18 Temmuz 2025 - Cuma

Şu anda buradasınız: / İSLÂM İKTİDAR OLURSA!
İSLÂM İKTİDAR OLURSA!

İSLÂM İKTİDAR OLURSA! MUHAMMED İSLAMOĞLU

“O, yarattığını bilmez mi? O, Latîf’tir, Habîr’dir. Sizin için yeryüzüne boyun eğdiren O’dur. Şu hâlde onun omuzlarında yürüyün ve O’nun rızkından yiyin. Sonunda gidiş O’nadır.”1 diye buyurur, cinleri ve insanları yalnızca kendisine ibadet etsinler diye yaratan,2 yaratmak ve emir, hiçbir ortağı olmaksızın O’na mahsus3 ve hükmünde kimseyi ortak etmeyen4 Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ!
Hamd, yalnız ve yalnız O’nadır,5 mülk, O’nundur!..6
Yegâne İlâhımız Allah Teâlâ, yarattığı insan kullarına soruyor:
“Nasıl oluyor da Allah’ı inkâr ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi O diriltti, sonra sizi yine öldürecek, yine diriltecektir ve sonra O’na döndürüleceksiniz. Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O’dur. Sonra göğe yönelip (istivâ edip) de onları yedi gök olarak düzenleyen O’dur. Ve O, her şeyi bilendir.”7
“Bundan sonra yeryüzünü serip döşedi.
Ondan da suyunu ve otlağını çıkardı.
Dağlarını dikip oturttu.
Size ve hayvanlarınıza bir yarar (metâ) olmak üzere.”8
“Yere gelince, onu da (yaratılmış bütün) varlıklar için alçalttı, koydu.
Onda meyveler ve salkımlı hurmalıklar var.
Yapraklı taneler ve güzel kokulu bitkiler.
Şu hâlde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?”9
Kendisinden başka Rabler edinmesinler, yalancı ve sahte ilâhlara kulluk yapmasınlar, Rabb, Melik ve İlâh olarak yalnızca kendisini kabul edip iman ederek emrolundukları şekilde kulluk yapsınlar diye yarattığı insan kullarının rızkını verdiğini ve vereceğini buyuruyor Allah Azze ve Celle:
“Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. Onun karar (yerleşik) yerini de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. (Bunların) tümü apaçık bir Kitab’da (yazılı)dır.”10
“Şüphesiz senin Rabbin, rızkı dilediğine –genişletir- yayar ve daraltır. Gerçekten O, kullarından haberi olandır, görendir. Yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin, onlara ve size Biz, rızık veririz. Şüphesiz onları öldürmek, büyük bir hatâ (suç ve günah)dır.”11
“Kendi rızkını taşıyamayan nice canlı vardır ki, onu ve sizi Allah rızıklandırır. O, işitendir, bilendir.”12
Hiç şüphesiz hakikat bu iken, “er-Rezzâk” Allah Teâlâ’yı tanımayan, inanmayan ve kendilerine bildirildiği hâlde inadlarından dolayı reddeden küfür ve şirk cephesinin mensupları, yeryüzünde bozgunculuk yapıyor, çoğalan insan sayısından dolayı dehşete düşüyor, yiyecek ve içeceklerin bu insanlara yetmeyeceği iddiasıyla birçok şeytanî planlar ile tuzaklar kuruyor, böylece insanların sayısını azaltmak istiyorlar... Doğum kontrolü önlemleriyle, mikroplar ve virüsler yayarak hastalıklar gündeme getirerek, ölüm oranlarının çoğalmasını hedefliyorlar... Bu insanlık düşmanı olan modern vahşîler, ellerindeki teknolojik imkânlarını kullanarak vahşeti gerçekleştiriyor, kötülüklerin her türlüsünü yeryüzüne yayıp zulümlerini güncelleştiriyorlar... Başrollerde olan süper vahşî devletler ve ülkeler, yeryüzünde yaşayan insan kitleleri arasında yapay bir korku oluşturup sömürdükleri uşak yönetimleri cellatlık vazifesi ile memur kılarak, şeytanî hedeflerine ulaşmak çabasındadırlar...
