28 Mayıs 2023 - Pazar

Şu anda buradasınız: / İMAM MÂLİK b. ENES’in AMEL-İ EHL-İ MEDİNE ANLAYIŞI
İMAM MÂLİK b. ENES’in AMEL-İ EHL-İ MEDİNE ANLAYIŞI

İMAM MÂLİK b. ENES’in AMEL-İ EHL-İ MEDİNE ANLAYIŞI Doç.Dr. İshak Emin Aktepe

Giriş

Hz. Peygamber’in bütün Müslümanlar tarafından örnek alınsın diye yapıp söyledikleri “nebevî sünnet” ismini alır. İlk İslâm nesillerinin Hz. Peygamber’in örnekliğine dayanma ihtimali bulunan sünnetleri de “râşid halîfelerin sünneti” gibi isimlendirmelerle Müslüman âlimlerce kıymetli bulunmuştur. Bu sünnetlerin tespit usulü, yorumu ve bağlayıcılığı ise Hz. Peygamber’in vefatını takip eden ilk yıllardan itibaren bütün İslâm tarihince ulema arasında tartışma konusu olmuştur. Bu sünnetlerin özellikle bütün Müslümanları doğrudan ilgilendiren bir bölümü nesilden nesile tevâtür yoluyla aktarılırken çok büyük bölümü raviler aracılığıyla bireysel faaliyetlerle nakledilmiştir. Haber-i âhâd / haber-i vâhid denilen bu ikinci tür aktarımlar içerisinde gerçek sünneti temsil ettiğinden kuşkulanılan haberlerin oldukça fazla olması sebebiyle İslâm âlimleri sünnetin tespitinde güvenilir kriterler oluşturma gayreti içine girmişlerdir. Kur’ân’ın ve mütevâtir sünnetin, âhâd haberlerin değerlendirilmesinde en sağlam ölçü olduğu büyük oranda teslim edilmiştir. Bunlar haricindeki isnad, amel-i ehl-i Medîne, marûf sünnet, akıl, icma ve keşf gibi ölçüler ise daha fazla tartışma konusu olmuştur. Kendi üstatlarının oluşturduğu gelenekte marûf olan sünnet bilgisini ve üstadlarının rivayetlerini esas alanlar olduğu gibi yaşadığı şehrin Hz. Peygamber ve sahâbe tarafından yurt edinildiğine dayanarak oradaki sünnet bilgisine güvenenler de olmuştur. İsnada ve sika ravilere güvenmek gerektiğini iddia edenler yanında Allah’ın insana bahşettiği en büyük nimetlerden olan ve mükellefiyetin sebebi kabul edilen aklın hakemliğini öne çıkaranlar da bulunmuştur. Bunların hepsini bir kenara bırakıp keşf ve ilham yoluyla bilgilendirildiğini ve rüyada hatta uyanıkken doğrudan Resûlullah’la görüştüğünü söyleyenlere de çokça rastlanmıştır. Hasılı sünnetin tespiti, yorumu ve bağlayıcılığı meselesi Resûlullah’ın âhirete irtihalinden beri ümmet arasında en büyük ihtilaf noktalarından biri olmaya devam etmiştir. Bu yazıda ele alınacak olan İmam Mâlik’in amel-i ehl-i Medîne anlayışı da doğrudan bu ihtilafla alakalıdır.

A. İmam Mâlik Öncesinde Amel-i Ehl-i Medîne Anlayışı

Hz. Ömer’den şöyle bir söz nakledilir: “Amele muhâlif hadis nakledeni mahvederim”2. Yine Zeyd b. Sâbit’e de şu ifade nispet edilmiştir: “Medînelileri bir şey üzerinde birleşmiş görürsen anla ki o sünnettir”3. Bu bilgilerin doğru olup olmadığını bilmiyoruz. Bununla birlikte yine de amel-i ehl-i Medîne fikri hakkında bize malumat sunmaktadırlar. Yine rivayet edildiğine göre Medîne kâdısı Muhammed b. Ebî Bekr’e kardeşi Abdullah “Şu hadisi duymadın mı? Neden onunla hükmetmedin?” deyince Muhammed, “İnsanlar onunla amel konusunda icmâ etmiş değiller” karşılığını vermiştir4. İmam Mâlik’in hocası Rebîatu’r-Rey de rivayete göre amelin değerine şöyle işaret etmektedir: “Bin kişinin bin kişiden naklettiği haber, bir kişinin bir kişiden naklettiğinden daha iyidir”5. Bu söz Rebîa’nın amel-i ehli Medîne’ye verdiği değeri göstermekle birlikte, söz konusu amelin bir aslının varolduğuna ve bunun toplum tarafından uygulanmak suretiyle tevâtüren nakledildiğine de işaret etmektedir. Netice itibariyle Medîne’de alimler ve halk arasında sünnet diye yayılmış bilgi İmam Mâlik öncesinde de önemli addedilmiştir. Fakat bu kavramı İmam Mâlik’ten daha fazla öne çıkarana rastlanmamıştır.

B. İmam Mâlik’in Amel-i Ehl-i Medîne Anlayışı

İlk hadis musannefatından el-Muvatta’nın müellifi, sünnet ve hadis bilgini, Mâlikî mezhebinin ve sünnet yurdu Medîne’nin imamı Mâlik b. Enes, eserinde merfû, mevkûf ve maktû haberler yanında amel-i ehl-i Medîne’yi de nakletmiş; hatta rivayetleri amel kriteriyle değerlendirip yorumlamıştır. Kitabında “sünnet”, “emr” ve “amel” kelimelerini sıkça kullanarak amel-i ehl-i Medîne’ye işaret eder. 

Örneğin: الأمر عندنا “Bize göre uygulama şudur”,

السنة عندنا “Bize göre sünnet şudur”,

مضت السنة “Sünnet böyle olagelmiştir”,…

السنة“Sünnet şöyledir”,

 العمل عندنا – ليس عليه العمل – العمل... “Bize göre amel şöyledir - Amel bu şekilde değildir – Amel şöyledir”,

الأمر المجتمع عليه عندنا “Bize göre üzerinde icmâ olan uygulama şudur”, 

السنة التي لا اختلاف فيها عندنا “Bize göre üzerinde ihtilâf olmayan sünnet şudur”, 

الأمر الذي لا اختلاف فيه عندنا “Bize göre üzerinde ihtilâf olmayan uygulama şudur” ve 

و ذلك الأمر الذي لم يزل عليه اهل العلم ببلدنا “Bu, beldemiz âlimlerinin yapageldikleri bir uygulamadır” şeklindeki tabirleri çokça kullanır. Bu tarz bir kullanım o dönemlerden zamanımıza ulaşan hiçbir eserde bu yoğunlukta yoktur. Buradan anlaşılıyor ki İmam Mâlik, sünneti, amel-i ehl-i Medîne çerçevesinde ele alıp değerlendirmektedir.

İmam Mâlik’in amel-i ehl-i Medîne’ye atıf yaparken kullandığı yukarıdaki ifadeler arasında anlam bakımından farklılık olup olmadığı meselesinde şunlar kaydedilebilir: Bu ifadelerde yer alan “sünnet”, “emr” ve “amel” terimleri aynı anlamda kullanılmıştır. Hatta bunlar zaman zaman aynı olguya işaret etmek üzere birarada kullanılmıştır. Bununla birlikte farklı ifade kalıpları arasında nüanslar olabilmesi mümkündür. Nitekim İmam Mâlik, her yerde aynı ifade kalıbını kullanmamış, bazen yalın halde “sünnet”, “emr” ve “amel” kelimelerini kullanırken, bazen bunları “icma” (المجتمع عليه) kaydıyla güçlendirmiştir. Ancak gerek Şâfiî’nin münakaşalarından, gerekse başka kaynaklardan tespit edebildiğimiz kadarıyla İmam Mâlik’in icma ile kastettiği ne bütün İslâm âlimlerinin ortak kanaatleri ne de sadece Medînelilerin ittifakla savundukları görüşlerdir. İmam Şâfiî’nin de belirttiği üzere onun icma kaydı koyduğu yerlerin pek çoğunda esasen Medîneli âlimler arasında bile görüş birliği yoktur. Yine İmam Mâlik, bazen insanların amelinden söz ederken, bazen âlimlerin kanaat ve tatbikatından bahsetmektedir. O halde en azından bu ifadelerin hepsinin bütünüyle aynı anlam ve etkiye sahip olduklarını söylemek mümkün değildir. “Sünnet”, “emr” ve “amel” lafızları “icma” kaydıyla zikredilmişse, o uygulama üzerinde en azından Medîneli âlimlerin çoğunluğunun ittifakı var demektir. İnsanların tatbikatından bahsediyorsa, Medîne halkının uygulaması, âlimlerin kanaatine işaret ediliyorsa, onların tatbikatı ya da bir kısmının görüş birliği kastedilmektedir. Sonuç olarak bunların hepsine amel-i ehl-i Medîne denilmektedir.

C. Amel-i Ehl-i Medîne Üzerinden Hadis Değerlendirmesi

İmam Mâlik hadislerle amel edilip edilemeyeceğini ve nasıl yorumlanması gerektiğini tespit ederken amel-i ehl-i Medîne’yi esaslı bir kriter olarak almıştır. Amel-i ehl-i Medîne’ye aykırı hadisleri delil saymamıştır. Çünkü ona göre sünneti temsil eden asıl bilgi kaynağı amel-i ehl-i Medîne’dir. Bu noktada beş örnek vermekle iktifa edilecektir:

1- Muvatta’da yer alan bir rivayete göre Hz. Âişe şöyle demiştir: “Bilinen on emzirme haram kılar şeklinde Kur’ân’da bir ayet vardı. Bu ayet daha sonra bilinen beş emzirme şeklinde neshedildi. Resûlullah vefat ettiğinde bu, Kur’ân’ın bir ayeti olarak okunmaktaydı”. İmam Mâlik bu haberin ardından şöyle der: “Amel bu şekilde değildir” 6.

2- Muvatta’da İbn Ömer’den nakledildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur. “Alıcı ve satıcıdan her biri, ayrılıncaya kadar muhayyerdir. Muhayyerlik şartıyla yapılan alışveriş bu hükmün dışındadır”. Alışverişte meclis muhayyerliği bulunduğunu ifade eden bu hadisin ardından İmam Mâlik şöyle der: “Bizde bunun belli bir tarifi yoktur. Bu konuda bilinen bir uygulama da bulunmamaktadır”7.

3- Muvatta’da Câbir b. Abdillah’dan nakledildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Herhangi bir kişiye ve çocuklarına hibe edilen umrâ, o kişinin olur. Bu umrâ hiçbir zaman hibe eden kişiye geri dönmez”. İmam Mâlik bu hadisin ardından şu hükmü verir: “Bize göre amel şöyledir: Hibe eden “bu mal sana ve çocuklarına” şeklinde bir kayıt koymamışsa, hibe ettiği şey kendisine geri dönebilir” 8.

4- Muvatta’da rivâyet edilen bir hadise göre Resûlullah’ın huzuruna gelen bir kadın, “Yâ Resûlullah! Kendimi sana hibe ettim” diyerek, Resûlullah’ın cevabını beklemeye başlamış. Bunun üzerine sahâbîlerden biri ayağa kalkarak “Ya Resûlullah! Eğer sen almayacaksan, onu bana nikahla” diyerek kadına tâlip olmuştur. Hz. Peygamber de Kur’ân öğretmesi karşılığında kadını ona nikahlamıştır”9. Bu rivâyete göre kadına verilecek mehrin, maddî bir boyutunun olması gerekmemektedir. Ancak İmam Mâlik mehir konusunda şu hükmü vermektedir: “Kadının mehri, çeyrek dinardan aşağı olamaz”10.

5- Muvatta’da vitir namazının şekli ile ilgili olarak merfû ve mevkûf pek çok rivâyet vardır. Bunlara göre iki rekat kılındıktan sonra tek bir rekat daha kılınıp vitir namazı edâ edilebilmektedir11. Sa’d b. Ebî Vakkâs’ın yatsı sonrasında bir rekat vitir kıldığına dair nakledilen habere eserinde yer veren İmam Mâlik, şu hükmü verir: “Bize göre amel böyle değildir. Vitrin en azı üç rekattır”12.

Buna göre İmam Mâlik bizzat naklettiği bir haberi, amel ölçüsüyle değerlendirmiş ya amele uygun bulmamış ya da Medînelerin uygulamasında bir karşılığının olmadığını söylemiştir. Yani isnadıyla nakledilen bir hadis, Medine alimleri ya da halkı tarafından sünnet olarak bilinen uygulamayla çeliştiğinde hadisin amel için gerekli şartı taşımadığına hükmetmiştir. Yine hadislerin yorumunda da Medîne amelini temel ölçü saymıştır. Bu arada amelin merfû ya da mevkûf bir haberle desteklenmesi de desteklenmemesi de mümkündür.

D. Amel-i Ehl-i Medîne Anlayışının Dayanağı

Hz. Peygamber’in yaşayıp vefat ettiği Medîne şehri, hicrî birinci asır boyunca burada yaşamaya devam eden sahâbîler tarafından yürütülen ciddî ve hareketli bir ilmî çalışmaya sahne olmuştur. Elbette bu faaliyetlerin ana konularından biri de sünnet idi. Sünneti öğrenmek isteyenler, Hz. Peygamber’in vefâtından sonra Medîne’ye oldukça rağbet göstermişlerdir. Medîne “sünnet yurdu” olarak adlandırılmıştır. Bünyesinde barındırdığı çok sayıda sahâbînin toplumu eğitmesi sayesinde, Medîne’de İslâmî bir gelenek teşekkül etmeye başlamıştır. Medîne’deki Müslümanların yaygın olarak bildiği ve uyguladığı bu gelenek, zamanla hukukun temel kaynaklarından biri olarak telakki edilmiştir. Bu gelenek, sünnetin tespit aracı haline gelmiştir.

İmam Mâlik, çok değer verdiği İmam Leys b. Sa‘d’a yazdığı mektupta bu konudaki düşüncesini açıklıkla ortaya koymuştur. Dolayısıyla doğrudan mektubunu kaydederek amel-i ehl-i Medîne anlayışını neye dayandırdığını onun sözleriyle aktarmak daya uygun olacaktır. Hicrî ikinci asırdan önemli bir belge olarak elimizde bulunan bu mektup şöyledir:

من مالك بن أنس إلى الليث بن سعد.

سلام عليكم، فإني أحمد الله إليك الذي لا إله إلا هو.

أما بعد عصمنا الله وإياك بطاعته في السر والعلانية وعافانا وإياك من كل مكروه.

اعلم رحمك الله أنه بلغني أنك تفتي الناس بأشياء مخالفة لما عليه جماعة الناس عندنا وببلدنا الذي نحن فيه وأنت في إمامتك وفضلك ومنزلتك من أهل بلدك وحاجة من قبلك إليك واعتمادهم على ما جاءهم منك، حقيق بأن تخاف على نفسك وتتبع ما ترجو النجاة باتباعه، فإن الله تعالى يقول في كتابه: والسابقون الأولون من المهاجرين والأنصار. الآية.

وقال تعالى: فبشر عبادي الذين يستمعون القول فيتبعون أحسنه.... الآية.

فإنما الناس تبع لأهل المدينة، إليها كانت الهجرة وبها نزل القرآن وأحل الحلال وحرم الحرام إذ رسول الله بين أظهرهم يحضرون الوحي والتنزيل ويأمرهم فيطيعونه ويسن لهم فيتبعونه، حتى توفاه الله واختار له ما عنده صلوات الله عليه ورحمته وبركاته.

ثم قام من بعده أتبع الناس له من أمته ممن ولي الأمر من بعده فما نزل بهم مما علموا أنفذوه، وما لم يكن عندهم فيه علم سألوا عنه، ثم أخذوا بأقوى ما وجدوا في ذلك في اجتهادهم وحداثة عهدهم، وإن خالفهم مخالف أو قال امرؤ غيره أقوى منه وأولى ترك قوله وعمل بغيره، ثم كان التابعون من بعدهم يسلكون تلك السبيل ويتبعون تلك السنن، فإذا كان الأمر بالمدينة ظاهراً معمولاً به لم أر لأحد خلافه للذي في أيديهم من تلك الوراثة التي لا يجوز لأحد انتحالها ولا ادعاؤها، ولو ذهب أهل الأمصار يقولون هذا العمل ببلدنا وهذا الذي مضى عليه من مضى منا، لم يكونوا من ذلك على ثقة، ولم يكن لهم من ذلك الذي جاز لهم.

فانظر رحمك الله فيما كتبت إليك فيه لنفسك واعلم أني أرجو أن لا يكون دعائي إلى ما كتبت به إليك إلا النصيحة لله تعالى وحده، والنظر لك والظن بك، فانزل كتابي منك منزلته، فإنك إن فعلت تعلم أني لم آلك نصحاً.

وفقنا الله وإياك لطاعته وطاعة رسوله في كل أمر وعلى كل حال.

والسلام عليك ورحمة الله، وكتب يوم الأحد لتسع مضين من صفر.

Mâlik b. Enes’den Leys b. Sa‘d’a.

Selâmun aleyküm.

Ben de senin gibi kendisinden başka ilah bulunmayan Allah’a hamd ederim!

Allah, gizli ve âşikar her durumda kendisine itaat ile bizleri korusun! Bizleri her türlü kötülükten muhafaza buyursun!

Bana ulaştığına göre Medînelilerin görüş ve uygulamalarına aykırı fetvâlar veriyormuşsun. Sen bulunduğun yörenin imamısın. Oradaki halk seni faziletli ve üstün bir kimse olarak bilmektedir. Müntesiplerinin sana ihtiyacı var. Etrafındakiler verdiğin fetvâlara güvenerek amel ediyorlar. Bu yüzden sorumluluğunu bilmen ve seni kurtaracağını umduğun esaslara tabi olman gerekir.

Allah Teâlâ Kur’ân’da şöyle buyurmaktadır: “(İslâm’da) birinci dereceyi kazanan Muhacir ve Ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar (yok mu?). Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah’tan razı olmuştur. (Allah) bunlar için – kendileri içinde ebedi kalıcı olmak üzere – altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, en büyük bahtiyarlıktır”13. Yine Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Sözü dinleyip en güzeline uyan kullarımı müjdele. Bunlar, Allah’ın kendilerine hidayet ettiği kimselerdir. Akıl sahipleri de bunlardır”14.

İnsanlar Medînelilere tabidir. Zira orası hicret yurdudur. Kur’ân orada nâzil olmuş ve helâl-haram orada açıklanmıştır. Ayrıca Resûlullah hayattayken Medîneliler vahyin ve Kur’ân’ın nuzûlüne şahit olmuşlardır. Resûlullah emretmiş onlar itaat etmişler, sünneti ortaya koymuş, onlar da Hz. Peygamber’e tâbi olmuşlardır. Bu, Hz. Peygamber’in vefatına kadar böylece devam etmiştir.

Hz. Peygamber’in vefatından sonra insanlar içerisinde ona en fazla bağlı olan kişiler sırayla ümmetin yönetimini üstlendi. Bunlar meydana gelen yeni olaylarla ilgili hükmü biliyor iseler onu uygulamışlar, ama bu konuda herhangi bir bilgileri yoksa en uygun hükmü araştırmışlardır. Bu araştırmaları sonucunda elde ettikleri en güçlü delili içtihadlarında esas almış ve içinde bulundukları dönemin gerçeklerini dikkate alarak bununla amel etmişlerdir. Bir başkası onlara muhalefet ederek daha kuvvetli delillere dayanan bir görüş ileri sürer ise hemen onun görüşüne tabi olup bu hükmü uygulamışlardır.

Sahâbeden sonra tâbiîler de aynı metodu benimsemişlerdir. Eğer bir amel Medîne’de zâhir ve uygulanıyor ise bana göre hiçbir kimse buna muhalefet edemez. Öncekilerden tevârüs eden bu gelenek Medînelilere hastır. Bu bakımdan diğer bölgelerin aynı mantığı esas alarak Medînelilerin ameli prensibini kendilerine uyarlama ve mal etme hakları yoktur. Dolayısıyla herhangi bir bölge halkı “Bu bizim yöremizdeki ameldir ve bu bizden öncekilerin öteden beri benimsedikleri uygulama budur” dese, onlara kesinlikle bu konuda güven duyulamaz. Bu tarz ifadeler söz konusu uygulamanın onlar hakkında caiz olduğunu göstermez.

Bu yazdıklarıma lütfen kendi iyiliğin için bak! Şunu iyi bil ki beni sana mektup yazmaya sevkeden tek düşünce sadece Allah rızası için nasihatta bulunma arzusudur. Ben senin iyiliğini düşünüyor ve hakkında hüsn-i zan besliyorum. Sen de bu mektubumu aynı duygularla değerlendir. Eğer bunu yaparsan görürsün ki senin hakkında iyilikler dilemekteyim. Allah, bizleri, her işte ve her durumda kendisine ve Resûl’üne itaatta muvaffak kılsın.

es-Selâmu aleyküm ve rahmetullah.

Sefer ayının dokuzunda bir Pazar günü yazılmıştır15.

Hasılı İmam Mâlik Medîne’nin Kur’ân, Hz. Peygamber ve sahâbe yurdu olmasına dayanarak orada sünnet diye bilinen şeylerin bütün ümmeti bağlayacak nitelikte olduğu kanaatindedir. Ona göre bunlara aykırı hüküm vermek doğru değildir, vebaldir.

E. Amel-i Ehl-i Medîne Anlayışının Eleştirisi

İmam Mâlik’in amel-i ehl-i Medîne anlayışı pek çok alim tarafından tenkit edilmiştir. Bu yazı çerçevesinde dört alimin eleştirilerini özet halde sunmak uygun olacaktır:

1- Leys b. Sa’d, İmam Mâlik’in bu mektubuna uzun bir cevap yazmıştır. Bu cevabın giriş kısmı aralarındaki görüş farklılığının sebebini gözler önüne sermektedir. Leys, bütün insanların Medînelilere tâbi olması gerektiği konusunda yazılanların doğru olduğunu, zaten kendisinin de şâz fetvâları sevmediğini, daha önce yaşamış olan Medîne ulemasının ittifakla vermiş oldukları fetvâlara sıkı sıkıya bağlı kaldığını söylemektedir. Resûlullah’ın Medîne’de yaşamış olması, Kur’ân’ın orada Resûlullah’a inmesi ve ashabın da bunu müşâhede ederek Kur’ân’ı iyice bellemesi gibi nedenlerle bütün insanların onlara tabi olması gerektiğini kabul ettiğini ifade etmiştir. Ancak Ensar ve Muhâcir’den pek çoğunun Allah yolunda cihad edip O’nun rızasını kazanmak için Medîne’den çıkmaları, gittikleri yerlerde Kur’ân ve sünnet hakkında bildikleri hiçbir şeyi gizlemeden anlatmaları, cihad için dağılmış bulunan her orduda Kur’ân ve sünneti bilen ve bu iki kaynakta açıklaması yapılmayan konularda ictihad etme ehliyetine sahip kişilerin bulunması, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın İslâm ordularını ihmal etmemeleri ve basit görülebilecek bir konuda dahi dînîn hükmünü ortaya koymak ve ihtilafları önlemek maksadıyla Kur’ân ve sünnetteki hükmü, onlara yazılı olarak bildirmeleri, Kur’ân tarafından açıklanan veya Resûlullah’ın amel ettiği hususları ya da daha sonra sahâbeyle istişâre ederek varmış oldukları sonuçları onlara öğretmeleri, bu üç halîfenin Mısır, Şam ve Irak’taki sahâbîlerin uygulamalarını da kabul edip, bu uygulamaların aksine bir talimat göndermemeleri sebebiyle sahâbenin pek çok konuda farklı fetvâlar vererek görüş ayrılıklarına düştüklerini söylemektedir. Tâbiîn dönemi ve sonrasında yaşayan alimlerin de bir çok konuda görüş ayrılığına düştüklerini, hatta bir âlimin kendi içinde çelişkili hükümler verebildiğini zikretmiştir. Örneğin İbn-i Şihâb’a herhangi bir konudaki görüşünü öğrenmek üzere bir mektup yazılsa, tek bir konuda birbiriyle çelişen üç farklı görüş arz edebilceğini ve hatta geçmişte aynı konuda vermiş olduğu hükmü hatırlamayabileceğini yazmıştır16.

2- İmam Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî amel-i ehl-i Medîne anlayışına şu tepkiyi verir: “Resûlullah’tan ya da herhangi bir sahâbîden eser nakledebiliyor musunuz? Bilseydiniz mutlaka rivâyet eder ve bize karşı delil olarak kullanırdınız. “Bize göre uygulama böyledir” sözünüze gelince bu hiçbir anlam ifade etmemektedir”17.

3- İmam Şâfiî, Mâlikîlerin kendilerini hem “ehl-i âsâr” olarak takdim edip, hem de (kimin fiili olduğu belli olmayan) amele dayanarak, bazı rivâyetleri kabul etmemelerini eleştirir ve amel-i ehl-i Medîne fikrine oldukça soğuk bakar. Medînelileri amel-i ehl-i Medîne ve amel-haber ilişkisi konusundaki fikirleri sebebiyle yoğun bir şekilde tenkid eder. Her ne kadar bütün beldelerdeki âlimlerin icmâsına nispetle daha kolay oluşabilecek gibi görünse de, sadece Medîne âlimlerinin icma etmelerini de mümkün görmez18. Onlara şöyle der: “Sizlerin icma iddiasında bulunduğunuz sözlerde ihtilaf var. “el-emru’l-muctemâ aleyh” dediğiniz yerlerin pek çoğu “muhtelefun fîh”dir”19. İcma iddiasında bulunup haber nakletmemelerini de şöyle tenkit eder: “Siz bu aktarılan rivâyete ne muhâlif ne de muvâfık bir haber nakletmektesiniz. Rivâyet olmayan bir yerde nasıl icma oluşuyor ki?” diye sormaktadır20. İcma etti denilenlerin muğlak bırakılmasına da öfkelenir: “Kimdir bu sünnete ve Ömer’e muhâlefet konusunda icma edenler. Kimdir bu adları sanları bilinmeyen icmacılar. Bizler onları tanımıyoruz. Allah kimseye dinini bilinmeyen kimselerden alma mükellefiyeti vermemiştir. Kişinin tanımadığı bir kimseden bir şey kabul etmesi câiz midir? Bu ne büyük bir gaflettir”21. Ona göre Hz. Peygamber’den ve halîfelerden birbirlerine muhâlif haberler nakledilirse, kesinlikle Resûlullah’tan gelen habere tâbi olmamız gerekir. Çünkü her şeyin bir zirve noktası vardır. İlmin zirve noktası da Kur’ân ve Sünnet’tir. Sünnet varsa artık başka şeylere bakmaya ihtiyaç yoktur22. Netice itibariyle o da amel-i ehl-i Medîne’yi anlaşılmaz bulur. Şöyle der: “Biz bugüne kadar bu amelden ne kastettiğinizi anlayamadık. Zannederim ölene kadar da anlayamayacağız”23. Sonunda İmam Şâfiî şu iddiayı gündeme taşır: “Sizlerin amel sözünüzün mânasını biz anlayamadık. Bize anlatıldığına göre sizler de bilmiyorsunuz. Sonuçta şu karara vardım ki, sizler kendi görüşlerinizi amel ve icma olarak isimlendiriyorsunuz. Sizler amel böyledir ya da icma böyledir dediğinizde kendi görüşlerinizi kastetmektesiniz”24.

4- İbn Kayyım el-Cevziyye amel-i ehl-i Medîne hakkında şöyle der: “Medînelilerin ameli başka belde halklarının amelleri gibidir. Medînelilerin ameliyle, Hicaz, Irak ve Şamlıların amelleri arasında fark yoktur. Sünnete (hadise) hangisi sahipse ittiba edilmesi gereken amele sahip olanlar da onlardır. Alimler birbirleriyle ihtilâfa düştüklerinde bunların hiçbirinin ameli diğeri için delil olamaz. Hüccet ancak sünnete ittibâdır. Sünnet bazı Müslümanların ona aykırı amel etmeleri sebebiyle terk olunamaz. Sünnetle başkalarının amel etmesi de onun reddi için sebep değildir. Sünnet, bazı Müslümanlar onun hilâfına amel ettiler diye terk edilecek olsaydı, bütün sünnetler ortadan kalkar ve sünnet başkasına tâbi hale gelirdi. Bu başkaları da sünnetle amel ederlerse ona tâbi olmuş olurlar. Aksi halde sünnete ittibâdan söz edilemez. Sünnet, amelin test aracıdır. Yoksa amel, sünnetin test edileceği bir şey değildir”25.

Sonuç

İmam Mâlik, Medîne’de kendisinden önce ortaya çıkmış amel-i ehl-i Medîne anlayışını savunmaktadır. Muvatta haberlerin toplandığı bir kitap olmanın yanında, amel-i ehl-i Medîne’nin de cemedildiği bir eserdir denilebilir. Hz. Peygamber’in ve büyük sahâbîlerin Medîne’de yaşamaları sebebiyle diğer bölgelerdeki insanların Medînelilere tâbi olması gerektiğini düşünmektedir. Ona göre Medîne’de yaygın olarak bilinen bir uygulama herkes için bağlayıcıdır ve bu durum yalnız Medînelilere özeldir. İmam Mâlik sünneti de amel-i ehl-i Medîne bağlamında değerlendirmektedir. Muvatta’da sünnet kelimesini kullandığı hemen her yerde amacı, Medîne’deki ameli göstermektir. Diğer bir deyişle amel hem sünnetin kendisi, hem de ilk tespit aracıdır. Bu itibarla “sünnet”, “amel” ve “emr” kelimelerini eşanlamlı olarak kullanmaktadır. Ancak bu sünnetlerin/amellerin çoğunun nebevî bir uygulamadan kaynaklandığı da görülmektedir. Nebevî uygulamaya dayanmayan, sahâbe görüşlerinden neş’et eden veya sonraki dönemde ortaya çıkan uygulamalar da vardır. İmam Mâlik, sünnetin tespitinde haber-i vâhidlere de itimad eder. Hadise dayanarak sünneti tespit edebilmek için onunla amel edilmiş olmasını şart koşmaz; ancak haber-i vâhid ile amel-i ehl-i Medîne çatıştığında tavrını amelden yana koymaktadır. Çünkü doğru bilgiye ulaşma noktasında, Medîne gibi özel bir şehirde insanların nesilden nesile intikal ettirdikleri bilgilere dayanmak, bir veya birkaç kişinin naklettiği yanlış anlaşılma ve nakledilmesi ihtimal dahilinde olan haber-i vâhidlere itimad etmekten daha sağlam ve güvenli bir yoldur. Hülasa İmam Mâlik için sünnetin tespitinde temel kriter amel-i ehl-i Medîne’dir. Halbuki amel anlayışını başka alimler tenkit edecek ve İmam Şâfiî ameli “anlamsız bir şey” olarak niteleyecektir26.

Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, iaktepe@erzincan.edu.tr

Kâdî İyâz, Tertîb, I, 66.

Fesevî, Ma’rife, I, 438; Beyhakî, Ma’rife, I, 152.

Kâdî İyâz, Tertîb, I, 66.

Kâdı İyâz, Tertîb, I, 45-46.

Mâlik b. Enes, Muvatta, II, 608.

Mâlik b. Enes, Muvatta, II, 671.

Mâlik b. Enes, Muvatta, II, 756.

Mâlik b. Enes, Muvatta, II, 526.

Mâlik b. Enes, Muvatta, II, 527.

Mâlik b. Enes, Muvatta, I, 120, 122.

Mâlik b. Enes, Muvatta, I, 125.

Tevbe 9/100.

Zümer 39/18.

Kâdı İyâz, Tertîbü’l-medârik, I, 41-43.

 İbn Kayyım el-Cevziyye, İ’lamü’l-muvakkıîn, IV, 83-88.

Şeybânî, Hucce, II, 621-623.

Şâfiî, Ümm, XIV, 607.

Şâfiî, Ümm, XIV, 607.

Şâfiî, Ümm, XIV, 516.

Şâfiî, Ümm, XIV, 485.

Şâfiî, Ümm, XIV, 594.

Şâfiî, Ümm, XIV, 481.

Şâfiî, Ümm, XIV, 582.

İbn Kayyım el-Cevziyye, İ’lâmü’l-muvakkıîn, II, 380.

Şâfiî, Ümm, II, 217; a.mlf., İhtilâfu’l-hadîs, s. 172.

قد أعلمتك أن العمل ليس له معنى

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul