Âlemlerin Rabbi Allah Azze ve Celle, kendisine katıksız iman eden kullarına hitâb ederek, takva sahibi olmalarını, Müslüman olarak yaşayıp Müslüman olarak ölmelerini ve Allah’ın ipi olan Kur’ân’a sımsıkı yapışıp birlik ve beraberlik içinde olmalarını emir buyurmuştur...1
“Dağılıp ayrılmayın!” diye emreden Allah Teâlâ, Aziz İslâm Milleti’nin birlik ve beraberliğinin bozulmasının ne kadar zararlı olduğunu apaçık beyan ederek şöyle buyurur:
“Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.”2
Katâde (rh.a.), bu âyet-i kerîmenin açıklamasında şöyle demiştir:
-Birbirinizle ihtilafa düşüp çekişmeyin. Böyle yaparsanız, korkuya kapılır ve zaferiniz elden gider!3
Allah ve Rasûlü (s.a.s.), mü’minMüslümanlara, nerede olurlarsa olsunlar ve hangi şartlarda bulunurlarsa bulunsunlar birlik ve beraberlik içinde olmalarını emir buyurmuşlardır... Akîde birliği, fikir birliği, amel birliği ve kalp birliği içinde olmak, muvahhidmü’minlerin kulluk vazifesidir... Birbirlerinin kardeşleri ve dostları olan mü’minMüslümanlar, kardeşliği ve dostluğu bozucu hâl ve hareketlerden sakınmalı, kardeşler arasında herhangi bir rahatsızlığın olmamasına dikkat etmelidirler!.. Çünkü başta en büyük düşman şeytan olmak üzere, insanlardan ve cinlerden şeytanlar, mü’minMüslümanların arasına fitne sokup birlik ve beraberliklerini dağıtmak içinde olup bu vazifelerinde süreklidirler...
EbûSa‘lebe el-Huşenî (r.a.) anlatıyor:
(Sefer sırasında Rasûlullah bir yere indiği zaman) sahabîler, dağ yollarına ve vâdilere dağılırlar (oralarda dağınık olarak konaklarlar)dı.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.):
“Sizin, şu dağ yollarına ve vâdilere dağılmanız, ancak şeytandandır.” buyurdu.
Bundan sonra bir yerde konakladıklarında birbirlerine iyice yaklaşırlardı. Hatta “üzerlerine bir örtü yayılacak olsa hepsini kaplar” deni(lebi)lirdi.4
Bu hadis-i şerifin şerhinde şunlar beyân edilmiştir:
“Düşmanla savaşa çıkan bir cemaatin yollarda konakladıkları zaman gelişigüzel, birbirinden kopuk bir hâlde şuraya buraya dağılmaları düşmana cesaret verdiği gibi bu dağınıklık, din düşmanlarını sevindirir. Gerçek Müslümanları da mahzun eder. Ayrıca dıştaki dağınıklık zamanla yavaş yavaş kalplere de sirâyet ederek, gönüllerde yaşayan kardeşlik ve sevgi bağlarının kopmasına sebep olur. Çünkü zâhirdeki işlerimizin ruhumuz üzerinde çok büyük tesiri vardır.
Bu sebeple, Rasûlullah (s.a.s.), devamlı olarak cemaatleşmeyi tavsiye etmiş, tefrikadan sakındırmış; “Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır”5 buyurarak, meselenin önemini en veciz bir şekilde ortaya koymuştur.”6
Seferdeki dağınık olma hâli şeytandan olduğu gibi, mukim iken ümmetin birlik ve beraberliğini bozucu şekilde ayrılıklar, dağınıklıklar ve bir araya gelmemeler de şeytandandır... Mü’minMüslümanların baş düşmanı olan şeytan, onları, Allah’ın sevdiği ve razı olduğu şeylerden alıkoyup kötülüğe sürüklemek ister ve bu yönde çaba gösterir...
Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, mü’minMüslüman kullarının “Allah’ın ipine toptan sarılıp tefrikaya düşmemelerini sever ve bundan razı olur.”7 Şeytan ve taraftarları olan cinlerden ve insanlardan şeytanlar, mü’minMüslümanların tefrikaya, yani birlik ve beraberliklerini bozup birbirlerine düşerek ayrılmaya, Allah’ın ipinin dışındaki şeylere sarılmaya çalışmalarını ister, bu olumsuz çatışmada kendilerine yardımcı olur, vesveseler vererek, yaldızlı laflarla yol gösterip onları yönlendirmeye gayret ederler...
Kadın olsun, erkek olsun, Aziz İslâm Milleti’nin izzet sahibi her ferdi, şeytanın ve şeytanlaşmışların bu çabalarını boşa çıkarmalıdır... Bu da, ancak ümmetin birlik ve beraberliğini sağlamak, kalpleri ve beyinleri birleştirmek, aradaki mesafeyi kapatmak, gönülleri birbirine ısındırıp sevdirmek ile gerçekleşir... Böyle olunca, dünyanın hangi beldesinde olursa olsun orada bulunan mü’minMüslümanlar, bir vücûd hâline gelir, kardeş olur, sevgi ve saygı içinde vahdeti sağlarlar...
Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasûlullah (s.a.s.), gerek cami ve mescidlerde meydana gelen cemaatte, gerekse yeryüzü mescidinde mü’minMüslümanların saflarını sıkı tutmalarını, arada herhangi bir boşluk bırakmamalarını ve aralarına sızacak şeytanı engellemelerini emretmektedir...
Yegâne önderimiz Rasûlullah (s.a.s.), bir şeyi emir buyurduğunda, hayırlı ümmetinin her ferdinin vazifesi, “İşittik ve itaat ettik”8 deyip tam teslimiyet ile itaat etmeleridir...
Enes b. Mâlik (r.a.) rivayet eder.
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Saflarınızı sıklaştırınız ve safları birbirine yaklaştırınız. Boyunlarınız bir hizada olsun. Nefsim elinde olan (Allah)a yemin ederim ki, şeytanların siyah ve küçük koyunlar gibi saf aralıklarına girdiklerini görüyorum.”9
İbn Ömer (r.anhumâ)’nın rivayetiyle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Şeytana (aranızda) açıklık bırakmayınız. Saffı birleştiren kimseye, Allah (rahmetini) eriştirir. Birleştirmeyenden de (rahmetini) keser.”10
Berâ b. Âzib (r.a.) anlatır:
Rasûlullah (s.a.s.), namaz öncesi bir ucundan diğerine kadar dolaşıp cemaati göğüs ve omuzlarından düzeltir:
“Ayrı durmayın ki, kalpleriniz de ayrılığa düşmesin!” buyurdu.11
Nu‘mân b. Beşîr (r.a.)’dan.
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Vallahi, ya saflarınızı düzeltirsiniz yahut da Allah kalplerinizi başka başka taraflara çevirir.”12
Yegâne Rabb ve İlâh olarak yalnızca ve hiçbir ortak kılmadan Allah Teâlâ’ya secde edilip yüce adının anıldığı mescidlerdeki değişmeyen âdâb budur!..
Câbir b. Abdillah (r.anhumâ)’nın rivayetiyle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Yer(yüzü) bana mescid ve temizlik sebebi kılındı. Onun için ümmetimden kendisine namaz vakti erişen herkes namazını kılıversin!”13
Şahid ümmetin mü’minMüslümanferdleri, mescidde namaz kılarken nasıl ki, birbirlerine yaklaşıyor, safları sıkı tutuyor, aralarına şeytanın sızmasını engelliyorlarsa, yeryüzü mescidinde de aynı hâl ve hareket içinde olmalı, mü’minMüslüman kardeşleriyle safları sıkı tutup aralarına, cinlerden ve insanlardan şeytanların girmesini engellemelidirler... Vasat ümmetin saflarının sağlam, düzgün olduğu gibi, kalpleri kaynaşarak, birbirlerine karşı saygı ve sevgi noktasında düzgün ve sağlam olmalıdırlar... Bu hâl, onların İslâm kardeşi ve dost oluşlarının olmazsa olmazıdır... Rahmân Allah’ın kulları, şeytana kul olmuş, cinlerden ve insanlardan şeytanlaşmışlardan Allah’a sığınmalıdırlar...
EbûUmâme (r.a.) anlatıyor:
Rasûlullah (s.a.s.), mescidde oturmuştu. Sahabe, ona vahiygeldiğini düşünerek yanına varmadı. Sonra EbûZerr geldi, hemen oraya yönelip yanına oturdu.
Rasûlullah (s.a.s.), ona dönerek:
“Ey EbûZerr, bugün namaz kıldın mı?” diye sordu.
EbûZerr:
-Hayır, dedi.
Rasûlullah (s.a.s.):
“Kalk, kıl!” buyurdu.
EbûZerr, dört rekât kuşluk namazını kıldıktan sonra, Rasûlullah (s.a.s.)’e doğru yöneldi.
Rasûlullah:
“Ey EbûZerr, insan ve cin şeytanlarının şerrinden Allah’a sığın!” buyurdu.
EbûZerr:
-Ya Rasûlallah, insanlardan da şeytanlar var mı? diye şaşkınlığını ifade etti.
Rasûlullah (s.a.s.):
“Elbette vardır. Nitekim Allah:
‘Böylece her Peygambere, insan ve cin şeytanlarından bir düşman kıldık. Onlardan bazısı, bazısını aldatmak için yaldızlı sözler fısıldarlar.’14 buyurmuştur.” diye cevap verdi.15
İbn Abbas (r.anhumâ), bu âyet hakkında şöyle dedi:
-İnsanları yoldan çıkaran şeytanları olduğu gibi, cinleri de yoldan çıkaran şeytanları vardır. Bunlar, birbirleriyle karşılaştıkları zaman, biri diğerine: Ben, bu adamımı şu işle saptırdım. Sen de onun bir benzeriyle adamını saptır, der.
“Onlardan bazısı, bazısını aldatmak için yaldızlı sözler fısıldarlar.” sözü, buna işaret etmektedir. Cinler ve şeytanlar aynı şeyler değildir. Şeytanlar, İblis’in çocuklarıdır ve ancak İblis öldüğü zaman ölürler. Cinler ise ölürler ve bazıları mü’min, bazıları da kâfirdir.16
Katâde (rh.a.), âyeti açıklarken şöyle der:
-İnsanlardan şeytanlar olduğu gibi, cinlerden de şeytanlar vardır. Bunlar, birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar.17
Katâde, Mücâhid ve Hasan Basrî (Allah, onlara rahmet etsin) şöyle derler:
-Cinlerden şeytanlar olduğu gibi, insanlardan da şeytanlar vardır. Şeytan, her türün isyankâr ve azgın olanına verilen addır.
Şöyle demişlerdir:
Şeytan, insanı aldatmaktan âciz kaldığı zaman, insanlardan isyankâr birine gider ve o mü’mini bu insan yoluyla aldatır. İşte bu kişi, insandan olan şeytandır.
Buna, EbûZerr (r.a.)’dan rivayet edilen şu hadis delâlet eder:
(EbûZerr anlatır:)
Rasûlullah (s.a.s.), bana:
“Cinlerin ve insanların şeytanlarından Allah’a sığındın mı?” dedi.
Ben:
-İnsanların da şeytanı olur mu ey Allah’ın Rasûlü? diye sordum.
(Rasûlullah:)
“Evet, onlar, cinlerin şeytanlarından daha şerlidir.” diye cevap verdi.