Bu modern vahşî saldırıları engelleyecek, onların kötülüklerini önleyecek, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıracak bir gücün olmayışı, onların yeryüzünde hevâ ilâhlarının kulları olarak rahatça arzularını gerçekleştirmelerini sağlamaktadır...
Selefleri “Firavun” gibi, yeryüzünde yaşayan insanlara, onların rableri ve ilâhları olduklarını hâlleriyle beyân ederken, kendilerinden başka ilâh arayanları şiddetli cezâlara çarptıracaklarını ilan etmekteler... Kim veya kimler, onların emir ve yasaklarını dinlemez, onlara itaat etmez ve başkaldıracak olursa, terörist olarak kabul edilip cezâlandırılmaktadırlar... Yeryüzünü insanları, hayvanları, bitkileri, nehirleri ve denizleriyle ifsâd eden bu bozguncular, kendilerine mutlak itaat istemekte, insanları zevklerine uygun sevk ve idare etmek arzusundadırlar...
Selefleri “Firavun”, yönetimi altındaki Mısır halkına şöyle sesleniyordu:
“Firavun dedi ki: ‘Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilâh olduğunu bilmiyorum.”13
“(Firavun) sonunda (yardımcı) güçleri topladı, seslendi.
Dedi ki: ‘Sizin en yüce rabbiniz benim.”14
“(Firavun, Mûsâ’ya) dedi ki: ‘Andolsun, benim dışımda bir ilâh edinecek olursan, seni mutlaka hapse atacağım.”15
Müstekbir ve azgın tağut Fir’avn, Allah tarafından yaratılmış bir insan olduğunu unutmuş, Allah’a kul olması gerekli iken, hevâ ilâhının kulu olmuş ve kendisinin yönetimdeki ülke halkının rabbi ve ilâhı olduğunu iddia etmiştir...
Yegâne Rabbimiz, Melikimiz ve İlâhımız Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:
“Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı.”16
“Çünkü o, bozgunculardandı.”17
“Böylelikle kendi kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Gerçekten onlar, fasık olan bir kavimdi.”18
Allah’tan başka ilâhlar ve rabler edinip onlara tapan câhiliyye halkı olan Mısır ülkesinde yaşayan insanlar, Firavun’un kendilerini küçümsemesini ve onların rabbi olduğunu, kendisinden başka ilâh olmadığı iddiasını kabul edip bu korkunç zulme boyun bükmüş, razı olmuşlardı... Zalimlerin zulmüne rıza gösteren mazlumlar, zalimler kadar suçludur... Çünkü mazlumlar, zalimlerin zulmüne rıza göstermeseydi zalimler, zulümlerini gerçekleştirecek bir ortam bulamazlardı!..
Allah Teâlâ’nın indirdiği hükümlerle hükmetmeyen ve Allah’ın hükümlerinin ülkelerinde uygulamasını yasaklayıp cezâlandıran zalim tağutlar, güçlerini, kendilerini ilâhlık makamına çıkaran, yani onlara kanun koyma, yasama, yargı ve yürütme yetkisi veren yönettikleri halktan almaktadırlar... Yönettikleri halkları, onları rablık makamına oturtmuş, onlara her türlü emniyeti ve desteği sağlayarak dokunmaz kılmışlardır... Çağdaş Firavunlar ve halklarının bu konumda olduğu malumdur!..
Yegâne kanun koyucu Âlemlerin Rabbi ve İlâhı Allah Teâlâ, günümüzün Firavunların selefi olan “Fir’avn”a ve onu kanun koyucu yapıp kendisine kul olan yönettiği halkına, kulu ve Rasûlü Mûsâ (a.s.) ile Hârûn (a.s.)’ı, mucizeleri ve hükümleriyle gönderip uyararak, bâtılı terk edip hakka dönmelerini emretmiştir:
“(Allah dedi ki:) ‘Sağ elindeki nedir ey Mûsâ?’
(Mûsâ) dedi ki: ‘O, benim âsâmdır, ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim, onda benim için daha başka yararlar da var.’
(Allah) dedi ki: ‘Onu at ey Mûsâ!’
Böylece, onu attı, (bir de ne görsün) o, hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).
(Allah) dedi ki: ‘Onu al ve korkma. Biz onu, ilk durumuna çevireceğiz.
