12 Eylül 2024 - Perşembe

Şu anda buradasınız: / MUHAMMED ZÂHİD KEVSERÎ’NİN TASAVVUF ANLAYIŞI
MUHAMMED ZÂHİD KEVSERÎ’NİN TASAVVUF ANLAYIŞI

MUHAMMED ZÂHİD KEVSERÎ’NİN TASAVVUF ANLAYIŞI Prof. RAMAZAN MUSLU

Giriş
Zâhid Kevserî, kaynaklarda “İmâm”, “Allâme”, “Muhaddis”, “Fakîh”, “Mütekellim” ve “Sûfî” gibi sıfatlarla anılan son dönem Osmanlı âlimlerinden biridir. O, Ekim 1879’da (Şevval 1296) Düzce’ye bağlı Hacı Hasan (Çalıcuma) Köyü’nde doğdu. Babası, Çerkes asıllı bir aileye mensup olan Hasan Hilmi Efendi’dir (ö.1926).3
Hasan Hilmi Efendi, 1245/1831’de Şebzer’de (Kafkasya) dünyaya geldi. Sopuszâde Şeyh Musa (ö.1276/1859), Süleyman el-Ezherî (ö.1277/1860) ve Şeyh Hasan es-Sushi (Suski?) (ö.1295/1878) gibi âlimlerden ilim tahsil ettikten sonra talebe yetiştirmeye başladı.4 1863’te Rusların bölgeyi işgal etmeleri üzerine Kafkasya’dan hicret edip Düzce’ye yerleşti. Tasavvufa intisabı 1282/1865’te Nakşî-Hâlidî ekole mensup Şeyh Devlet (ö. 1287/1867) vasıtasıyla oldu.5 Şeyh Devlet’in vefatından sonra İstanbul’a gidip, Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî’nin (ö. 1311/1893) sohbetlerine katıldı ve kendisinden Delâilü’l-hayrât icâzeti aldı. Bu arada gittiği Hicaz’da Musa el-Esterhânî el-Mekkî’ye (ö. 1302/1884-85) biat ederek ikinci intisabını gerçekleştirerek kendisinden irşâd icâzeti aldı. 1288/1871’de tekrar Düzce’ye dönen Hasan Hilmi Efendi, pîrdaşı Şeyh Âtıf’ın 1303/1885-86’te Düzce’de vefatı üzerine tekrar İstanbul’a döndü ve Gümüşhânevî’ye intisap ederek 1305/1887’de kendisinden irşâd icâzeti almaya muvaffak oldu. Bir yıl sonra tekrar şeyhinin yanına gidip ondan Râmûzü’l-ehâdîs ve ‘Acâibü’n-nübüvve ve Dekâiku’l-velâye (Garâibü’l-ehâdîs) gibi eserleri okudu. Ayrıca fıkıh, hadis, tefsir ve tasavvufa dair bazı eserler ile Mecmûatü’l-ahzâb ve Kasîde-i Bürde’den de icâzet aldı. Tekrar Düzce’ye dönen Hasan Hilmi Efendi, medresesinde talebe okutmakla meşgul iken, şeyhinin emri üzerine 1310/1892’de medresenin yanına bir tekke inşa ettirdi. Medreseyi talebesi Yâkub el-Ezherî’ye (ö.1314/1896) bırakarak kendisi bu tekkeye geçti. Burada irşâdın yanı sıra fıkıh, hadis, Kur’ân tilaveti ve halvet ile vakit geçirdi.6 Hasan Hilmi Efendi, 20 Ekim 1926’da (12 Rebîulâhir 1345) Düzce’de7 vefat etti. Kevserî o sırada Mısır’da bulunuyordu.8
Zâhid Kevserî’nin Hayatı
Hasan Hilmi Efendi’nin kısa hayat hikâyesinden de anlaşılacağı üzere Zâhid Kevserî, ilmî ve tasav-vufî bir muhitte gözlerini dünyaya açmış, aynı ortamda büyümüş ve yetişmiş bir şahsiyettir. Onun tasavvufla ilgisini daha iyi tespit edebilmek için tahsil hayatına, hocalarına ve okuduğu eserlere bakmak yeterli olacaktır.
Kevserî, temel ilimleri babasından tahsil ettikten sonra Şaban Fevzî Efendi ve Muhammed Nâzım Efendi gibi yörenin önde gelen âlimlerinden dersler aldı.9 Yüksek dinî tahsil için 1311/1893’te İstanbul’a gitti ve Kadıasker Hasan Efendi’nin (ö.1044/1634) yaptırdığı Dâru’l-Hadîs Medresesi’ne yerleşti. Kevserî, bir yandan ilim tahsilini sürdürürken diğer yandan da Mevlevî Şeyhi Muhammed Es’ad Dede’den Câmî’nin Şerh-i Rubâiyyât’ı ile Hâfız Şîrâzî’nin Dîvân’ının bir kısmını okuyarak kendisinden istifade etti.10 Onun tasavvuftaki asıl üstadı ve mürşidi ise Gümüşhânevî Tekkesi şeyhi Kastamonulu Hasan Hilmi Efendi (ö.1329/1911)’dir.11 Kevserî, kendisinden Râmûzü’l-Ehâdîs’i okuyarak 1318/1900’de icâzet almıştır.12
Gümüşhânevî Tekkesi’nin kurucusundan sonraki ilk şeyhi olan Hasan Hilmi Efendi’nin, Kevserî’nin babasıyla çok yakın bir dostluğu ve arkadaşlığı olduğu için babası onun manevî eğitimini kendisine havale etmiştir. Nitekim ilim tahsiline bu zâtın gözetiminde devam etmiş ve yine onun rehberliğinde seyrusülûkünü tamamlayarak halifesi olmuştur.13 Kevserî’nin ilmî şahsiyetinin gelişiminde kendisine örnek aldığı Alasonyalı Ali Zeynelâbidîn (ö.1336/1917) de Hasan Hilmi Efendi’nin talebesidir.14 Bu bilgiler ışığında Kevserî’nin ilmî ve tasavvufî şahsiyetinin oluşumunda, diğer hocalarının yanı sıra,15 Kastamonulu Hasan Hilmi Efendi’nin farklı bir yerinin olduğunu rahatlıkla söylenebilir. Kevserî, nihayet 26 yaşında yüksek dini tahsilini tamamlamış ve 1906’da “müderrislik” sınavını başararak eğitim öğretim hayatına atılmıştır.16 Öte yandan Zâhid Kevserî’nin tasavvufî çizgisini tespit edebilmek için mensubu bulunduğu Nakşibendiyye tarikatına biraz daha yakından bakmakta yarar vardır.
