
Batı’nın Yeniden Kabaran İslâm Düşmanlığı
Batı’nın bayağı eskilere giden İslâm düşmanlığı, son dönemde özellikle Müslüman toplumlarda İslâmî bilinçlenme ve kendi kimliğine dönüş çabalarının artmasıyla birlikte daha da kabarmaya başladı. Bu düşmanlıklarını geçerli bir gerekçeye dayandırabilmek amacıyla da İslamofobi adını verdikleri hayali bir korku davası icat ettiler. Gerçekte korkunun asıl kaynağını Batı’nın İslâm’a karşı asırlardan beri sürdürdüğü kin ve düşmanlık duygusu oluşturur. Bu kin ve düşmanlık duygusunun İslâm coğrafyasında ne kadar büyük katliamlara ve korkunç vahşete neden olduğunu tarihlerini okuduğumuzda çok açık bir şekilde görürüz.
Emperyalizmin Özgürlük Anlayışı
Çağdaş emperyalizm kendi siyasetini insan haklarına ve özgürlüğe saygılı bir siyaset olarak lanse ediyor. Fakat her konuda olduğu gibi özgürlük ve insan hakları konusunda da ikiyüzlü yani çifte standartçıdır. Bundan dolayı Müslümana inançlarının gereğini yerine getirmesi için özgürlük ve hak tanımazken onun en kutsal değerlerine, kutsal kitabına ve peygamberine iğrenç bir şekilde saldırılmasını düşünce özgürlüğüne dâhil eder. Oysa bu tür düşüncelerin kafalardan değil sadece işkembelerden çıkabileceğini insanlıktan biraz nasibi olan herkes tahmin eder.
Taşları Bağlayıp da Köpekleri Salma Siyaseti
Çağdaş emperyalizmin ve bu çerçevede Batı’nın asıl yaptığı birilerine düşünce özgürlüğü tanımak değil taşları bağlayıp köpekleri salma siyasetidir. Yani zulme, saldırganlığa özgürlük tanınırken hukuk ve adalete pranga vuruluyor. Bu siyasetin toplumda önemli problemlerin temelini oluşturduğu bilindiği halde Batı’nın bunda ısrar etmesinin asıl amacı da İslamofobiye dayanak oluşturacak yeni hadiseler yaşanmasını sağlamaktır. İslamofobinin gerçek yüzü ise İslâm’a karşı saldırı ruhunun daha etkili hale getirilmesidir.
Batının Geçmişi Katliamlarla Dolu
Batının geçmişi korkunç katliamlarla doludur. Haçlı seferleri sonunda Kudüs’ü işgal ettiklerinde şehirde yaşlı çocuk ayırmadan bir tek Müslüman bırakmaksızın hepsini katletmişlerdir. Kudüs caddelerinde dolaşırken atlarının topuklarına kadar kana bulandığı kendi subaylarının anılarında yazılıdır. Afrikalılardan köleleştirebildiklerini Avrupa’ya veya Amerika’ya taşırken köleleştiremediklerini de sinek imha eder gibi katlettiler. Katliamlarını bir paragrafa değil kitaplara sığdırmak mümkün değildir. Biz bu iki örneği sadece sergiledikleri vahşetin biraz olsun tasavvur edilmesi, ne boyutlarda olduğunun düşünülmesi için zikrediyoruz.
Tarihi Terör Olan Güçler
Terörle Savaşı Gerekçe Ediniyor
Böylesine korkunç katliamlarla, vahşi saldırılarla dolu tarihe ve kendi dışındakileri insan olarak görmeyen anlayışa sahip Batı’nın bugünkü saldırganlığını meşrulaştırmak için kullandığı gerekçe ise terördür. Oysa dünya terörü Batı’dan ve Batı emperyalizminden öğrendi. Kendi tarihi terör ve vahşetten ibaret olanların bugün kalkıp yine uyguladığı terörü meşrulaştırmak ve yasal dayanak oluşturmak için terörü gerekçe olarak kullanması tamamen saçma ve mantık dışıdır.
Not: Ribat dergisinin Şubat sayısı için yazdığımız yazıda Paris olaylarıyla birlikte yeniden kabaran haçlı ruhunun genel bir değerlendirmesini yapmaya çalıştık. Bu yazımızı Allah’ın izniyle derginin yayınlanmasının ardından kişisel web sitemizde (www.vahdet.info.tr) de yayınlayacağız. Konuyu o yazımızda farklı bir yönden ve geniş çerçevede ele aldığımızdan okunmasını öneriyoruz.
Arap Diktatörlerin Filistin
Yükünden Kurtulma Çabaları
Bugün Filistin’in işgal altında olması siyonistlerin gücüyle değil Müslüman halklara ihanet eden işbirlikçilerin ihanetleri sebebiyledir. O ihanetçiler şimdi Filistin davasını kendi sırtlarında bir yük olarak gördükleri gibi bu topraklara yerleştirdikleri işgalcilerin bu işgallerini meşrulaştırmak suretiyle oyunun son sahnesini de oynamaya çalışıyorlar.
Arap ülkelerinin özerk yönetim başkanı Mahmud Abbas’la ortaklaşa oynadıkları bir oyunla BM Güvenlik Konseyi’ne sundukları tasarı da görünüşte Filistin davasının lehine ve meseleye çözüm getirir nitelikte yansıtılıyor olsa da gerçekte bu davaya ihanet niteliği taşıyor. Arap ülkeleri böyle bir tasarıyı BM Güvenlik Konseyi’ne getirmekle aynı zamanda sırtlarında bir yük olarak gördükleri Filistin meselesini artık sırtlarından tamamen atmayı amaçlıyorlardı.
Tasarı görünüşte iki devletli bir çözüm olarak dünya kamuoyuna yansıtılırken, gerçekte BM’nin şimdiye kadar Filistin konusunda çıkarmış olduğu kararlarda sunulanlardan bile tavizler vermekte ve siyonist işgali meşrulaştırmayı bir peşinat olarak sunarken, Filistinlilerin haklarının birçoğundan vazgeçiyor, alınmasını istediklerini de veresiyeye bırakıyor. En önemlisi de yurtlarından çıkarılmış Filistinlilerin yurda dönüş haklarının önünü tamamen kapatmasıdır.
Normalde Abbas tarafından hazırlandığı tahmin edilen ancak BMGK üyesi Ürdün tarafından sunulan tasarının 2014 yılı çıkmadan oylanması için bir olağanüstü toplantıda gündeme alınması da çeşitli şüpheleri içinde barındırıyordu. Bunun bir taktik olduğu yönündeki eleştiriler üzerine Arap ülkeleri şimdi 2015’te yeniden sunacaklarını duyurdular. BMGK’nin 2015’teki üyelerinin temayüllerine göre kabul edilmesi ihtimali olduğu yönünde tahminler var. Fakat kabul edilmesinin Filistin davası lehine bir şey getirmeyeceği bilindiğinden direniş hareketleri, tasarının bu şekliyle yeniden gündeme alınmasının bir yararının olmadığını dile getirdiler. Ayrıca kabul edilse bile ABD vetosuna takılması ihtimali var.
Abbas’ın Uzlaşısı Bir Oyun
Siyonist işgalciyle bir ittifak noktası yakalayabilmek için koşarak giden, onu hoşnut edebilmek için sürekli yeni formüller üretmeye çalışan özerk yönetim lideri Mahmud Abbas Filistin içindeki ihtilafların çözülmesi, uzlaşı sağlanması için gerçekleştirilen tüm girişimlerin önünü kesti. Geçtiğimiz yaz, özellikle işgal rejiminin Batı Yaka ve Kudüs’te yeni yahudi yerleşim merkezleri inşası planlarına karşı bir şey yaptığına Filistin halkını inandırabilmek için iç uzlaşmaya biraz yanaştı. O bir adım atınca Filistin İslâmî Direniş Hareketi (Hamas) on adım attı ve böylece bir uzlaşı hükümeti kuruldu.
Ama ne yazık ki Abbas, uzlaşı konusunda samimi çıkmadı ve verdiği sözlerinde durmadı. Her şeyden önce siyasi tutukluların serbest bırakılması konusundaki ittifaka uymayarak onları serbest bırakmadığı gibi yeni tutuklamalar gerçekleştirdi. Hatta bu konuda işgalci siyonistlerle yarıştığını söyleyebiliriz.
Siyasi tutuklamaları işgal rejimiyle arasındaki güvenlik işbirliği anlaşmasına binaen gerçekleştiriyor. Bu anlaşmanın sonlandırılması konusunda da hiçbir girişimi olmadı.
En önemli sahtekârlığı ise Gazze’de Hamas hükümeti döneminde göreve alınmış memurların maaşlarını ödememekte ısrar etmesidir. Bu sahtekârlıktan ve ittifaka uyulmamasından dolayı binlerce memur aylardan beri maaşını alamıyor. O yüzden zaman zaman grevler gerçekleştiriyorlar ve işlerde önemli aksamalar oluyor.
Geçtiğimiz yaz gerçekleştirilen saldırıda büyük tahribata maruz kalan Gazze’nin yeniden imarı ve bölge üzerindeki ablukanın kaldırılması için de bir girişimde bulunmadığı gibi bölgedeki savaş mağdurlarına yabancı ülkelerden gönderilen yardımları yerlerine ulaştırmamaya devam ediyor.
Sisi’ye Göre İslâm İnsanlıkla Savaşırken
Piskoposlar İnsanlığa Uygarlığı Öğretmişmiş!
İnsanlık dışı uygulamalarla ve çete yöntemleriyle Mısır’da siyasi iktidarı gasp eden katil diktatör Sisi’nin şimdi bir de dünyaya “barış” havarisi kesilerek, İslâm’ın tüm insanlıkla savaş halinde olduğunu ileri sürmeye kalkışması Arap dünyasında bayağı tartışmaya neden oldu.
Katil diktatör Abdülfettah Sisi, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in doğum yıl dönümü yani mevlid gecesi münasebetiyle düzenlenen programda Ezher şeyhinin ve ulemasının da önünde yaptığı konuşmada Müslümanları insanlıkla savaşmakla suçlayan sözler sarf etti. Sisi konuşmasında Müslümanların böyle bir savaş içinde olmasından da “kutsal metinleri” sorumlu tuttu ve bu metinleri yeniden gözden geçirmek, üzerinde tekrar düşünmek gerektiği iddiasında bulundu. Sisi, İslâm’ın kafalara işlenmiş fikirlerinin insanlıkla savaş halinde olduğunu ileri sürecek kadar ileri gitti. Kendisinin o makama, halka karşı korkunç ve vahşi bir savaş vererek, meydanlarda insanları katliamlarla imha ederek geldiğini, saltanatını da yine bu katliamlarla ve zindanlara doldurduğu insanları korkunç işkencelerle infaz ederek sürdürdüğünü görmek istemezken; insanlığa adalet ve barışı öğreten bir din ve inancın kutsal metinlerinin yeniden gözden geçirilmesini isteyecek kadar edepsizleşebiliyordu.
Aynı Sisi, bir hafta sonra yine bir doğum yıl dönümü bu kez Hz. İsa (a.s.)’nın doğum yıl dönümü olduğu iddia edilen Noel gecesi münasebetiyle hıristiyanların programında ve Kıpti katedralinde konuşma yaptı. Ama ağzını tamamen değiştirmişti. Sanki insanlığa barış sunan kutsal metinlerin öğreticilerinin önünde konuşma yapıyor gibiydi. Onlara yaptığı konuşmanın özünü ve özetini ise şu mesajda toplamıştı: “İnsanlığa uygarlığı siz öğrettiniz!”
Yani Sisi’ye göre Müslümanlar insanlıkla savaş halindeydi ve suç kutsal metinlerdeydi; hıristiyan piskoposlar, papazlar ve patrikler ise insanlığa uygarlığı öğreten kişilerdi. Bu tavır da Sisi’nin kimlerin borusunu öttürdüğünü, kimlerin hesabına kılıç salladığını ve kimlerin adamı olduğunu gayet açık bir şekilde gözler önüne seriyordu.
Gözlemcilerin dikkat çektiği bir husus daha vardı: Sisi’nin Kıpti katedralinde düzenlenen bu Noel törenine katılmasıyla Mısır’ın İslâm hâkimiyetine geçmesinden bu yana ilk kez devlet başkanı yani kral, emir veya cumhurbaşkanı düzeyinde bir yönetici hıristiyan kilisesinde Noel törenine katılmış oluyordu.
Uygarlığı Kıpti piskoposlarından öğrenen bir katilin halkına öğreteceği uygarlık da doğal olarak öğrendiği türden olacaktır. Onun öğrendiği uygarlığın nasıl bir şey olduğu ise Avrupa Parlamentosu’nun raporlarında da dile getirildi. Avrupa Parlamentosu’nun 2015 başlarında yaptığı açıklamada Mısır’da Sisi cuntasının yönetime el koymasından sonra yapılan tutuklamalar sebebiyle bugün Mısır zindanlarında kırk binden fazla siyasi tutuklu olduğuna dikkat çekildi. Bu insanlar sırf inançlarından ve siyasi tercihlerinden dolayı hapse atılmış kişiler. Hatırlanacağı üzere haklarında siyasi sebeplerle dava açılanlardan 528 kişi 24 Mart 2014 tarihinde Minye Ceza Mahkemesi tarafından topluca idama mahkûm edilmişti. Bunlar hakkında soruşturma yapılmasına ve gerçekten suç işleyip işlemediklerinin tespitine dahi ihtiyaç duyulmadı. İsim listelerini okumaya yetecek kadar bir süre içinde hepsi topluca idama mahkûm edildi ve tek sebep de siyasi kimlikleri, mensubiyetleriydi. Daha sonra göstermelik olarak bunlardan 491 kişinin idam cezası müebbet hapse çevrildi. Ama hemen ardından bir başka davada 683 kişi yine toplu cezalandırmayla idama mahkûm edildi.
Bir yandan idam cezaları verilirken diğer yandan zindanlarda işkence yoluyla yargısız infazlar yapıldığından insanlar sağ girdikleri bu zindanlardan tabutlarla çıkıyorlardı. Sokaklarda bazen Baltacı fitnesi militanları bazen de Sisi’nin silahlı elemanları tarafından cinayetler işlenmesi ise hiç durmadı. Sina yarımadasında oynanan oyunlar ve gerçekleştirilen katliamlar ise dünyaya “terörle savaş” olarak yutturuluyor.
Demek ki Sisi bu uygarlığı Noel programlarında kendilerini yağladığı Kıpti piskoposlarından öğreniyormuş. Ziya Paşa da onların uygarlık anlayışını; “Şecaat arz ederken merd-i Kıpti sirkatin söyler (Kıpti erkeği ne derece cesur olduğunu ortaya koymak isterse hırsızlığını anlatır)” sözüyle özetlemiş.
Yemen ve Libya’da Devam Eden
Fitne Savaşları
Uluslararası emperyalizmin ve onun yerli işbirlikçilerinin oyunlarıyla, Arap dünyasında halkların dikta rejimlerinden kurtulmak için başlattıkları özgürlük mücadelesinin önünün kesilmesi ve kazanımlarının da geri alınması amacıyla yürütülen fitne savaşları Libya ve Yemen’de devam ediyor. Fitne savaşları yüzünden bu ülkelerde ne yazık ki henüz bir siyasi istikrar, huzur ve güven sağlanamadı.
Yemen’de karanlık güçlerin kirli ittifakı sonucu etkili hale getirilen Husi hareketine, BM’nin ve geçiş dönemi cumhurbaşkanı Abdurabbih Mansur el-Hadi’nin oyunlarıyla Sana’nın teslim edilmesiyle meselenin biteceği sanılıyordu. Bu oyunu oynarken eski rejim kalıntılarının Husi fitnecilerin sırtına binerek iktidarı geri alacaklarını umuyorlardı. Husi fitneciler ise kendilerinin bir binek olarak kullanılmasına razı değillerdi ve daha çok şey istiyorlardı. O yüzden şimdi de kendi aralarında kavgaya başladılar. Bu kavganın öyle kolay da bitmeyeceği anlaşılıyor.
Yemen’de eski dikta rejimi kalıntılarının geri gelebilmesi için “şerre karşı şerden istifade” felsefesiyle Husi fitnesine destek veren Suudi Arabistan, Libya’da da Halife Haftar’ın başlattığı fitne hareketine her türlü desteği verdi. Bir yandan da Kaddafi’ye karşı gerçekleştirilen devrimde deliklere giren eski rejim kalıntılarının bu deliklerden çıkıp Haftar’ın gerilla güçlerine katılmalarını sağladı. Rejim kalıntılarının deliklerden çıkması ve Suud’un finans desteği Haftar’ın bileğini güçlendirdi. Ama bu ülkede halkın zaferini korumak için mücadele edenler sahayı öyle kolay terk etmeye niyetli değiller. O yüzden fitneciler epey zorlanıyor.