Elini, koltuğuna sok. Bir hastalık olmadan, başka bir mucize (ayet) olarak bembeyaz bir durumda çıkar.
Öyle ki, sana büyük mucizelerimizden (birini) göstermiş olalım.
Firavun’a git, çünkü o, azmış bulunuyor.”19
“(Allah dedi ki:) ‘Seni, kendim için seçtim.
Sen ve kardeşin âyetlerimle gidin ve Beni zikretmede gevşek davranmayın.
İkiniz Firavun’a gidin. Çünkü o, azmış bulunuyor.
Ona yumuşak söz söyleyin. Umulur ki öğüt alıp düşünür veya içi titrer korkar.’
Dediler ki: ‘Rabbimiz, gerçekten onun bize karşı taşkın bir tutum takınmasından ya da azgın davranmasından korkuyoruz.’
Dedi ki: ‘Korkmayın, çünkü Ben sizinle birlikteyim, işitiyorum ve görüyorum.
Haydi, ona gidin de deyin ki: Biz, senin Rabbinin elçileriyiz. İsrâiloğulları’nı bizimle birlikte gönder ve onlara (artık) azap verme. Sana, Rabbinden bir ayetle geldik. Selâm, hidayete tâbi olanların üzerine olsun.
Gerçekten bize vahyolundu ki: Doğrusu azap, yalanlayan ve yüz çevirenlerin üstünedir.”20
O günün Firavun’u, egemen olduğu Mısır’da korkunç zulümler etmekte, nesli yok etmeye gayret göstermekte21 ve her türlü bozgunculuğu yapmaktaydı:
“Gerçek şu ki Firavun, yeryüzünde (Mısır’da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü. Onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.”22
Egemen zalim tağut Firavun, halkını küçümsemesi, onların kendisini rablık ve ilâhlık makamında görüp itaat etmesi, şirk cephesinin tarih boyunca değişmeyen karakteri olduğu malumdur... Câhiliyye toplumları, birbirine tapınırlar... Bazıları ilâhlık ve rablık makamında, diğerleri ise onlara ibadet eden, yani koydukları kanunlara itaat edip boyun bükerek razı olanlardır... Dolayısıyla “Hak Din İslâm”ın dışındaki bütün ideolojilerde, yani bâtıl dinlerde durum böyledir... Komünizm, kapitalizm, sosyalizm, faşizm, laism, demokrasi gibi bâtıl dinlerin egemen olduğu bütün câhiliyye toplumlarında, halkın bazıları kanun koyucu, çoğunluğu ise bu kanunlara itaat ediciler olarak, birbirlerine tapanlardır... Câhiliyye düzenlerinde kanun koyucu yöneticiler, ilâhlaştırdıkları hevâlarının isteklerini yasa hâline getirir, Âlemlerin Rabbi Allah’ın helâl kıldıklarını, yani insan kulları için serbest bıraktıklarını yasaklar, Allah’ın haram kıldıklarını, yani insan kulları için, başta şirk ve küfür olmak üzere yasak ettiklerini serbest bırakır ve yasallaştırarak, devlet güvencesine alır, karşı çıkanları cezalandırırlar... Maddî ve manevî otoriter güç olup toplumu böyle yöneten kanun koyuculara itaat edenlerin, onları rabler ve ilâhlar edindiğini beyân eden Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Onlar (Yahudi ve Hristiyanlar), Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rabler (ilâhlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar, tek olan bir İlâh’a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka ilâh yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden yücedir.”23
Abdullah b. Abbas (r.anhumâ) şöyle der:
-Hahamlar ve papazlar, Yahudi ve Hristiyanlara, kendilerine secde etmelerini emretmemişlerdir. Fakat onlar, Allah’ın emirlerine aykırı emirler vermişler, onlar da bu emirleri tutmuşlardı. Bu sebeple Allah, hahamları ve papazları “rabler” diye isimlendirmiştir.24
Ebû Bahterî bildiriyor:
Huzeyfe, Yüce Allah’ın:
“Onlar, Allah’ı bırakıp ahbârı (bilginlerini) ve ruhbânı (rahiplerini) rabler (ilâhlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de.” (Tevbe, 9/31) buyruğunu açıklarken:
-Bunlar, söz konusu kişilere ibadet etmezlerdi, ancak Allah’a isyan olan işlerde onlara itaat ederlerdi, demiştir.25
Abdullah b. Abbas (r.anhumâ)’nın ve Huzeyfe b. el-Yemân (r.anhumâ)’nın açıklamalarından da apaçık anlaşıldığı gibi, Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’nın emirlerine, yani kanunlarına aykırı kanunlar koyan egemenlere itaat edenler, onları kendilerine rab ve ilâh edinmişlerdir...
Meşhur müfessirlerden Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (rh.a.) şöyle diyor:
“Herhangi birini rab edinmiş olmak için behemehal ona ‘rab’ adını vermiş olmak şart değildir. Allah’ın emrine uygun olup olmadığını hesaba katmayarak, onun emrine uymak ve özellikle de dinin hükümlerine ait hususlarda onu kural koymaya yetkili sanıp ne söylerse, ne emrederse doğru farz etmek, ona uyduğu zaman Allah’ın emrine ters düşeceğini düşünmeden hareket etmek, onun emirlerini taparcasına yerine getirmek, onu rab edinmek ve ona tapmak demektir.”26
Yegâne hayat önderimiz ve örneğimiz Rasûlullah (s.a.s.), Adî b. Hâtim (r.a.)’ın sorusuna verdiği cevabında onların, ahbârı ve ruhbânı rab edinme anlayışlarını apaçık bir şekilde beyân buyurmuş, Allah’ın hükümlerine aykırı koydukları kanunlara itaat edenler, onlara ibadet ettiklerini bildirmiştir...27
Meşhur müfessirlerden Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (rh.a.)’ın yerinde tesbitiyle:
“Daha sonra bu rablık imtiyazı, ruhban sınıfının elinden çıkmış, parlamenterlere geçmiştir.”28
Firavun’un, Mısır ülkesinde kurmuş olduğu devleti ve düzeni, laik-demokratik ve parlamenter bir sistemdi... Kendisi, devlet başkanı sıfatıyla parlamentosundan, Allah’ın kulu ve Rasûlü Mûsâ (a.s.)’ı öldürmek için izin istemiş, böyle bir karar çıkması talebinde bulunmuş ve buna sebep olarak da Mûsâ (a.s.)’ın onların dinini, yani düzenlerini değiştireceğini göstermişti!..
“Firavun dedi ki: ‘Bırakın beni, Mûsâ’yı öldüreyim de O (gitsin) Rabbine yalvarıp yakarsın. Çünkü ben, sizin dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesâd çıkarmasından korkuyorum.”29
Yeryüzünü ifsâd eden bozguncular, yeryüzünü insanıyla, hayvanıyla, bitkisiyle, göl, nehir ve deniziyle ıslah etmek, kulları, kullara kul olmaktan kurtarıp hürriyetlerine kavuşturarak Âlemlerin Rabbi Allah’a kul olmalarını sağlamaya çalışan muvahhid mü’minlere karşı aynı karakterdeki tavrı sergilemektedirler... Dünkü Firavun ile bugünkü halefleri arasında zaman ve vatan farkından başka hiçbir fark yoktur!..
Hangi çağda ve dünyanın hangi bölgesinde olursa olsun, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, insanların hürriyetlerini ellerinden alıp onları köleleştirmek, insan kulları, yegâne Rabb ve İlâh Allah Teâlâ’dan uzaklaştırmak, O’nun hükümlerinin yerine kanunlar koyup insanların benimseyerek uygulamalarını sağlamak üzere egemen olanların durdurulması ve bu zulümden el çekmelerinin gerçekleştirilmesi için ciddî, samimî ve çok güçlü bir otoriteye ihtiyaç vardır!.. Bu güç sahibi otorite, ancak İslâm’ı egemen kılacak Rasûlullah Muhammed (s.a.s.)’in ümmetinin iktidarıdır... Bu iktidar, ânın vacibidir!..
Emiru’l-mü’minin İmam Osman b. Affan (r.a.)’ın beyanıyla:
“Allah, Kur’ân’la kaldırmadığı pek çok kötülüğü sultanla kaldırır.”30
Yeryüzünü bozguncu zalimlerden kurtaracak olan güçlü ve yetkili otoriteyi, bu imkân sahibi sultanı şöyle beyân buyurur Allah Teâlâ:
“Allah, kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Azîz olandır.
Onlar ki, yeryüzünde kendilerini yerleştirir, iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekâtı verirler, ma’rufu emrederler, münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah’a aittir.”31
Yeryüzünü ıslaha çalışan ve Allah’ın dininin egemen olmasına gayret edenlere, Allah’ın yardım etmesi bir hak olmuştur:
“Ey iman edenler, eğer siz Allah’a (Allah adına İslâm’a ve Müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır.”32
“İman edenlere yardım etmek, bizim üzerimizde bir haktır.”33
Fahruddin er-Râzî (r.a.), “Mefâtîhu’l-Gayb” adlı meşhur tefsirinde “Allah’a yardım” konusunu açıklarken şunları kaydeder:
“Bazı kimseler bu ifadeye, ‘Allah’ın dinine yardım etmek maksadıyla cihadı can u gönülden kabul ederek ona yardım edene, muhakkak ki, Allah yardım eder’ mânasını verirken, diğer bazıları, ‘hayır, bu ifadeyle, Cenâb-ı Hakk’ın dinine diğer emirlerini de yerine getirenler kastedilmiştir’ demişlerdir. Onlar, bu açıklama ve tefsirleri, Allah’a hakikî mânada yardım etmek mümkün olmadığı için yapma cihetine gitmişlerdir.
Binaenaleyh, Allah’a yardım ile O’nun dinine yardım etmek, mânası kastedilmiştir. Bu, tıpkı ‘Allah’ın dostları’, ‘Allah’ın düşmanları’ ifadelerinde yapılan açıklamalar gibidir. Cenâb-ı Hakk’ın, ‘yardım edenlere, muhakkak ki Allah da yardım eder’ ifadesinde, hâli ve durumu böyle olan kimselere, İlâhî yardım vaadi bulunmaktadır. Allah’ın kuluna yardım etmesi ise, muzaffer olanın, deliller ve beyyineleri açıklayanın, bilgi, irfân ve taat kazanma hususunda yardım talep edenin o olabilmesi için, onu düşmanları karşısında desteklemesidir. Yine bu ifade, İlâhî yardımın ve zaferin kendisine va‘dolunmuş olmasından dolayı cihada teşvik bulunmaktadır.”34
Allah Teâlâ, kendisine, yani dini olan İslâm’a ve mü’min Müslümanlara yardım edenlere yardım edip onları muzaffer kılarak yeryüzünde kendilerine güç ve imkân vererek iktidar yapınca, yeryüzü ıslah edilir, barış ve huzur sağlanır... Yeryüzünde Allah’ın yardımıyla iktidar olan katıksız iman sahibi muvahhid mü’minlerin olmazsa olmaz ve kendilerinde devamlı bulunan dört özellikleri bulunmaktadır:
1- Dosdoğru namazı kılarlar, yani bedenî olan bütün ibadetleri emrolundukları gibi dosdoğru yerine getirir, Rasûlullah (s.a.s.)’in sünneti üzere gerçekleştirirler...
2- Zekâtı verirler, yani malî olan her türlü emrolundukları ibadeti yapar, haramdan sakınır, helâlden kazanır ve Allah yolunda harcarlar...
3- Ma‘rufu emreder, yan Allah ve Rasûlü’nün emrettiği iyilikleri, güzellikleri ve hayırlı şeylerin yeryüzünde yaşaması için yaptırım güçlerini kullanarak gündeme getirir, devamını sağlarlar...
4- Münkerden sakındırırlar, yani her türlü kötülüğü, haram, günahı yasaklar, onlara gidecek bütün yolları kapatır, buna rağmen münkeri işleyenlere hak ettikleri cezayı verir, bu konuda yaptırım uygularlar...
Ebu’l-Âliye (rh.a.) şunları söyler:
-İyiliği emretmeleri, insanları, bir tek olan ve ortağı bulunmayan Allah’a kulluk etmeye davet etmeleridir. Kötülükten nehyetmeleri de şeytan ile putlara ibadetten sakındırmalarıdır.35
Zeccâc (rh.a.) şöyle demiştir:
-İşte bu, (Allah’ın) kendisine yardım ettiği kimselerin özellikleridir. “Yeryüzünde bir iktidar imkânı” buyruğu ise, düşmanlarına karşı Biz onlara yardımcı oluruz ve nihayet ülkelere egemen ve otoriter olurlar.
Katâde (rh.a.) ise şöyle der:
-Yüce Allah’ın kendilerine yardımda bulunduğu kimseler, Rasûlullah (s.a.s.)’in ashabıdır.
Hasan el-Basrî (rh.a.) ise, Allah’ın kendilerine yardımda bulunduğu kimselerin “bu ümmet” olduğunu ifade eder.36
Zeyd b. Eslem (r.a.) şöyle demiş:
-Onları, Medine’de yerleştirdiğimiz zaman farz olan namazları kılar, farz kılınan zekâtı verirler. La ilâhe illallah sözünü emreder, Allah’a şirk koşmaktan sakındırırlar. Bu yaptıklarının karşılığı ve mükâfatı da Allah katındadır.37
Rabbimiz Allah Azze ve Celle’nin:
“Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz, ma‘ruf (iyi ve İslâm’a uygun) olanı emreder, münker (kötü) olandan sakındırır ve Allah’a iman edersiniz.”38 diye özelliklerini beyân buyurduğu Aziz İslâm Milleti, yeryüzünde güç ve kuvvet sahibi iktidar makamına getirildiğinde, bütün iyilikleri, güzellikleri, hayırları, huzuru ve barışı içinde barındıran “Tevhid”i emreder, bütün kötülüklerin, çirkinliklerin, kavgaların, kargaşanın, huzursuzluğun, mutsuzluğun ve savaşın anası, en büyük zulüm olan şirki her çeşidiyle yasaklar... İslâm, huzurdur, barıştır, mutluluktur, kardeşlik, dostluk ve kurtuluştur... Yeryüzünde fitneyi yok etmiş olan iktidardaki İslâm Milleti’nin varlığı ile şirk milleti bütün gücünü kaybeder, yok olur ve tarihin çöplüğüne atılır... Tevhid’in egemen oluşu huzur ve barışın hayat buluşu ile dünya üzerindeki insanlar, hayvanlar, bitkiler rahata kavuşur, zulüm ve sömürüden eser kalmaz...
Allah’ın insan kulları, yaratılışların gayesi olan “yalnızca Allah’a ibadet etmek” hürriyetine kavuşmuş, kullar, kullara kul olmaktan kurtularak, “yaratmak ve emir ancak kendisine mahsus olan” yegâne Rabb ve İlâh Allah Teâlâ’ya kul olmuş bir dünyada hayat yaşamaya değer!..
“Allah’tan içi titreyerek korkan öğüt alır-düşünür”39
Mülk, 67/14-15.
Bkz. Zâriyât, 51/56.
Bkz. A‘râf, 7/54.
Bkz. Kehf, 18/26.
Bkz. Fâtihâ, 1/2.
Bkz. Mülk, 67/1.
Bakara, 2/28-29.
Nâziât, 79/30-33.
Rahmân, 55/10-13.
Hûd, 11/6.
İsrâ, 17/30-31.
Ankebût, 29/60.
Kasas, 28/38.
Naziât, 79/23-24.
Şu‘arâ, 26/29.
Yûnus, 10/83.
Kasas, 28/4.
Zuhruf, 43/54.
Tâhâ, 20/17-24.
Tâhâ, 20/41-48.
Yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helâk etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez.
Ona: ‘Allah’dan kork’ denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter, ne kötü bir yataktır o.” (Bakara, 2/205-206)
Kasas, 28/4; Mü’min, 40/25; İbrahim, 14/6.
Tevbe, 9/31.
Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Taberî Tefsiri, çev. Hasan Karakaya-Kerim Aytekin, İst. 1996, c. 4, sh. 284.
Beyhakî, Şu‘abu’l-Îmân, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2015, c. 9, sh. 84, Hbr. 8948.
Celâleddin es-Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr fi’t-Tefsîr bi’l-Me’sûr, çev. Hüseyin Yıldız, İst. 2012, c. 7, sh. 302. Ebu’ş-Şeyh’ten.
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İst. T.y. c. 4, sh. 361. (Yenda Yayınları)
Sadeleştirilmiş nüsha: c. 4, sh. 318. (Azim Yayınları)
Adî b. Hâtim (r.a.) anlatıyor:
Rasûlullah (s.a.s.)’in yanına geldiğimde boynumda bir haç vardı.
Rasûlullah (s.a.s.) bana:
“Ya Adî, boynunda duran şu putu çıkarıp at!” buyurdu.
Yine bir defasında yanına geldiğimde, Tevbe sûresinin:
“Onlar, Allah’ı bırakıp ahbârı (bilginlerini) ve ruhbânı (rahiplerini) rabler (ilâhlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de.” (Tevbe, 9/31) âyetini okuyordu.
O’na:
Ya Rasûlallah, biz, onlara ibadet etmiyoruz ki? dedim.
O:
“(Ahbâr ve ruhbân) Allah’ın helâl kıldığı şeyleri haram kıldıklarında, bunları haram görmüyorlar mıydı? Allah’ın haram kıldığı şeyleri helâl kıldıklarında, bunları yapmıyorlar mıydı?” diye sordu.
-Evet, öyle, dedim.
O:
“İşte, ibadetleri de bu şekilde oluyor” buyurdu.
(Bu hadisi, Ebû Abdillah) Hafız ise, şu lafızlarla rivayet eder:
Rasûlullah (s.a.s.):
“(Ahbâr ve ruhban,) haram olan şeyleri helâl kıldıklarında, bunları helâl olarak görmüyor muydunuz? Helâl olan şeyleri haram kıldıklarında da bunları haram olarak görmüyor muydunuz?” diye sordu.
-Evet, öyle, dedim.
O:
“İşte, ibadetleri bu şekilde oluyor” buyurdu.
Beyhakî, es-Sünenü’l-Kebîr, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2016, c. 1, sh. 140, Hds. 261. c. 19, sh. 268, Hds. 20376.
Sünen-i Tirmizî, Kitâbu Tefsîri’l-Kur’ân, B. 10, Hds. 3292.
Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Taberî Tefsiri, c. 4, sh. 283.
İbn Sa‘d, Tabakât, çev. Dr. Abdullah Yıldız, vdğ. İst. 2014, c. 6, sh. 216.
Celâleddin es-Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, c. 7, sh. 302. Abd b. Humeyd, İbnu’l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu’ş-Şeyh ve İbn Merdûye’den.
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, c. 4, sh. 363. (Yenda Yayınları)
Sadeleştirilmiş nüsha: c. 4, sh. 320. (Azim Yayınları)
Mü’min, 40/26.
Mehmet Yılmaz, Dört Halifeden Vecizeler Sözlüğü, İst. 2003, sh. 102; Cabir Kamiha, Edebü Hulefâi Râşidîn, sh. 218’den. Dr. Ramazan Sönmez, Dört Halifeden Hikmetli Sözler, Konya, 2014, sh. 72. Ebû Mansur el-Seâlebî, el-İ‘câz ve’l-Îcâz’dan.
Hacc, 22/40-41.
Muhammed, 47/7.
Rûm, 30/47.
Fahreddin er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr-Mefâtîhu’l-Gayb, çev. Prof. Dr. Suat Yıldırım, vdğ. 1993, c. 16, sh. 323-324.
Celâleddin es-Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, c. 10, sh. 508. Abd b. Humeyd, İbnu’l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim’den.
Ebû Muhammed Muhyissünne el-Hüseyn b. Mes’ud b. Muhammed el-Ferrâ el-Beğâvî, Beğavî Tefsiri-Meâlimu’t-Tefsîr, çev. A. Alpaslan Tunçer, İst. 2018, c. 5, sh. 193-194.
Celâleddin es- Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, c. 10, sh. 508. Abd b. Humeyd, İbnu’l-Münzir, İbn Ebî Hâtim’den.
Âl-i İmrân, 3/110.
A‘lâ, 87/10.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul