27 Nisan 2025 - Pazar

Şu anda buradasınız: / KAYNAKTAN DÜNYAYA YAYILAN İLİM: İMAM MÂLİK (rh.a.)
KAYNAKTAN DÜNYAYA YAYILAN İLİM: İMAM MÂLİK (rh.a.)

KAYNAKTAN DÜNYAYA YAYILAN İLİM: İMAM MÂLİK (rh.a.) Muhammed Emin Yıldırım

İslâm Medeniyeti’nin en önemli özelliklerinden biri hiç şüphesiz ilk günden bugüne yetiştirdiği şahsiyetlerdir. Bu büyük medeniyet, tarih boyunca binlerce âlim, arif, akîf, âbid, akîl yetiştirmiştir. Bize düşen de o büyük şahsiyetleri tanıyıp, onların hayata miras olarak bıraktıkları izleri takip etmek ve onların doğru yollarını yol olarak edinmektir. Aslına bakarsanız her gün onlarca kez Fatiha Sûresi’nde bunu söylüyoruz: “Allah’ım! Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet!” Peki, kim nimet verdikleri? Nisa Sûresi 69. ayet, cevap veriyor ve 4 sınıf sayıyor: “Nebiler, Sıddıklar, Şehitler ve Salihler” yani İslâm büyükleri…

Ancak burada çok dikkat edilmesi gereken bir husus var ki; peygamberlerin ve onlara arkadaş olup saffı evveli oluşturan sahâbîlerin, havarilerin, özel ve önemli bir konumları var, onu istisna tutarsak, onlardan sonra gelen âlimleri değerlendirirken bazı hususlara dikkat etmemiz gerekir.

Nedir bu hususlar?

1. Putlaştırma yok, kıymete kanaat etme var.

2. Mübalağa yok, mutedil bir yaklaşım sergileme var.

3. Kendi dünyamızda anlamaya çalışmak yok, onların dünyasında hayatlarını ele almak var.

4. Âlimleri birbirleri ile yarıştırmak yok, her birinden istifade yollarını bulmak var.

5. Parçacı yaklaşım yok, bütüncül bir okumaya tabi kılarak faydalanmak var.

Peki, neden öğrenmeliyiz âlimlerin hayatlarını?

Çünkü onları tanıdıkça, kulluk yolunu, ilim yolunu daha iyi kavrarız.

Onları tanıdıkça, doğru yolda nasıl doğru yürünür bunu iyice anlarız.

Onları tanıdıkça, yolun kaderine dair bilgilere vakıf olur, azıklarımızı ona göre belirleriz.

Onları tanıdıkça, daha az hata, daha çok sevap elde etme imkânlarını öğrenmiş oluruz.

Onları tanıdıkça, Allah’ın rızasına ermiş olan o salihlerden, rızaya giden vesileleri iyice bellemiş oluruz.

Bu bilgiler ışığında gelin öyleyse İmam Mâlik’i kısa da olsa biraz bir tanıyalım.

Hicret Yurdunun İmamı

Mâlik b. Enes b. Mâlik; Hicrî 93, Miladî 712’de Vadiulkura’nın Zülmerve köyünde doğdu; sonra Medine’ye geldi. Babası Enes b. Mâlik meşhur sahabi Enes değildir. Bu bir isim benzerliğidir. Soy olarak aslı Yemenlidir; Yemen’in has Araplarından yani Kahtanilerdendir. Küçük yaştan itibaren babası ve annesi tarafından ilme yönlendirilmiştir. Ama çocukluğunda ilme karşı çok fazla hevesi yoktur. Bir gün babası, onu abisi Nadr ile birlikte imtihan eder, ikisine de bazı sorular sorar; abisi Nadr her soruya cevap verir; Mâlik ise cevaplayamaz. İşin sonunda babası Enes, Mâlik’e der ki: “Bak, oynadığın güvercinler seni oyalamış, ilimden mahrum etmiş, abin ise nasıl güzel öğrenmiş.” Bu söz Mâlik’in o kadar zoruna gider ki, o günden sonra hayatı ilim olur. Çocukluktan itibaren Medine’nin en meşhur âlimlerinden dersler alır; Hadis, Tefsir, Akaid, Fıkıh ve daha nice ilimlerde birçok âlimin yanında dersler görür. Kimin yanında okursa, en gözde talebelerden biri olur.

86 yıllık ömrünün büyük bir kısmı ilim tedrisatında geçer. Tabir caiz ise; ismi ile müsemma biri olarak; büyük bir ilmin mâliki/sahibi olur ve çok ciddi bir ilmi miras bırakarak bu dünyadan ebedi hayata doğru yürür.

Onun hayatı, ilmi şahsiyeti, ahlakı, hocaları, talebeleri, eserleri ve daha birçok hususiyeti konusunda çok şey söyleyebiliriz; ancak bunların hepsini bu sınırlı sayfalarda söyleyebilmemiz mümkün değildir. Bundan dolayı, biz İmam Mâlik’in hayatında öne çıkan bazı hususiyetleri nazarlarınıza vererek, az söz ile çok mesaj vermeye çalışacağız. Bu hususiyetleri şöyle maddeleyebiliriz.

1- İmam Mâlik; kametine/duruşuna uygun bir ilim erbabı idi.

Onun elde ettiği şöhret, altı doldurulmamış bir şan ve şereften kaynaklanmıyordu. İlminin ne boyutta olduğunu bize anlatan kitaplar; yüz bin civarında hadisi ravileri ile, ravilerin ahlak ve soyları ile birlikte ezbere biliyordu derler. Bu kadar bir ilmi vukufiyeti vardı. Sadece onun vukufiyeti hadis hıfzında değil, diğer İslâmî meselelerde de aynı idi. Kendisi bir fakîh olduğu için, fıkıh alanında da inanılmaz bir ilme ve dirayete sahipti.

2- İmam Mâlik, ilmin şeref ve haysiyetini muhafaza eden bir âlimdi.

86 yıllık ömrünün bir bölümünü Emeviler döneminde, kalan bölümünü ise Abbasiler döneminde geçirmiştir. Neredeyse 15 sultan ve 20’nin üzerinde Medine valisi ile beraber aynı zamanlarda yaşamıştır. Onlara karşı fiili bir başkaldırısı olmamışsa da hep mesafesini korumuş, asla onların emri altına girip, onları memnun edecek özellikle sipariş fetvalar verecek bir duruma girmemiştir. İmam Mâlik, diğer imamlarımıza göre, halife ve sultanlardan gelen hediyeleri kabul etmiş, onları şahsi geçiminde kullanmıştır. Başka bir geçim alanı olmadığı için bu konuda biraz rahat davranmıştır. Ama onlardan hediye kabul etmesine rağmen asla bu hediyelerin hatırına dini şeâire aykırı bir iş yapmamıştır.

İmam Mâlik’in en önemli adımı hiç şüphesiz, arka arkaya üç halife de onun meşhur kitabı Muvatta’yı devletin resmi kitabı olarak edinmek istemelerine rağmen, İmam buna karşı gelmiş ve asla böyle bir şeye fırsat vermemiştir. Onun ilmin şeref ve haysiyetini nasıl muhafaza ettiğine dair bir örnek vermek gerekirse; şu rivayeti verebiliriz: Devrin halifelerinden biri çocuklarına ders aldırmak için İmam’ı sarayına davet eder. Böyle bir daveti ret etmek o günler için mümkün değildir. Ama İmam Mâlik; “İlim, talebenin ayağına gitmez, talebe ilmin ayağına gelir!” diyerek bu daveti geri çevirmiştir. Halife bu tarihi söz üzerine çocuklarını mescide göndererek, diğer talebelerle birlikte İmam’dan ders aldırtmıştır.

3- İmam Mâlik; gerçek bir âlimde olması gereken haşyeti hayatının esası edinmiş biriydi.

İslâm’ın âlim profili, çok ilim ile değil, çok haşyet ile yani Allah’tan hakkı ile korkması ile şekillenirdi. İmam Mâlik’de haşyeti hayatının esası kılmış biri olarak, bir âlime yakışır bir eda ile Rabbi ile bir ilişkisi vardı. Onun ihlâsı, verası, ibadetlere düşkünlüğü ve daha nice hususiyetleri sayılabilir de özellikle onun fetva verirken nasıl bir hassasiyette olduğunu az çok onu tanıyan herkes bilir. Mesela o, asla takdiri fıkıh ile uğramazdı. Ne demek takdiri fıkıh? Yani olmamış hadiselere fetva vermek ile meşgul olmazdı. Ancak mesele ortaya çıktıktan sonra o üzerinde yoğunlaşır ve o işin fetvasını bulmaya çalışırdı. Yine o, helaldir, haramdır; ifadelerini kullanmaktan oldukça sakınırdı. Bir mesele hakkında hüküm söyleyeceği sırada, eğer o hüküm yeni bir şey hakkında ise; “şu güzeldir, bunda beis yoktur; bu sakıncalıdır; bunu yapmaktan hoşlanmam” şeklinde hüküm verirdi. Bu aslında büyük bir hassasiyetten kaynaklanıyordu.

Onun haşyetinin en önemli örneklerinden biri hiç şüphesiz 86 yıllık ömründe en fazla kullandığı cümledir. O cümle: “La edri/ yani bilmiyorum!” cümlesi idi. Kesin bilmediği, şüphe duyduğu nice meseleye böyle cevap verirdi. Mesela, adamın biri, bir mesele hakkında fetva almak için altı aylık bir yolculukla Medine’ye ulaşır; İmam’ı bulur; sorusunu sorar, İmam hemen cevap vermez; araştırayım öyle cevap veririm der. 5-6 ay sürer bu araştırma; sonra cevap: “La edri/ bilmiyorum.” olur. Tabi adam çılgına döner; bilmiyorum demek için mi beni altı ay beklettin der. İmam der ki: “Bilmiyorum demek bir cevaptır, bunu söyleyebilmek için bile araştırma şarttır.”

Talebesi İbnü’l-Kâsım İmam Mâlik’in bu yönünü anlayabilmemiz için şöyle bir örnek veriyor: “Hocam, İmam Mâlik’in bir mesele hakkında on küsur yıl düşündüğünü, cevap vermediğini, araştırdığını; kendisine sorulduğu zaman ise; hala bir kanaate varamadım” dediğini duydum.

Kadı İyaz ise diyor ki: “Kendisine bir defasında kırk sekiz mesele sorulduğunda İmam bunlardan 32’tanesine bilmiyorum dedi; 16 tanesine ise cevap verdi.”

4- İmam Mâlik; ilmi ana yatağından öğrenmiş ve hayatı boyunca da bu yatağı terk etmemiş biridir.

Bizim yazımızın başlığın bu hakikatten dolayı: “Kaynaktan Dünyaya Yayılan İlim” diye tercih edildi. İmam Mâlik, 86 yıllık ömrünün bebeklik ve çocukluk dönemi ve Hac ile Umre maksadı ile Mekke’ye gitmesi hariç tamamını Medine’de geçirmiştir. Onu Medine’ye bağlayan en temel ilke Abdullah b. Ömer’in bir vesile ile yanındakilere söylediği şu söz olmuştu: “Eğer meşveret yapmak istiyorsanız; hicret ve sünnetin yurdundan ayrılmayınız.” İmam Mâlik, bu söz sanki kendisine söylenmiş gibi algılamış, ne kadar mühim bir iş ve mesele olursa olsun, Medine’yi hiç terk etmemiş, en sahih ve en sağlam dini hayatın Medine’de var olduğu gerçeği ile oranın ehlinin amelini din olarak kabul edip, nakletmiştir.

Onun Medine’ye olan aşkı bambaşkadır. Rivayetler hayatı boyunca Medine’de onun bineğe binmediğini, kendisine neden bineğe binmiyorsun denildiğinde: “Efendimiz’in (sas) ve Ashâb’ın ayak bastığı bu toprağa ben nasıl bineklerin üzerinde ayak basabilirim ki? Ayağım onların ayak izlerinde olması gerekirken bundan nasıl mahrum kalabilirim ki?” diyordu.

İmam Mâlik’in Efendimiz’e (sas) olan aşkı konusunda da çok şey söyleyebiliriz. Mesela; O asla ayakta Efendimiz’in (sas) hadislerini dinlemez ve başkalarına rivayet etmezdi. Onun hadis naklindeki edebini şöyle tasvir ederler: “Teşehhüdde oturur gibi oturur; ellerini dizlerinin üzerine koyar; rengi benzi atar; sonra ‘Kale Resulullah! (sas)’ der, öylece hadis naklederdi. Eğer biri hadis nakletse; bu hale bürünmeden asla dinlemezdi.”

Hatta bir gün hocası Ebû’z-Zinad’a rastlamış; bakmış hocası hadis rivayet ediyor; ama dinlemeden hemen gitmiş; hocası merak etmiş; sonra İmam Mâlik’i görünce sormuş; neden derse katılmadın diye… İmam demiş ki: “Hocam, ders halkasında yer kalmamıştı, bende ayakta hadis dinlemeyi, Efendimiz’e (sas) hürmetsizlik olarak gördüğüm için, dinlemeden meclisinizden uzaklaştım.” Hocası bile bu edebe hayran olmuştu…

5. İmam Mâlik, ilmin zürriyeti gereği, hayatının sonuna kadar talebe yetiştirmeye devam etmiş biridir.

Bir İslâm âliminin en temel vasıflarından biride zürriyettir değil mi? Zürriyet, bilinen anlamda soyunun devam etmesi değil, ilminin, ilmî mirasın devam etmesidir.

İmam Mâlik ilmi yukarıda hocalarından alır, aşağıda talebelerine verirdi. Onun bazı hocaları şunlardır: İbn Hürmüz, Ebû’z-Zinad, Rabia, Yahya b. Said el-Ensârî ve İbn Şihab ez-Zührî ve daha niceleri… O ilmi alacağı hocalar konusunda oldukça titizdi. Herkesten ilim alınmayacağını söyler; “Bu dindir; dininizi kimden alacağınızı iyi belirleyin” derdi.

Bir gün kendisi şöyle diyecekti: “Vallahi! Bir kolu Efendimiz’in (sas) hücresine yaslanmış halde 70 kişi gördüm, hepsi de ‘Kale Resulullah (sas)’ diyordu; onlardan bir tanesinden bile ben hadis almadım. Hâlbuki onlardan birine beytülmâl verilseydi emniyette olurdu, o derece doğru kimselerdi. Fakat bu işin ehli değildiler.” Bu söz bile onun bu konudaki titizliğini anlamamız açısından yeterlidir.

Talebelerine gelince; o talebe yönünden oldukça zengin biriydi. Hicaz’da, Medine’de olduğundan dolayı, dünyanın dört bir tarafından ilim öğrenmek üzere Medine’ye gelenler önce onun yanına gelirlerdi. Abdullah b. Vehb, Abdurrahman b. Kâsım, Eşheb b. Abdülaziz, Esed b. Fırat, Abdülmelik Macişun bunlardan sadece birkaçıdır.

O yıllarca Mescidi-i Nebevî’de ders okutmuştur. Sonra birden derslerine ara vermiş ve o dersleri özel talebelerine evde okutmaya devam etmiştir. Bir müddet sonra, yani vefatına yakın bu dersleri de sonlandırmak zorunda kalmıştı. Tabi kimseler bilmiyor; İmam’ın neden böyle yaptığını… Vefatına yakın, oğullarına ve talebelerine bunun sebebini söylüyor: “Ben yıllardır; selis-i bevl (prostat) hastalığına yakalanmıştım; bundan dolayı kendimi tutamıyordum; hastalığımı söylersem, Rabbime karşı şikâyetçi olacağımdan korktuğum için sizlere de hiç söylemedim. Derslerime ara vermemin sebebi buydu. Böyle olmasaydı; ben hiç derslerimi bitirir miydim?” demiştir.

İşte İmam Mâlik böyle bir imam, böyle bir muallim, böyle bir rehberdi. Onun haşyet, şeref, izzet ve ilim yolunda ödediği bedelin neticesidir; binlerce yüz binlerce mensubu olan Malikilik mezhebinin devam edegelmesi ve binlerce insanın onun ilim ve fetvalarından halen istifade etmesi…

86 yıl süren ömrü; 14 Rebiülevvel 179 hicrî, 7 Haziran 795 miladî de sonra ermiş, Medine’de vefat etmiş; cenaze namazını dönemin Medine valisi kıldırmış ve onu Cennetü’l-Bakî’ye defnetmişlerdi. O halen çok sevdiği Ashâb ile birlikte aynı mezarlıkta meskûndur.

Allah kendisinden ebeden razı olsun, bizlere de onu ve onun gibi büyüklerimizi anlayacak liyakatler nasip eylesin…

Sözlerinden Bir Demet

“Kur’an’ın doğru anlaşılabilmesi ancak Sünnet ile mümkündür. Sünnet olmadan Kur’an asla doğru bir şekilde anlaşılamaz.”

“Her isteyen hadis rivayet etmek için veya fetva vermek için halkın karşısına çıkamaz, çıkmamalıdır. Bu işin ehli olanların izni olmadıkça asla buna cesaret etmemelidir. Ben, ilim sahiplerinden yetmiş kişi, benim buna ehil olduğuma şahitlik etmedikçe, mescidde oturup ders vermedim, sorulan sorulara fetva niteliğinde cevap vermedim.”

“İlim tahsil etmek isteyenlerin vakarlı, ciddiyetli, haşyetli olmak ve kendilerinden önce bu yolda yürümüş olanları iyice tanıyıp, onların yollarından gitme sorumlulukları vardır. Bu yola revan olanlar, özellikle ilmi müzakereler sırasında nefislerini mizahtan uzak tutmaları gerekir.”

“İlim bir nurdur, ancak takva ve huşu sahibi gönülde yerleşebilir. Kim ilimde bir şey elde ettiyse, muhakkak onu derin bir sabırla elde etmiştir.”

Talebelerinden birine diyor ki: “İlmini tuz yap, edebini ise un yap!” Yani, bilginin yansıması tuz gibi, edebin yansıması un gibi olmalıdır.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul