Bilimin tarafsız olup olamayacağı hep tartışma konusu olmuştur. Aslen tarafsız bir bilim de demokrasi gibi, yaklaştıkça uzaklaşan bir ufuk çizgisidir. Değil mi ki bir şeyi insan üretiyor, sahibinin ön kabulleri, beklenti ve hedefleri, yargılarından bağımsız olması muhaldir.
Aydınlanma çağı olarak adlandırılan dönüşümün sonuçlarının yaşandığı bir çağdayız. Durumu açıklamaya gerek yok. Meselemiz şu olmalı: Bu çağın Müslümanı yaygın hastalıklarını nasıl saptayacak ve giderecek, Allah (cc) rızasına uygun duruşu nasıl bulacak ve uygulayacak? Uluslararasıİslamî Düşünce Enstitüsü kurucusu İsmail Raci el Farukî -AllahuA’lem- bu duruşa en azından yaklaştığı için ailesi ile birlikte hunharca şehid edildi. O dahi bilginin İslamîleştirilmesi alanındaki onca çalışmasında negatif olarak adlandırılan bilimleri hedefe koymuş, sosyal hayatta perde gerisindeki büyük etkisine rağmen bugün bilim dediğimiz nesneyi kapsam dışı bırakmıştı.
Biz bu devasa meselenin sadece bir cephesinin üzerinde kafa yormak için tekrar beraberiz, o da modern bilimin ürünü olan tıp konusundaki duruşumuzdur. Meseleye neşteri vurmadan önce durumumuzun tuhaflığını gösteren bir anımı paylaşmak istiyorum. Yıllar önce bir vakıfta karşılaştığım bir ağabeyle lösemi hastası olan çocuğuyla ilgili konuşmuştuk. Kendisi sürekli inançlı olmakla modern tıp bilimine karşı olmayı ayrılmaz bir bütün olarak gördüğünü, daha doğrusu herkesin böyle görmesi gerektiğini ifade eden cümleler kuruyor, alternatif tedavi yöntemlerini kabul etmeyi de bu inanç meselesine dâhil ediyordu. Bir dostunun önerisi üzerine çocuğuna kaplumbağa kanı tedavisi yapıyordu, hatta bunun için bahçesinde kaplumbağa beslemeye başlamıştı. Görünen o ki, hareket noktamız mevcut sisteme muhalefet olduğunda İslamî ölçüler hayatımızı belirleyemiyor.
O halde buradan başlayabiliriz. İnancı sağlam bir Müslüman, kendisi ya da bir yakını bir sağlık sorunu ile karşılaştığında ne düşünmeli, meseleye nasıl bakmalı, duruşunu belirleyen ölçüler ne olmalı?
Her şeyden önce başımıza gelen ve gelecek her şeyin Allah(cc)’tan geldiğini söylemek için âyet-i kerîmelere başvurup delil toplamaya lüzum olmasa gerek. Yine başımıza gelenlerin kendi hatalarımız ve kendi başımıza açtığımız imtihanlardan kaynaklandığını da Kur’ân ve hadislerden anlıyoruz. Bu imtihanları; kimi isyan ederek iki cihanda cezaya, kimisi sabrederek günahlarının dökülmesine, kimisi de rıza halinde olarak derecelerinin yükselmesine tahvil ediyor. Demek oluyor ki, Allah(cc)’ın vereceği musibetten bizi kurtaracak olan şey tedbirimiz değildir. Tedbir ne içindir denilecek olursa, kulluk vazifesidir. Yaygın tabiriyle Allah (cc) kulunu dener ama kul Allah (cc)’ı deneyemez. Sünnetullaha uygun tedbirini alır zira bu dünyada yaşamaktadır. İnsanı helak edebilecek tehlikelere karşı hayatını ve ehlini korumak, helal rızık için çalışmak gibi bir kulluk edebidir. Neticeyi yaratacak olan yine Yüce Rabbimizdir. O (cc) her türlü tedbire rağmen musibeti takdir edebilir veya hiç tedbir almayana isabet ettirmeyebilir, biz bu kısmına karışamayız. Biz doğrusunu yapmakla memuruz. Sigara içmeyerek ömrümüzü uzattığımızı zannetmek tevhidi zedeler. Tedbirimiz boşa çıkabilir ama biz sigarayı Allah (cc) rızası için; sağlığımızı kaybedip muhtaç duruma düşmemek, insanlara yük olmamak, güç ve enerjiyle O (cc)’na en güzel şekilde kullukta daim olmak niyetiyle içmediğimizde akciğer kanseriyle karşılaşsak da yine dünyada ve âhirette yararımıza olanı yapmış oluruz. O halde alınacak tedbir de bu mantıkla, şeriat çerçevesi içinde olacaktır. Dinde meşru olmayan bir çareye başvuran kişi bunu kulluk niyetiyle yaptığını iddia edebilir mi, etse de kendisinden başkasını kandırabilir mi? Zaruret müstesnadır ki onun da şartları vardır.
