta veya yok etmektedir. Bu hâl, Türkçe ifadeyi daraltan sebeplerin başında gelmektedir. Meselâ “yazar” kelimesine yapılan müdâhalenin nasıl bir daralmaya yol açtığına bakalım:
Önceden yalnızca “yazı yazabilen” demek olan “yazar” kelimesi, TDK tarafından yeni mânalar yüklenerek 1935’te “edîb, muharrir” yerine konmuştur. TDK 1935’te “edîb, muharrir” yerine ayrıca “yazman” kelimesini; “müellif, musannif” yerine “yazan” kelimesini uygun görmüş ve ileri sürmüştür. Sonra “müellif” yerine de “yazar”ı koyan TDK bugün “yazıcı” kelimesini de aynı mefhum için kullanmaktadır. Netîcede beş kelime (edîb, muharrir, musannif, müellif, münşî) dilden fiilen kalktı ve hepsinin yerine şimdi tek başına “yazar” geçti. Mehmed Âkif’ten bahsederken “İstiklâl Marşı’nın yazarı” diyenler yukarıdaki beş kelimeye “şâir” karşılığını da ekliyorlar.
Beş altı kelimenin yerine yalnızca “yazar” demek, “çakıl, kaya, beton, tuğla, kiremit, mermer, elmas, yâkut, zümrüt” yerine sadece “taş” demeye benzer.
“Yazar” üzerinde yapılan bu oynamalar “yazar” kelimesini asıl (yazı yazabilen) mânasında da kullanılmaz hâle getirmiştir. “Yazı yazmayı bilen, yazı yazabilen” insanların bu yönünü anlatmak için kurulacak olan “Bu adam yazardır” cümlesi bugün yanlış anlaşılır.
TDK 1935’te “yol” kelimesini şu kelimelerin hepsine bedel olarak görmüştür: “sırat, hat; husus, bâb; şer’, şerîat, mezheb, tarîk, tarîkat; nehc, silk; çâre; vesîle, vâsıta; defa.”
Bu örnekler şunu gösteriyor: Türkçenin malı olmuş kelimeler arasındaki küçük büyük mâna farklarını pek gözetmeyen TDK, 10-15 kelime yerine bazen tek bir kelimeyi ikāme etmiştir. Yukarıda verilen misalde “şerîat, mezheb, tarîkat” kelimelerinin TDK tarafından aynı kefeye konduğu görülüyor. Esasen bütün RİT ikāmeleri bu bakımdan ciddî ve ilmî bir şekilde ele alınmalı, mefhumlar arasında ortadan kaldırılan farklar ayrı ayrı tesbit edilmelidir. Bunu en başta TDK yapmalıdır.
Türkçe bugün daha az kelimeyle ve birtakım kelimelerin yerli yersiz tekrar edilmesiyle yazılıp konuşulur hâle gelmiştir. Türkçenin “kelime varlığı” üzerinde düşünüp yazanlar ne yazık ki “kelime darlığı” üstünde pek durmuyorlar.
7. Eski Türk Filmleri ve Gazeteler de
Anlaşılmaz Hâle Gelmiştir
Eski Türk filmlerinde geçen sözlere biraz kulak kabartmak, eski târihli gazetelere şöyle bir göz atmak bile Türkçenin 60-70 yılda baş döndürücü bir hızla değiştiğini görmeye yeter. 1940, 1950 ve 1960’lardan üç gazete manşetine bakalım:
“Demokrat Partisi resmen teşekkül etti.”
“Zühreye peyk atılıyor.”
“Sâbık devlet erkânı nezâret altına alındı.”
Şimdi 70’likler bile bu sözleri okuduklarında belki duraklayıp hafızalarını yoklar ve yarım yamalak anlarlar. Yaşları daha küçük olanların, hele gençlerin bu haberleri anlaması ise imkânsızdır. Çünkü bir cümlede anlaşılmayan tek bir kelime o cümleyi anlaşılmaz hâle getirebilir. Nitekim “Demokrat Partisi resmen teşekkül etti.” cümlesindeki “teşekkül”ü bilmeyen kişi, “Demokrat Partisi bir şey olmuş ama ne?” der. Anladığı kısım da işe yaramaz.
8. Yeni Nesillere Temelsiz 
Bir Türkçe Öğretilmektedir

Yeni nesillerin Türkçesi, yavan metinlerle doldurulmuş ders ve test kitaplarının kelimeleriyle sınırlı... Yeni yazılan roman, hikâye, şiir kitapları da gittikçe fakirleşen bu dille örülmektedir.
Ayrıca, çocuklarımızın bütün istikballerini bağ-ladıkları şu “sınav”lara hazırlamayan kitapları okumak, bugünün şartlarında boş yere yorulmak, vakit kaybetmek demektir: 
ALS, OKS, SBS, TEOG, LGS, ÖSS, ÖYS, STS, YGS, LYS, DGS, ÜDS, YDS, TUS, DUS, YÖS, ALES, KPSS, YÇS, KPDS, TCS, JANA, EKPSS, KBYS, ÜGYS, YDUS, EUS, YKS...
