
I. ESERLERİ
Oldukça kıymetli eserler bırakan Kevserî’nin (Allah ona rahmet eylesin) genelde fıkıh ve hadis odaklı çalışmalar yaptığı görülmektedir. Bununla birlikte Arap dili, fıkıh tarihinin yanında genel tarih, kelâm, kıraat ve diÄŸer İslamî ilim dallarıyla da ilgilenmiÅŸ, her biriyle ilgili çeÅŸitli eserler veya makaleler kaleme almıştır. Onun çeÅŸitli dergilerde yazdığı makaleler daha sonra bir araya getirilerek “Makâlâtü’l-Kevserî” adıyla kitap olarak neÅŸredilmiÅŸtir.3
Kevserî’nin fıkhî çalışmalarının birçoÄŸunu Hanefî fıkıh ve usûl anlayışını tanıtıcı ve savunucu eserler oluÅŸturmaktadır. Onun doÄŸrudan veya dolaylı olarak Hanefîler aleyhine yapılan yayınlara ve konuÅŸmalara karşı Hanefîleri savunma ihtiyacı hissettiÄŸi, bir yönüyle de âdeta tarih ile hesaplaÅŸmaya girdiÄŸi görülmektedir. Kendini bir Hanefî kahramanı ve yiÄŸidi olarak nitelendirmiÅŸtir.4 Bu baÄŸlamda müstakil eserler kaleme alarak meselâ İbn Ebî Åžeybe’nin Musannef’inde Ebû Hanîfe’nin kabul etmediÄŸini iddia ettiÄŸi hadisleri en-Nüketü’t-tarîfe’de tek tek ele alarak incelemiÅŸ, onlar ile niçin amel edilmediÄŸini Hanefîlerin hadislere yaklaşımı çerçevesinde açıklamaya çalışmıştır. Hatîb BaÄŸdadî’nin Ebû Hanîfe’ye yönelik eleÅŸtirilerini ve verdiÄŸi bilgileri Te’nîb’de tek tek ele alarak incelemiÅŸ ve cevaplamaya çalışmıştır. Aynı düÅŸünceyle İbn Adiyy’in el-Kâmil adlı eserini tenkit eden İbdâü vücûhi’t-teaddî adlı eserini kaleme almıştır. Cüveynî, Gazzâlî ve Râzî’nin Ebû Hanîfe ve arkadaÅŸları ile ilgili ithamlarını içeren eserlerinin yeniden basılıp yayınlanması karşısında İhkâku’l-hak isimli eserini kaleme almış, onda özellikle Cüveynî’nin eserini dikkate alarak ileri sürülen iddialara tek tek cevap vermeye çalışmıştır.
Kevserî, Hanefî imamlar hakkında biyografik ve tarihî eserler kaleme alarak onları tanıtmaya, onlarla ilgili ortaya atılan birçok rivâyetin aslında tarihî veya ilmî açıdan doÄŸru olmadığını ispat etmeye çalışmıştır. Bu baÄŸlamda Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, Muhammed b. el-Hasan eÅŸ-Åžeybânî, Züfer, Hasan b. Ziyâd, Muhammed b. eÅŸ-Åžüca‘, Tahâvî ve İbnü’l-Hümâm gibi Hanefîleri tanıtan müstakil eserler kaleme almıştır. Zeylaî’nin “Nasbu’r-ra’ye li tahrîci ehâdisi’l-Hidâye” isimli eserine mukaddime mahiyetinde yazdığı “Fıkhu Ehli’l-Irak ve hadîsuhum” baÅŸlıklı yazısı da Hanefî fıkhının teÅŸekkül dönemini ve hadislere yaklaşımını yansıtan kayda deÄŸer bir çalışmadır.5
KüçüklüÄŸünden beri tasavvufî bir çevrenin içinde büyümesinin ve kendisinin de tasavvufî bir hayatı benimsemesinin bir sonucu olarak Kevserî tevessül, râbıta ve istimdâd gibi tasavvufî anlayışları savunan eserler de kaleme almıştır.6
Kevserî Mısır’a gittiÄŸinde Osmanlı Devleti’nin pek çok toprağı iÅŸgal altındaydı, İslam dünyası büyük bir çöküÅŸ içindeydi. İslam dünyasında birkaç asırdır devam eden gerileme ve çöküÅŸ, buna karşılık Batı’da geliÅŸen modern hayat tarzı zamanla bazı ilim ehlini harekete geçirmiÅŸ, yeni arayışlara itmiÅŸ, yeni cereyanlar ortaya çıkmıştı. Mısır bu cereyanların en canlı olduÄŸu ülkelerden biriydi. Geleneksel fıkıh ve fıkıh usûlü sorgulanıyor, yeni usûller geliÅŸtirilmeye çalışıyordu. Kevserî’nin bu ortamda Hanefî imamları ve mezhebini büyük bir hararetle savunmasının yanında “reformcular” (Åžer’î hükümlerde “ıslah” ve “tecdîd”i savunanlar) olarak adlandırdığı kiÅŸilere karşı sözleriyle ve yazılarıyla da sert bir ÅŸekilde karşı koymaya çalıştığı görülmektedir.
Kevserî’nin yazdığı eserlerin ve makalelerin birçoÄŸunun reddiye niteliÄŸinde olduÄŸu görülmektedir. O dönemde Arap dünyasında etkili olan İbn Teymiyye,7 İbnü’l-Kayyım,8 Muhammed b. Abdulvehhâb,9 Åževkânî,10 Muhammed Abduh,11 ReÅŸid Rıza12 gibi kiÅŸileri ağır bir dille eleÅŸtirdiÄŸi, geleneksel fıkıh ve usûl anlayışına karşı yazılan yazılara dinî konularda ileri sürülen görüÅŸlere hararetle cevaplar vermeye çalışmıştır. Ezher Üniversitesindeki eÄŸitim yöntemine ve âlimlerinin tavırlarına, görüÅŸlerine ve fetvalarına dair cesaretle gerek tenkit gerekse irÅŸad türü yazılar yazdığı görülmektedir.13
Kevserî’nin Hanefîleri ÅŸiddetli bir ÅŸekilde savunması, onun taassuba düÅŸtüÄŸünün söylenilmesine yol açmıştır. Bu iddianın arkasında onun geleneksel fıkhı ve usûlünü savunmasının, “reformcular” olarak adlandırdığı kiÅŸilere karşı çıkmasının da etkisi olduÄŸu söylenebilir. Ahmed Hayrî, Kevserî’ye taassup konusunda haksızlık yapıldığını söylemiÅŸ, onun Ebû Hanîfe ve ashabına karşı yöneltilen haksız ve insafsız ifadeler karşısında sadece doÄŸrunun ortaya çıkmasına çalıştığını ifade etmiÅŸtir.14 Kevserî’nin kendisinin mutaassıp olduÄŸunu söyleyenlere, esas onların kendilerinin taassup içinde olduklarını söylediÄŸi, taassubun kötülüÄŸüne bizzat kendisinin iÅŸaret ettiÄŸi görülmektedir.15 Kendisinin delillere bakarken âlimlerin basiretini kapatan en tehlikeli ÅŸeyin mezhep taassubu olduÄŸunu söylemesi dikkat çekmektedir. Ona göre bu taassup zayıf delili kuvvetli veya kuvvetliyi zayıf gösterir; fakat bu ÅŸekilde bir taassuba düÅŸmek Allah’tan korkan kiÅŸilerin özelliÄŸi deÄŸildir.16
Kevserî pek çok kıymetli eserin yayınlanmasına da öncülük etmiÅŸ, tahkikler ve ta‘likler yapmış, yayınlanan birçok esere takdîm yazıları kaleme almıştır. Takdîm ve ta’lik yazıları daha sonra bir araya getirilerek “Mukaddimâtü’l-Kevserî” adıyla neÅŸredilmiÅŸtir.17
AÅŸağıda Kevserî’nin eserleri talebelerinden Ahmed Hayrî’nin tasnif ettiÄŸi18 gibi İstanbul’dan ayrılmadan önceki ve oradan göç ettikten sonra yazdıkları eserler olmak üzere iki kısma ayırarak topluca zikredilmiÅŸtir:
İstanbul’dan Ayrılmadan Önce Kaleme Aldığı Eserler:
Nazmu avâmili’l-i‘râb (İlk eseridir ve Farsçadır.)
İzâhat-ü ÅŸübheti’l-muammem an ibârati’l-Muharrem
el-Cevâbu’l-vefî fi’r-reddi ale’l-Vâız el-Evfî
Tefrîhu’l-bâl bi-halli târih-i İbni’l-Kemâl
es-Suhufü’l-müneÅŸÅŸera fî ÅŸerhi’l-Usûli’l-aÅŸerah li Necmiddîn et-Tâmmeti’l-Kübrâ
Tervîzu’l-karîza bi-mevâzîni’l-fikri’s-sahîha fi’l-Mantık
Gurratü’n-nevâzır fî âdâbi’l-münâzır
İrÄŸâmü’l-merîd fî ÅŸerhi’n-Nazmi’l-atîd li-tevessüli’l-mürîd
İs‘âdü’r-râkî ale’l-Merâkî
en-Nakdü’t-tâmî ale’l-akdi’n-nâmî alâ ÅŸerhi’l-Câmî
el-Fevâidü’l-vâfiye fi’l-arûz ve’l-kâfiye
Tedrîbu’l-vasîf alâ kavâidi’t-tasrîf
Tedrîbu’t-tullâb alâ kavâidi’l-i‘râb
Hanînu’l-mütefecca‘ ve enînu’l-mütevecci‘
İbdâü vücûhi’t-teaddî fî Kâmili İbn Adiy
Nakdü Kitabi’z-Zuafâ li’l-Ukaylî
et-Teakkubu’l-hasîs limâ yenfîhî İbn Teymiyye mine’l-hadîs
el-Buhûsü’l-vefiyye fî müfredât-ı İbn Teymiyye
er-Ravzu’n-nâzıru’l-verdî fî tercemeti’l-İmâm er-Rabbânî es-Serhendî (Kevserî bu eserini Kastamonu’da iken yazmıştır ve Türkçe yazdığı tek eseridir.)
el-Medhalü’l-âmm li ulûmi’l-Kur’an
1. İstanbul’dan Ayrıldıktan Sonra Yazdığı Eserler:
Raf‘u’r-raybeh an tehabbutât-i İbn Kuteybe
Safa‘âtü’l-burhân alâ safahâti’l-udvân
Leftü’l-lahz ilâ mâ fi’l-ihtilâf fi’l-lafz
el-İşfâk alâ ahkâmi’t-talâk
Tekmiletü’r-Red alâ Nûniyyeti İbni’l-Kayyim
BulûÄŸu’l-emânî fî sîreti’l-İmâm Muhammed b. el-Hasan eÅŸ-Åžeybânî
et-Tahrîru’l-vecîz fîmâ yebteÄŸîhi’l-müstecîz
Te’nîbu’l-Hatîb alâ mâ sâkahû fî tercemeti Ebî Hanîfe mine’l-ekâzîb
et-Terhîb bi nakdi’t-Te’nîb
İhkâku’l-hak bi ibtâli’l-bâtıl fî mûÄŸîsi’l-halk
Akvemu’l-mesâlik fî bahsi rivâyeti Mâlik an Ebî Hanîfe ve rivâyeti Ebî Hanîfe an Mâlik
Tezhîbu’t-Tâc el-Lüceynî fî tercemeti’l-Bedri’l-Aynî
el-İhtimâm bi tercemeti İbni’l-Hümam
Atbu’l-muÄŸterrîn bi-decâcileti’l-muammerîn
Tahzîru’l-halef min mehâzî ed‘ıyâi’s-selef
Katarâtü’l-ÄŸays min hayati’l-Leys
el-Hâvî fî sîreti’l-İmâm Ebî Ca‘fer et-Tahâvî
Faslu’l-makâl fî bahsi’l-ev‘âl (Kevserî bu eserinin ismini sonra Faslu’l-makâl fî temhîsı uhdûseti’l-ev‘âl olarak deÄŸiÅŸtirmiÅŸtir. Bk. Makâlât, s.391)
el-Buhûsü’s-seniyye an ba‘zı ricâli esânîdi’t-tarîkati’l-Halvetiyyeh
Nazratün âbirah fî mezâ‘ımi men yünkiru nuzûle Îsa aleyhisselâm
Nibrâsü’l-mühtedî fi’ctilâi enbâi’l-Ârif DemirdaÅŸ el-Muhammedî
en-Nüketü’t-tarîfeh fi’t-tehaddüs an rudûdi İbn Ebî Åžeybe alâ Ebî Hanîfe
Raf‘u’-l-iÅŸtibâh an mes’eletey keÅŸfi’r-ruûs ve lebsi’n-niâl fi’s-salâh
Tercemetü’l-Allâme Muhammed Münîb el-Antebî
Min iberi’t-târîh
Husnü’t-tekâzî fî sîreti’l-İmâm Ebî Yûsuf el-Kâdî
Lemehâtü’n-nazar fî sîreti’l-İmâm Züfer
el-İmta‘ bi-sîreti’l-imâmeyn el-Hasan b. Ziyâd ve sâhıbihî Muhammed b. eÅŸ-Åžüca‘
Mahku’t-takavvul fî mes’eleti’t-tevessül
Ta‘tîru’l-enfâs bi-zikri senedi’bn-i Ürkimâs
el-İfsâh an hukmi’l-ikrâh fi’t-talâk ve’n-nikâh
el-İstibsâr fi’t-tehaddüs ani’l-cebri ve’l-ihtiyâr
Makâlâtü’l-Kevserî
Mukaddimâtü’l-Kevserî
Fıkhu Ehli’l-Irak ve hadîsuhum
II. FIKHÎ MESELELERE DAİR GÖRÜÅžLERİ
Kevserî’nin ele aldığı birçok fıkhî meselenin hepsinin bu yazıda dile getirilmesi mümkün deÄŸildir. Fakat onun dine ve fıkha, ÅŸerîata, örfe, maslahata ve mezheplere yaklaşımının yansıtılması, fıkhî görüÅŸlerinin bir özetinin verilmesi manasına gelebilir. Bu sebeple aÅŸağıda sözünü ettiÄŸim yaklaşımları yansıtılmaya çalışılacaktır.
A. DİN VE FIKIH KAVRAMLARINA YAKLAŞIMI
Kevserî’nin dinin ve fıkhın birbirinden farklı olduÄŸunu söyleyenlere ÅŸiddetle karşı çıkmış, Kur’ân’da zikredilen din ile fıkıh kavramlarının birbirinden farklı olduÄŸunu söyleyenlere itiraz etmiÅŸ, bu görüÅŸü “dinde fıkıh sahibi olmaktan” söz eden âyete19 aykırı görmüÅŸtür. Ona göre fıkıh, dini bilmekten (marifet) baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir, bir ÅŸeyi bilmek de bilinen o ÅŸeye ters olmaz. Dini sadece Müslümanlar ile diÄŸer din mensupları arasındaki ortak ve düzgün sözden (kelime-i sevâ)20 ibaret görenlerin âyete21 ve hadise22 aykırı bir görüÅŸ sergilediÄŸini iddia etmiÅŸtir. Din ile fıkhı birbirinden ayıranlara tepkisinin altında söz konusu görüÅŸün dinî anlayışa zarar vereceÄŸi; fıkhın itibarını düÅŸürerek dinî hükümleri daha rahat bir ÅŸekilde ve istenildiÄŸi gibi zamana uydurulabilir hale getirilmesine kapı aralayacağı endiÅŸesinin yattığı anlaşılmaktadır.23
Fakihlerin fıkhî meselelerin dörtte üçünde ittifak ettiklerini, sadece dörtte birinde ihtilaf ettiklerini söyleyen Kevserî, bu durumun fıkhın saygınlığını çiÄŸnemek için yeterli olmadığını savunmuÅŸtur. Kevserî dinin kendisinin müçtehidin hem hata hem de isabet edebileceÄŸini söylediÄŸine, hata eden müçtehidin dahi sevap kazanacağını bildirdiÄŸini vurgulamıştır. Ona göre fakihlerin ihtilafı esasen delillerin çeÅŸitli hükümlere ulaşılabilecek ÅŸekilde olmasından ve fakihlerin kavrayış farklılıklarından kaynaklanmaktadır.24
