Tecessüs: Kusur, eksiklik, utanılacak şey, suç, cürüm, şeref ve haysiyete aykırı davranış, nezaket ve terbiye dışı, fena, kötü, utanç verici şeylerin bütünüdür. Aynı zamanda tecessüs gizli hallerin araştırılması anlamına da gelir.
“Birbirinizin kusurunu araştırmayın…” (1)
Yani insanların sırlarını, gizli yönlerini araştırmayın, birbirinizin kusurlarını soruşturmayın, başkalarının hal ve hareketlerini araştırmayın. Bu hareketler ister sû-izandan dolayı yapılsın, yahut kötü niyetle birine zarar vermek için yapılsın veya sadece kendi merakını gidermek için yapılsın, her durumda da şeriatın yasakladığı şeylerdir. Başkalarının, üzerine perde çekilmiş hallerini araştırması, o perdenin arkasına uzanarak kimin ne ayıbı var, kimin ne kusuru var, kimin ne biçim gizlenmiş hataları var diye öğrenmeye çalışması bir Müslümanın işi değildir. İki kişinin konuşmasına kulak kabartmak, komşuların evlerinin içini merak etmek, çeşitli yollarla başkalarının aile hayatını veya onların şahsî davranışlarını araştırmak büyük bir ahlâksızlıktır ve bundan bin bir kötülük ortaya çıkar. Bu bakımdan Resûlullah (s.a.s.) bir hutbesinde bu kimselerle ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
“Ey dili ile iman etmiş de henüz iman kalplerine tam girmemiş olanlar! Müslümanların gizli hallerini araştırmayınız. Çünkü kim onların gizlediklerini araştırırsa Allah da onun gizliliğini araştırır. Allah da kimin gizliliğini araştırırsa evinde dahi onu rezilrüsvâ eder.”2
Hz. Muâviye(r.a.); ‘Resûlullah (s.a.s)’den şöyle buyurduğunu işittim’ demektedir: “Eğer insanların gizli hallerinin peşine düşüp araştırırsanız onları ifsad eder yoldan çıkarırsınız veya neredeyse yoldan çıkar hale getirirsiniz.”3 Bir başka hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Biri hakkında kötü zan beslemişseniz, hiç olmazsa onu araştırmayın.”4 Bir başka hadiste de Allah’ın Resûlü (s.a.s.) şöyle demiştir: “Kim birinin gizli kusurunu görüp de üzerine bir perde çekerse, sanki o diri olarak toprağa gömülmüş kız çocuğunu ölümden kurtarmış gibi olur.”5Kusurların araştırılması ve insanların gizli yönlerinin soruşturulmasının yasak olduğunu beyân eden bu emir sadece şahıslar için değil, İslâm devleti için de geçerlidir. Şeriat nehy-i ani’l-münkeri (kötülüklerin yasaklanması görevini) İslâm devletinin bir vazifesi kabul etmiştir. Ama bu görev, bir gizli polis şebekesi kurarak insanların gizli yönlerini araştırıp açığa çıkartmasını ve onların cezalandırılmasını gerektirmez. Bilakis o gizlileri açığa çıkanlara karşı kuvvet kullanılmalıdır. Gizli kötülüklerin düzeltilme yolu ise gizli polis şebekesi ile değil; talim ve terbiye, nasihat ve telkin, halkın toplu eğitimi ve temiz bir cemiyet düzeni kurmaya çalışmaktır.
Bu konuda Hz. Ömer(r.a)’in başından geçen şu olay güzel bir örnek teşkil eder: Bir gece Hz. Ömer (r.a) evinde şarkı söyleyen bir adamın sesini işitir ve meraklanır. Duvarın üzerine çıkar, bir de ne görsün, orada şarap da var kadın da… Hz Ömer (r.a) bağırarak “Ey Allah’ın düşmanı! Sen Allah’a isyan edeceksin de Allah da senin perdeni yırtıp seni rezil etmeyecek mi zannettin?” Adam şöyle cevap verir:“Müslümanların halifesi! Acele etmeyiniz. Ben bir günah işlemişsem siz üç günah işlediniz… Allah tecessüsü, gizlilikleri araştırmayı menetti; siz yaptınız. Allah evlere kapılarından girmeyi emretti; siz duvardan atlayarak girdiniz. Allah kendi evlerinizin dışında, başkalarının evlerine izin almadan girmeyiniz diye emretti; siz ise iznim olmadan evime girdiniz.” Bu cevabı alan Hz. Ömer (r.a) hatasını kabul eder ve o adama karşı herhangi bir işlem yapmaz. Ama şüphesiz ondan doğru ve ahlâklı yolu tercih edeceğine dair söz alır. (2)
Bundan anlaşılmaktadır ki sadece fertler için değil, İslâm devlet idaresi için bile insanların gizliliklerini araştırıp onların hatalarını öğrenip arkasından yakalanıp cezalandırılmaları doğru değildir. (3)
Ukbe bin Âmir’in kâtibi Dühayn dedi ki: “Bizim şarap içen birtakım komşularımız vardı. Ben bir gün kendilerini (şarap içmekten) menettim de vazgeçmediler. Bunun üzerine Ukbe’ye varıp: “Ben şarap içen bu komşularımızı (şarap içmekten) nehyettiğim halde vazgeçiremedim. Bende onları bu işten vazgeçirmesi için polis çağıracağım” dedim.
