Yasa Kavramı
Yasa, özellikle de insan ve toplum hakkında kullanıldığında dikkatli olunması, anlamı üzerine iyi düşünülmesi gereken bir kavramdır. Hele hele Kur’an’da geçtiği haliyle Allah ile bağlantılı olarak kullanılırsa, daha da dikkatli olunması elzem olan bir terimdir. Birey ve toplum bağlamında yasa ile ilgili doğru yaklaşım, Allah’ın “küllî” iradesini ve insanın “cüzî” iradesini boşa çıkaran, geçersiz kılan katı bir bağlayıcılığa sahip sert/donuk bir yasa anlayışıyla değil, söz konusu iradeleri işler kılan yumuşak/esnek bir yasa anlayışıyla hareket etmektir. Bu makalede yasa kavramı, bu çerçevede kullanılmaktadır. “Kur’an’da değişim yasaları” ifadesi de bu temelde düşünülmektedir.
Sünnetullah: Allah’ın Toplumsal Yasaları
Çoğulu sünen olan sünnet kelimesinin sözlük anlamları ve kullanıldığı ayetler dikkate alındığında Kur’an’daki sünnet ve sünen kelimelerinin Allah’ın takip ettiği davranış tarzı, Allah’ın yasası (Bakara 2/49; A’raf 7/109, 120-124; 130-133; Enfal 8/52-54; Yunus 10/78-83; Şuara 26/29; Kasas 28/4, 38; Mü’min 40/26, 28, 35; Zuhruf 43/52 vb.), Allah’ın birey ve toplumların değişimi, gelişimi ve çöküşüyle ilgili hüküm ve uygulaması gibi, anlamlara geldiğini görmek mümkündür (Fecr 89/11-12). Ayetler siyak ve sibaklarıyla düşünüldüğünde, kelimât-kelimâtullah, kelime-kelimetü rabbik, kelimetü’l-azab, kelimetü’l-fasl, kelamullah (Bakara 2/170), kavl (Taha 20/63), mesel-meselü’l-evvelin-mesulat (Mü’min 40/26) eyyâm-eyyâmullah (Bakara 2/170) gibi kavramların da sünnetullah ile yakın anlam ilişkisi içerisinde olduğu söylenebilir (Okumuş 2015).
Konuya Kur’an ayetleri çerçevesinde ve sünnetin anlam sahası içerisinde yaklaşıldığında, sünnetullah kavramının, sosyolojik ve tarihsel bir muhtevasının olduğu, dolayısıyla toplumların değişim ve çöküş boyutlarının, neden ve sonuçlarının sünnetullah kavramı içerisinde yer aldığı görülür (Bkz. Al-i İmran 3/137; Enfal 8/38; Nisa, 4/26). Kur’an ayetlerinden Allah’ın yasasının evrensel olduğu; tüm zamanları ve tüm mekanları kapsamına aldığı; kâfir-mü’min ayrımı yapmadan bütün insan toplumları için geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Allah’ın sünnetinde bir değişim ve dönüşüm olması düşünülemez (Fetih 48/23; Fatır 35/43). Sünnetullah’ın evrenselliği ve değişmezliği ilkesi; tarihteki örnek olaylardan soyutlanan yasaların önemini vurgulamakta, tarihin rastgele olaylar zincirinden ibaret olmadığını, aksine Allah’ın koyduğu yasa ve kurallara göre işlediğini belirtmektedir. Bunun yanında Allah’ın, kimsenin hatırı için davranış tarzını değiştiremeyeceği ve sünnetullahın hiç kimse için ayrım yapmadan işleyen bir süreç olduğu düşüncesini vermekte (Al-i İmran 3/177), bu da bir anlamda tarihin işleyişinde objektifliğin olduğunu ima etmektedir (Okumuş 2015). Bu bağlamda Kur’an, sünnetullah ile ilgili ayetler çerçevesinde belirli bir tarihsel sürece göre toplumların yükseliş, düşüş ve çöküşlerini yönlendiren ortak kuralların olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla Kur’an’da üzerinde durulan toplumsal kader, yani toplumların yazgısı ve toplumsal akıbet gibi hususlar, toplumlarla ve toplumsal çöküşle ilgili belirli yasaların bulunduğuna işaret etmektedir.