Mâlik b. Dînâr şöyle der:
-Bana, insanların şeytanları, cinlerin şeytanlarından daha zorlu gelir. Zira Allah’a sığındığım zaman cinlerin şeytanı çekip gider amma insanlardan olan şeytan gelir ve beni açık açık mâsiyete sürükler.18
Hayat düstûrumuzKur’ân-ı Kerîm’in son sûresi olan “Nas sûresi”nde “cinlerden ve insanlardan” şeytanlaşmışlardan “insanların Rabbine, Melikine ve İlâhına” yani “Âlemlerin Rabbi Allah”a sığınmayı emrediyor yegâne İlâhımız Allah Teâlâ!..
Yüz yıldan beridir, bir vücûd olmaları gerekli hayırlı ümmetin dağınıklığı, mustaz’af oluşu, mazlumluğu ve işgal edilen topraklarında esaret altına düşmesi, şeytandan ve şeytanîleşmişlerdensebep olduğu malumdur... Cinlerin şeytanlarından daha azgın ve daha şerli olan insan şeytanlar, içten ve dıştan el ele verip yardımlaşarak, Âziz İslâm Milleti’ni bu perişan hâle getirdiler... Aralarına çeşitli fitneler soktular, tuzaklar kurdular, birçok haini satın aldılar ve yaldızlı sözlerle mazlum insanları aldattılar... Böylece bu perişan tablo ortaya çıkmış oldu... Irkçı-milliyetçilik ve bölgecilik yaparak, birbirlerinin kardeşleri ve dostları olan mü’minMüslümanları parçaladılar... Birbirine iman ve İslâm bağıyla bağlanan kalplere, şeytanî vesveseler ile fitne tohumları ekip ayrılık dikenlerinin yeşermesini sağladılar... Onların yaldızlı sözlerine kananlar, tuzaklarına düştüler ve ümmetin parçalanması ortaya çıktı...
Merhamet olunmuş, hayırlı, vasat ve şahid ümmetin vahdetini bozmaya çalışan, onları parçalayıp dağıtmaya gayret eden insan şeytanlarından birisini ve kurduğu tuzağı, ibretlik bir ders olarak nakletmekte fayda umarız!..
Zeyd b. Eslem (r.a.) anlatıyor:
Câhiliyyedâvâsında bulunan büyük bir kâfir, Müslümanlara karşı son derece kinli bir ihtiyar olan YahudiŞâs b. Kays, bir mecliste topluca oturup sohbet eden ve Evs ve Hazrec kabilesinden oluşan Rasûlullah (s.a.s.)’in bir grup ashabına uğramış.
Câhiliyye döneminde aralarında mevcud olan düşmanlığın ardından, İslâm devrinde aralarının iyi olduğunu görmesi, onu öfkelendirmişti.
Dedi ki:
-Benî Kayle (HımyerîArapları) Kabilesi’nin birbiriyle iki küs topluluğu, şu beldelerde şimdi barışık olarak topluca oturmuşlar. Hayır, vallahi, onlar buralarda topluca bulundukları zaman biz, onlarla beraber karar kılamayız.
Buna müteakip kendisiyle beraber bulunan Yahudi bir gence emredip dedi ki:
-Onlara doğru yönel, git de meclislerine katıl. Sonra “Buas Günü’nü (Evs ve Hazrecoğulları’nıncâhiliyye devrinde yapmış oldukları uzun yıllar süren savaştır ve o gün Evslilerin, Hazreclilere karşı zaferi olmuştur.) ve öncesini onlara hatırlat, evvelden karşılıklı olarak söylemiş oldukları bazı şiirleri onlara oku!
O genç de öyle yaptı.
Bunun üzerine topluluk, bu şiirlerin okunması esnasında ileri-geri konuşmaya başladılar, karşılıklı çekişip övündüler, hatta iki kabileden iki kişi, Evs’tenEvs b. Kayzîile,Hazrec’den Cebbar b. Sahr yerlerinden sıçrayıp karşı karşıya geldiler de karşılıklı olarak konuşmaya başladılar.
Onlardan birisi, arkadaşına dedi ki:
-Vallahi, eğer istesem feryâd edip imdada çağırarak o günleri şimdi geri getiririm!