Tarikat, Hâce Muhammed Bahâeddin Nakşibend el-Buhârî (ö. 791/1389) tarafından 14. yüzyılda Orta Asya’da, bu günkü Özbekistan sınırları içinde yer alan Buhârâ’da kurulmuştur. Nakşibendî meşâyihından Hâce Ubeydullah Ahrâr (ö.896/1490-91) tarafından kurulan Ahrâriyye kolu, halifeleri vasıtasıyla Anadolu’da ve İstanbul’da faaliyet göstermiştir. Ahrâriyye’den doğan Müceddidiyye ise Hindistan’da “Müceddid-i Elf-i Sânî” ve “İmâm-ı Rabbânî” lâkaplarıyla tanınan Ahmed Fârûk-ı Serhendî (ö. 1034/1624) tarafından 17. yüzyılda tesis edilmiş ve aynı şekilde Anadolu’da ve İstanbul’da da faaliyet göstermiştir. Müceddidiy-ye’den 19. yüzyılda “Hâlidiyye” doğmuştur. Bu kol, Mevlânâ Hâlid (ö.1242/1826) tarafından Bağdat’ta kurulmuş ve halifeleri vasıtasıyla İstanbul başta olmak üzere Anadolu ve Kafkaslarda faaliyet göstermiştir. Bağdâdî’nin sağlığında İstanbul’a gönderdiği son halifesi Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî’yi de yetiştiren Ahmed b. Süleyman el-Ervâdî’dir (1275/1858).17 Gümüşhânevî, hilâfete nâil olduktan sonra, irşâd faaliyetlerini Eminönü’nde tesis edilen ve kendi adıyla anılan tekkede18 sürdürmüştür. Tekke, tarikat ve irşâd hizmetlerinin yanı sıra, bir ilim merkezi ve bir “Dâru’l-hadîs” olarak da faaliyet göstermiştir. Gümüşhânevî’ye bağlı şeyhler hem sûfî ve hem de âlim ve müderris kimliğine sahiptirler. Bu nedenle, tasavvuf ilminin ve tasavvufî hayatın yanı sıra İslâmî ilimlerle de yakından ilgilenmişlerdir. Özellikle hadis ilmiyle meşgul olmaları, onların Hz. Peygamber’in sünnetine verdikleri önemi göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
Zâhid Kevserî’nin mensubu bulunduğu Nakşiben-diyye’nin Ahmed Ziyâeddin Gümüşhanevî’ye nispet edilen Ziyâiyye kolu başta İstanbul şehri olmak üzere Anadolu, Karadeniz, Kırım, Dağıstan ve Mısır gibi bölgelere yayılarak buralarda faaliyet göstermiştir. Tarikat, İstanbul ve Kahire’de bizzat kurucusu tarafından temsil edilirken, halifeleri vasıtasıyla da geniş bir coğrafyaya yayılmıştır.19 Bunda kişisel başarısının yanı sıra dönemin sultanlarıyla iyi münasebetler içerisinde olmasının da payı olsa gerektir. Nitekim Sultan Abdülmecid (ö.1861) ve Sultan Abdülaziz’in (ö.1876) kendisiyle çeşitli konularda istişarelerde bulunması ve hatta Sultan II. Abdulhamid’in (ö.1918) “İslâm birliği” siyasetinin bir gereği olarak çeşitli bölgelere gönderdiği elçiler arasında Ziyâiyye halifelerinin de bulunması, bu hususu kanıtlar mahiyettedir.20 Konumuzla ilgili olarak Ziyâiyye’nin faaliyet gösterdiği coğrafyalardan biri olan Mısır’ın -İstanbul istisna edilirse- ayrı bir yeri vardır. Tarikatı burada, yukarıda da ifade edildiği gibi, ilk defa Gümüşhânevî’nin bizzat kendisi temsil etmiştir. Üç yıl kadar kaldığı Mısır’da bir yandan talebelere hadis okutmuş, diğer yandan da Mısır Müftüsü Muhammed el-Menûtî, Şeyh Cevdet, Muhammed et-Tantavî, Şeyh Mustafa es-Sâidî ve Şeyh Rahmetullah el-Hindî gibi seçkin zevâta hilâfet vermiştir.21 Nihayet Gümüşhânevî’nin 13 Mayıs 1893’te İstanbul’da vefatının ardından kendi adıyla anılan tekkede Kastamonulu Hasan Hilmi Efendi (ö.1329/1911),22 Safranbolulu İsmail Necati Efendi (ö.1338/1919),23 Dağıstanlı Ömer Ziyâeddin Efendi (ö.1339/1920)24 ve Tekirdağlı Mustafa Feyzî Efendi (ö.1345/1926) 25 sırasıyla postnişîn olmuşlardır. 26
İşte Zâhid Kevserî, 27 Temmuz 1923’de (13 Rebîülâhir 1341) Mısır’a ulaştığında zâhirî ve bâtınî ilimlerde kendisini yetiştirmiş bir âlimdi. Mısır’da daha bir yıl kalmadan 1342/1923-24’te Şam’a ilk seyahatini gerçekleştirdi ve burada bir yıl kadar kalıp Zâhiriyye Kütüphanesi’nde yazma eserler üzerinde incelemelerde bulundu. 1345/1926’da Kâhire’ye dönüp “Tekyetü’l-Etrâk”a (Revâku’l-Etrâk) yerleşti.27 Böylece âlim sıfatıyla gerçekleştirdiği ilmî faaliyetlerinin yanı sıra tasavvufî kimlik ve kişiliği ile de bağlı bulunduğu tarikatı Mısır’da temsil etmeye başladı.28 Ancak onun tarikatı ne şekilde temsil ettiği hususunda ulaşabildiğimiz kaynaklarda açıklayıcı bir bilgiye rastlanmamıştır. Dolayısıyla Pîri Gümüşhanevî gibi Mısır’da halife yetiştirdi mi yoksa vaktini sadece ilmi çalışmalara mı hasretti, bu konuda yeterli bilgiye sahip değiliz. Yalnız Ali Ulvi Kurucu’nun verdiği bilgilerden Kevserî’nin Kahire’de Şeyh Muhammed Hafız Efendi adında bir Ticanî şeyhinin tekkesine Mustafa Sabri Efendi ile birlikte zaman zaman gidip geldiği ve şeyh efendi ile özel sohbetlerde bulunduğunu tespit edebiliyoruz.29 Ayrıca Halvetiyye ve Nakşbendiyye tarikatlarından icâzetli Şeyh Abülhâlık eş-Şebrâvî ile yakın dost oldukları da bilinmektedir.
Zâhid Kevserî’nin iki defa Şam’a gidip orada kalmayarak Kâhire’ye dönüp yerleşmesinin sebebi sorulduğunda; “Şam ehlinin ekserisi âbid kimseler; ilimle iştiğal edenleri var ama onların da dervişliği ağır basıyor. Kâhire’de ise ilim erbâbı çok, sonra Ezher de orada. İlmî bir muhitte bulunmak benim daha çok hoşuma gidiyor.” 30 şeklinde verdiği cevap, onun, tekke hayatından çok medrese hayatına meyilli olduğunu ve ilmî hayatı tercih ettiğini göstermesi bakımından önemlidir. Nitekim Mısır’da bir tekkede şeyhlik yapabileceği halde böyle bir faaliyet içerisine girmeyip Mısır Devlet Arşivi’nde çalışarak aldığı mütevazı bir ücretle geçimini temin etmeye çalışması onun bu tercihinin bir sonucu olsa gerektir.31 Zâhid Kevserî, nihayet 10 Ağustos 1952 (19 Zilkâde 1371) Pazar günü Kâhire’de vefat etmiştir. 32
Kevserî, Kahire’de bulunduğu yıllarda bir yandan talebe yetiştirirken diğer yandan da çok sayıda İslâmî eser neşretti. Başta Mısır olmak üzere Yemen, Hindistan, Pakistan, Endonezya, Malezya, Suriye, Irak ve Türkiye’den yetiştirip icâzet verdiği öğrencileri oldu. Abdülhamîd el-Kütübî el-Mısrî, Ahmed Avang Hüseyin, Alasonyalı Büyük Cemal Öğüt, Abdülfettâh Ebû Gudde, Ahmed Hayri Paşa, Muhammed Reşad Abdülmuttalib, Ebü’l-Fazl İbnü’s-Sıddîk, Ali Ulvi Kurucu, Mehmed İhsan Efendi, Mustafa Runyun ve Muhammed Hüseyin onun yetiştirdiği talebelerden bazılarıdır.33
Şahsiyeti
Muhammed Ebû Zehra’ya göre Kevserî, yeri doldurulamamış bir âlimdir. Çünkü o, ilmi ne rızık kapısı ve ne de herhangi bir gaye için basamak yapmayan selef-i sâlihînin son örneklerindendir. “Âlimler peygamberlerin vârisleridir” sözünün kendisinde gerçekleştiği gerçek bir âlimdir.34
Ahmed Hayrî de hocası Zâhid Kevserî’nin şahsiyetiyle ilgili bize özetle şu bilgileri verir: Kevserî, hayatı boyunca ismi ile müsemmâ bir şekilde zühdün canlı bir örneği oldu. Son derece iffet sahibi idi. Mısır’da ikameti süresince vaktini her fırsatta kitap telif etmek, öğrencilere ders okutmak ve insanlara nasihat edip onları irşâd etmekle geçirirdi. Öğrencilerini faydalı kitapları bastırmaya ve neşretmeye teşvik ederdi. Eğer birisinden bir hizmet talep etmişse karşılığını mutlaka verirdi. Ne ilim öğretmekten ve ne de kitap tashih etmekten dolayı hiçbir kimseden kesinlikle bir karşılık beklemediği gibi, teklif edilenleri de kabul etmezdi. İhtiyaç sahibi olmasına rağmen kimseden bir şey istemedi. Ömrünün sonlarında ilaç masraflarını karşılamak üzere kitaplarını tek tek satmaya başlayınca, bazı öğrencilerinden gelen yardım tekliflerini de geri çevirmiştir. 35
Kevserî ile ilgili araştırmalar yapan Hamid İbrahim Muhammed ise Kevserî’yi şu şekilde tavsif eder: “Biz Muhammed Zâhid el-Kevserî’yi; kelam uleması arasında bir mütekellim, hadis âlimleri arasında bir muhaddis, fukahâ arasında bir fakîh, müfessirler arasında bir müfessir, ayrıca bir tarihçi, bir mütercim ve bir mutasavvıf olarak bulmaktayız.” 36
Tasavvuf Anlayışı
Buraya kadar verilen bilgilerden Kevserî’nin tasavvufla ilgilendiği ve hatta seyrusülûkünü tamamlayarak icâzet aldığı anlaşılmaktaysa da kendisinin tasavvufî anlayışını ortaya koyabilmek için eserlerini de incelemek gerekir. Bilindiği gibi Kevserî’nin tasavvufun yanı sıra İslamî ilimlerle ilgili pek çok çalışması vardır.37 Biz burada onun tasavvufî görüş ve düşüncelerini alanla ilgili telif ettiği eserleri çerçevesinde ele alıp değerlendirmeye çalışacağız.
Zâhid Kevserî, el-Buhûsü’s-seniyye an ba‘zı ricâli esânîdi’t-tarîkati’l-Halvetiyye38 adlı eserinde Halvetî-Şâbânî silsilesinde yer alan on üç şeyhin biyografisine yer vermiştir. Kevserî bu eseri Halvetiyye, Şâziliyye ve Nakşibendiyye tarikatlarından icâzetli Şeyh Abdulhâlik eş-Şebrâvî’nin (ö.1366/1946-47) teşvikiyle kaleme almıştır.39 Biyografisine yer verdiği şeyhler, 18. yüzyıldan itibaren Mısır tasavvuf hayatında önemli bir yere sahip olan Mustafa Kemâleddin el-Bekrî’nin (ö.1162/1749) silsilesinde yer alan meşâyihın olması dikkat çekicidir. Bilindiği gibi Bekrî, Şâbânî-Karabaşî ekole mensup, Türk asıllı bir şeyhten40 seyrusülûk gören Abdüllatîf b. Hüsâmeddin el-Halebî’nin (ö.1121/1709-10) halifesidir. 41
İrğâmü’l-merîd fî şerhi’n-Nazmi’l-atîd li tevessüli’l-mürîd bi ricâli’t-tarîkati’n-Nakşibendiyyeti’l-Hâli-diyyeti’z-Ziyâiyyeti kaddesallâhü esrârahüm’ü’l-‘aliyye42 adlı bu şerh, Zâhid Kevserî’nin tasavvufa dair bazı görüşleri ile Nakşibendiyye tarikatına mensup Mâverâünnehir bölgesinden Nakşî sâdâtına dair biyografilerin yer aldığı önemli bir çalışmadır. Kevserî bu eseri, Râmûzü’l-ehâdîs’i hatmettiği sırada kaleme almış olduğu nazmın, daha iyi anlaşılması için yazmış ve ihvânına ithaf etmiştir.43 Kevserî söz konusu çalışmada bir müridin kemâle ulaşmak için evliyaya tevessül etmesinin gerekliliği üzerinde durmuştur. Bu yaklaşım, manevî terbiyede mürşid-i kâmile duyulan ihtiyacın önemini ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir. Kevserî’nin eserine verdiği başlıkta geçen “Dik kafalı ve âsî bir kimsenin hakîr ve zelîl kılınması” anlamına gelen “İrğâmü’l-merîd” tabiri de mânidârdır. Bu isimlendirme, Kevserî’nin “tevessül” konusunda sadece lehte söz söyleyen bir âlim ve Sûfî olduğunu göstermekle kalmaz; aynı zamanda onun doğruluğuna inandığı tasavvufî bir konunun da güçlü bir savunucusu olduğunu ve hatta tasavvuf karşıtlarını dizginleyici ve onları alçaltıcı bir üslûbu dahi benimsediğini ortaya koyar. Onun bu hassasiyeti, kuşkusuz diğer İslâmî ilimler için de geçerlidir. Kevserî, eserin sonunda kendi hayat hikâyesini de anlatır ve amacının sâdât ile tevessülde bulunan ihvânın kendisini de hayır dua ile anmaları olduğunu söyler.44
Kevserî, kabir ziyareti yapmaları ve Allah için velileri (ahyâr) vesile kılmaları sebebiyle Müslümanları küfürle itham eden bazı aşırı gruplara cevap vermek maksadıyla Mahku’t-takavvül fî mes’eleti’t-tevessül45 adlı bir eser kaleme almıştır.46 Kevserî burada “O’na yaklaşmaya vesile arayın.”47 âyetini, ölü veya diri şahıslarla ve amellerle duâ’da tevessülün câiz olduğuna delil gösterir. Osman b. Hanîf’in “Yâ Muhammed! Şüphesiz ben Rabbime seninle yöneldim.” ve Ebû Saîd el-Hudrî’nin “Ey Allah’ım! Şüphesiz ben Sen’den Müslümanları vesile kılarak istiyorum.” sözlerini de hadisten delil olarak sunar. Kevserî sahabenin Hz. Peygamber’in (a.s.) vefatından sonra da kendisine tevessül ettiğini hatırlattıktan sonra, konu ile ilgili pek çok kitap yazıldığını kaydeder. Tevessül ile ilgili bazı rivayetleri zikrettikten sonra “istiğâse” ve “istiâne” kavramlarını da tevessül kavramıyla birlikte değerlendirir ve her ikisi için de âyet ve hadislerden deliller getirir. Konu ile ilgili pek çok kitap yazıldığını da kaydeder. 48
Kevserî, İrğâmü’l-merîd adlı eserinde tevessül konusuna değinir ve peygamberlerden başka şehitler, velîler, âlimler ve sâlihlerle de tevessül etmenin câiz olduğunu söyler. Ona göre “Evliyânın hayatta iken sahip olduğu mânevî tasarruf, ölümden sonra da devam eder. Çünkü tasarrufta bulunmak rûhânî bir iştir ve o da yok olmaz. Nefsi kemâl sıfatlarıyla süslemek için sâdâta (evliyâ) tevessül gerekir.49 Konuyla ilgili Takiyyüddin es-Sübkî (ö.756/1355), Seyyid Şerif Cürcânî (ö.816/1413), İmam Râzî (ö.606/1209), Şernûbî (ö.998/1585), Abdülganî en-Nâblusî (ö.1143/1731) ve Ebû Saîd el-Hâdimî (ö.1176/1762) gibi âlimlerin de aynı görüşte olduğunu söyler ve eserlerine bazı atıflarda bulunur. 50
Kevserî, tevessüle ve hatta kabir ziyaretine karşı çıkan İbn Teymiyye’yi (ö.728/1328) de eleştirir. İbn Teymiyye ve taraftarlarının ölmüşlerin ruhlarıyla tevessül etmek bir yana kabirleri ziyaret etmeye bile karşı çıktıklarını söyler. Hatta onların, Hz. Peygamber’in (a.s.) kabri Ravza-i Mutahhara’yı bile ziyaret etmekten Müslümanları menedecek kadar ileri gittiklerine dikkat çeker. Kevserî, İbn Teymiyye’nin ilme hizmet etmiş bir âlim olmakla birlikte, hüküm verirken pek çok konuda aşırıya kaçtığını da ifade eder.51 Kevserî tevessül ve istiğâse konusunda yanlış yapan ya da edebe aykırı hareketlerde bulunanları da uyarır ve ilim ehlinin onları yumuşaklıkla doğruya irşâd etmeleri gerektiğini hatırlatır. Bu konularda ümmetin uygulamaları hakkında daha çok bilgi edinmek isteyenlerin Muhammed b. Musa b. Nu‘man Merrâküşî’nin (ö.683/1284) Misbâhu’z-zalâm fi’l-müstağîsîne bi hayri’l-enâm adlı eserine müracaat etmelerini tavsiye eder. 52
Kevserî’nin ele aldığı konulardan biri de insanın hakikatı ile ilgilidir. O, Muhammed b. Sa‘deddin ed-Devvânî’nin Hakîkatü’l-insân ve’r-rûhu’l-cevvâl fi’l-avâlim adlı eserinin giriş kısmına yazdığı “Hakîkatü’l-insân” başlıklı makalesinde Devvânî’nin biyografisine ve eserlerine yer verdikten sonra insanın hakikatiyle ilgili şunları kaydeder: “İnsanın hakikati iki yönlüdür. Birisi, insanın bedenî ve cismanî tarafıdır. Bu yönüyle insan süflî lezzetler peşinde koşar. Diğeri ise ruhî yönüdür. Ruh, yücelere uçabilme kabiliyeti olan Rabbânî bir latîfedir. Akıllar, bu Rabbânî emrin künhünü, hakikatini idrak etmekten acizdir. İlim ehli; ruh, nefs, kalb ve akıl gibi kavramları açıklamaya çalışmışlarsa da tam olarak bir izahı yapılabilmiş değildir. Çünkü bunlar, izah edilebilecek konular değildir. Gazzâlî de İhyâu ulûmi’d-dîn’in “Acâibü’l-kalb” bölümünde bu kavramları açıklamaya çalışır. İnsanlar bu iki yöne yaklaşmaları itibariyle farklı konumdadırlar. Cismânî lezzetlere dalanlar hayvanlara mülhaktır. Nitekim âyet-i kerîmede “İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar.”53 buyrulmuştur. Bedenî zevklerin sultasından kurtulup, Rabbânî latîfe canibine geçen kimse de ulaştığı dereceye göre meleklere mülhak olur. Her iki tarafa da eşit mesafede bulunan kimse ise nefsiyle mücâhede halindedir ve bazen sâlih bazen de kötü ameller yapabilir. Âlimler, Rabbânî bir latîfe olan bu ruhun, kesîf olan insan cismine hulûl eden latîf bir cisim mi, yoksa girme, çıkma, ayrılma ve hulûl gibi sıfatları ve mekânı olmayan mücerred bir cevher mi olduğu konusunda ihtilaf etmişlerdir. Cumhur, birinci görüşü benimserken, Ebû Mansûr el-Mâtürîdî (ö.333/944), Halîmî (ö.403/1012), Râgıb el-Isfahânî (ö.502/1108), Gazzâlî (ö.505/1111), İmam Râzî (ö.606/1209), Beyzâvî (ö.685/1286) vb. âlimler ise ikinci görüşü tercih etmişlerdir.”54 Kevserî her iki grubun görüşlerini destekleyen delilleri de zikrettikten sonra Devvânî’nin konu ile ilgili çalışmasını beğeniyle karşıladığını ifade eder. 55
Kevserî’nin ele aldığı diğer bir konu da seyrusülûk-tür. O, insanın seyrusülûke muhtaç olduğu görüşündedir. Ona göre insan kendi zâtına ve durumuna (ahvâl) baktığında, kendisinin zât itibariyle noksan ve kemâle ermede de bir başkasına muhtaç olduğunu anlar. Bunun sonucu olarak da içinde kemâl sahibi olmaya yönelik bir şevk doğar. Bunun sebeplerini araştırır ve bu isteğini elde etmek için harekete geçme ihtiyacı hisseder. İşte tarikat ehli bu harekete “seyrusülûk” ve “kemâlât” ismini verir. Kemâlât hem ilimde hem de amelde olmalıdır ki seyrusülûk her ikisini de karşılar niteliktedir. Nitekim en şerefli ilim, takvâya ulaştıran ilimdir. Bu ilme sülûk ve mücâhede ile ulaşılır; sadece tefekkürle değil. Nefsi tezkiye için amelî kemâlâtın son noktası, ahlâkı güzelleştirmektir. Çünkü seyrusülûkten gaye, insan nefsinde meleke meydana gelmesini sağlamaktır. Bu meleke ile irâdî, güzel ve tabiî fiiller ortaya çıkar. Sülûk ahvâlinden bahseden ilme “tasavvuf” denir. O, güzel veya çirkin irâdî fiillerin meydana gelmesi bakımından insan nefsinin ahvâlinden bahseden bir ilimdir.56
Kevserî, ilâhî tecellînin genişliği ve sülûkun çeşitliliği ile ilgili Mustafa Kemâleddin el-Bekrî’nin el-Ke’sü’r-râik fî sebebi ihtilâfi’t-tarâik adlı eserinden şu nakilde bulunur: “Her kulun kendine göre bir seyri vardır… Bir kimseye bir cihetten iki defa tecellî gelmediği gibi iki kişiye de aynı tecellî gelmez.” 57 Kevserî, sülûkle ilgili Şeyh-i Ekber İbnü’l-Arabî’nin (ö.638/1240) el-Fütûhât adlı eserinin 189. babından şu bilgileri aktarır: “Sülûk, mana olarak bir ibadet menzilinden diğer bir ibadet menziline; sûret olarak da Allah’a yakınlık için meşrû bir amelden başka bir meşrû amele; fiilden fiile, terkten terke, fiilden terke, terkten fiile; ilim olarak bir makamdan başka bir makama, bir isimden başka bir isme, bir tecellîden diğerine, bir nefisten başka bir nefse intikal etmektir. İntikal eden sâliktir. O, bedenî mücâhede ve nefsî riyazet ile ahlâkını güzelleştiren ve nefsinin isteklerine hâkim olarak onu ölçülü bir şekilde besleyen kimsedir.” 58
Kevserî, tasavvuf eleştirilerine reddiye olarak 20 sayfalık bir eserini Oflu bir vaizi tenkit etmek maksadıyla yazmıştır. el-Cevâbü’l-vefî fi’r-reddi ‘ale’l-vâizi’l-Ôrfî ismini verdiği bu eseri bir günden daha az bir sürede yazdığı ve söz konusu vaizin bu eser üzerine tasavvuf aleyhtarlığından vazgeçtiği kaydedilir.59 Kevserî’nin tasavvufa dair tartışmalı konulara yaklaşımı, onun tasavvufî düşüncesiyle ilgili bazı ipuçları vermektedir. Özellikle yukarıda ilgili eserlerinde ele aldığı konular arasında ilk sırada tevessül ve istiğâse konuları yer alırken bunları kabir ziyareti, râbıta, insanın hakikati ve seyrusülûk gibi konular izlemektedir. Bu konulara topluca bakıldığında onun tasavvufî alandaki tartışmalı konulara olumlu yaklaşımı rahatlıkla tespit edilebilir ve alanla ilgili eserleri tasavvufa bir katkı olarak değerlendirilebilir.
Öte yandan Kevserî’nin 18. yüzyıl Nakşî mutasavvıflarından Abdülganî en-Nâblusî’nin tasavvufî konulardaki görüşlerinden de istifade ettiği görülür. Onun el-Fethu’r-rabbânî adlı eserine atıflarda bulunur ve “ihsan” konusunda Nâblusî’nin ihsanın kısım ve çeşitlerini sınırlandırmanın mümkün olmadığı görüşünü benimser. Şöyle ki Nâblusî’ye göre tamamı Muhammedî şeriattan çıkarılmış olmasa da her sâlik için özel bir sülûk ve muayyen bir meşrep, müstakil bir metot vardır. Bunun nedeni ilâhî tecellîlerin çok olmasıdır. Öyle ki zevk ve müşâhede ehlinin bildiği gibi, bu tecellîleri bir tek cins ve çeşit altında toplamak mümkün değildir.”60
Kevserî, az bulunmasına rağmen mürşid-i kâmil bulduğu halde onun kadrini bilmeyen bir kimsenin nefsi için ağlaması gerektiğini ifade eder. O, bu konuda İsmail Hakkı Bursevî’nin Rûhu’l-beyân adlı tefsirinden şunları aktarır: “Çevrende nefsinin esiri olmuş bazı insanların: “Bizler kâmil bir mürşidle karşılaşsak ve gerçekten kâmil olduklarına dair alametlerini de açıkça görmüş olsak, onların tarikatlarına ilk girenler ve onların hakikatlerine ilk yapışanlar şüphesiz bizler olurduk.” dediklerini görürsünüz. Böyle kimselere şöyle deyiniz: “Körler görmese de güneş yine güneştir; hastalar tadını almasa da bal yine baldır.” Talipler, boş hayal peşinde koşmazlar. Nakit gibi değerli olan ömürlerini boş ve zararlı şeyler için harcamazlar. Onlar her zaman var güçleriyle itaat etmeye çalışırlar ve matlubu elde etme yolunda olurlar.”61
Kevserî, varlıkla ilgili tasavvufî düşünce ekollerinden “vahdet-i şühûd” görüşünü benimser. Onun bu tutumu bağlı bulunduğu Müceddidî-Hâlidî geleneğine de uygun düşmektedir. O, İbnü’l-Arabî ve temsilcilerinin savunduğu “vahdet-i vücûd” görüşünün anlaşılmasının güç olduğunu, anlamaya çalışanlardan çoğunun da kafalarının karıştığını ifade eder. Ayrıca sekr ehlinin şatahât türü sözlerinden kaçınmak gerektiğini ve bunların uzun uzadıya konuşulacak bir konu olmadığını da kaydeder.62
Sonuç
Zâhid Kevserî, daha çok İslâmî ilimlerdeki derinlemesine bilgisi ile tanınmış bir tarikat mensubudur. O, sadece zâhirî ilimlerle meşgul olmuş ve bâtınî ilimleri ihmal etmiş bir şahsiyet değildir. Bir âlim ve bir şeyh çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve çocukluk ve gençlik çağını tasavvufî kültürle yoğrularak geçirmiştir. Medrese tahsilinin yanı sıra tasavvufu bizzat bir mürşid rehberliğinde yaşayarak öğrenmiştir. Bu nedenle o, “zülcenâheyn” (çift kanatlı) bir âlimdir. Objektif bir gözle bakıldığında onun bir âlimde bulunması gereken tüm vasıflara sahip olduğu görülür. Bu açıdan ilmî hayatı tercih edenler için örnek alınması gereken “model” bir şahsiyettir. Öte yandan Kevserî’nin belki de irşâda izinli bir halife olarak tasavvuf sahasına yapmış olduğu en önemli katkı, muhaliflerin tevessül, istiğâse ve râbıta gibi konularda tasavvufa karşı yönelttikleri eleştirilere, saygın bir İslâm âlimi olarak cevap vermesi ve eserler yazarak mutasavvıfları desteklemesidir. Onun dikkat çeken diğer bir yönü de tasavvuf eğitimi alıp irşâda izinli olduğu halde ilmî hayatı tercih etmesidir. Tasavvufu yaşadığı halde tekke hayatından biraz uzak durduğu söylenebilir. Tasavvufî terbiye ile fiilî olarak ne ölçüde meşgul olduğunu ne yazık ki eserlerinden anlama imkânına sahip değiliz. Bu konuda onu tanıyanların gözlemlerinin önemli olduğu kanaatindeyiz. Özellikle onun Mısır’daki tasavvufî hayatına dair yapılacak çalışmaların ayrı bir değeri haiz olacağını düşünüyoruz. Sonuç ne olursa olsun, onun, tasavvuf ehli bir İslâm âlimi olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.
Albayrak, Sâdık. Son Devir Osmanlı Ulemâsı. İstanbul 1996.
Binatlı, Yusuf Ziya. “Dağıstânî, Ömer Ziyâeddin”, DİA. VIII (İstanbul 1993), s. 406-407.
Ceydel, Ammâr Şeyhu ulemâi’l-İslâm Muhammed Zâhid el-Kevserî, asruhû ve âsâruhû. (http://www.al-razi.net/pages/m24.htm#_ftn1 (02.11.2007)
Çiçek, Yakup. “Muhammed Zâhid Kevserî’nin Tasavvufî Görüşleri”, Muhammed Zâhid el-Kevserî Hayatı Eserleri Tesirleri. Sempozyum Bildirileri, 9-10 Aralık 1995, s. 129.
Düzdağ, M. Ertuğrul, Üstad Ali Ulvi Kurucu: Hatıralar, İzmir 2007.
Ebû Zehra, Muhammed. “el-İmâm el-Kevserî”, Kevserî’nin el-Buhûsü’s-seniyye girişinde.
Gündüz, İrfan. “Gümüşhânevî, Ahmed Ziyâeddin”. DİA, XIV (İstanbul 1996), s. 276.
Gündüz, İrfan. “Gümüşhânevî Ahmed Ziyâeddin” (ks): Hayatı- Eserleri-Tarikat Anlayışı ve Hâlidiyye Tarîkatı. İstanbul: Seha Neşriyat, 1984.
Hamid İbrahim Muhammed. eş-Şeyh Muhammed Zâhid b. el-Hasan b. Ali Kevserî ve cuhûdihi’l-kelâmiyye. el-Ezherü’ş-Şerîf: Külliyeti Usûli’d-dîn, Master Tezi, 1408/1988.
Hayrî, Ahmed. el-İmâm el-Kevserî. Kahire: el-Mektebetü’l-Ezheriyye li’t-türâs, 1420/1999.
Kevserî, Muhammed Zâhid. “Hakîkatü’l-insân”, Devvânî’nin Hakîkatü’l-insân ve’r-rûh el-cevvâl fi’l-avâlim. (Kahire 2006) adlı eserinin girişinde.
Kevserî, Muhammed Zâhid. “İzâletü’ş-şübühât an kavli’l-Üstâz Künnâ hurûfen âliyât”, Mukaddimâtü’l-İmâm el-Kevserî içinde, Beyrut 1997.
Kevserî, Muhammed Zâhid. el-Buhûsü’s-seniyye an ba’zı ricâli esânîdi’t-tarîkati’l-Halvetiyye. Kahire: el-Mektebetü’l-Ezheriyye li’t-türâs, ty.
Kevserî, Muhammed Zâhid. et-Tahrîru’l-vecîz fî mâ yebteğîhi’l-müstecîz. Halep ty.
Kevserî, Muhammed Zâhid. İrğâmü’l-merîd. Kahire: el-Mektebetü’l-Ezheriyye li’t-türâs, ty.
Kevserî, Muhammed Zâhid. Mahku’t-takavvül fî mes’eleti’t-tevessül. Kahire: el-Mektebetü’l-Ezheriyye li’t-türâs, 2006.
Muslu, Ramazan. Mustafa Kemâleddin Bekrî ve Tasavvufî Görüşleri. İstanbul: Erkam Yayınları, 2005.
Mustafa Feyzî Efendi, Menâkıb-ı Haseniyye. İstanbul 1327.
Mustafa Feyzî Efendi, Menâkıb-ı Ziyâiyye. İstanbul 1313.
Özafşar, Mehmed Emin. “Muhammed Zâhid el-Kevserî Hayatı”, Muhammed Zâhid el-Kevserî Hayatı Eserleri Tesirleri. Sempozyum Bildirileri, 9-10 Aralık 1995, ss. 33-36.
Özdamar, Mustafa. Dersaadet Dergâhları. İstanbul 1994.
Sayar, A. Güner. “İsmail Necâti Efendi”, DİA. XXIII (İstanbul 2001), s. 115.
Tanman, M. Baha. “Gümüşhânevî Tekkesi” Diyanet İslam Ansiklopedisi. XIV (İstanbul 1996), ss. 277-278.
Tanman, M. Baha. “Gümüşhânevî Tekkesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi. İstanbul 1994, III, ss. 448-449;
Ünal, Zühdü. “Muhammed Zâhid el-Kevserî Hazretleri’nin Ailesi ve Yetiştiği Ortam”, Muhammed Zâhid el-Kevserî Hayatı Eserleri Tesirleri. Sempozyum Bildirileri, 9-10 Aralık 1995, s. 56-61.
Yargı, Mehmet Ali. “Muhammed Zâhid el-Kevserî [1863-1952]: (Hayatı, Eserleri ve Fıkhî Görüşleri)”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi. Sayı: 6, 2005, ss. 314-317.
Yavuz, Yusuf Şevki. “Zâhid Kevserî”. DİA, İstanbul: TDV Yayınları, 2013, 44/79-80.
Yücer, Hür Mahmut. Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. Yüzyıl). İstanbul: İnsan Yayınları, 2003.
Zâkir Şükrî. Mecmûa-i Tekâyâ. (Kreiser neşri), Berlin: Klaus Schwarz Verlag, 1980.
* Bu çalışma 24–25 Kasım 2007 tarihlerinde Düzce’de gerçekleştirilen Uluslararası Düzceli M. Zahid Kevserî Sempozyumu’nda “Muhammed Zâhid el-Kevserî ve Tasavvuf” başlığı ile sunulan ve bildiriler kitabının 691-702 sayfalarında yayımlanan bildirinin gözden geçirilmiş halidir.
** Prof.Dr., İÜ. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi (ramazan.muslu@istanbul.edu.tr).
Kevserî, İrğâmü’l-merîd, nşr. El-Mektebetü’l-Ezheriyye li’t-türâs, Kahire ty., s. 84; et-Tahrîru’l-vecîz fî mâ yebteğîhi’l-müstecîz, s. 78; Ahmed Hayrî, el-İmâm el-Kevserî, nşr. el-Mektebetü’l-Ezheriyye li’t-türâs, 1420/1999, s. 5.
Kevserî, İrğâmü’l-merîd, s. 84; İrfan Gündüz, Gümüşhânevî Ahmed Ziyâeddin (ks): Hayatı- Eserleri-Tarikat Anlayışı ve Hâlidiyye Tarîkatı, İstanbul: Seha Neşriyat, 1984, s. 158-159; Ahmed Hayrî, el-İmâm el-Kevserî, s. 58.
Şeyh Devlet, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin halifesi Abdullah el-Mekkî’nin talebesi Sa’d Giray’ın halifesidir. Bk. İrfan Gündüz, Gümüşhânevî Ahmed Ziyâeddin, İstanbul 1984, s. 159; Ahmed Hayrî, el-İmâm el-Kevserî, s. 58-59; Ahmed Hayrî, a.g.e., 58-59.
Kevserî, İrğâmü’l-merîd s. 118; a.mlf., et-Tahrîru’l-vecîz, s. 75-78; Zühdü Ünal, “Muhammed Zâhid el-Kevserî Hazretleri’nin Ailesi ve Yetiştiği Ortam”, Muhammed Zâhid el-Kevserî Hayatı Eserleri Tesirleri (Sempozyum Bildirileri, 9-10 Aralık 1995), s. 56-61.
İrfan Gündüz, Hasan Hilmi Efendi’nin vefat yerini İstanbul olarak göstermiştir ki bu doğru değildir. Bk. Gümüşhânevî Ahmed Ziyâeddin, s. 160.