Ukbe de bana:“Onları bırak” cevabını verdi. Sonra Ukbe’ye bir daha varıp: “Gerçekten komşularımız şarap içmekten vazgeçmeye yanaşmıyorlar. Ben de kendilerini vazgeçirmesi için polis çağıracağım” dedim. “Yazık sana onları bırak! Çünkü ben Resûlullah (s.a.s) şöyle buyururken işittim” dedi ve bir önceki Müslim b. İbrahim hadisinin manasını rivayet etti.
EbûDâvûd der ki: “Hâşim İbn el Kasım bu hadise ilaveten Leys’ten şu sözleri de rivayet etti. Ukbe sözlerini şöyle tamamladı: “Bunu böyle yapma: Fakat önce onlara yumuşaklıkla öğüt ver. Eğer vazgeçmezlerse o zaman kendilerini tehdit et.” (4)
Bu hadis-i şerif, bir Müslümanın gizli kalan bir kusuruna şahit olup da onu başkalarına açmadan gizleyen bir kimsenin diri diri mezara gömülen bir kız çocuğunu mezardan çıkararak hayata kavuşturmak kadar faziletli bir iş yapmış olacağını ifade etmektedir.
Çünkü, aslında Nebi ve Resûller dışında gizli günahları bulunmayan kimse, hemen hemen yok denecek kadar azdır. Kul kusursuz olmaz. Bu gizli kusurlar kul ile Allah arasındadır. Kul bu kusurlarını açığa vurmayıp tevbesi ile meşgul olmakla mükellef bulunduğu gibi, başkaları da onları araştırmaktan kaçınmakla ve tesadüfen muttali olması halinde de onları saklamakla mükelleftir.
Eğer insan mü’min kardeşinin tesadüfen muttali olduğu kusurlarını başkalarına açarsa, o kimse insanlar arasında itibarını kaybederek, büyük bir boşluğa düşebileceği gibi, nasıl olsa başkaları tarafından kötü tanındığı düşüncesine kapılarak artık aynı kusurları açıktan işlemekten çekinmeyen hayâsız bir insan haline de gelebilir. Bir Müslüman için böyle bir duruma düşmek ise diri diri mezara gömülmekten farksızdır.
Muttali olduğu kusurları saklayarak, kusur sahibi Müslümanı böyle rezil rüsvâ bir duruma düşürmekten kaçınan kimsenin tutumu ise, elbette diri diri mezara gömülen bir kimseyi mezardan çıkararak tekrar eski hayatına kavuşturmaya denktir. Ancak bu tutum gizliden günah işleyen kimseler hakkında olunca makbul ve övgüye layıktır. Açıktan günah işleyen ve kusurlarını herkese ilan eden kimseler hakkında takınılacak tavır ve takip edilecek yol ise bu değildir. Onların isyanlarına rastlandığı zaman kendilerine elle, yahut dille müdahale edilmesi, fakat buna güç yetirilemediği takdirde güvenlik kuvvetlerine haber verilmesi suretiyle müdahale edilmelidir.
Ebû Berze el Eslemî’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Ey diliyle iman edip, kalbine iman girmeyen kimseler topluluğu! Müslümanların gıybetini yapmayınız ve onların ayıplarını araştırıp durmayınız. Çünkü her kim onların ayıplarını araştırırsa Allah da onun ayıplarını araştırır. O şunu iyi bilsin; Allah kimin ayıbını araştırırsa o ayıbı evinde en gizli bir köşede işlemiş olsa dahi meydana çıkarmak suretiyle o kimseyi âlemin gözleri önünde kepaze eder.” (5)
Bu hadis-i şerifte gıybet edenlere: “Ey dili ile iman edenler” sözüyle hitap edilmekle, gıybet etmenin hakiki mü’minlerin özelliği olmayıp münafıkların alameti olduğuna işaret edilmektedir. Binaenaleyh bu hadiste aklı başında kimseler için büyük bir tehdit ve şiddetli bir ikaz vardır.