Sonra iki grup topyekün gazaba gelip dediler ki:
-Gerçekten böyle yapmıştık. Haydi silah başına, silah başına! Buluşacağımız yer, Zâhire’dir (HarreMevkiî)!
Buna müteakip o yere çıktılar ve Evs ile Hazrec, daha önce câhiliyye devrindeki âdetleri üzere dâvâlaştıkları gibi bir kısmı, bir kısmına katılıp karşı karşıya geldiler.
Bu haber, Rasûlullah (s.a.s.)’e ulaştı. O da, derhâl beraberindeki mücahidlerle yola çıkıp onların yanlarına geldi.
Rasûlullah (s.a.s.), onlara şöyle buyurdu:
“Ey Müslüman topluluğu, ben sizin aranızda iken, Allah’ın sizi İslâm ile aziz kılmasından, o İslâm sayesinde câhiliyye âdetini sizden bertaraf etmesinden ve aranızı sevgiyle birleştirmesinden sonra cahiliyyedâvâsı güdüp, kâfirler olarak eski halinize mi dönüyorsunuz? Bu, nasıl iştir?”
Rasûlullah (s.a.s.)’in bu sözlerinden sonra artık topluluk anladı ki bu durum, düşmanları olan şeytanın bir fitnesi ve hilesidir. Derhâl ellerinden silahı bıraktılar, birbirlerinin boynuna sarılıp ağladılar, sonra da söz tutup itaat ederek, Rasûlullah (s.a.s.) ile beraber döndüler.
Allah Teâlâ da:
“Ey iman edenler, eğer kendilerine kitab verilenlerden herhangi bir gruba boyun eğecek olursanız, sizi imanınızdan sonra tekrar küfre döndürürürler.
Allah’ın âyetleri size okunuyorken ve O’nun Rasûlü içinizdeyken nasıl oluyor da inkâr ediyorsunuz? Kim Allah’a sımsıkı tutunursa, artık elbette o, dosdoğru olan bir yola iletilmiştir.”19âyetini indirdi.
Câbir b. Abdullah (r.anhumâ) dedi ki:
-Gelip hâlimize muttali olan hiçbir kimse bize, Rasûlullah (s.a.s.)’den daha çok dediğini yaptırıcı olmamıştır. Zira o, bize eliyle işarette bulundu da biz derhâl geri durduk. Allah Teâlâ aramızı düzeltti. Dolayısıyla hiçbir şahıs, bize Rasûlullah (s.a.s.)’den daha sevgili olmamıştır.
Şimdiye kadar başlangıcı daha çirkin ve daha kötü, sonu ise daha hoş bir gün daha görmedim.20
Prof. Dr. VehbeZuhaylî, “Tefsîru’l-Münîr” adlı meşhur eserinde âyeti tefsir ederken şunları kaydeder:
“Allah mü’minleri, kâfirlere itaat etmekten, onların aldatma ve saptırmalarına kanmaktan -kitab ehlinin küfürleri dolayısıyla ve Allah’ın yolundan insanları alıkoymaları sebebiyle azarladıktan sonra- sakındırmaktadır. Buna sebep ise, İslâmî kişiliğin tutarlılığı ve bu kişiliğin diğerlerinden ayrı ve bağımsız hâlini korumaktır. Bundan önce ise kitab ehli, Allah’ın dosdoğru yolundan sapmış bulunuyordu. Bu genel hususu, aşağıdaki şekilde açıklayabiliriz:
Ey mü’minler, fitneyi körükleyen, sönmüş câhiliyye ateşini alevlendiren hususlarda şu Yahudilere itaat edecek olursanız, imandan sonra sizleri küfre, birlikten sonra tefrikaya, ayrılığa, sevgi, samimiyet ve içten bağlılıktan sonra da tiksintiye, kin ve düşmanlığa döndürürler. Nitekim Yüce Allah, bir başka yerde şöyle buyurmaktadır:
“Kitab ehlinden çoğu, kendilerine gerçek (hak) apaçık belli olduktan sonra, nefislerini (kuşatan) kıskançlıktan dolayı, imanınızdan sonra sizi inkâra döndürmek arzusunu duydular.”21
Küfür ise, âhireti kaybetmeye sebep olduğundan, dinî bakımından bir helâk olmuştur. Dünyada ise, kötü gidişe ve kötü geçime sebeptir. Fitneleri, düşmanlıkları ve kini körüklediğinden dolayı dünyada da bir helâk olmuştur.