Kevserî Kur’ân’daki “din” kavramının sadece tasdik edilmesi gereken hususlara iman etmekten ibaret olmadığını, hem iman hem ibadetler hem de muameleler ve ahlaka dair hususlarda Allah’a itaat etmekten ibaret olduÄŸunu ileri sürmüÅŸtür. Ona göre bu dört asıl bütün peygamberler arasında ortaktır. Bunlardan birini kenara atanlar “dinde tefrikaya düÅŸenlerdir”. Allah’ın her peygambere çeÅŸitli deliller doÄŸrultusunda farklı ÅŸeriatlar verdiÄŸine de iÅŸaret eden Kevserî, bu delillerin gerektirdiÄŸi hükümlere itaat etmenin dinin bizzat kendisinden ibaret olduÄŸunu, füru‘ meselelerdeki ihtilafın “dinde tefrikaya düÅŸmekle” ilgisinin bulunmadığını savunmuÅŸtur.25
B. ŞERİATA YAKLAŞIMI
Özellikle son iki asırda ağırlığını hissettiren modern hayat tarzı Müslümanları da etkilemiÅŸ, Müslümanlar arasında çeÅŸitli dinî tartışmaların ortaya çıkmasına sebep olmuÅŸtur. Bu tartışmalar halen de devam etmektedir. Kevserî’nin bu tartışmalara hararetle katıldığı görülmektedir. Onun söz konusu fikirlere ve akımlara karşı geleneksel muhafazakâr çizgiyi savunduÄŸu söylenebilir. Eserlerinde ÅŸer‘î bir hükmü ele alırken deÄŸiÅŸik ifadelerle el-fıkhu’l-mütevâris (Geleneksel fıkıh), el-menhecü’l-mütevâris (Geleneksel metod) ve es-sünnetü’l-mütevârise (Nesilden nesile intikal ede gelen sünnet) kavramlarını sık sık vurgulamış ve onlardan uzaklaşılmaması gerektiÄŸini savunmuÅŸ olması da bunu göstermektedir.26 Öyle ki Kevserî’nin o dönemde ve günümüzde Arap dünyasında yaygın olarak kullanılan “et-teÅŸrîu’l-İslâmî” kavramını dahi sadece muhataplarının görüÅŸlerini zikrederken bazen kullandığı, diÄŸer yerlerde “ÅŸer‘ullah”, eÅŸ-ÅŸer‘u’l-İslâmî” ve “ÅŸeriat” gibi kavramları kullanmaya özen gösterdiÄŸi dikkat çekmektedir.27 Üç boÅŸamanın bir boÅŸama sayılması,28 boÅŸama hakkının kocadan alınması, çok eÅŸliliÄŸin yasaklanması,29 vakfa getirilen kayıtlar,30 kadının örtünmesi31 gibi belli baÅŸlı somut konularda da geleneksel çizgiyi hararetle savunduÄŸu görülmektedir.
DiÄŸer taraftan Kevserî’nin meselâ gazetelerde çok eÅŸliliÄŸin yasaklanması ve boÅŸama sayısının sınırlandırılması ile ilgili İslamî hükümlerde deÄŸiÅŸikliÄŸe gidilmesini savunan yazılar yazan kimselerin görüÅŸlerinin temelinde, onların Batılı hayat tarzından etkilenmelerinin yattığına iÅŸaret ettiÄŸi,32 boÅŸanmaların artması gibi sosyal problemlerin önlenmesi için klasik anlayışın terk edilmesinin ve ÅŸerîatın kocaya tanıdığı boÅŸama hakkının onun elinden alınmasının çare olamayacağını, öncelikle ahlaksızlığın ve kadınların cahiliye dönemindeki gibi süslenerek ve açılıp saçılarak sokaklarda gezinmesinin33 ortadan kaldırılması gerektiÄŸini savunduÄŸu görülmektedir.34
Kevserî ÅŸer‘î hükümleri sahâbe, tâbiîn ve tebe-i tâbiînin Kur’ân’dan ve Hz. Peygamber’in sünnetinden Arap dilinin kuralları çerçevesinde anladıkları hükümler ile sınırlı görmüÅŸ; müteahhirîn fakihlerin sadece yeni meseleler hakkında fikir yürütebileceÄŸini, ilk asır fakihlerinin görüÅŸ belirtmedikleri veya hakkında ihtilaf ettikleri hususlarda görüÅŸler ortaya koyabileceklerini savunmuÅŸtur. Åžeriatın sahibinden baÅŸka kimsenin teÅŸrî yetkisi bulunmadığına iÅŸaret eden Kevserî, fakihlerin teÅŸrî yapan kimseler (müÅŸerri‘) olarak görülmemesi gerektiÄŸini vurgulamıştır. Birinci asır fakihlerine tanıdığı söz konusu ayrıcalığa, onların vahye ÅŸahit olan sahâbeden ilim öÄŸrenmesini, sahâbenin yaÅŸayışını ve vahyin indiÄŸi dili iyi bilmelerini gerekçe göstermiÅŸtir.35 Kevserî’nin savunduÄŸu söz konusu anlayışa tipik bir örnek olarak zekât âyetiyle36 ilgili görüÅŸü verilebilir. Kevserî, selefin âyette geçen “fî sebîlillah” ifadesinden bütün hayır cihetlerini anlamadığına dikkat çekmiÅŸ, mescit ve benzeri hayır cihetlerinin zekât malıyla imar edilmesine karşı çıkmıştır.37
Kevserî deÄŸiÅŸik makalelerinde “taÄŸyîr” ve “tebdîl” edilebilmesi (deÄŸiÅŸtirilmesi) açısından ÅŸer‘ullahı insanların koyduÄŸu (vaz‘î) kanunlar gibi görenlerin, onu Orta ÇaÄŸ’ın kanunları gibi telakki edip artık günümüzde yeterli olmadığını açıkça savunanların bulunduÄŸuna dikkat çekmiÅŸ, bu ve benzeri sebeplerle bir kimsenin ÅŸer‘ullaha bakışını, onun dindarlığının ölçütü saymıştır.38
Bir makalede “İslâmî teÅŸrî krizi”nden söz edildiÄŸini, çözüm olarak “nesh yetkisinin” İmam’a (Devlet baÅŸkanı?) verilmesinin önerildiÄŸini dile getiren Kevserî buna karşı çıkarak İslamî bir teÅŸrî krizinin bulunmadığını, ÅŸer‘ullahın her zaman ve mekânda mü’minlerin maslahatlarını gerçekleÅŸtirmek için yeterli olduÄŸunu savunmuÅŸtur. Neshin sadece vahiy ile mümkün olduÄŸunu savunan Kevserî, Hz. Peygamber’den sonra kimsenin ÅŸer‘î hükümleri neshetmesinin söz konusu olamayacağını söylemiÅŸtir. Kevserî’nin bu ve benzeri görüÅŸler karşısında kesin bir tavır ortaya koyduÄŸu, onları “ilhadî görüÅŸler” olarak nitelendirdiÄŸi görülmektedir.39 Ona göre bir ÅŸeyi haram veya helâl kılma yetkisi sadece ÅŸeriatın sahibine aittir,40 herhangi bir kanunun sırf mecliste onaylanması “ÅŸer‘ullahtan” olmayan bir ÅŸeyi ÅŸeriatın hükmü haline getirmediÄŸi gibi, ÅŸer‘ullahın bir hükmünü de ÅŸeriatın dışına çıkarmaz. Åžeriat ÅŸeriat olarak, kanunlar da kanun olarak kalır.41
Kevserî’ye göre Hz. Muhammed’in (sav) tebliÄŸ ettiÄŸi ÅŸeriat, her zaman ve mekânda ümmetin iÅŸlerinin ıslahına elveriÅŸli ve yeterlidir. Åžeriat bu özelliÄŸiyle vaz‘î kanunlardan ayrılmaktadır.42 Ümmetin iÅŸlerini düzgün hale getirmek için kendi aklımızca ÅŸeriattan baÅŸka çareler aramak doÄŸru deÄŸildir. Bu anlayışla Kevserî tarihi ÅŸahit tutarak İslam devletlerinin ÅŸeriata sarıldıkları oranda mesut olduklarını, onun hükümlerini uygulamaktan uzaklaÅŸtıkça da durumlarının kötüleÅŸtiÄŸini iddia etmiÅŸtir.43
Zikredilen görüÅŸleri doÄŸrultusunda Kevserî “Ä°slam’da reform”un (el-ıslah fi’l-İslam) veya “tecdîd”in gereÄŸinden söz edenlere ÅŸiddetle karşı çıkmıştır. Onların görüÅŸlerinin, ibadetleri de içine alacak ÅŸekilde ÅŸeriatın büsbütün ortadan kaldırılmasına yol açabilecek görüÅŸler olduÄŸunu iddia etmiÅŸtir. Kevserî İslam’da reform ve tecdîdi savunanların daha çok maslahat ve örf gibi kavramları kullandığına dikkat çekmiÅŸ ve adı geçen görüÅŸ sahiplerine karşı yazılar kaleme almıştır.44 Ortaya atılan yeniliÄŸin “sünen-i mütevârise”ye aykırı olduÄŸu sürece “bid‘at-ı seyyie” olacağını, bazı “akıllıların” onu faydalı görmesinin bu durumu etkilemeyeceÄŸini savunmuÅŸtur. Bu sebeple o ÅŸimdiye kadar kabul edilen dinî hükümlerin baÅŸka hükümlerle deÄŸiÅŸtirilmesi manasındaki bir tecdîde karşı çıkmıştır. Sadece dinin hükümlerine sarılma hususunda Müslümanların gevÅŸekliklerini bertaraf ederek onların yeniden bu hükümlere sarılmalarını güçlendirmek manasına bir “tecdîd”in savunulabileceÄŸini söylemiÅŸtir.45 Nikâh ve boÅŸama gibi hükümlerde “tecdîd”e gitmenin “ümmeti” geliÅŸmiÅŸ milletler seviyesine çıkarmayacağını, sanayi ve ticarette ileriye götürmeyeceÄŸini ileri sürmüÅŸtür. Ona göre ümmeti ileriye götürecek ve faydalı olacak “tecdîd”, geliÅŸmiÅŸ ülkelerle evrende var olan sırların keÅŸfedilmesinde, hayvanların, bitkilerin, madenlerin ve diÄŸer hususların araÅŸtırılmasında yarışmak, elde edilen bilgileri “i‘lây-ı kelimetillah” ve ümmetin maslahatlarını gerçekleÅŸtirmekte kullanılmasına çalışmaktır.46
Kevserî bir İslam ülkesinde vaz‘î kanunları uygulayabilmek için anayasadaki “Devletin resmi dini İslam’dır” ifadesini çıkarmak isteyen kiÅŸinin mürtet olacağını, Müslümanlarla evlenmesinin ve kestiÄŸinin yenilmesinin haram olacağını söylemiÅŸtir. İslam dininin hem dünya hem de âhiret maslahatlarını bünyesinde topladığını ifade eden Kevserî, devletten dini ayırmayı açıkça küfür saymıştır. Bu duruma sessiz kalanları da dilsiz ÅŸeytan olarak nitelendirmiÅŸtir.47 Ona göre hem dinî hem de etnik azınlıkların haklarını en iyi koruyan, İslam ÅŸeriatıdır.48
C. ÖRF VE MASLAHATA YAKLAÅžIMI
Kevserî İslam’da reform ve tecdîdi savunanların daha çok maslahat ve örf gibi kavramları kullandığına dikkat çekmiÅŸ ve adı geçen görüÅŸ sahiplerine karşı yazılar kaleme almıştır.49 Ona göre mezhep âlimlerinin “kavâid”, usûl ve füru‘ kitaplarında beyan ettiklerinin dışında örfün ÅŸer‘î hükümlerde bir etkisi yoktur. Örfün deÄŸiÅŸmesi ile ÅŸer‘î hüküm deÄŸiÅŸmez. Meselâ tartılarak alınıp satılan bir malzemenin zamanla ölçülerek alınıp satılır olması, yapılan alışveriÅŸteki ÅŸer‘î hükmü (faizin haram oluÅŸu) deÄŸiÅŸtirmez. Bir yerde faiz alınıp verilmesi, mut‘a nikâhı, “soÄŸuk çay” adı altında içki içilmesi gibi uygulamalar âdet haline gelse de ÅŸer‘î hükümleri deÄŸiÅŸmez, yani bu durum onları helâl hale getirmez.50
Kevserî ilk defa Necmüddin et-Tûfî’nin ortaya attığını söylediÄŸi maslahat anlayışına sert eleÅŸtiriler yöneltmiÅŸtir. Tûfî gibi bazı kimselerin ibadetleri dışarıda tutarak “muâmeleler gibi hususlarda ÅŸer‘î hükümler konulurken esas dikkate alınan unsurun maslahat olduÄŸunu, bu sebeple nassın, maslahata aykırı olduÄŸu zaman terk edilip maslahat ile amel edilmesi gerektiÄŸini” söylediÄŸini kaydetmektedir. Bu görüÅŸün iyi niyetli bir âlimden çıkmış olamayacağını, “ÅŸer‘ullah”ın büsbütün ortadan kalkmasına kadar götürecek bir görüÅŸ olduÄŸunu ve sonucunun açıkça “ilhad” olduÄŸunu ileri sürmüÅŸtür. Allah’ın emirleri içinde ibadetler ile muamelelerin birbirinden ayrı tutulmasının anlamsız olacağını söyleyen Kevserî, ÅŸer‘î maslahatların ancak vahiy ile bilinebileceÄŸini; dünyevî maslahatlar konusunda ise deÄŸiÅŸik görüÅŸler ortaya konabileceÄŸini ve aklın “maslahat” zannettiÄŸi bir durumun “mefsedet” olabileceÄŸini; dolayısıyla hem ÅŸer‘î hem de dünyevî maslahatla ilgili hususlarda ÅŸer‘î nassa aykırı olması durumunda söz konusu edilen maslahata itibar edilemeyeceÄŸini savunmuÅŸtur. Ona göre usûl ve kavâid kitaplarında geçen mürsel maslahatlar ise nas bulunmayan durumlarla ilgilidir, nassa muhalif olması halinde âlimler onlarla amel edilemeyeceÄŸine dair görüÅŸ birliÄŸi içindedirler.51 Bu baÄŸlamda sahâbeye özellikle de Hz. Ömer’e isnat edilen bir mecliste yapılan üç boÅŸamanın geçerli sayılması, müellefe-i kulûba zekât verilmemesi gibi uygulamaların “maslahat karşısında nassın terk edilmesi” ile ilgisinin bulunmadığını ileri sürmüÅŸtür.52
D. MEZHEPLERE, MEZHEP İMAMLARINA ve MEZHEPSİZLİĞE YAKLAŞIMI
Kevserî fıkıh mezheplerinin Hz. Peygamber ile baÅŸlayıp sahâbe ve tâbiînin İslam fıkhını öÄŸretmeleri sonucunda tabiî bir süreç içinde oluÅŸtuÄŸunu iddia etmiÅŸ, herhangi bir mezhebe baÄŸlanmamayı savunanları sert bir ÅŸekilde eleÅŸtirmiÅŸtir. “MezhepsizliÄŸi, dinsizliÄŸin köprüsü” olarak nitelendirmiÅŸtir. Ona göre farklı ilim dallarıyla uÄŸraÅŸan deÄŸiÅŸik gruplar, bu grupların da farklı metotları hatta bir ilim dalında dahi farklı metotlarla hareket edenler olduÄŸu gibi İslamî ilim dallarında belli usullerin ve mezheplerin bulunması da kaçınılmazdır. İslam fıkhında da aynı durum söz konusudur. Müçtehit olmayan bir kimsenin müçtehitlerin görüÅŸleri içinden ruhsatları seçerek onlar içinden heva ve hevesine uygun olanlara uyması da teÅŸehhî sayılır.53
Kevserî’nin kendisi yukarıda iÅŸaret edildiÄŸi üzere Hanefî mezhebinin görüÅŸlerini savunmuÅŸtur. Ona göre Hanefî mezhebinin farklı iki özelliÄŸi vardır: Hanefî mezhebi “ÅŸûra mezhebi”dir. DiÄŸer mezheplerden farklı olarak sahâbeye kadar toplulukların birbirinden öÄŸrenmeleri sonucunda oluÅŸmuÅŸtur, diÄŸerleri ise imamlarının görüÅŸlerinin toplamından ibarettir.54 Hanefî mezhebinin benzeri görülmemiÅŸ ÅŸekilde yaygınlaÅŸmasının sırrını Ebû Hanîfe’nin vardığı hükümlere ders halkasında müzakere ederek varmasına, kimseyi kendi görüÅŸünü kabullenmeye zorlamamasına ve sonuçta varılan hükmün delilini bilmeden kimsenin sadece sonuca bakarak hükmetmemesi gerektiÄŸini tembih etmesine baÄŸlamıştır.55 Ona göre Hanefî mezhebinin ikinci özelliÄŸi de mensuplarının yeni ortaya çıkan meselelerin hükümlerini ortaya çıkarmak için her dönemde çalışmaya devam etmeleri, asırlar boyu bu yöndeki ihtiyacı karşılayacak ÅŸekilde ve medeniyetteki ilerlemelerin gereklerini dikkate alarak çalışmalar yapmaları, Allah’ın dilediÄŸi zamana kadar yapmaya da devam edecek olmalarıdır.56
Kevserî Hanefîleri savunmakla birlikte deÄŸiÅŸik vesilelerle Ebû Hanîfe’nin de diÄŸer mezhep imamlarının da hata etmiÅŸ olabileceÄŸini, onları müçtehit olarak kabul ettiÄŸimiz takdirde hata da edebileceÄŸini kabul etmiÅŸ olduÄŸumuzu ifade etmiÅŸtir. Onların isabet ettikleri zaman iki, hata ettikleri zaman da bir sevap kazanacaklarına dikkat çekmiÅŸtir.57
Kevserî sadece Hanefîlerin “Ehl-i re’y” olarak nitelendirilmesine karşı çıkmıştır. Ona göre “Ehli re’y” Mihne Olayları’ndan sonra rivâyetle meÅŸgul olan selefin kullanımında bir alem olarak Ehl-i Irak’ın yani Kûfe ehlinin ve Hanefîlerin alemi haline gelmiÅŸtir.58 Fakat fakihlerin Ehl-i re’y ve Ehl-i hadîs olmak üzere iki grup halinde tasavvur edilmesinin aslı bulunmamaktadır. Bu ayrım Mihne Olaylarından sonraki dönemlerde cahil nakledicilerin sözlerini esas alan marjinal bazı kiÅŸilerin hayalidir.59 Gerçekte fıkıh ister Irak’ta ister Medine’de olsun onun olduÄŸu yerde mutlaka re’y vardır. 60
Kevserî Hanefîlerin görüÅŸlerini savunmakla birlikte, İslam fıkhının Ehl-i Sünnet’in geleneksel fıkıh mezheplerinin imamları eliyle olgunlaÅŸtığına dikkat çekmiÅŸ, onları zikrederken daima saygı ifadeleriyle zikretmiÅŸtir. Dört büyük mezhep imamını bir kenara itmeyi bağışlanamaz ilmî bir cinayet olarak nitelendirmiÅŸtir.61 Mezhep imamlarını dine hizmet etmeleri, Kur’ân ve sünnetten istinbat yollarını beyan etmeleri, icmaı ve özel ÅŸartlar çerçevesinde kıyası hüccet olarak kullanmaları açısından bir aile gibi görmüÅŸtür.62 Bu itibarla da söz konusu mezhepleri yakınlaÅŸtırma (takrîb) çalışmalarını “hâsılı tahsîl” olarak deÄŸerlendirmiÅŸ,63 bazı kimselerin itikadî, bazılarının fıkhî mezhepleri bazılarının da karşıt dinleri “birleÅŸtirme” çalışmaları yapmalarını tuhaf karşılamıştır.64
Kevserî “Müslüman”ım diyen bütün gruplar arasında dürüst bir yakınlaÅŸmanın (et-tesâfî) oluÅŸmasını, gayretli her Müslüman müfekkirin özlemle aradığı yüce bir gaye olarak görmüÅŸtür. Fakat bunun yolunun Ehl-i Sünnet’in diÄŸer gruplar arasında kaynaÅŸması için çeÅŸitli meselelerden ve inançlarından taviz vermesi olmadığını ifade etmiÅŸtir. Kevserî, Mezhepleri Takrîb Komisyonunun bu hususa dikkat etmediÄŸi için mezhepler arasındaki yakınlaÅŸmayı deÄŸil; uzaklaÅŸmayı artırıcı bir yola girdiÄŸini savunmuÅŸtur.65 Ona göre Ehl-i Sünnet ile Åžiîler arasındaki meseleler doÄŸrudan açılarak bir tartışma ortamı oluÅŸturulmamalıdır. Önce bir hazırlık aÅŸamasına ihtiyaç vardır. Bu hazırlık aÅŸamasında Åžiîler kendi ülkelerinde, Ehl-i Sünnet âlimleri de kendi ülkelerinde kongreler tertip ederek bu yolda nelerin mümkün olup olamayacağını görüÅŸmelidirler.66 Kevserî’nin ifadelerinden bu görüÅŸmelerde sözünü ettiÄŸi gayeye ulaşılabileceÄŸi konusunda ümitli olmadığı anlaşılmaktadır.
* Bu makale daha önce Kevserî hakkında yayınlanan bir makalemizin (Mehmet Ali Yargı, “Muhammed Zâhid el-Kevserî (1863-1952) (Eserleri ve Fıkhî GörüÅŸleri)”, İslam Hukuku AraÅŸtırmaları Dergisi 6 (2005), 313-330.) ihtisar edilmiÅŸ, gözden geçirilmiÅŸ ve yeniden düzenlenmiÅŸ halidir.
** Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ÖÄŸretim Üyesi.
Muhammed Zâhid el-Kevserî, Makâlâtü’l-Kevserî, ed. Râtib Hâkimî (Humus, 1388).
Kevserî, Makâlât, 417.
Muhammed Zâhid el-Kevserî, Fıkhu Ehli’l-Irâk ve hadîsuhum, ed. Abdülfettah Ebû Äžudde (Beyrut: Mektebetü’l-Matbûâti’l-İslâmiyye, 1390). Abdülkadir Åžener ve M. Cemal SofuoÄŸlu tarafından Hanefî Fıkhının Esasları adıyla Türkçe’ye çevrilmiÅŸtir (Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1991).
Ayrıntılar için bk. Kevserî, Makâlât, 466; Kevserî, İrÄŸâmü’l-merîd fî ÅŸerhi’n-Nazmi’l-atîd litevessüli’l-mürîd (el-Mektebetü’l-Ezheriyye li’t-türâs, 1421), 5-6, 22, 25, 32, 76.
Kevserî’nin aÅŸağıda zikredildiÄŸi üzere İbn Teymiyye’ye reddiye niteliÄŸinde kaleme aldığı eserlerin dışında bk. Kevserî, Makâlât, 30, 32-33, 303, 334, 355, 377, 397, 424, 430, 497, 278; Kevserî, İrÄŸâm, 5-6; Kevserî, Min iberi’t-târîh (Mektebu NeÅŸri’s-sekâfeti’l-İslâmiyye, 1367), 16; Kevserî, el-İşfâk alâ ahkâmi’t-talâk (Kahire: el-Mektebetü’l-Ezheriyye li’t-türâs, ts.), 37, 72-74.
Kevserî, Makâlât, 331, 334, 377, 389, 399, 417, 430, 519; Kevserî, Tekmiletü’r-Red alâ Nûniyyeti İbni’l-Kayyim (Matbaatü’s-Saâdeh, 1356), 6 vd.; Kevserî, el-İşfâk, 43, 75.
Kevserî, Makâlât, 460.
Kevserî, Makâlât, 22, 293-294, 345, 418, 537; Kevserî, el-İşfâk, 16-18, 75.
Kevserî, Makâlât, 297, 307. Muhammed Abduh’un ÅŸahsiyetinin ayrı bir konu olduÄŸuna iÅŸaret eden Kevserî, onun Menâr Dergisi’nde çıkan bir yazısından ise övgüyle söz etmiÅŸtir. Kevserî, Makâlât, 669.
Kevserî, Fıkhu Ehli’l-Irâk, 22.
Kevserî, Makâlât, 170, 297, 341, 351, 363, 372, 376, 383, 434, 554, 556, 689, 690, 693, 700.
Ahmed Hayrî, el-İmam el-Kevserî (el-Mektebetü’l-Ezheriyye li’t-türâs, 1999), 23-24.
Kevserî, Te’nîb (1990/1410), 37, 40, 79; Kevserî, Husnü’t-Tekâzî (Humus: Matbaatü’l-Endülüs, 1388/1968), 58; Kevserî, Makâlât, 372.
Kevserî, Fıkhu Ehli’l-Irâk, 11.
Kevserî, Mukaddimâtü’l-Kevserî (Beyrut: Dâru’s-Süreyyâ, 1418).
Hayrî, el-İmam el-Kevserî, 36.
“Mü’minlerin hepsinin toptan sefere çıkmaları uygun deÄŸildir. Onların her kesiminden bir gurup dinde derin bilgi sahibi olmak (fıkıh) ve kavimleri (savaÅŸtan) döndüklerinde sakınacakları ümidiyle onları ikaz etmek için geride kalsalar ya!” et-Tevbe 9/122.
Âl-i İmrân, 3/64.
et-Tevbe, 9/122.
“Allah bir kuluna hayır istediÄŸi zaman onu dinde derin bilgi sahibi (fakih) yapar.” Buhârî, “İlim”, 10; Müslim, “İmâra”, 175; Tirmizî, “İlim”, 4.
Kevserî, Makâlât, 107-108.
Kevserî, Makâlât, 108.
Kevserî, Makâlât, 109, 128.
Kevserî, Makâlât, 132, 317-318, 536, 558, 681.
Kevserî, Makâlât, 113, 122, 126, 276, 316, 435, 531.
Kevserî, Makâlât, 125, 132, 271, 317; Kevserî, el-İşfâk, 23.
Kevserî, Makâlât, 132, 153, 271-290, 317, 531; Kevserî, el-İşfâk, 5, 7.
Kevserî, Makâlât, 125.
Kevserî, Makâlât, 309-315.
Kevserî, Makâlât, 271.
el-Ahzâb, 33/33.
Kevserî, Makâlât, 335.
Kevserî, Makâlât, 115-116, 325.
et-Tevbe, 9/60.
Kevserî, Makâlât, 235.
Kevserî, Makâlât, 316.
Kevserî, Makâlât, 122-131.
Kevserî, Makâlât, 130-136.
Kevserî, Makâlât, 650.
Kevserî, Makâlât, 113, 124, 316.
Kevserî, Makâlât, 114-115, 320-322.
Kevserî, Makâlât, 116-121, 137, 145, 317-323, 326, 346.
Kevserî, Makâlât, 139-140.
Kevserî, el-İşfâk, 91.
Kevserî, Makâlât, 453-457.
Kevserî, Makâlât, 455.
Kevserî, Makâlât, 116-121, 137, 145, 317-323, 326, 344.
Kevserî, Makâlât, 117-118, 319, 327-328.
Kevserî, Makâlât, 118-121, 328-334.
Kevserî, Makâlât, 334; Kevserî, el-İşfâk, 41-54.
Kevserî, Makâlât, 163, 169-171.
Kevserî, Fıkhu Ehli’l-Irâk, 55.
Kevserî, Fıkhu Ehli’l-Irâk, 56.
Kevserî, Fıkhu Ehli’l-Irâk, 57.
Kevserî, Te’nîb, 11-12; Kevserî, Makâlât, 170, 253.
Kevserî, Fıkhu Ehli’l-Irâk, 20.
Kevserî, Fıkhu Ehli’l-Irâk, 23.
Kevserî, Fıkhu Ehli’l-Irâk, 18.
Kevserî, Makâlât, 657.
Kevserî, Makâlât, 148; Kevserî, Te’nîb, 9.
Kevserî, Makâlât, 148-151.
Kevserî, Makâlât, 147.
Kevserî, Makâlât, 156.
Kevserî, Makâlât, 153.