İbn Cerîr’de, İbnu’l-Münzir’de,İbnEbî Hâtim’de geçtiği üzere Beyhakî’nin de Şu‘abu’l-Îmân’da bildirdiğine göre İbn Abbâs (r.a) “Birbirinizin kusurlarını araştırmayın”âyetini açıklarken; “Yüce Allah, bir mü’mine mü’min kardeşinin ayıp ve kusurlarını araştırmayı yasakladı” demiştir. (6)
Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr’in bildirdiğine göre Katâde şöyle demiştir: “Tecessüs nedir biliyor musunuz? Kardeşinin kusurlarını araştırman ve gizli şeylerinin peşine düşmendir.” (7)
Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve Harâitî, Mekârimu’l-Ahlâk’ta Zürâre b. Mus‘ab b. Abdurrahmân b. Avf vasıtasıyla Misver b. Mahreme’den bildirir: Abdurrahmân b. Avf ile Ömer b. el-Hattâb gece devriyesine çıkıp Medîne sokaklarında dolaşmaya başladılar. Giderken bir evin lambasının ışığı dikkatlerini çekti. Ne olduğuna bakmak için o tarafa doğru yöneldiler. Eve yaklaştıklarında kapalı bir kapının ardında yüksek sesle çirkin laflar eden bir toplulukla karşılaştılar. Abdurrahmân b. Avf’ın elinden tutmuş olan Ömer: “Bunun kimin evi olduğunu biliyor musun?” diye sordu. Abdurrahmân: “Rabia b. Umeyye b. Halef’in evi. Şu an içerde içki âlemi yapıyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsun?” deyince, Ömer: “Allah’ın yasaklamış olduğu bir şeye bulaştığımızı düşünüyorum. Zira Yüce Allah, “Birbirinizin kusurlarını araştırmayın” buyurur. Biz ise bunu yaptık” karşılığını verdi ve onları bırakıp oradan ayrıldılar. (8)
Saîd b. Mansûr ve İbnu’l-Münzir, Şa‘bî’den bildirir: “Ömer b. Hattâb arkadaşlarından birini bir süre ortalıkta göremeyince İbn Avf’a: “Filan kişinin evine gidelim de bakalım nesi varmış?” dedi. Adamın evine geldiklerinde kapının açık olduğunu gördüler. Adam içeride oturmuş karısının doldurduğu kâseleri içiyordu. Ömer, İbn Avf’a: “Demek ki yanımıza gelmemesinin sebebi buymuş” deyince, İbn Avf: “Kâsenin içinde ne olduğunu nereden biliyorsun ki?” karşılığını verdi. Ömer: “Bu yaptığımızın tecessüs olmasından çekiniyor musun?” diye sorunca,İbn Avf: “Yaptığımız bizatihi tecessüstür” dedi. Ömer: “Peki bunun tevbesi nedir?”diye sorunca, İbn Avf: “Gördüğün bu şeyi adama anlatma ve bundan dolayı ona karşı içinde hayırdan başka bir şey düşünme” dedi. Sonrasında oradan ayrıldılar.”
Saîd b. Mansûr,İbnu’l-Münzir, Hasan-ı Basrî’den bildirir: “Adamın biri Ömer b. Hattâb’a geldi ve “Filan kişinin ayık olduğunu hiç görmedik” dedi. Bunun üzerine Ömer söz konusu kişinin yanına girdi ve“Burada içki kokusu alıyorum. İçki mi içiyorsun?” diye sordu. Adam: “Ey Hattâb’ın oğlu! Sen de bunun peşine mi düştün! Yüce Allah başkalarının kusurlarını araştırmanı yasaklamadı mı?” karşılığını verince, Ömer hatasını anladı ve adamı bırakıp çıktı.”
Abdurrezzâk,İbnEbî Şeybe, Abd b. Humeyd, EbûDâvûd, İbnu’l-Münzir, İbn Merdûye ve Beyhakî,Şu‘abu’l-Îmân’da Zeyd b. Vehb’den bildirir: “İbn Mes‘ûd’un yanına gelip: “Filan kişinin sakallarından içki damlıyor” dediler. O da: “Kişinin kusurlarını araştırmaktan menedildik, ancak bir suç bize açıkça görünecek olursa cezasını veririz” karşılığını verdi.” (9)
Beyhakî’nin Ebû Zer’den bildirdiğine göre Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kim haksız yere Müslüman kardeşinin itibarını zedelemek için bir kusurunu ifşa edip yayarsa kıyamet gününde Yüce Allah haklı yere onun itibarını yerle bir eder.” (10)
Hakîm et Tirmizî, Cübeyr b. Nüfeyr’den bildirir: “Bir gün Resûlullah (s.a.s) bizlere sabah namazını kıldırdı. Namazı bitirdikten sonra da cemaate doğru döndü ve evlerinde bulunanların bir duyacağı bir sesle şöyle buyurdu: “Ey diliyle Müslüman olan, ancak kalbine henüz imanı yerleştirememiş olanlar! Müslümanlara eziyet etmeyin, onları ayıplamayın ve kusurlarını araştırmayın! Çünkü her kim Müslüman kardeşinin kusurlarını araştırırsa yüce Allah da onun kusurlarını araştırır. Üstelik Yüce Allah kimin ayıplarını araştırırsa, o kişi evinin içinde olsa dahi onu rezil eder!”Adamın biri: “Ya Resûlallah! Müslümanların işledikleri günahlar örtülür mü?” diye sorunca, Allah Resûlü (s.a.s) şöyle buyurdu: “Yüce Allah’ın mü’minin günahlarına yönelik örtüleri sayılamayacak kadar çoktur. Mü’min günah işledikçe Yüce Allah günahlarını örttüğü bu perdeleri bir bir indirir. Perdeler bitince meleklere: “İnsanlara karşı kulumun günahlarını örtün. Zira onlar acımaz ve onu kırarlar” buyurur. Bunun üzerine melekler günah işleyen kulun etrafını kanatları ile sarar ve insanlara göstermezler. Şayet tövbe ederse Yüce Allah bu tevbesini kabul eder ve bir bir indirip bitirdiği perdeleri geri ona verir. Her bir örtünün yanında da ayrıca dokuz örtü daha vardır. Ancak günah işlemeye devam ederse, melekler: “Rabbimiz! Bizi âciz bıraktı ve rahatsız etmeye başladı” derler. Yüce Allah yine: “İnsanlara karşı kulumun günahlarını örtün. Zira onlar acımaz ve onu kınarlar” buyurur. Melekler yine onu etrafını kanatlarıyla sarar ve günahını insanlara göstermezler. Şayet tevbe ederse Yüce Allah bu tevbesini kabul eder, ancak günah işlemeye devam ederse, melekler bir daha: “Rabbimiz! Bizi âciz bıraktı ve rahatsız etmeye başladı” derler. Bunun üzerineYüce Allah: “Onun yanından çekilin. Şayet karanlık bir gecede karanlık bir odadaki delikte günah işleyecek olsa onu da, günahını da açığa çıkaracağım” buyurur.” (11)
Hakîm et-Tirmizî, Selmân el Fârisî’den bildirir: “Mü’min nurdan yetmiş örtü ile örtülmüştür. Bir günah işleyip de tevbe etmeyi ihmal eder ve bir günaha daha bulaşırsa Yüce Allah bu örtülerden birini kaldırır. Bu şekilde bir günah işledikten sonra tevbe etmeyi ihmal edip, ardından bir günah daha işledikçe bu örtüler bir bir indirilir. Ancak büyük günahlardan birini işlediği zaman Yüce Allah hayâ örtüsü hariç tüm örtüleri indirir ki en büyük örtü de hayâ örtüsüdür. Kişi bu büyük günahın ardından tevbe ederse yüce Allah onun tevbesini kabul eder ve indirdiği tüm örtüleri kendisine geri verir. Ancak bu büyük günahın ardından tevbe etmeyi yine ihmal edip başka bir günaha daha bulaşırsa Yüce Allah hayâ örtüsünü de üzerinden indirir. Bu örtüsü inen kişiyi sevmeyen ve sevilmeyen biri olduğu zaman kendisinden emanet hasleti çekilip alınır. Emanet hasleti çekilip alınan kişinin de hain ve kendisine güvenilmeyen biri olduğunu görürsün. Kişi hain ve kendisine güvenilmeyen biri olduğu zaman içindeki merhamet duygusu da alınır. Merhamet duygusu kendisinden alınan kişinin de kaba ve katı yürekli olduğunu görürsün. Kişi kaba ve katı yürekli olduğu zaman İslâm boyunduruğundan çıkar. İslâm boyunduruğundan çıkan kişinin de lanetlenmiş ve kovulmuş bir şeytan olduğunu görürsün.” (12)
Ebû Hureyre’den rivayet edilir; der ki: “Ben Resûlullah (s.a.s.)’i şöyle buyururken dinledim: “Ümmetimin hepsi ilahî affa mazhar olur. Ancak (günahları) açıktan açığa işleyenler müstesnadır. Şüphesiz bir adam geceleyin bir iş yapıp sonra Allah onu setretmiş olduğu halde sabahı edip de: “Ey filan, ben dün şöyle şöyle yaptım” demesi de kötülüğün açıkça işlenmesi kabilindendir. Böyle bir kişi, Rabbi kendisini setretmiş olduğu halde geceyi geçirmekle birlikte, sabahı edince Allah’ın kendisi üzerindeki o setredici örtüsünü açıverir.” (13)
Safvân İbn Muharriz’den rivayete göre bir adam İbn Ömer’e: “Sen Resûlullah (s.a.s.)’in necva (fısıldaşma) hakkında ne söylediğini işittin mi?” diye sordu. İbn Ömer dedi ki: “Resûlullah (s.a.s) şöyle buyurdu: “Sizden herhangi bir kimse Rabbine oldukça yaklaşır ve nihayet üzerine perdesini örter ve: “Şunu şunu işledin değil mi?” der. Kul, “Evet” der. Böylelikle Yüce Allah ona yaptıklarını söyletir. Sonra: “Şüphesiz ben dünyada iken seni setrettim. Bugün de bütün bunları sana mağfiret ediyorum” buyurur.” (14)
Mü’minin kendi kusurunu örtmesi yani ayıplanmasını gerektiren bir iş işlemesi halinde kusurunu örtmesi, meşrudur ve menduptur. Açıktan açığa işleyenler müstesna. Et Tîbî dedi ki: “Günahı açıktan açığa işleyen kimse, masiyetini açığa çıkartan ve Allah’ın setrettiği halini açığa vurup o masiyeti işlediğini söyleyen kimse demektir.”
Nevevî, fasıklığını ya da bid‘atini açıkça söyleyen kimse hakkında yaptığı işi söylemenin caiz olduğunu, ancak bunu açıktan yapmayan kimsenin durumunun böyle olmadığını da zikretmiştir.
Dün gece (el-bariha) konuşma vaktinden önce geçen en yakın geceye denilir. Yapılan kötülüğün örtülmesinin emredilmesi hususunda Buhârî’nin şartına uymayan bir hadis de varid olmuştur. Bu da İbn Ömer’in Resûlullah (s.a.s.)’erefettiği şu hadistir: “Allah’ın yasaklamış olduğu şu pisliklerden uzak durunuz. Kim bunlardan herhangi bir şey işleyecek olursa, Allah’ın setretmesiyle o da örtünüp gizlensin.”Bu hadisi Hâkim rivayet etmiştir. Hadis Muvatta’da Zeyd İbn Eslem yoluyla mürsel olarak gelmiştir.
İbn Battâl dedi ki: “Masiyetin açıktan işlenmesinde Allah’ın Resûlü’nün ve salih mü’minlerin hakkını hafife almak söz konusudur. Ayrıca onlara karşı bir çeşit inatlaşmayı da ihtiva eder. Ama masiyetin gizli tutulmasında böyle bir hafife almaktan yana esenlikte kalmak söz konusudur. Çünkü masiyetler sahiplerini zelil kılar. Eğer işlenen masiyet bir haddi gerektiriyorsa, had uygulanmasından, haddi gerektirmiyorsa da tazir (hafif) cezasından kişiyi kurtarır. Eğer işlenen masiyet katıksız Allah’ın hakkı ise, şüphesiz ki o en cömert olandır. O’nun rahmeti de gazabını geçmiştir. Bundan dolayı eğer dünyada masiyet işleyen bu kimseyi Allah setretmiş ise âhirette onu rüsvâetmez. Günahı açığa vuran kimse ise bütün bunları elden kaçırır.”
Resûlullah (s.a.s) in necva hakkında neler söylediğini işittin. Necva, kişinin kendisinin işitip başkasının duymayacağı şekilde yahut başkasına gizlice bir şeyler işittirip, yanındakinin duymayacağı şekilde konuşmaya denir. Burada bundan maksat, kıyamet gününde şanıYüce Rabbimizinmü’minler ile yapacağı gizli konuşmadır. Nihayet onun üzerine perdesini örter. Buradaki el kenef (perde) örtü demektir. El Mühelleb der ki: “Hadis-i şerifte Yüce Allah’ın kıyamet gününde kullarının günahlarını örtmek ile onlara olan lütuf ve ihsanı anlatılmakta ve onlardan dilediği kimselerin günahlarını bağışlayacağı belirtilmektedir. Bu da iman ehlinin (günahlarının) de tehdit kapsamında olduğunu kabul edenlerin kanaatlerinin aksinedir. Çünkü hadis-i şerifte Allah’ın üzerine örtüsünü koyup saklayacağı kimselerden yalnızca kâfirler ve münafıkları istisna etmiştir. Herkesin duyacağı bir şekilde lanete uğradıkları yüksek sesle söylenecek olanlar, bunlar olacaktır.”
Derim ki: Buhârî bu inceliği fark etmiş olduğundan ötürü bu hadisi Mezâlim bölümünde Ebû Saîd el Hudrî’nin rivayet ettiği şu hadis ile birlikte zikretmiştir:“Mü’minler cehennem ateşinden kurtulduktan sonra cennet ile cehennem arasındaki bir köprünün başında alıkonulacaklar. Dünyada iken birbirlerine yaptıkları haksızlık ve zulümlerin karşılığını alacaklar. Nihayet arındırılıp temizlendikten sonra cennete girmelerine izin verilecektir.”
İşte bu hadis, İbn Ömer’in rivayet ettiği hadiste söz konusu edilen günahlardan maksadın, kişi ile Rabbi arasında meydana gelen günahlar olup kulların birbirilerine haksızlıklarının dışarıda tutulduğunu göstermektedir. Hadisin gereğine göre kullar arasındaki karşılıklı haksızlıklar, takas yoluyla ödeşmeyi gerektirmektedir. Şefaat hadisi de günahkâr bazı mü’minlerin ateşte azap gördükten sonra şefaat yoluyla oradan çıkacağına delil teşkil etmektedir.
Allah’ın setrettiğini setretmeyip, bir başkasının günahının tellallığını yapmak, âyet ve hadislerle yasaklanmıştır. Burada anlaşılan hepiniz çobansınız hadisi gereğince elimizin altındakilerle Rabbanî bir metot ile nasihat ve eğitim yoluyla düzeltmek. Herkes kendini ve ehlini düzeltirse, eğitirse; dünya düzelecek, çevre düzelecektir. Bugünkü hastalıksa kendisinin ve ehlinin durumuna müdahale (nasihat) etmeden dünyanın felaket tellallığını yapmaktır. Bu da Rabbanî değil nefsanîdir. Onca cemaat ve dernekler ders de yapsa, onca okul ve üniversiteler eğitim de verse içerdeki hastalık tedavi edilemez. Günümüzde sorun tam da budur. Başkalarının kusur ve ayıplarıyla yaşamak bu topluma sevdirildi. Bu da neticede kardeşliği ve vahdaniyeti bitirdi. “Ey Allah’ın kulları! Kendinize yapılmasını istemediğiniz şeyleri başkasına yapmayınız” düsturuyla hareket eden kullar olmak temennisi ile…
1. Hucurât,49/12.
2. Mekârimu’l-Ahlâk- Ebû Bekir Muhammed bin Cafer el Harâitî
3. Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, cilt:5, sayfa: 417-418
4. EbûDâvûd,Hadis no:4892.
5. EbûDâvûd,Hadis no:4880.
6. İbn Cerîr, (21/374, 375).
7. İbn Cerîr, (21/375).
8. Abdurrezzâk, (2/232,233).
9. Abdurrezzâk, Musannef, 18945; İbnEbî Şeybe, 9/86.
10. Beyhakî, 9658.
11. Hakîm et Tirmizî, 2/207.
12. Hakîm et Tirmizî, 2/ 208, 4/22.
13. İbn Hacer el Askalânî,Fethu’l-Bârî, cilt: 12, sayfa: 160, hadis no: 6069.
14. İbn Hacer el Askalânî, Fethu’l-Bârî.
Ebû Dâvûd.
Ebû Dâvûd.
Ahkâmu’l-Kur’ân, Cessâs.
Ahkâmu’l-Kur’ân, Cessâs.