Nasıl olur da Allah’ı inkâr edersiniz? Sizin bundan uzak olmanız gerekiyor. Size gösterdikleri şekilde nasıl olur da kâfirlere itaat edersiniz? Hâlbuki siz, şu iki özelliğe sahipsiniz:
Birincisi, gece-gündüz Rasûlü’ne indirilen Allah’ın âyetlerinin okunmasıdır. Size bu âyetleri, O okumakta ve tebliğ etmektedir. Bu âyetler, mucize olduğu apaçık olan Kur’ân-ı Kerîm’inâyetleridir. Yüce Allah’ın şu buyruğunda olduğu gibi:
“Size ne oluyor ki Rasûl, sizi Rabbinize iman etmeye çağırıp dururken Allah’a iman etmiyorsunuz? Oysa O, sizden kesin bir söz almıştı. Eğer mü’min iseniz (inanıp sözünüzü gerçekleştirir).”22
İkinci husus, davetini destekleyen harikulâde mucizeleri açıkça göstermiş bulunan Rasûl’ün aranızda varlığıdır. Bu iki hâlin varlığı, küfür ve inkâra aykırıdır. Bunun anlamı, onlar gerçekten saptılar da bu bakımdan azarlandılar demek değildir. Çünkü onlar, mü’min kimselerdi. Bundan dolayı iman nitelikleri söz konusu edilerek, ‘ey iman edenler’ diye kendilerine seslenilmiştir.
Allah’a ve Kitabı’na sımsıkı sarılın. O’nun dinine sıkı sıkıya yapışıp Allah’a tevekkül eden bir kimse hidayeti elde etmiş, sapıklıktan uzaklaşmış, doğruluğun ve gerçeğin yolunda yürümüş ve arzu edileni gerçekleştirmiş demektir.”23
Hayat örneğimiz ve önderimiz Rasûlullah (s.a.s.), hayatta olduğu ve ümmetinin arasında bulunduğu, “Asr-ı Saadet”te, insan şeytanlarıyla nasıl mücadele edilip onları mağlup etmiş ve zafere ulaşılmış ise, bugün de aynısı gündeme gelmelidir... Rasûlullah (s.a.s.) sünnetiyle ve kendisine Allah’ın vahyettiği hayat kitabımız Kur’ân-ı Kerîm ile ümmetinin arasında, ilk günlerde olduğu gibi noksansız ve taptaze bir şekilde yaşamaktadır...
Hayırlı ümmet, Kur’ân ve sünnete sımsıkı yapışıp mü’minMüslümanlar arasında kardeşliği ve vahdeti sağladığı gibi, bugün de Kur’ân ve sünnete sımsıkı sarılırsa aynı güzel sonucu elde eder!..
İslâm düşmanları olan yerli veya yabancı insan şeytanlarından korunarak, onları reddedip uzaklaşarak ümmet birliğinin sağlanması gerekir... Bunun sağlanması için de “Yeniden İslâm’a” dönüp ilk mü’minMüslümanlarınihlâslı hâlleriyle hâllenmek, ahlâklarıyla ahlâklanmak ve tam teslimiyeti gerçekleştirmek gerekir...
Muvahhidmü’minlerin arasını ayırmak isteyen insan şeytanlarının davetine asla kanmamak ve onların hileli tuzaklarından sakınmak, her Müslümanın görevidir... Süper devletler hâline gelen insan şeytanları, birbirlerinin kardeşleri ve dostları olan mü’minMüslümanları, ırkçı-milliyetçi duygularla birbirinden uzaklaştırmak ve birbirine düşman yapıp vuruşturmak, böylece birbirine kırdırmak arzusundadırlar... İşgal altındaki İslâm topraklarının bazı bölgelerinde bu şeytanî planlarını gündem etmiş ve üzülerek ifade edelim ki, belli ölçülerde başarılı da olmuşlardır... Onların planlarını bozmak, tuzaklarını yok etmenin tek yolu, “Asr-ı Saadet”tekimü’minMüslümanların arasında gerçekleşen kardeşliği ve velâyeti tez elden gündeme getirip hayata uygulamaktır... Bunun sıhhatli şekilde gerçekleştirilmesi, ümmetin kurtuluşunu yakınlaştırıp zafere ulaştıracaktır!..
Bkz. Âl-i İmrân, 3/102-103.
Enfâl, 8/46.
Celâleddin es-Süyutî, ed-Dürrü’l-Mensûrfi’t-Tefsîrbi’l-Me’sûr, çev. Hüseyin Yıldız, İst. 2012, c. 7, sh. 140. İbnu’l-Münzir, İbnEbîHâtim ve Ebû’ş-Şeyh’den.
Sünen-i EbûDâvûd, Kitâbu’l-Cihâd, B. 88, Hds. 2628.
İmam Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, çev. Hasan Yıldız, İst. 2011, c. 8, sh. 199, Hds. 8805.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, çec. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2014, c. 9, sh. 360, Hds. 13165.
Hâkim en-Nîsâbûrî, el-MüstedrekAle’s-Sahîhayn, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2013, c. 4, sh. 217, Hds. 2586.
Beyhakî, es-Sünenü’l-Kebîr, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2017, C. 17, sh. 525, Hds. 18501.
Nûreddin el-Heysemî, Sahîh-i İbnHibbânZevâidi, çev. Hasan Yıldız, İst. 2012, c. 2, sh. 163, Hds. 1664.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 15, sh. 630-631, Hds. 22729-22730. Numân b. Beşîr (r.a.)’dan.
Beyhakî, Şu‘abu’l-Îmân, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2015. c. 5, sh. 52, Hds. 4105.
İbnEbi’d-Dünyâ, İbnEbi’d-Dünyâ Külliyatı, Hadislerde Allah’a Şükretmek, çev. Recep Doğru, İst. 2013, c. 5, sh. 466, Hds. 64.
Sünen-i EbûDâvûdTerceme ve Şerhi, Hzr. Necati Yeniel, vdğ. İst. 1990, c. 10, sh. 153.
EbûHüreyre (r.a.)’în rivayetiyle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Şüphesiz Allah, sizin için üç şeye razı olur ve sizin için üç şeyi yapmanızdan da hoşlanmaz.
Sizin, kendisine ibadet etmenize,
O’na hiçbir şeyi ortak koşmananıza
Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılıp dağılmanıza razı olur.
Sizin, dedikodu yapmanızdan,
Çokça soru sormanızdan,
Malı boşa harcamanızdan da hoşlanmaz.”
Sahîh-i Müslim, Kitâbu’l-Akdiye, B. 5, Hds. 10.
İmam Mâlik, Muvatta’, Kitâbu’l-Kelâm, Hds. 20.
İmam Buhârî, el-Edebu’l-Müfred, B. 207, Hds. 442.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 16, sh. 253-254, Hds. 23440-23442.
Nur, 24/51; Bakara, 2/285.
Sünen-i EbûDâvûd, Kitâbu’s-Salât, B. 93, Hds. 667.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, sh. 600, Hds. 7333.
İbnHuzeyme, Sahîh-i İbnHuzeyme, çev. Dr. Şemsettin Işık, vdğ. İst. 2019, c. 3, sh. 13, Hds. 1545.
Nûreddin el-Heysemî, Sahîh-i İbnHibbânZevâidi, çev. Hanefi Akın, İst. 2012, c. 1, sh. 238, Hds. 387.
Sünen-i EbûDâvûd, Kitâbu’s-Salât, B. 93, Hds. 666.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, sh. 618, Hds. 7382.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, sh. 606, Hds. 7354-7355.
İbnHuzeyme, Sahîh-i İbnHuzeyme, c. 3, sh. 16, Hds. 1551.
Sünen-i EbûDâvûd, Kitâbu’s-Salât, B. 93, Hds.662.
Sünen-i Tirmizî, Kitâbu’s-Salât, B. 167, Hds. 227.
Sünen-i Nesâî, Kitâbu’l-İmamet, B. 25, Hds. 810.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 5, sh. 612, Hds. 7366-7368.
Nûreddin el-Heysemî, Sahîh-i İbnHibbânZevâidi, c. 1, sh. 242, Hds..
396.
Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’s-Salât, B. 56, Hds. 84.
Sahîh-i Müslim, Kitâbu’l-Mesâcid, Hds. 3-5.
Sünen-i Nesâî, Kitâbu’l-Gusulve’t-Teyemmüm, B. 26, Hds. 431.
Sünen-i Tirmizî, Kitâbu’s-Siyer, B. 5, Hds. 1594.
Sünen-i İbnMâce, Kitâbu’t-Tahâre, B. 90, Hds. 567.
En‘âm, 6/112.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, sh. 241, Hds. 6493. c. 7, sh. 249, Hds. 9636, c. 10, sh. 316, Hds. 14464.
Sünen-i Nesâî, Kitâbu’l-İstiâze, B. 48, Hds. 5472.
Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, çev. Âdem Yerinde, İst. 2015, c. 1, sh. 431-433, Hds. 725-726. Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Kebîr ve Bezzâr’dan.
İbn Hacer el-Askalânî, el-Metâlibu’l-Âliye, çev. Âdem Yerinde-Hüseyin Kaya, İst. 2010. c. 3, sh. 108, Hds. 3023. sh. 296, Hds. 3428. Muhammed b. Ebî Ömer el-Adenî, Müsned’den.
Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Taberî Tefsiri, çev. Hasan Karakaya- Kerim Aytekin, İst. 1996, c. 3, sh. 549.
İmam Hafız İbnKesîr, İbnKesîr Tefsiri, çev. Dr. Savaş Kocabaş, İst. 2011, c. 4, sh. 250, Hds. 2946. Abdurrezzâk’tan. sh. 251, Hds. 2950. İbnEbîHâtim’den.
Celâleddin es-Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, c. 6, sh. 189. İbnEbîHâtim ve Ebû’ş-Şeyh’ten.
Celâleddin es-Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, c. 6, sh. 190. Abdurrezzâk ve İbnu’l-Münzir’den.
Ebû Muhammed Muhyissünne el-Hüseyin b. Mes‘ûd b. Muhammed el-Ferrâ el-Begavî, Begavî Tefsiri-Meâlimu’t-Tenzîl, çev. Nurgül Özdemir-Ayşegül Özdemir, İst. 2018, c. 2, sh. 607.
Ayrıca bkz. Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İst. 2001, c. 3, sh. 534. (Yenda Yayınları)
Âl-i İmrân, 3/100-101.
İmam Ebû’l-Hasan Ali b. Ahmed el-Vahidî, Esbâb-ı Nüzûl, çev. Necati Tetik-Necdet Çağıl, İst. 2019, sh. 116-117.
Abdulfettah el-Kâdî, Esbâb-ı Nüzûl, çev. Doç Dr. Salih Akdemir, Ank. 1986, sh. 77-78.
Celâleddin es-Süyûtî, Esbâbü’n-Nüzûl, çev. AbdulcelilAlpkıray, İst. 2015, sh. 134.
İmam Taberânî, el-Mu‘cemu’s-Sağîr, çev. İshak Doğan, Konya, 2019, sh. 271-172, Hbr. 602.
Bakara, 2/109.
Hadîd, 57/8.
Prof. Dr. VehbeZuhaylî, Tefsîrü’l-Münîr, çev. Hamdi Arslan, vdğ. İst. 2003, c. 2, sh. 293-294.