Kur’an’a bütüncül bir yaklaşımla baktığımızda, tarih her ne kadar evrensel yasalarla hareket etse de Allah’ın tarih içerisinde bir taraf durumunda olduğunu ve dolayısıyla tarihin seçmeci karakter taşıdığını görmemek mümkün değildir (Bakara 2/217; Al-i İmran 3/77, 86-91, 106, 177-178; Nisa 4/88, 89, 115, 137; Nahl 16/106, 107; Muhammed 47/25-32). Bu ilk etapta sünnetullahın evrenselliği ilkesine aykırı imiş gibi görünse de, aslında Kur’an’ın genel mantık çerçevesi içerisinde bir aykırılığın, bir çelişkinin olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü Allah’ın sünnetine göre insan ve toplumlar başıboş bırakılmamış (Al-i İmran 3/86) ve tarih, kötüye karşı iyinin, yanlışa karşı doğrunun, batıla karşı hakkın, zulme karşı adaletin yanında yer alacak şekilde kurulmuştur (Al-i İmran 3/90) Kur’an’a göre Allah tarihe böyle bir yasa koymuştur. Dolayısıyla bu durum, sünnetullahın ya da kelimetullahın evrenselliğine aykırı değildir. Bu bir başka açıdan şöyle izah edilebilir: Allah, sünneti gereği taraf olmakla birlikte tarih, kendi işleyişinde tarafsızdır, hiç kimseye, hiç bir topluma ayrıcalık tanımaz. Çünkü Allah, yukarıda ele aldığımız ayetlerle de ifade edildiği gibi tarih içerisinde tavrını değiştirmeyeceğine dair söz vermiştir (Okumuş 2015).
Yasalar ve İrade
Sünnetullah ile birlikte gündeme gelen önemli konulardan biri de determinizmdir. Acaba Allah’ın sünnetinde, Allah’ın toplumların yükseliş ve çöküşleriyle ilgili olarak ortaya koyduğu sünnetlerde mutlak bir determinizm (belirlenimcilik-nedensellik); mutlak bir sosyal determinizm ve tarihsel determinizm var mıdır? Varsa sınırları nereye varmaktadır? Allah’ın değişmez-evrensel sünnetleri olduğuna göre insanın iradesinden bahsetmek mümkün müdür? Başka bir ifadeyle tarihin işleyişinde insan ve toplumun iradesinin yeri nedir?” vb. sorular bu bağlamda ortaya çıkmakta ve konumuz açısından cevap beklemektedir.
Kuşkusuz Kur’an’a göre Allah Teala, toplumların değişim, yükseliş, düşüş ve çöküşlerini, bireysel ve toplumsal değişimi idare eden bir takım yasa ve hükümler koymuş olup bunları icra etmektedir. Ancak bu demek değildir ki toplumsal ve tarihsel yasalar büsbütün insan bilinci ve iradesinden bağımsız işlemektedir. Elbette yasaları insanlar yaratamaz ve ortadan kaldıramazlar. Fakat onların işlemeleri için gerekli şartları oluşturabilir ya da ortadan kaldırabilirler. Nitekim Kur’an’ın bu noktada önemle üzerinde durduğu husus, bozuk toplumun çöküşüyle sonuçlanan, insanî amaçlarla insanî eylemlerin kaynaklarının bozulmasına neden olan dinî, ahlâki ve toplumsal faktörlerdir.
Eğer tarihte baskın olan, sıkı nedensellik yasaları ise, meydana gelen olayların tamamının kendiliğinden ve kaçınılmaz olduğunu kabul etmek zorunda kalırız. Olaylar mutlak deterministik anlamda gelişiyorsa hiç kimsenin sorumluluğunun olmayacağı açıktır (Sebe’ 34/15-21. Ayrıca bkz. Nahl 16/112-113). Dolayısıyla şunu söylemek mümkündür ki Kur’an, kendine özgü tarih anlayışıyla, ne tarihsel determinizmi, ne organizmacı tarih anlayışını ve ne de evrimci tarih anlayışını kabul etmektedir. Çünkü Kur’an, bir yandan evrende mutlak bir düzenin varlığından söz ederken; öte yandan bunun mutlak bir mekanizm olmadığını hatırlatır. Evren belirli yasalara göre işlemektedir, ama bu işleyişinde asla Allah’tan bağımsız değildir. Çünkü Allahu Teala’nın her şeye gücü yeter ve dolayısıyla dilediğinde mevcut düzeni bozma kudretine sahiptir. Yani Kur’an’ın kabul ettiği nedensellikte her olayın arkasındaki gerçek neden Allah’tır. Ancak bu demek değildir ki tarihin işleyişinde ve toplumların yaşamlarında insanın irade ve hürriyeti yoktur. Her şeyden önce ilahi sünnetlerin kesinlik ve kaçınılmazlıkları insanı baskı ve zorla belirli bir yaşayışa mahkum etmek durumunda değildir. Aksine bu sünnetler, insanı kendi iradesiyle seçmiş olduğu yaşam biçiminin kesin ve kaçınılmaz sonuçlarıyla karşı karşıya bırakır (Bakara 2/152). Bunu biraz daha açmak istersek Kur’an’ın sünnetullah ile ilgili anlayışında determinist bir yasa olarak sadece kötünün iyi, batılın hak, zararlının yararlı karşısında kalıcı olmadığı ilkesinin yer aldığını (Bakara, 2/152, 158; Nahl 16/114; Enbiya 21/94 vb.) söyleyebiliriz (Bkz. İbrahim 14/28, 32-34; Nahl 16/78-83; İsra 17/66-67; Ankebut 29/65-66; Şuara 42/48 vb.).
Kur’an, tarihte olaylar arasındaki determinist ilişkilere dikkat çekmekle kalmayıp bu determinasyonu sünnetullah’ın değişmezliği ilkesiyle desteklemiş olmasına rağmen, olayların akışı için önceden belirlenmiş bir seyir anlayışına yer vermez. Kur’an’ın desteklediği; belli bir sosyal değişme için gereken şartlar oluştuğunda, bu oluşumun sonucu olan değişimin Allah dilediği zaman gerçekleşeceğidir (Bkz. Bakara 2/47-61, 83, 93; Al-i İmran 3/23; Maide 5/19-20; Taha 20/86-97 vb.). Ama değişmeyi belirleyen nedenlerin faili, hür irade sahibi bireylerden oluşan toplum olduğu için ayetlerden sosyal değişmelerin önceden belirlenmiş olmadığını anlayabiliriz. Nitekim Kur’an’da belirtilen tarihsel yasaların pek çoğu şartlı önermeler şeklinde sunulmuştur. Bu şartlı önermelerde sosyal ya da tarihsel iki olayı birbirine bağlayan korelasyonlar vardır. Buna göre birinci olay, yani şart gerçekleştiğinde ikinci olayın, yani sonucun da gerçekleşeceği söylenebilir:
Gerçekten Allah, kendi nefislerinde olanı değiştirmedikçe bir toplulukta olanı değiştirmez (Ra’d 13/11. Ayrıca bkz. Cin 72/16; Enfal 8/38, 53; İsra 17/16 vb.).
Görüldüğü gibi ayet, şartlı önermelerle verilmiştir. Dikkat edilirse şartlı önermenin şart kısmı, örneğin Ra’d suresinin 11. ayetinin “Gerçekten Allah kendi nefislerinde olanı değiştirmedikçe...” kısmı insana bırakılmıştır. Dolayısıyla Allah’ın sünneti, insanın geliştirdiği tavra göre gerçekleşmektedir.
İrade ve Toplumsal Ecel
Kur’an’da insan iradesi ve hürriyetiyle çelişir gibi görünen sünnetler/yasalar, ayetlerde kesin önermeler şeklinde ifadesini bulanlardır. Bu tür kesin önerme şeklinde gelen sünnetlere ise, en çok tartışılan konulardan biri olan ecel ayetleri örnek verilebilir:
Her ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince, ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler (Araf 7/34. Bkz. Bakara 2/61, 65; Maide 5/21-27, 64, 78, 79; En’am 6/146; A’raf 7/166; İbrahim 14/6-8 vb.).
Bu ve benzeri ayetlerde toplumlar veya medeniyetler için bir ecel, yani tesbit edilmiş süre (Bakara 2/116; Nisa 4/155, 156; Maide 5/14, 17), ecel-i müsemma terkibiyle belirlenmiş ecel söz konusu edilmektedir. Sünnetulahın işleyişinde insan iradesinin yerini anlamak için bu konu üzerinde biraz durmak gerekmektedir. İbn Abbas’a (Ö. 687) ve müfessirlerin çoğunun tercihine göre, ayetlerde ele alınan toplumsal boyutlu ecel, ayetlerin siyak-sibakları ve tabiî bağlamları içerisinde bireylerinki gibi ömür anlamında değil, azap ve helak eceli anlamındadır (Tevbe 9/66. Ayrıca bkz. Tevbe 9/74; Muhammed 47/25; Münafikûn 63/3). “Her ümmetin bir eceli var” yasası, bireyleri salih iş yapan bir ümmetin, dünyanın sonuna kadar payidar olabilmesine engel değildir (Tevbe 9/67. Ayrıca bkz. Münafikûn 63/6). Yani bu hüküm, yıl, ay ve gün şeklinde sınırlanmış bir zaman biriminin sonunda derhal sırası gelmiş bir toplumun yok edilmesi anlamına gelmez. Fakat bu muteber bir toplum olarak gücünü göstermesi için her topluma verilmiş olan imkanların bir ahlâki sınırının bulunduğunu belirtir. Bu sınır, iyi ameller ile kötü amellerin oranına göre belirlenir. Allah bir topluluğa iyi işleri kötü işlerine oranla daha aşağı düzeye düşünceye kadar müsamaha gösterir. Ancak bu sınır aşılınca o günahkar ve rezil topluluğa artık hiç bir mühlet verilmez (Muhammed 47/25). Dolayısıyla ayetlerdeki ecel ile mühletin gereği olarak belirtilmiş olan geçici zaman kastedilmektedir. Allah peygamberleri yalanlayan her ümmete belirli bir süreye kadar zaman verir. Bu süre içerisinde de toplum iyi yönde değişim göstermezse, Allah o toplumu helak eder. Şu halde “Biz kendisi için bilinen bir kitap olmaksızın hiç bir ülkeyi yıkıma uğratmadık” (Al-i İmran 3/168; Maide 5/51-56; Tevbe 9/42, 66) ayetini de aynı doğrultuda anlamak, Kur’an metninin kastettiğine ulaşmada önemli bir etken olacaktır.
Esasen ecel ayetlerinde verilmek istenen, yasalar gereği sonu gelmiş bir toplumu kimsenin kurtaramayacağı veya yok oluşunun şartları oluşmamış bir toplumun yıkılmayacağıdır. Ecele toplumların iradesini ortadan kaldıracak şekilde mutlak olarak önceden belirlenmişlik, yani sıkı determinizm anlamı vermenin, Kur’an’ın büyük bir bölümünü görmezlikten gelmek anlamına geleceğine inanıyoruz. Ecel ayetlerinin içinde bulundukları bağlama dikkat edilecek olursa, bu tür ifadelerin bir toplumun yeterli neden yokken cezalandırılması veya yok olmayı isteyen bir toplumun kurtarılması beklentilerine cevap niteliği taşıdığı görülür (Enfal 8/49; Tevbe 9/42-101; Ahzab 33/48; Münafikûn 63/6; Tahrim 66/9, vb.). Ayrıca açıktır ki Kur’an bütünlüğü gözardı edilerek bu ayetlere yaklaşıldığında örneğin Danilevsky ya da Spengler gibi fatalist-determinist bir sonuca gitmemek mümkün değildir. Fakat Kur’an’a kendi anlam bütünlüğü içerisinde yaklaşılarak konuyla ilgili tüm ayetler göz önüne alındığında ve kesin önermelerle ifade edilen sünnetler, şartlı önermeli ayetlere hamledildiğinde bu noktadaki problem ortadan kalkabilir. Öyleyse Kur’an’a göre her olayın gerisinde Allah olmakla ve bütün olay ve olgular Allah’ın meşieti ve iradesi dahilinde gerçeklik elde etmekle birlikte konumuzla ilgili olarak, sosyal olaylarda, sosyal değişme ve çöküşlerde sorumlu olan, büsbütün insanlar ve toplumlardır (Bakara 2/9-12; Tevbe 9/48-49, 107; Muhammed 47/22); bu noktada insanların irade ve hürriyeti kısıtlanmamaktadır. Çünkü Allah, Kur’an’da (Bakara 2/10) apaçık bir şekilde insana büyük irade ve hürriyet verdiğini beyan etmektedir (Okumuş 2015).
Sonuç
Kur’an’da bireysel ve toplumsal değişime dair kural ve yasalar, insan iradesini ortadan kaldıracak anlam içeriğine sahip yasalar manasına gelmez. Kur’an’ın ilgili ayetlerine bütüncül olarak bakılırsa, insanda, bireyde, toplumsal hayatta meydana gelen değişim, insan iradesiyle gerçeklik bulur. Kur’an’da değişim yasalarından bahsedilecekse, insan iradesini geçersizleştiren değil, tersine geçerli kılan değişim yasalarından bahsedilebilir. Kur’an’ın sadece değişimle ilgili değil, insan davranışına dair bütün ayetlerine bakıldığında, insanın sorumluluğuna işaret edildiği açıkça görülür. İnsanın sorumluluğunun söz konusu olduğu yerde ise insanın iradesini kullanması söz konusudur.
Bu makale, yazarın Kur’an’da Toplumsal Çöküş (2015) adlı kitabına dayanılarak hazırlanmıştır.
Yaralanılan Kaynaklar
Kur’an-ı Kerim.
Adler, Alfred (1985). İnsanı Tanıma Sanatı. Çev. Şelale Başar. 4.bs., İstanbul: Dergah Yayınları.
Berger, Peter L. (1967). The Sacred Canopy. Garden City: Doubleday.
Carr, Edward (1993). Hallett Tarih Nedir? Çev. Misket Gizem Gürtürk. 4.bs. İstanbul: İletişim
Chalfant, H. P., R. E. Beckley ve C. E. Palmer (1987). Religion In Contemporary Society. 2. bs. California: Mayfield Publishing Company.
Fârâbî (1995a). Arâu Ehli’l-Medîneti’l-Fâdıla. Haz. Ali Bû Melham. Beyrut: Dâr ve Mektebetu’l-Hilâl.
Fromm, Erich (1990). Sağlıklı Toplum. Çev. Yurdanur Salman ve Zeynep Tanrısever. 2. bs. İstanbul: Payel Yayınları.
Fromm, Erich (1992). Yeni Bir İnsan Yeni Bir Toplum. Çev. Necla Arat. 4. Bs. İstanbul: Say Yayınları.
Geertz, Clifford (1973). The Interpretations of Cultures: Selected Essays. New York: Basic Books.
İbn Haldun (1996). Mukaddime. Tah. Derviş el-Cüveydî. 2. bs. Beyrut: el-Mektebetu’l-Asriyye.
Kağıtçıbaşı, Çiğdem (1985). İnsan ve İnsanlar. İstanbul: Beta Basım Yayın Dağıtım.
Mcguire, Meredith B. (1987). Religion: The Social Context. 2. bs. California: Wads Wordth Publishing Company.
Mill, J.S. (1988). Hürriyet. Çev. M. Osman Dostel. İstanbul: MEGSBY.
Nisbet, Robert A. (1970). The Social Bond. New York: Knopf.
Okumuş, Ejder (2012b). Toplumsal Değişme ve Din. 4. bs. İstanbul: İnsan Yayınları.
Okumuş, Ejder (2015). Kur’an’da Toplumsal Çöküş. 5. bs. İstanbul: İnsan.
Okumuş, Ejder 2016). “Toplum Olma Bilinci”. http://www.2eylul.com.tr/toplum-olma--bilinci-makale,11086.html (Giriş: 14 Ekim 2016).
Okumuş, Ejder 2017). “Birey – Toplum Dengesinde İnsan”, Din ve Toplum Dergisi, sayı: 14, ss. 60-69
Sezer, Baykan (1981). Toplum Farklılaşmaları ve Din Olayı. İstanbul: İÜEFY.
Şerif, Muzaffer (1985). Sosyal Kuralların Psikolojisi. Çev. İsmail Sandıkçıoğlu. İstanbul: Alan Yayınları.