Hüsnü Aktaş Hoca’nın “Sorulunca Söylenenler” isimli eserinin 2. baskısı Misak Yayınları arasında çıktı. Kitapta Vuslat Dergisi’nden İlhami Pınar ve Ziya Gündüz’ün Hüsnü Aktaş Hoca ile yaptığı röportajlarda yer almaktadır. Kitapta birçok konu hakkında, hayati sorular sorulmuş ve hayati cevaplar alınmıştır.
Varlıkların En Şereflisi İnsanoğlu
Cemiyet hâlinde yaşayan İnsanoğlu; hayatının korunmasını, inandığı gibi yaşama imkânının sağlanmasını, neslinin ve malının muhafaza edilmesini arzu eden mükerrem bir varlıktır. Dünya görüşleri, inançları, örf ve âdetleri farklı olan insanların, kademeli olarak şu ihtiyaçlarını karşılamak için gayret sarf ettiklerini söylemek mümkündür. Birincisi: Fizyolojik ihtiyaçlardır. Sıhhatini korumak, nafakasını elde etmek, yemek, içmek, her insan için önemlidir. İkincisi: Emniyette olma ihtiyacıdır. Bütün insanlar can, mal, nesil, akıl ve din emniyetinin sağlanmasını arzu ederler. Üçüncüsü: Birbirini tamamlama ve dayanışma ihtiyacıdır. Merhamet, ünsiyet, sevgi ve velâyet (dostluk) gibi duygulara hâiz olan insanlar; cemiyet hâlinde yaşadıkları için, birbirleriyle yardımlaşmak zorundadırlar. Dördüncüsü: Kimliklerini muhafaza etme ihtiyacıdır. İnsanlar, değer verdikleri kimliklerini (dini, etnik vs) muhafaza etmek için ellerinden gelen gayreti sarf ederler. Beşincisi: Takdir olunma hissidir. Varlıkların en şereflisi (eşref-i mahlûkat) olan insanoğlu; bir işte muvaffak olmayı arzu ettiği gibi, bu muvaffakiyetinin çevresi tarafından takdir edilmesini de arzu eden bir varlıktır.
Güçlünün Devamlı Haklı Olduğuna İnanma Hastalığı
Hafıza ve ünsiyet sahibi olan insanoğlunun; kademeli olan bu ihtiyaçlarını karşılamak ve cemiyet hayatının devamını sağlamak için “Devlet” adını verdiği hukukî ve siyâsî organizasyonu gerçekleştirdiği mâlûmdur. Devletin varlık sebebi, insanlığa hizmetle sınırlıdır. Devletin zarûrî vazifesi; insanların can, mal, nesil, akıl ve din emniyetlerini sağlamak, onların haklarını ve hürriyetlerini muhafaza etmektir. Genel anlamda siyâseti; “insanoğlunun maddi ve mânevî açıdan saadetine vesile olması gereken yönetim tekniği” olarak tarif etmek mümkündür. ‘Vesile olması gereken’ dememizin sebebi şudur: Adaleti hafife alan, iyilikleri yasaklayan ve kötülüklerin yayılmasını arzu eden zâlim politikacıların, fesadın yayılmasına vesile olduklarını gizlemenin bir anlamı yoktur. Hukukun üstünlüğünü esas almayan bir devletin vatandaşları; zaman içerisinde hevâlarını ilâh edinmek ve ‘kuvvetli olanın daima haklı olduğu’na inanmak gibi, tedavisi kolay olmayan hastalıklara tutulabilirler.
Modern Devletler Vatandaşlarına Esir Muamelesi Yapıyor
Son yıllarda bütün dünyada, insan hakları ve hukuk devleti gibi kavramların ön plâna çıktığını söylemek mümkündür. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi’ne göre; kavmi, rengi, dili ve dini ne olursa olsun bütün insanlar kanun önünde birbirine eşittirler. Kanun önündeki eşitliğin sağlanması, insanların umumi ve hususi haklarının muhafazası için önemli bir unsurdur, fakat yeterli değildir. Çünkü kuvvet kullanma imtiyazına sahip olan devlet adamlarının, insanların haklarına aykırı olan hükümleri “kanun” hâline getirmeleri mümkündür. Totaliter ve otoriter keyfiyete hâiz olan modern devletlerin, vatandaşlarına ‘esir muamelesi’ yaptıklarını gizlemenin de bir anlamı yoktur. Meselâ: Türkiye’de İslâm Fıkhı’na meydan okuyan devlet adamları; önce lâiklik felsefesine uygun olduğuna inandıkları kanunları çıkarmışlar, daha sonra kendi çıkardıkları kanunları ‘mukaddes metinler’ gibi savunmaya başlamışlardır. Vatandaşların neye inanacaklarını, hangi kıyafetle sokağa çıkacaklarını, neyi düşüneceklerini ve bu düşüncelerini nasıl ifâde edeceklerini tesbit eden sivil ve asker bürokratların; ‘Çağdaş Uygarlık’ adına totaliter devlet anlayışını ön plâna çıkardıkları mâlûmdur. Demokratik-Lâik olduğu iddia edilen eğitim sisteminin getirdiği kimlik krizi, her alanda kendisini hissettirmektedir. Terör, rüşvet, fuhuş, tefecilik ve resmi soygun gibi cürümlerin hızla arttığı görülmektedir.
Siyâsî Ahlâk
Sayısız problemlerle karşı karşıya kalan, bozulmayı sadece siyâsî, iktisâdî, ahlâkî değerlerde değil, ekolojik sistem de dahil her alanda hisseden insanoğlu, içine düştüğü bunalımlardan kurtulmak için yeni arayışların peşine düşmüştür. Haberleşme teknolojisinin gelişmesi ve internet sisteminin yaygınlaşmasının, dünyayı küçük bir köye çevirdiğini gizlemenin bir anlamı yoktur. Dünyanın içinde bulunduğu hali iki kelimeyle ifâde etmek mümkündür: Değişim ve Bunalım! Geçtiğimiz yüzyılın sihirli hurafeleri hükmünde olan ideolojiler, bütün cazibelerini kaybetmişlerdir. Değişim o derecede korkunçtur ki; Türkiye’de 1970’li yıllarda “Mao-çe Tung’un” dünya görüşü veya Marksist-Leninist ideoloji için savaşı göze alan, ölen veya öldüren insanların yerinde yeller esmektedir. O dönemin adsız cengâverleri çoktan unutulmuştur. Değişen nedir? Bu suale vereceğimiz en kısa cevap şudur: Fiziki ve coğrafi çevre sanayileşmeye paralel olarak değişime uğramış, “Küresel Isınma” problemi gündeme girmiştir. Üretim ilişkileri; teknolojinin hızla gelişmesi sonucunda farklı bir boyuta ulaşmış, adına destanlar yazılan ‘proletarya (işçi sınıfı)’ yerini robotlara bırakmaya başlamıştır. Bunalım sebebi nedir? Bu hızlı değişimin kavranmasını güçleştiren ve mevcut çelişkilerin çözümünü zorlaştıran her unsur, bunalımın sebebi hâline gelebilir.
Bütün İdeolojiler Birer Modern Hurafedir
Bundan kırk yıl önce Aydınlanma Felsefesi’ne dayanan bütün ideolojilerin ‘Modern Hurafe’ hükmünde olduğunu ilân eden ve devletin temel nizamlarını İslâm’a uydurmak için propaganda yaptığı gerekçesiyle mahkemeye verilen (Yıl:1969) yazar Hüsnü Aktaş’ın; ‘Sorulunca Söylenenler’ (Soruşturma-Röportaj) isimli eseri, yaşanan değişimin boyutlarının tesbiti ve ortaya çıkan bunalımların tahlili açısından önemlidir. Resmi ideolojiye iman eden sivil ve asker bürokratların, uzun yıllar kendileri gibi düşünmeyen herkesi düşman olarak gördükleri mâlûmdur. Üstâd Cemil Meriç “Mağaradakiler” isimli eserinde, şu tesbitte bulunmuştur: ”Her aydınlığı yangın sanıp, söndürmeye koşan zavallı insanlarım: Karanlığa o kadar alışmışsınız ki, yıldızlar bile rahatsız ediyor sizi! Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı bu ülkede, düşünce adamı nasıl çıkar?”
Sonuç
Bu eserde, yayın organlarının yetkililerine teslim edilen metinler esas alınmıştır. Bazı editörlerin yürürlükteki hukukî mevzuatı dikkate aldıklarını ve yayın siyâsetlerine göre, kendilerine teslim edilen metinleri kısaltarak yayınladıklarını söyleyebiliriz. Bazı editörler ise, teslim aldıkları metni aynen yayınlamışlardır. Onlara, gösterdikleri hassasiyetten dolayı teşekkür ederiz. Günlük gazetelerde, haftalık-aylık dergilerde yayınlanan soruşturma ve röportajlardan meydana gelen bu eserin ilk baskısı, 2008 yılında yapılmıştır. Röportajlar ve şoruşturmalar yapıldığı yıllara göre değil, Siyâsî Meseleler, Usûl Problemi, Kitap Üzerine Yapılan Söyleşiler ve Düşünce Suçları (açılan davalar)’ olmak üzere dört ayrı bölümden meydana gelmektedir. Bu eserin ilaveli yeni baskısının hayırlara vesile olmasını dileriz.
Hüsnü Aktaş Hoca Kimdir?
1950 yılında Burdur’un Askeriye köyünde doğdu. Küçük yaşta Kur’an okumaya ve Arapça öğrenmeye başladı. İlköğrenimi köyünde, orta öğrenimini Burdur’da ve lise öğrenimini Antalya’da tamamladı.
Ankara Üniversitesi DTCF Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde bir süre okudu (1968). Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu (69-73). Ankara Diyanet İşleri Başkanlığı’nda memurluk, Giresun müftülüğünde şeflik, Ankara Vakıflar Genel Müdürlüğünde Daire Başkanlığı, Adapazarı Akademisi’nde Kütüphane Müdürlüğü yaptı. 1981 yılında istifa etti. Resmi eğitim okulları yanı sıra özel öğretim gördü (69-73). Yazı hayatına lise öğrenciliği döneminde çeşitli dergi ve gazetelerle başladı. 1969 yılında ‘İmanlı Büyük Türkiye’ gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü yaptı.
Daha sonra haftalık ‘Hüryol’ gazetesinde deneme ve incelemeleri yayınlandı. 1974 de bir grup arkadaşıyla beraber ‘Yeni Ölçü’ dergisini çıkardı, genel yayın müdürlüğünü yaptı (74-79). Aynı yıllarda Türkiye Din Görevlileri Federasyonu Yönetim Kurulu üyesi olarak yurt içinde ve Orta Doğu’da incelemelerde bulundu. Türkiye Yazarlar Birliği kurucularından oldu. 1979 dan itibaren haftalık ‘Şura, Hicret, Tevhid’ gazetelerinde, sonra ‘Milli Gazete’de müstear isimlerle köşe yazarlığı ve ‘Fıkıh Köşesi’nde yıllarca fıkıh uzmanı olarak hizmet verdi. Bu hizmetlerinden ve bazı incelemelerinden dolayı mahkemeye verildiği için müstear isimler kullanmak zorunda kaldı. 1980 den itibaren Milli Gazete’de günlük makale ve müstear adla fıkhi konularda incelemeler yaptı. Daha sonra ‘Vahdet’, ‘Akit’ gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı.
‘Kelimeler ve Kavramlar’ kitabıyla TYB 1983 fikir dalında ödüle layık görüldü. 1984 yılında hapse girdi. Bir yıldan fazla hapis yattı. 1985 de cezaevinden çıktıktan sonra çıkardığı ‘Vahdet’ gazetesinde 3 yıl yazdı. Daha sonra İbrahim Koca, M.Emin Bostancı, Ahmet Töret, Yusuf Akmaz ile ‘Vahdet, Eğitim, Dostluk ve Yardımlaşma Vakfı’nı kurdu. (1989)
‘Akit’ gazetesinde yazdı (1993- 2002). 1990 yılında Misak dergisini çıkardı. 1997 Mayıs’ında tutuklandı. Ulucanlar Hapishanesi’ne girdi. Halen ‘Misak’ dergisini çıkarıyor.