Buraya kadar dinin usul ve makasıdını anlamış olan için sorun yok. Sorun, günümüze bunları uyarlarken ölçü alabileceğimiz kurumsal bir bilimsel çerçevenin olmaması. Materyalist felsefe ile oluşturulan bilimin sağlık öğretileri bize zaruret bilgisi sağlayabilecek mi? Bazı yerlerde uygulayıcıları Müslüman olsa da; laik dünya görüşü ile yetiştiklerinden çoğunlukla dinleri ile mesleklerini ayrı kulvarlardayüzdüren bu kişiler, bize mensup oldukları bilim dalının mı, mensup oldukları dinin mi ölçüleriyle tavsiyede bulunmaktalar?
Hazikhekim’i, yani adaletli, yani farzları yerine getirme ve haramlardan kaçmayı yaşantısının ölçüsü kılmış; ayrıca mütehassıs, yani ilgilendiği konuda ehil olan hekimi bulursak işi ona havale edebiliriz fıkhımıza göre. Bu yoksa, günümüzde güvenilir Ehl-i Sünnet kaynakları güncel meselelerle ilgili sorulara ilmî cevaplar verebiliyorlar. Ancak hem bunlar başsız İslam coğrafyasında belli bir ilmî hiyerarşi oluştura-mamış olduklarından bağlantısızlar, dolayısıyla hangisinin standartlara daha uygun ve objektif ilmî kıstaslarla hareket ettiğini anlamak bize düşüyor, hem de günümüzde çok çeşitlenen ve katlanarak artan sorunlar yanında acil veya anlık ortaya çıkan sorunlar da karşımıza çıkıyor.
Bu durumda bize şu vazife terettüp ediyor: Karşımıza çıkan sağlıkla ilgili sorunu, bilmekle yükümlü olduğumuz zaruret-i diniyye miktarı ilmi kullanarak çözmek. Bu da bir nevi ictihaddır. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da İslamî duyarlılığımız ve ilmimizi arttırabildiğimiz ölçüde isabet etme ihtimalimiz de artacaktır. Bazılarına kafasına göre hareket etmeyi öneriyorum gibi gelebilir, ama ben daha iyi kaynaklarla çözüm bulamadığımız hallerde kendi potansiyelimizio kaynaklara uygun kullanmaktan bahsediyorum. Böyle yapmadığımız durumda tamamen şahsî ve zannî ölçütler tutumumuzu belirliyor da farkına bile varamıyoruz.
Mesela fıkıhta zahire göre hüküm vazedildiği malumdur. Karşımıza çıkan sorunla ilgili bilgi toplamaya başladığımızda bu bilgilerin haber değeri olup olmadığını anlamanın da fıkıhta ölçüleri olduğunu hatırlamalıyız. Zahir olan, delilini görebildiğimiz bilgiyi, bırakın fıskını, kim olduğunu bile bilmediğimiz şahısların sosyal medyada yaydıkları bilgiyle bir tutmamalıyız. Velev ki o sosyal medya bilgisini bizimle paylaşan kişi bizden birisi olsun. Önemli olan bilginin menşeidir.
Komplo teorileri konusunda da kafa karışıklığına aslında hiç gerek yok. Dünya düzeninin mimarlarını ve bizim için iyilik düşünmediklerini zaten biliyoruz. Peki, o anda önümüzde olan sorunla ilgili bu “teori”ler bize ne kadar yardımcı olabili(yo)r? Örnekten gidecek olursak, COVID-19 virüsünün laboratuarda üretildiği, dünyaya yeni bir düzen vermek için yayıldığı bilgileri doğru ise ne yapacağız, yanlış ise tavrımız ne olacak; bunun bilgisi bizde olsa nasıl tavır alacağımızı belirleyecek mi? Belirleyemeyecek ise, bu bilginin peşinden koşmak gerçekten gerekli mi?
Aşıyla herkesi çiplemek istedikleri tezi bile bundan çok da farklı değil. Doğruysa tabii ki çiplenmeyelim. Peki doğru ya da yanlış olduğunu gösteremiyorsak, tavrımızı belirlemede ne kadar önemi olabilir? Kaldı ki, aşılar piyasada çok geniş topluluklarda uygulanıyor ve elektronik bir çip taşıdığını anlamanın yolları olduğu halde bu tez hala ispatlanamadı.
Örnekler çoğaltılabilir. Sormamız gereken soru şu: Zahir olan bilgi ne zamandan beri varsayımlardan daha önemsiz hale geldi? Daha önemlisi, İslamî duruş ne zamandan beri batıla uyan bir toplumun her şeyine muhalefet şeklinde indirgemeci bir yaklaşımla bir tutulmaya başlandı? Her olay karşısında yanlışta gördüklerimizin tavırlarına bakıp pozisyon belirliyorsak kendi kaynaklarımızla bağlantımızda bir sorun olmalı değil mi? Başvuracağımız ölçüleri mi kaybettik, onlara ulaşma yollarını mı, onlara ulaşmak için gerekli güdülenme ve özsaygıyı mı?
Benim çözüm önerim şudur: Tahrif olmamış ana kaynaklarımız hamdolsun elimizdedir. Bunları açıklayacak ve günümüz meselelerine uyarlayacak kaynaklar iyi kötü hizmet vermeye elverişlidir. Avam olarak yapmamız gereken olaylara analitik bakarak sapla samanı karıştırmamaya gayret etmektir. Bilimle uğraşanlarımızın bu analitik bakışı anlama ve anlatma konusunda sorumluluk almaları gerekir. Özellikle modern tıp ve ortaya çıkmaya devam eden muhtelif alternatifleri konusunda ayakları yere basan bir duruşun oluşması için Müslüman tıp mensuplarının artık ellerini taşın altına koymalarının zamanı çoktan gelmiştir.
Modern tıp gösterişli başarılarına rağmen artık kimseyi tatmin etmiyor. Gücü de, zaafı da aynı sebeplere dayanıyor: Doğaya ve fıtrata meydan okuma üzerine kurulu olması, zengin ve güçlü olana hizmet etmek üzere kurgulanmış olması. Günümüzde bu tıp devasa bir ticarî sektördür ve vahşi kapitalizmin kurallarına tâbidir. Uygulayıcıları ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, aldıkları eğitimde hastanın yanı başındaki tanı ve tedavi kaynakları kasıtlı olarak yer almadığından hastayı sektörün pahalı tanı ve tedavi yöntemlerine yönlendirmekten başka bir işleri yoktur. Bunun dışında yapacakları girişimler konu komşu tavsiyesi mesabesindedir. Alternatifler özellikle günümüzde modern tıptan ümit kesenlerin artmasıyla gittikçe daha fazla rağbet görmeye başladığından, modern bilimin delil sistemine girme zahmetine katlanmamaktalar. Bunda modern bilimin siyasî nüfuzlarını kullanarak alternatif metodların bilimselleşme yollarını tıkamasının da rolü var, bu yöntemleri pazarlayanların zaten tatlı kâr elde etmelerinin de. Bu durum değişmezse alternatifler baskın hale gelse de, pek çok mağduriyet yaşanacağı için kör ölür badem gözlü olur misali, tekrar modern tıbbı tek ölçü alma yaklaşımına dönüş olasılığı çok yüksektir. Bu durumun sağlam bir çözümü için devlet erki ve bilimsel çevrelerin iyi niyeti gerek ve yeter koşuldur. Modern bilimin ölümsüzlüğü elde etmek gibi marjinal bir amacı olsa da, Afrika’daki sıtmanın ortadan kalkmasına yetecek parayı erkeği hamile bırakma çalışmalarına harcasa da her yaptığı kötü değildir. Aslen kadim tıbba alternatif olarak ortaya çıkan budur, ama kendisini ispat etmek ve güçlü olmak için az yol kat etmemiştir.Sonuçta artık oldukça köklü ve sistemleşmiş bir yapıdan bahsediyoruz. Modern gelişmelerin de yardımıyla etkili standardizasyon yöntemleri gelişmiştir. Sadece ilaç dozları değil; koruyucu önlemlerden hastalık tanı kriterlerine, tanı ve tedavi algoritmalarına kadar her şeyin delil düzeyiyle belirlenip standardize edildiği bir dönemdeyiz. Bunun karşısına atadan dededen kalmış standardı olmayan argümanlarla çıkmak zorunda değiliz. Biz kadim tıp yöntemlerini savunuyor ve hayata geçirmeyi arzu ediyorsak, günümüzde gelişmiş olan analiz ve delil toplama yöntemlerinden de yararlanmak durumundayız.
Burada bir parantez de şu soru için ayıralım: Kutsal bir tıp var mıdır? Bu konuda bu kardeşiniz, ‘tıbb-ı nebevî’ kavramını ortaya atanlara daha yakın durmaktadır. Ama Resûlullah (s.a.s.) tarafından onaylanan, tavsiye edilen, sükût edilen tedaviler topluca sünnet olarak kabul edilmeli mi gibi soruların zararlı değil, günümüze bunları uyarlarken açıklığa kavuşması yararlı sorular olduğunu düşünüyorum. Bu yöntemlerin daha önceden Çin ve Yunan tıbbında var olması,onların vahiy kaynaklı olmadıklarını göstermez, zira ilk Peygamber Hz. Âdem(a.s.)’dır. Ancak sünnetin bizim için bağlayıcılığını düşünürsek, tıbbın günümüzdeki uygulanmasında nelerin sünnet kapsamına gireceğinin bilinmesinin önemi de anlaşılacaktır.
Yazının kapsamını çok dağıtmamak için önemiyle orantısız bir paragrafı da son gelişmelere ayıralım. Yapay zeka ve bioteknolojinin işbirliği ile tıpta yeni bir döneme girileceği öngörülüyor. Sağlık sorunlarını uzaktan teşhis ve tedavi etmek artık hayal değil. Artık doğacak çocuğun cinsiyet ve genetik yapısını seçmenin de mümkün olmasına çalışılıyor. Açıkça ‘Tanrı’nın yerini insan alacak’ sözü de telaffuz ediliyor. Klonlamada olduğu gibi, bu konularda da İslam’ın bakış açısını gerek bu hızlı gelişmelerden, gerekse kınayıcılardan korkmadan saptayıp dile getirecek bilim insanlarına her zamandan daha fazla ihtiyaç duyacağız. “İlim tek noktadır” düsturundan hareketle iki kanatlı kuş misali, negatif ve pozitif bilim ayrımı yapmadan bunları bünyesinde birleştiren ilim adamları yetiştirmek için de hep birlikte hablullah’a sarılan bir ümmet olmamız gerekiyor.
Son olarak, bilim insanları ve yönetici sınıfa girmeyen Müslümanlar olarak duruşumuz ne olmalı sorusuna cevap arayalım. Karşılaştığımız olayları, bize gelen çeşitli bilgileri, tek tek sorunları İslam ölçütleriyle masaya yatırarakdoğru kıstaslarla değerlendirmeye tâbi tutma konusunda hassasiyet göstermeliyiz. Sürüye tâbi olmamaya dikkat ederken diğer bir sürüye de kendimizi kaptırmadan, komplo teorilerinde doğruluk payı olduğunu bilmekle birlikte her bilgiyi hak ettiği yere koyarak, ehil kimselerle istişare ile hareket etmeliyiz. İndirgemeci ve basmakalıp yaklaşımlardan kaçınmalı, her meseleyi kendi bağlamında değerlendirerek
o anın vacibini yakalamaya gayret etmeliyiz. Sağlıkla ilgili sorunlar, ivediliği nedeniyle kişisel kararlar almayı gerektirebilir. Bu durumlar için dağarcığımızda temel bilgilerimiz taze tutulmalıdır.Açık bir haramdan şifa beklenmeyeceği, diğer yandan bir şeyin şüpheyle haram kabul edilmeyeceği, bir tedavinin zaruret kabul edilmesinin yakîn bir bilgi veya hazik bir hekimin şehadeti ile mümkün olduğu, muzdar kalmanın ölçülerinin olduğu hatırda tutulmalı. Niyet Allah (cc)’a kulluk gayreti kapsamında sağlığın korunması olmalı. Netice sadece O (cc)’ndan beklenilmelidir.
En doğrusunu Rabbimiz bilir.