Evet, Türkiye’de bugünün hayatına ve diline büyük ölçüde işte bu gibi testler şekil veriyor. Bu testler de hep daralan bir dil çerçevesi içinde dönüp dönüp belli RİT kelimelerini tekrarlıyor. Aynı kelimeler, gittikçe bütün vatandaşlarımızın zihnine yerleşiyor ve düşünce hayatımıza hâkim oluyor.
9. Sürekli Aynı Kelimeler Tekrarlanıyor
Rastgele okunacak bir yazı ve dinlenecek bir konuşmada aşağıdaki RİT sözlerinin yerli yersiz tekrarlandığı bir ağız kalabalığı ve yavanlık görülür:
“açı, alan, algı, amaç, araç, aşama, atama, belge, bilinç, birey, boyut, eğitim, eleştirmek, etki, etkilemek, etkili, etkinlik, eylem, görev, görsel, ilgi, ilgilenmek, ilginç, odak, odaklanmak, olay, olumlu, olumsuz, oluşturmak, onay, onaylamak, onur, ortam, önem, önemli, önermek, özel, özellik, saldırı, savunmak, sınav, sorumlu, sorun, söylem, süreç, toplum, uygulama, uzman, yazar, yetenek, zorunlu...”
Her kapıyı maymuncuk gibi açtığı sanılan böyle kelimeler Türkçeyle sağlıklı düşünme, anlama, anlatma ve anlaşma; hele tefekkür etme, sanat ve felsefe yapma yollarını daraltıp tıkamaktadır.

Bugün yazılı, sözlü ve sosyal medya mecralarına hâkim olan ve yayılan dil unsurları da bunlara eklenebilir. 
Fakat denebilir ki her türlü medyanın dili aslında RİT dalgasının serpintileriyle gelişip biçim kazanmaktadır.
10. RİT Kelimeleri, Yerinde Kullanılmıyor
RİT kelimelerinin yerinde kullanıldığını söylemek mümkün değildir. Çünkü bunların çoğu -hele mücerret mefhumları ifade edenler- yeri zaten belirsiz ve salıntılı olduğundan “yerinde kullanılma” imkânı bulamaz. Yüzlercesinden yalnızca “süreç” kelimesine dikkat etmek, yersiz ve lüzumsuz kullanışı görmeye yeter. Neredeyse her kelimenin yerine ve her sözle birlikte kullanılan bu kelime bozuk plak gibi söylenir oldu. “Yapılması, olması az çok bir zamana bağlı her türlü fiil, iş, plan, program” için “süreç” denmesi yetmezmiş gibi, zaman ifade eden zarf ve isimlerin yerine de kolayca ve hemen bir “süreç” konuyor: “Önümüzdeki günlerde, aylarda, yıllarda ” demek yerine “önümüzdeki süreçte” demek gibi...
Bu kullanışlar kimse tarafından Türkçe yanlışı veya zayıflığı olarak da görülmemektedir. Hatırlayalım ki “süreç” kelimesinin “eski” karşılığı olan “vetîre” çok az ve yerli yerinde kullanılmıştır. Meselâ “Türkçülüğün Esasları”nda yalnızca bir kere kullanılmıştır, “Nutuk”ta ise hiç geçmez. Oysa bugün “Nutuk” hacminde bir kitap yazılacak olsa içinde “süreç” kelimesi yüzlerce kez tekrarlanır. Bunun sebebi hakkında dilciler hiç kafa yormaz.
Neticede RİT kelimeleriyle daha çok konuşuyoruz; fakat eksik-yanlış anlatıyor, yarım yamalak anlıyor ve zor anlaşıyoruz.
Bu gerçeğin devlet ve TDK tarafından görülmesi artık şart olmuştur.
Öz Türkçecilik Türkçeye Aykırıdır
Türkçenin ve aslında hiçbir dilin saf olamayacağı ayan beyan ortadadır, inkârı mümkün olmayan bir hakikattir. Yahya Kemal’in dediği gibi, “Her dil diğer bir dilden tahrif edilmiştir.” Dillerden dillere kelime geçişleri de her zaman görülmüş, hatta bu yolla yeni lisanlar meydana gelmiştir. “Dil Denen Mûcize” kitabında Prof. Walter Porzig, bu hususta şunları yazar:

“Bazen aktarmaların sayısı öylesine büyüktür ki bu kelimelerin sayısı yerli kelimelerle aynı olur veya onu geçer. Ayrıca, sadece kelime hazinesiyle sınırlı kalmazlar, kelime yapımı ve cümle kuruluşu vâsıtalarını da kapsarlar. Böyle durumlarda karma diller (Mischprachen) adını verdiğimiz diller ortaya çıkar...”
Prof. Walter Porzig, bugün “dünyanın en itibarlı dili” olan İngilizcenin “târihî bakımdan en mühim karma dil” olduğunu kaydeder ve bu dilin nasıl sonradan meydana geldiğini anlatır.
TDK’nın 1959 yılında neşrettiği “Türk Dilinde ve Başka Dillerde Özleşme” adlı broşürde İngilizcenin bu cephesi hakkında detaylar vardır:
“İngilizce, yabancı dillere karşı kapılarını en çok açmış olan bir dildir. Kelime hazinesinin % 75’i Latin, % 25’i Cermen asıllıdır. Latin asıllı olanlar edebî dilde, Cermen asıllı olanlar ise halk ağzında yaşamaktadır...”
İngilizceye mâl olan bu Latin ve Cermen asıllı kelimeleri dilden atmak gibi bir düşünce İngilizlerde olmamış, “öz İngilizce” gibi bir maceraya onlar kapılmamıştır. Ya İngilizler, Fransızlar, Almanlar vs. büyük bir hata yapmışlardır ya bizim öz Türkçeciler yanlış yola sapmışlardır.
Dilimiz ve düşüncemiz düzelmedikçe de bunlara bağlı hiçbir şeyin düzenli işlemesi mümkün değildir.
Konfüçyüs’ün o meşhur ve hikmetli sözü aslında tam bu hâli anlatıyor:
“Bir memleketin idâresini ele alsaydım yapacağım ilk iş, hiç şüphesiz, dilini gözden geçirmek olurdu. Çünkü dil kusurlu ise kelimeler fikirleri ifade edemez. Fikirler ifade edilmezse vazife ve hizmetler gereği gibi yapılamaz. Vazife ve hizmetin gereği gibi yapılamadığı yerlerde âdet, kāide ve kültür bozulur. Âdet, kāide ve kültür bozulursa adâlet yanlış yollara sapar. Adâlet yoldan çıkarsa şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar mühim değildir.”
Türkçenin Kurtulması İçin Alınacak Tedbirler
1. TDK, 1932’den beri işlediği bütün hatalarını -şimdi boynunun borcu olarak- açıkça itiraf ve telafî etmelidir. Resmî ideolojiye ve politikaya sürekli âlet olan bu müessese, artık sadece dilin tabiî kānunlarına uymalıdır. Cumhuriyet’in başlarında ideolojik sâiklerle kurulmuş olan TDK, genlerine kadar işlemiş virüslerden artık kurtarılmalı ve -tabiri câizse- yeni baştan kurulmalı; hiçbir iktidarın siyâsî fikirlerine göre hareket etmeyecek bir hükmî şahsiyete kavuşturulmalıdır.
2. 1932 yılında Türkçenin yazı dilinde mevcud olan fakat daha sonra TDK eliyle ve devlet gücüyle kānunlar başta olmak üzere resmî metinlerden kaldırılan bütün kelimeler yeniden resmî metinlere konmalıdır. Bu hususta TDK diğer devlet kademelerine öncü olmalı, o kelimeleri “Türkçe Sözlük” ve “Yazım Kılavuzu” başta olmak üzere kendi kitaplarının tamamında kullanmaya başlamalıdır.
3. TDK’nın bir zamanlar uydurduğu ve şu an hiç kullanılmayan kelimeler TDK lügatlerinden ayık-lanmalıdır: açınlayım, anıklık, ansal, ayrıç, ayrıt, ayrıtsal, başal, bağıtlı, baysal, biçe, bilit, bulunak, dalınç, deyibiçim, erey, kanıtsav, kayra, önerti gibi.
4. Başta “Türkçe Sözlük” olmak üzere TDK lügatleri âdetâ yeniden yazılmalıdır. Hiç olmazsa bunlar ciddî bir kontrolden geçirilmeli; acemilik, ihmal, dikkatsizlik, özensizlik, düzensizlik, sehiv ve noksanlık gibi bütün kusur ve hatalardan kurtarılmalıdır.
5. Redhouse, Kāmûs-ı Türkî, Büyük Türk Lügati, Resimli Türkçe Kāmus gibi lügatler TDK internet sitesinde orijinal hâlleriyle hizmete sunulmalıdır.
6. Türkçe, Türk Dili ve Edebiyatı ders müfredatları yeni baştan yazılmalıdır. Türkçenin temel eserlerinin okutulması, bu müfredat ve tedrîsâtın esasını teşkil etmelidir. Bütün bir Maârif sisteminde (ana sınıflarından üniversiteye, yüksek lisans ve doktoraya kadar tedrîsâtın her basamağında) Türkçenin yazılı ve sözlü temel eserleri adamakıllı okutulmalıdır. Tedrîsâtın her seviyesi için ayrı ayrı tesbit edilip uygun görülecek eserler Türkçe, edebiyat vb. dersleri başarmak ve sınıf geçmek için baraj olarak konmalıdır. Yapılacak resmî imtihanlarda bu eserlerden seçilmiş paragraflar, cümleler, şiirler temel metin olmalı ve sorulmalıdır.
RİT, Türkçenin en büyük çıkmazıdır. Bu çıkmazdan çıkamazsak Türkçe kan kaybetmeye devam edecektir.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul