
Evren, içindeki tüm varlıklar ve onlar arasındaki ilişkilerle karmaşık bir sistemdir. Öyle ki, tabiatta her varlık ve oluşun ekolojik düzenin sürmesinde bir işlevi vardır. Vahşi doğadaki av ile avcı arasındaki ilişkiler bile bu düzenin sürmesi için tasarlanmıştır. Aslında kavga ve kaos gibi görünen tekil olaylara bütüncül olarak yaklaşıldığında bu sonuç ortaya çıkmaktadır. Karmaşık ilişkilerdeki bu küllî düzen ve gayelilik, onların aynı varlık tarafından tasarlandığını göstermektedir.
Örneğin, köstebeğin işitme duyusu, maddenin sesi ve ısıyı iletkenliğinden ayrı düşünülemez. Dolayısıyla köstebeği yaratanın tüm tabiatı yaratan varlık olması gerekir. Yine yusufçuğun kanadını yaratan varlığın, yeri, atmosferi yaratan, hava akımı ve çekim yasasını koyan aynı varlık olması gerekir. Ekosistemdeki hava, toprak, su, ateş, diğer cansız varlıklar ve canlılar arasındaki etkileşim ağı, bunlardan birini yaratanın tüm diğerlerini de yaratmış olmasını gerektirir. Aksi hâlde, tüm varlıkları kapsayan tek bir sistem ortaya çıkmazdı:
“…O’nun yanında hiçbir tanrı yoktur, olsaydı, her tanrı kendi yarattığı ile beraber gider ve birbirinden üstün olmağa çalışırlardı…” (Mü’minun 23/91.).
Tüm varlıkların tek bir sistem oluşturması, sistemin bir parçacık için gerekli, her parçacığın da tüm sistem gerekli oluşu, yaratıcı iradenin tek olduğunu gösterir. Dolayısıyla tüm varlıkları yaratan ve onların tabi olduğu yasaları koyan varlık tektir.
“Varlıklar, kendi kendilerine bir düzen ve gaye seçme imkânına sahip değillerdir. Hele çeşitli varlık seviyelerinde bulunan farklı şeylerin bir araya gelerek bir takım alt sistemler oluşturması ve bu alt sistemlerin sonunda âlem gibi âdeta “organik” bir bütün” meydana getirdiği görülür. Bu organik bütün, ne evrendeki cüzlerin şuursuzluğuna ne tesadüflere bağlanabilir ne de birden fazla yaratıcı güçle açıklanabilir.3 Tabiattaki hiçbir şey, evrendeki küllî düzenden soyutlanamaz. Büyük bir canlının küçük bir hücresi bile ekosistemin yapı ve işleyişine bağlıdır. Dolayısıyla kâinata hâkim olmayan bir hücreyi de yaratamaz. O hâlde kâinattaki her şey aynı yaratıcı ilim, irade ve hikmet tarafından tasarlanmış olmalıdır. Dolayısıyla yaratıcı da tek ve eşsizdir.
Evrende, her şeyin tek bir yaratıcı tarafından hikmet üzere yaratıldığı, sürekli tecrübe edilen bir hakikattir. Aşağıda anlatılan olay, ziraat alanındaki böylesi tecrübelere örnektir.
Peru’nun pamuk ziraatında önemli yeri olan Canate Ovası’nda 1949’dan sonra tarım ilaçları kullanılmaya başlandı. İlk yıllarda ovanın pamuk üretimi çok arttı. Tarımcılar modern bilimin mucizesi diyerek, bu ilaçlara o derece güvenmeye başladılar ki üretimi daha da artırmak üzere ilaç kullanımını sıklaştırdılar. Uçakla daha kolay ilaçlamak için, ağaçları ve çalılıkları da kestiler. Verimin 1955’e değin artmasına karşın, bu tarihte zararlı pamuk kurtları birden çoğalmaya başladı ve 1956, ürün yönünden bir felaket yılı oldu. Bu olayda göz ardı edilen, bütün böceklerin doğal düşmanları olduğu idi. Tarım ilaçları ilk kullanılmaya başladığında, az sayıda da olsa, doğada normal olarak bulunan ve pamuğa zarar veren böceklerin büyük bir oranı öldü. Ancak onlarla birlikte, onların doğal düşmanı olan ve bu nedenle de tarım için yararlı olan böcekler de yok oldu. Dahası, ağaç ve çalılıkların kesilmesi ile faydalı böcek ve kuşların yaşam alanları da ortadan kalkmış oldu. Öte yandan bazı böcek türleri bir iki yıl içinde ilaca bağışıklık kazandılar. Bu böcekler sayıca artmaya başladıklarında, doğal düşmanları da yok olduğu için büsbütün artarak pamuk tarlalarına büyük hasar verdiler.4
Tabiatın işleyişinde, bir bozulma gibi görünen yanardağ patlamalarının bile önemli bir işlevi olduğu görülmektedir. “yanardağlar olmasa, ismine ‘yoğuşma çekirdekleri’ denilen minicik tozlar havaya karışmaz ve su buharı bu toz taneciklerinin üzerinde yoğuşmaz, bulutlar oluşamaz, yağmurlar yağmazdı.”5 Evrende, maddeye içkin; evrenin her yerinde ve zamanın her döneminde geçerli olan sabit yasalar vardır. Evrenin bu genel geçer yasaları, yaratıcının da tek oluşunu kanıtlar. Çünkü bir edebiyatçının her eseri farklı ve özgün de olsa, üsluptaki benzerlik, aynı yazara işaret eder. Yüce Allah da evrenin ücra köşelerine kadar, birliğinin delillerini aşılamıştır.6
Başka bir örnek vermek gerekirse, insan gözü, bir yaratılış harikasıdır. İnsan, farkına varmadan, en yüksek teknolojiye sahip fotoğraf makinelerinden daha hızlı ve üstelik sürekli olarak her an odaklama yapmaktadır. Yine fotoğrafçılıkta HDR (high dynamic range) teknolojisi,7 büyük bir mesafe kat etmiş olmakla birlikte, insanın görme yeteneğindeki üstünlüğe yaklaşabilmiş değildir. Tasarımındaki bu hayret verici üstünlüğe karşın, gözün işlev görmesini sağlayacak sayısız şartın da gerçekleştiği ortamın yaratılması gerekir. Dünyayı ışıtacak şekilde Güneş’in yaratılması, Dünya’nın yörüngesinin ondan belli uzaklıktaki olması, atmosfer tabakaları, ozon tabakasının zararlı ışınları süzmesi, ışığı farklı şekillerde yansıtan renk pigmentleri, ışık hızı, optik yasaları gibi... Tüm bunların gözün görmesini sağlayacak şekilde tasarlanmış olması, gözü yaratan ile tüm evreni yaratanın aynı varlık olduğunu ispatlar. Öyleyse, göz küresini yaratan da yerküreyi yaratan da Yüce Allah’tır.
James Lovelock ve Lynn Margulis adlı iki bilim adamının birlikte geliştirdikleri bir hipoteze göre de dünya, rast gele bir araya gelmiş yaşam biçimleri topluluğu değildir. Kendi kendini idare eden koskoca bir organizmadır. Lovelock, yerküremizdeki atmosferin çok büyük miktarda oksijen ve metan gazı ihtiva ettiğini, birbirine etki ettikleri için büyük miktarda bir arada bulunmayacak bu gazların miktarının milyarlarca ton olduğunu saptadı. Ayrıca bilimsel incelemeler, bu gazların yüzmilyarlarca yıldır aynı seviyede durmuş olduğunu tespit ediyordu. Onun hesaplamalarına göre yerküre, 3.5 milyar yıl önce yaşam ürettiği zaman, Güneş bugünkü enerjisinden %25 daha az enerji üretiyordu. O hâlde neden bugün sıcaktan kaynamıyoruz ya da neden o dönemde gezegen donmamıştı? O, şu sonuca vardı: “Dünyadaki tüm yaşam üniteleri, insan vücûdunda olduğu gibi optimum düzeyde çevrenin sürüp gitmesini sağlayacak biçimde birbiriyle işbirliği yapar.”8
Bu bilgilerden evrenin tek-düze değil ama tek bir dizayna sahip olduğu sonucuna ulaşabiliriz. Bu da tabiat tanrılaştırılmayacaksa tevhid inancıyla açıklanabilir. Yukarıdaki hipotez, İmam Mâturîdî’nin evrenin bir yaratıcısı olması gerektiğine ilişkin şu argümanını çağrıştırmaktadır: Doğada, biri diğerini iten zıt nitelikleri kendinde toplayan varlıklar vardır. Bunların kendiliğinden bir araya gelmesi mümkün değildir. Bu durumda onları bir araya getiren bir yaratıcı varlığın olduğu ortaya çıkar.”9
Bu yaratıcı, “el-Hafîz” ismiyle tecelli eden tek bir yaratıcıdır. Evren, çeşitli zıtlıkları içinde barındırması, dahası ekoloji ilminin açıkladığı üzere bu zıtlıklarla hayata elverişli oluşu bakımından, Allah’ın “el-Hafîz” ismini yansıtmaktadır. el-Hafîz, “mevcudatın varlığını idame ettiren” anlamına geldiği gibi birbirine karşıt ve birbirini yok edici varlıkları koruması ve denge içinde tutmasını da ifade eder.10 Kudret elinde Güneş ve zerre birdir. Zıtların birleşmesinde; lezzet içinde elemin bulunmasında, hayır için şerrin yaratılmasında, kudret, tecelli eder.11 Örneğin yakıcı ve yanıcı elementlerin belli oranda bir araya gelmesiyle ateşe zıt bir varlık olan su oluşur. Ekosistemlerde gözlemlenen döngüler de bunun diğer bir örneğidir. Zararlı görülen canlıların ekosistem içinde yerine getirdiği bir işlevin yok edilmesi ekosistemdeki düzenli akışa zarar vermektedir.
Burada, İslam düşüncesinde, insanın küçük evren, evrenin de büyük insan olarak görüldüğüne işaret edelim. Ali (r.a.)’a nisbet edilen şiirde şöyle denir:
“Kendini küçük bir cisim sanırsın
Sende büyük alem dürüldüğü halde.”12
İnsan ile evren arasındaki bu uyum da yine tevhidin delilidir. İnsanda âdeta koca bir kâinat dürülmüştür. İnsan, kâinattaki diğer varlıklar gibi, Allah’ın buyruklarına teslim olursa, kendi tabiatıyla da içinde yaşadığı varlıklar âlemiyle de barış içinde olacaktır. Âlemin tümü tek bir kişi gibidir; âlemin parçaları da âdeta o kişinin uzuvlarıdır. Onlar tek bir amaç için birbiriyle yardımlaşırlar. O amaç da ilahî cömertliğin gerektirdiği şekilde, mümkün en üst hayrı tamamlamaktır. Bu özelliğiyle evren “Mâlikü’l-Mülk” ismini tecellisidir.13
Anlaşılmaktadır ki, çeşitli doğa bilimleri, evrenin ancak sonsuz bilgi ve güce sahip biri tarafından var edilebilecek bir düzen içinde olduğunu vurgulayan Kur’an’a hizmet etmektedir. Bilim, Allah’ın varlığının ve sıfatlarının delillerini sunmakta ve onun sıfatlarının tezahürlerini açıklamaktadır. Bilinçsiz ve niyet-dışı bir biçimde de olsa ekosistemi açıklarken, Yaratıcı’nın varlığını ve tekliğinin kanıtlarını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bilim, evrendeki küllî düzeni açıklarken; canlı veya cansız bütün varlıklar ve bunlar arasındaki ilişkiler evrenin bir organizma olduğunu, evrenin bir ekosistem olarak tanımlanabileceğini ortaya koyarken Allah’ın varlığını ve birliğini ispat eden veriler sunmayı da üstlenmiş olmaktadır.
Bu makale, Recep Ardoğan, Âmentü Şerhi -İslam İnanç Esasları-, Klm Yay., 2015, ss. 87-88’den yeniden düzenlenerek hazırlanmıştır.
Doç. Dr., KSÜ İlahiyat Fak., 3kelam@gmail.com, http://3kelam.wix.com/sosyal-kelam
Aydın, Mehmet S., Din Felsefesi, Selçuk Yayınları, İstanbul 1994, 60.
Berkes, Fikret; Kışlalıoğlu, Mine, Ekoloji ve Çevre Bilimleri, Remzi Kitabevi, İst. 1990, 36-37.
Tuna, Taşkın, “Evrendeki Hassas Dengeler ve Kozmolojinin Çözülemeyen Problemleri”, Güncel Kelam Tartışmaları, ed. Mehmet Bulğen; Enis Doko, İFAV Yay., İst. 2014, 283-291, 287.
Taslaman, Caner, “Evrenin Fizikî Yasaları, Sâbitleri ve Süreçlerindeki Hassas Ayarları Bize Ne Söylüyor?”, Güncel Kelam Tartışmaları, ed. Mehmet Bulğen; Enis Doko, İFAV Yay., İst. 2014, 293-323, 298.
Çekilen görüntüdeki fazla ışık ve karanlık kısımları dengeleme teknolojisidir. biri düşük ışık ayarında diğeri yüksek ışık ayarındaki iki pozun üst üste getirilerek, birinden karanlık kısımların diğerinden ışık patlamalarının atılarak, dengeli bir fotoğraf karesinin oluşturulmasıdır.
West, Ross Evan, “Yeranamız Gaia -James Lovelock ve Gezegen Birliği Görüşü-”, Derin Ekoloji, nşr. Günseli Tamkoç, Ege Yayıncılık, İzmir 1994, 114-116; Metzner, Ralph, “Ekoloji Çağı”, Derin Ekoloji, nşr. Günseli Tamkoç, Ege Yayıncılık, 1994, 27.
Mâturîdi, Ebu Mansur Muhammed, Kitâbu’t-Tevhîd, nşr. Fethullah Huleyf, Beyrut 1970, 18.
Gazalî, Ebu Hamid Muhammed, Maksadü’l-Esnâ şerhu’l-Esmai’l-Hüsnâ, Mısır 1322, 109.
Nursî, Sözler, 661.
Nicholson, Reynoold A., es-Sûfiyye fi’l-İslâm, Arapça tr. Nuruddin Şeriyye, 1371/1951, 72.
Gazalî, el-Maksıdü’l-Esnâ, 141.