
Özgürlüğün öneminin daha çok konuşulur olduğu çağımızda, dinin insan özgürlüğüyle ilişkisi, üzerinde ayrıca durulması gereken bir husustur. Din, gerçekte, insanın özgürlüğünü kısıtlar mı yoksa insanı özgürleştirir, yeni özgürlük alanları mı açar? Bu sorunun cevabı, bağlamları farklı olmak üzere, hem evet hem de hayırdır. Din, insanın özgürlüğünü kısıtlar. Çünkü onu iç âleminden başlayarak yeniden oldurur. İslam ise Ruhu öldüren başıboşluğa karşı, insanı olduran Onun duygularını, düşüncelerini, niyetlerini şekillendirir. Söylemlerini ve eylemlerini, insanın aklı, vicdanı, irfanı ve iradesi üzerinden iyiye ve doğruya sevk eder. İnsanın iradesi önüne belli gayeler koyar. Söz ve davranış alanını belli ilkeler ve kurallarla çevreler. İnsanın mutlak manada özgür olmadığını ve olamayacağını öğretir. Çünkü insanın mutlak manada özgürlük anlayışı, onun başka bireylerin hak ve özgürlüklerini ihlal etmesiyle neticelenir. Bu durum, hukukî ve ahlakî manada özgürlük değildir. Bir hak olarak özgürlük değildir. Güç ile kabul ettirilen bir başıboşluktur. Kısaca, belli cihanşümul ilkelerle belirlenmediği, sınırlarını çizilerek bir hak olarak tanımlanmadığı sürece, özgürlükten değil güçlülükten söz edilebilir. Bu tamda doğal hayatta, vahşi doğada gözlemlenen gerçekliktir. Katı liberal ve bireyci düşüncenin yanılgısı da tam bu noktada düğümleniyordu. Onlar, medenî bir kavram olan özgürlüğü, doğadan ve münferit yaşamdan (toplum ve siyasetin, din, ahlak ve hukukun olmadığı tek bireyler hâlindeki tabiî yaşam durumundan) üretmeye kalktılar. Çünkü “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler.” sözüyle özetlenen bu düşünce, insanî, medenî ve manevî bir kavram olan özgürlüğü, doğal hayatın şartlarından, doğa durumu kurgusundan çıkartmaya çalışıyordu. Oysaki insanın fıtratı ile doğadaki varlıkların tabiatı birbirinden büsbütün farklıdır. Yaratılış gayesi olarak farklıdır; varlıklar piramit konumu olarak farklıdır; ekosistemdeki işlevi olarak farklıdır; sorumluluk taşıyabilme ve ahlakî kavramlarla düşünebilme yönüyle farklıdır: “Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir.” (33/Ahzab, 72.) Sadece insan, emaneti yüklenme; sorumluluk taşıma, söz ve fiillere ahlakî özellikler atfetme kapasitesine sahiptir. O, sadece içgüdüleriyle hareket etmez, içgüdülerini, inançları, idealleri, gaye ve değerleri ile denetim altına alma kapasitesine sahiptir. Dolayısıyla insan, doğal yaşamdan farklı olarak güç ile değil hak kavramı ile belirlenen bir özgürlüğe sahiptir; bu özgürlük de bu özgürlüğü sağlayan tüm şartlar da ona Yüce Yaratıcı’nın bir emanetidir. Burada, din neden insanın özgürlüğünü sınırlar, sorusunu da cevaplamak gerekir. İslam açısından özgürlük, başlangıç itibariyle üretilecek bir değer değil sınırlandırılacak bir gerçekliktir. “Özgürlük, asıldır ve hayat onun üzerinde varolur. Hayat, “el-Hayy”, “el-Muhyî” olan Allah’ın ihsanı olduğu gibi hürriyet de Allah’ın bir ihsanıdır. Aslında, hayat, özgürlük demektir; varlıkta hayat seviyesi yükseldikçe, özgürlük de yükselir. Bitkilerden insana doğru özgürlük, hayatiyetin yükselişine eşlik eder. Dolayısıyla İslâm, özgürlüğün bir hak olduğuna değinmeden onu fıtrî bir vakıa olarak kabul eder.” (Ardoğan, Recep, Temellerden Topluma -Kelam İlminde Sosyal Açılımlar-, klm yay., İst. 2016, s. 162.) Kur’an’da özgürlük kavramı geçmese de: - Yeryüzünün insana sunulmuş olması, -İnsanın yeryüzüne halife ve varis kılınması, sorumluluğun da temeli olarak özgürlüğü gerektirir. Yapma veya kaçınmayı talep eden ilahî bir buyruk olmadıkça insan özgürdür. İslâm hukukunda “Asl’olan serbestliktir (ibaha)” prensibinin altında yatan anlayış da budur. Dünya hayatı, eğer insan için bir imtihan sürecidir. İmtihan süreci de insan özgür olmasını gerektirir. İslam’ın nazarında insan olmak, kendinde varoluşsal bir değere sahiptir. Özgürlük ise araçsal bir değere sahiptir. İnsan olmak ile özgür olmak arasında bir çatışma ortaya çıkarsa, öncelik insan olmaktadır. Din, burada, özgürlüğü, insana aşıladığı sorumluluk bilinciyle, onun akıl ve vicdanına dayalı olarak sınırlandırır. İslam’ın insan özgürlüğünü sınırlaması, bu anlamdadır. Buraya kadar, dinin insan özgürlüğünü kısıtladığı; insan yaratılış gayesi ve ilahî vahyin geliş amacının bunu gerektiği açıklandı. Ama tarih boyunca Allah’ın peygamberleri ile gelen dinin (el-İslam), asl’ında insanı özgürleştirdiğinin de altı çizilmelidir. İslam’ın özü olan tevhid, öncelikle insanın Allah’tan başkasına kul olmaması, sonra nefsine tutsaklıktan kurtulması demektir. İslam ‘fetih’ hareketlerinin de amacı da kulu kulluktan kurtarma ve özgürleştirmedir. (Ardoğan, Temellerden Topluma -Kelam İlminde Sosyal Açılımlar-, 156.) ‘Feth’ hareketlerinin de amacını ifade eden ‘kula kulluktan kurtarma ve özgürleştirme’, İslam tarihinin ilk dönemleriyle ilgili çağdaş Arapça yazılarda bazen ‘harrara (hürleştirme) fiiliyle dile getirilmiştir (Lewis, Bernard, İslâm’ın Siyasal Dili, trc. Fatih Taşar, Rey Yayıncılık, Kayseri 1992, s.145.). Bu bağlamda, ‘Nefsanî arzulara kölelilik, boyun köleliliğinden daha kötüdür.’ denilmiştir (Râğıb el-İsfahanî, el-Müfredat fî Ğarîbu’l-Kur’an, İst. 1986, s. 160). Bu manada tasavvufta da, “Allah seni hür yarattı, öyleyse bu yaratılışını muhafaza et!” denir. (Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü) İnsanın inanç, ilke ve ideallerinin olmaması, onun daha özgür olması değildir. İnsanın belirsizliğe ve boşluğa düşmesidir. İslam bu açıdan insanı şaşkınlıktan, bocalamaktan, boşluktan kurtararak onu gerçek bir irade sahibi yapar. Dirayet olmadan irade olmaz. İslam insanı dirayet yani kavrayış, yorum ve görüş sahibi yapar. Onu iç ve dış çeşitli şartlanmışlıklardan kurtarır. Öğrettiği varlık ve hayatın anlamı, değerler manzumesi ve ilkelerle, insanı nefsani şartlanmışlıktan korur. Toplumun telkinlerini olduğu gibi benimsemek yerine sorgulamaya; iyi, doğru, maruf, hikmete ve maslahata uygun olanları benimsemeye yöneltir. Geleneği idealize etme yerine, gelecek idealini inşa eder. Çağın bilgi ve fikir birikiminden yararlandığı gibi geleneği de ihmal etmez. Din, bir yönüyle insanın hareket alanını sınırlar. Çünkü onu kötülüklerden, anlamsız uğraşılardan, çeşitli bağımlılıklardan sakındırır. Ama aslında insanın hareket alanını genişletir. Çünkü dinin sakındırdığı davranışlar, insanî yaşam ve özgür toplum önünde sorundur. Çünkü dinin sakındırdığı davranışlar, aklın etkinliğini azaltan, insanın dirayetini ve bilincini zayıflatan bağlardır. Bunlardan insanın, dışardan bir zorlamayla değil içerden bir kararlılıkla, kendi bilinci ve iradesiyle uzak durması, onun özgürlüğünü geliştirir, genişletir.
1. KSÜ İlahiyat Fak., 3kelam@gmail.com, http://3kelam.wix.com/sosyal-kela