Kevserî, İrğâmü’l-merîd s. 79-82; a.mlf., et-Tahrîru’l-vecîz, s. 78; İrfan Gündüz, Gümüşhânevî Ahmed Ziyâeddin, s. 159; Ahmed Hayrî, el-İmâm el-Kevserî, s. 5; Zühdü Ünal, “Muhammed Zâhid el-Kevserî Hazretleri’nin Ailesi ve Yetiştiği Ortam”, Muhammed Zâhid el-Kevserî Hayatı Eserleri Tesirleri, s. 64.
Kevserî, İrğâmü’l-merîd s. 85; Ahmed Hayrî, el-İmâm el-Kevserî, s. 58; Mehmed Emin Özafşar, “Muhammed Zâhid el-Kevserî Hayatı”, Muhammed Zâhid el-Kevserî Hayatı Eserleri Tesirleri (Sempozyum Bildirileri, 9-10 Aralık 1995), s. 33-36.
Kevserî, İrğâmü’l-merîd s. 85; Ahmed Hayrî, el-İmâm el-Kevserî, s. 5; Özafşar, “Muhammed Zâhid el-Kevserî Hayatı”, s. 37-38. Kevserî’nin kendisinden icâzet aldığı akran hocalarından biri de aynı zamanda bir Şâzilî şeyhi olan Ahmed b. Mustafa el-Ömerî el-Halebî’dir. Bk. Ammâr Ceydel, Şeyhu ulemâi’l-İslâm Muhammed Zâhid el-Kevserî, asruhû ve âsâruhû (http://www.al-razi.net/pages/m24.htm#_ftn1 (02.11.2007),
İrfan Gündüz, Gümüşhânevî Ahmed Ziyâeddin, s. 143; Ahmed Hayrî, el-İmâm el-Kevserî, s. 60-61.
Kevserî, et-Tahrîru’l-vecîz, s. 60.
İrfan Gündüz, Gümüşhânevî Ahmed Ziyâeddîn, s. 143-144.
Kevserî, İrğâmü’l-merîd s. 110-111; Ahmed Hayrî, el-İmâm el-Kevserî, s. 59-60; Özafşar, “Muhammed Zâhid el-Kevserî Hayatı”, s. 37.
Kevserî’nin ders aldığı ve kendisinden istifade ettiği diğer hocaları için bk. İrğâmü’l-merîd s. 110-111; Ahmed Hayrî, el-İmâm el-Kevserî, s.58-66; Özafşar, “Muhammed Zâhid el-Kevserî Hayatı”, s. 37-38.
Ahmed Hayrî, el-İmâm el-Kevserî, s. 5-6; Özafşar, “Muhammed Zâhid el-Kevserî Hayatı”, s. 40; Zühdü Ünal, “Muhammed Zâhid el-Kevserî Hazretleri’nin Ailesi ve Yetiştiği Ortam”, s. 67-69, 78.
Ervâdî ile ilgili bilgi için bk. Kevserî, İrğâmü’l-merîd, s. 67-69.
Gümüşhânevî Tekkesi, İstanbul Valiliği karşısında Hükümet Konağı ile Gümüşhaneli sokağının kavşağında yer alır. Tekkelerin kapatıldığı 1925 yılına kadar faaliyetini sürdürmüştür. Daha geniş bilgi için bk. M. Baha Tanman, “Gümüşhânevî Tekkesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1994, III, 448-449; a. mlf. “Gümüşhânevî Tekkesi” Diyanet İslam Ansiklopedisi, XIV (İstanbul 1996), s. 277-278.
İrfan Gündüz, Gümüşhânevî Ahmed Ziyâeddîn, s. 141. Halifeleri için ayrıca bk. Mustafa Feyzî Efendi, Menâkıb-ı Ziyâiyye, İstanbul 1313; a.mlf. Menâkıb-ı Haseniyye, İstanbul 1327.
Gümüşhânevî ile ilgili daha geniş bilgi için bk. Kevserî, İrğâmü’l-merîd, s. 69-76; İrfan Gündüz, Gümüşhânevî Ahmed Ziyâeddîn; Hür Mahmut Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. Yüzyıl), İstanbul 2003, s. 326-327. Ayrıca halifeleri için bk. Mustafa Feyzî Efendi, Menâkıb-ı Ziyâiyye, İstanbul 1313; a.mlf. Menâkıb-ı Haseniyye, İstanbul 1327.
İrfan Gündüz, Gümüşhânevî Ahmed Ziyâeddîn (ks) Hayatı-Eserleri-Tarîkat Anlayışı ve Hâlidiye Tarîkatı, İstanbul 1984, s. 5; a.mlf. “Gümüşhânevî, Ahmed Ziyâeddin”, DİA, XIV (İstanbul 1996), s. 276. Gümüşhânevî’den sonra halifesi Ömer Ziyâeddin Dağıstânî de tarikatı Mısır’da temsil etmiştir. Bk. Aynı yerler.
Kevserî, İrğâmü’l-merîd, s. 76-82; İrfan Gündüz, Gümüşhânevî Ahmed Ziyâeddîn, s. 141-146.
Safranbolulu İsmail Necâti Efendi, bir tarikat şeyhi olmanın yanı sıra müderris ve hatta “dersiâm” olarak da vazife yapmıştır. (Sâdık Albayrak, Son Devir Osmanlı Ulemâsı, İstanbul 1996, II, 284) Cumhuriyet döneminin ilk İstanbul müftüsü Mehmed Fehmi (Ülgener), İsmail Necâti Efendi’nin oğlu; iktisatçı ve sosyolog Sabri F. Ülgener ise torunudur. Bk. A. Güner Sayar, “İsmail Necâti Efendi”, DİA, XXIII (İstanbul 2001), s. 115; Hür Mahmut Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. Yüzyıl), s. 327. İsmail Necâti Efendi ile ilgili bilgi için ayrıca bk. İrfan Gündüz, Gümüşhânevî Ahmed Ziyâeddîn, s. 146-148.
Dağıstanlı Ömer Ziyâeddîn Efendi’nin tasavvufî konularla ilgili fetvalarının toplandığı Beyânât-ı fetevâ-yı Ömeriyye fi’t-tarâiki’l-aliyye (Edirne 1301) adlı bir eseri vardır. Bu eser, Tasavvuf ve Tarîkatlerle İlgili Fetvalar adıyla İrfan Gündüz ve Yakup Çiçek tarafından yayımlanmıştır (İstanbul 1984). Dağıstânî’nin hayatı ve eserleri için bk. Yusuf Ziya Binatlı “Dağıstânî, Ömer Ziyâeddin”, DİA, VIII (İstanbul 1993), s. 406-7. Dağıstanlı Ömer Ziyâeddin Efendi ile ilgili bilgi için ayrıca bk. İrfan Gündüz, Gümüşhânevî Ahmed Ziyâeddîn, s. 148-153.
ekirdağlı Mustafa Feyzî Efendi ile ilgili bilgi için bk. İrfan Gündüz, Gümüşhânevî Ahmed Ziyâeddîn, s. 153-155.
Zâkir Şükrî, Mecmûa-i Tekâyâ (Kreiser neşri), s. 29; İrfan Gündüz, “Gümüşhânevî, Ahmed Ziyâeddin”, DİA, XIV (İstanbul 1996), s. 276; Mustafa Özdamar, Dersaadet Dergâhları, İstanbul 1994, s. 68.
Ahmed Hayrî, el-İmâm el-Kevserî, s. 8-9; Özafşar, “Muhammed Zâhid el-Kevserî Hayatı”, s. 46-47. Kevserî, Şam’a ikinci seyahatini 1347/1928-29 yılında gerçekleştirmiş ve yine bir yıl kadar burada kalmıştır. Bk. Ahmed Hayrî, el-İmâm el-Kevserî, s. 9. Özafşar, Kevserî’nin Şam’a gerçekleştirdiği ikinci seyahatin tarihini 1346/1928 olarak verir. Bk. “Muhammed Zâhid el-Kevserî Hayatı”, s. 47.
İrfan Gündüz, Gümüşhânevî Ahmed Ziyâeddîn (ks) Hayatı, Eserleri-Tarîkat Anlayışı ve Hâlidiye Tarîkatı, İstanbul 1984, s. 5; a.mlf. “Gümüşhânevî, Ahmed Ziyâeddin”, DİA, XIV (İstanbul 1996), s. 276.
M. Ertuğrul Düzdağ, Üstad Ali Ulvi Kurucu: Hatıralar, İzmir 2007, II/163.
Kevserî, et-Tahrîru’l-vecîz, s. 16; Özafşar, “Muhammed Zâhid el-Kevserî Hayatı”, s. 48 (36. dipnot).
Özafşar, “Muhammed Zâhid el-Kevserî Hayatı”, s. 48.
Ahmed Hayrî, el-İmâm el-Kevserî, s.11.
Bk. Yusuf Şevki Yavuz, “Zâhid Kevserî”, DİA, 44 (İstanbul: TDV Yayınları, 2013), 78.
Muhammed Ebû Zehra, “el-İmâm el-Kevserî”, Kevserî’nin el-Buhûsü’s-seniyye girişinde, s. 5. Aynı makale, Makâlâtü’l-Kevserî’nin (Kahire 1372) girişinde de mevcuttur.
Ahmed Hayrî, el-İmâm el-Kevserî, s. 25-26.
Hamid İbrahim Muhammed, eş-Şeyh Muhammed Zâhid b. el-Hasan b. Ali Kevserî ve cuhûdihi’l-kelamiyye, 1408/1988, el-Ezherü’ş-Şerîf Külliyeti Usûli’d-dîn, Master Tezi. Ayrıca bk. Yakup Çiçek, “Muhammed Zâhid Kevserî’nin Tasavvufî Görüşleri”, Muhammed Zâhid el-Kevserî Hayatı Eserleri Tesirleri (Sempozyum Bildirileri, 9-10 Aralık 1995), s. 129.
Kevserî’nin eserleriyle ilgili bilgi için bk. Ahmed Hayrî, el-İmâm el-Kevserî, s. 35-48; Mehmet Ali Yargı, “Muhammed Zâhid el-Kevserî [1863-1952]: (Hayatı, Eserleri ve Fıkhî Görüşleri)”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, Sayı: 6, 2005, S. 314-317; Yusuf Şevki Yavuz, “Zâhid Kevserî”, DİA, İstanbul: TDV Yayınları, 2013, 44/79-80.
Kevserî’nin İstanbul’dan ayrıldıktan sonra kaleme aldığı eserlerdendir (Beyrut 1410). Bk. Mehmet Ali Yargı, “Muhammed Zâhid el-Kevserî [1863-1952]: (Hayatı, Eserleri ve Fıkhî Görüşleri)”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, Sayı: 6, 2005, S. 316. Kevserî bu eserinden başka Halvetî şeyhlerinden Muhammed Demirtâşî, halifeleri ve tarikatın Mısır’daki durumu ile hakkında iki fâsıla ve bir hâtimeden oluşan Nibrâsü’l-mühtedî (Kahire 1364/1944) isimli müstakil bir eser kaleme almıştır (Kahire 1364/1944).
Bk. Muhammed Zâhid el-Kevserî, el-Buhûsü’s-seniyye an ba’zı ricâli esânîdi’t-tarîkati’l-Halvetiyye, nşr. el-Mektebetü’l-Ezheriyye li’t-türâs, ts., s. 19
Halebî, Halvetî-Şâbânî icâzetini 1102/1690-91’de Edirneli Mustafa Efendi’den almıştır. Şeyhinin yanında dört yıl kalmış ve defalarca halvete girmiştir. Bk. Ramazan Muslu, Mustafa Kemâleddin Bekrî ve Tasavvufî Görüşleri, İstanbul 2005, s. 29.
Ramazan Muslu, Mustafa Kemâleddin Bekrî ve Tasavvufî Görüşleri, s. 29-30.
Kevserî’nin İstanbul’da iken kaleme aldığı eserlerdendir (İstanbul 1328). Bk. Mehmet Ali Yargı, “Muhammed Zâhid el-Kevserî [1863-1952]: (Hayatı, Eserleri ve Fıkhî Görüşleri)”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, Sayı: 6, 2005, S. 314. el-Mektebetü’l-Ezheriyyeti li’t-türâs tarafından yapılan neşrinde (birinci baskı, ts.), metin içerisinde eserin adı İrğâmü’l-mürîd fî şerhi tevessüli’l-mürîd şeklinde Arapça ibâre harekelenerek verilmiştir ki yanlıştır. Bk. a.g.e., s. 3-4.
Kevserî, İrğâmü’l-merîd s. 3.
Kevserî, İrğâmü’l-merîd, s. 84.
Kevserî’nin Mısır’da iken yazdığı eserlerdendir (Kâhire: el-Mektebetü’l-Ezheriyye li’t-türâs, 2006). Ayrıca bk. Makâlâtü’l-Kevserî, s. 378-397.
Kevserî, Mahku’t-takavvül fî mes’eleti’t-tevessül, el-Mektebetü’l-Ezheriyye li’t-türâs, 2006, s. 3.
el-Mâide, 5/35.
Kevserî, Mahku’t-takavvül, s. 4-12.
Kevserî, İrğâmü’l-merîd, s. 6.
Kevserî, İrğâmü’l-merîd, s. 22.
Kevserî, İrğâmü’l-merîd, s. 5-6.
Kevserî, Mahku’t-takavvül, s. 22.
el-A‘râf, 7/179.
Kevserî, “Hakîkatü’l-insân”, Devvânî’nin Hakîkatü’l-insân ve’r-rûh el-cevvâl fi’l-avâlim (Kahire 2006) adlı eserinin girişinde, s. 6-7.
Kevserî, “Hakîkatü’l-insân”, s. 7.
Kevserî, İrğâmü’l-merîd, s. 4.
Kevserî, İrğâmü’l-merîd, s. 13.
Kevserî, İrğâmü’l-merîd, s. 15.
Kevserî, İrgâmü’l-merîd, s. 35 (dipnot 3).
Kevserî, İrğâmü’l-merîd, s. 12.
Kevserî, İrğâmü’l-merîd, s. 82-83. Kevserî, İsmail Hakkı Bursevî hakkında yazmış olduğu bir makalede hayatı, şeyhi Osman Fazlı İlâhî ve Celvetiyye tarikatı ile ilgili bilgiler verir. Bk. Makâlâtü’l-Kevserî, s. 482-486.
Kevserî, “İzâletü’ş-şübühât an kavli’l-Üstâz Künnâ hurûfen âliyât”, Mukaddimâtü’l-İmâm el-Kevserî içinde, Beyrut 1997, s. 554.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul