
Fukahâ-i Seb’a Kavramı:
Fukahâ-i seb’a, tâbiûn dönemi âlimlerinden Medineli yedi fakihi ifade etmek üzere kullanılan bir kavramdır. Bu yedi fakihin kimler olduğu hususunda farklı görüşler ileri sürülmüş, neticede altı isimde ittifak edilirken, yedinci isimde ihtilaf edilmiştir. Buna göre ittifakla kabul edilen altı fakih; Saîd b. Müseyyeb, Urve b. Zübeyr b. Avvâm, Kâsım b. Muhammed b. Ebî Bekr, Hârice b. Zeyd b. Sâbit, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe ve Süleyman b. Yesâr’dır. Yedinci fakihin kim olduğu hususunda ise üç farklı görüş oluşmuş; Ebû Bekir b. Abdurrahman, Ebû Seleme b. Abdurrahman b. Avf ve Sâlim b. Abdullah b. Ömer isimleri kavrama dâhil edilmiştir.2
“Fukahâ-i seb’a” olarak anılan bu âlimler fıkıh alanında yetkin oldukları kadar farklı ilim dallarında da uzmanlaşmışlardır. Yaşadıkları dönem itibariyle ilimler henüz belli bir sistematik çerçevesinde ayrışmamıştır. Bu sebeple özellikle Medine ilmî geleneği düşünüldüğünde en az fıkıh kadar hadis alanında da ön plana çıkmaları doğaldır. Zira Medine pek çok sahâbîye ev sahipliği yapan, onların katkısıyla hadis alanındaki birikimiyle temayüz eden bir şehirdir ve bu şehirde iyi bir fakih olabilmek iyi bir sünnet bilgisine sahip olmayı da gerektirmektedir. Bu âlimlerin fakih olarak nitelenmesini ve bu şekilde şöhret bulmasını sağlayan pek çok muhtemel sebep mevcuttur. Fıkıh melekesine sahip olmaları, sünneti anlayıp yorumlayabilmeleri ve en önemlisi insanların fıkhî sorularına cevap aramaları bu sebeplerden bazılarıdır. Fıkıh alanında kendini ispatlamış bu âlimler, dönemlerinde fetva mercii idiler. Hatta içlerinden bir kısmı daha sahâbîler hayatta iken fetva veriyor ve sahâbîlerin övgüsüne mazhar oluyordu. Kendilerine sadece halk değil aynı zamanda halifeler ve gerek Medine’den gerek diğer bölgelerden başka âlimler de sorular soruyordu.
Ömer b. Abdülaziz’in Danışma Meclisi:
Ömer b. Abdülaziz h. 87 yılında Medine’ye vali olduğunda on kişiden müteşekkil bir danışma meclisi kurmuş ve kararlarında bu meclise danışacağını ilan etmişti. Meclisin temel fonksiyonu istişare ve şikâyet ile önerilerin iletimi idi. Mecliste Medine’nin şu on âlimi bulunmaktaydı: Urve b. Zübeyr, Ebû Bekir b. Süleyman b. Ebî Hayseme, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe, Ebû Bekir b. Abdurrahman b. Hâris, Süleyman b. Yesâr, Kâsım b. Muhammed b. Ebî Bekir, Sâlim b. Abdulllah b. Ömer, Abdullah b. Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Âmir b. Rabîa ve Hârice b. Zeyd b. Sâbit.3 Fukahâ-i seb’a’dan Saîd b. Müseyyeb bu mecliste yer alamamaktadır. Bunun muhtemel sebebi Saîd ile Emevîler arasındaki gerginliktir. Çünkü Saîd Emevî halifelerine biat etmemiş, hatta bundan dolayı idare tarafından çeşitli cezalara çarptırılmıştır.4 Âlimlere verdiği değer ile tanınan Ömer b. Abdülaziz her ne kadar Saîd’i meclise almamışsa da bir karar vereceği zaman haricen ona da danışmıştır.5 Mecliste yer almayan bir diğer isim de fukahâ-i seb’a’dan olduğu hakkında ittifak edilemeyen fakat bazılarınca onlardan sayılan Ebû Seleme b. Abdurrahman’dır. Onun da mecliste yer almamasının muhtemel sebebi, daha önce Emevî idaresine bağlı olarak Medine kadılığı yapmış olmasıdır (h. 49-54). Zira meclisteki isimler incelendiğinde hiçbirinin daha önceden siyasi bir görev almadığı dikkati çekmektedir.
Fukahâ-i Seb’a ve İlim Meclisleri:
Medine’de o dönemde ilmin en yaygın aktarımı genellikle Mescid-i Nebevî’de kurulan ilim halkaları vasıtasıyla yapılmaktaydı. Fukahâ-i seb’a’nın çoğu hem sahâbî halkalarına katılmış hem de kendileri müstakil halkalar kurmuşlardır. Bu halkalar sonraki nesillerde de devam etmiştir. Nitekim İmam Mâlik de Hz. Peygamber (s.a.s.) ’in mescidinde kurduğu ders halkasında ilmî faaliyetleriniyürütmüştür. Ancak sonraları sürekli özür durumu sebebiyle bu dersleri evinde sürdürmüştür.6
Fukahâ-i seb’a’nın tamamına yakını hem talebelik hem de hocalık dönemlerini Medine’de geçirmiştir. İçlerinden sadece Urve uzun süreli Medine dışında bulunmuş; yedi yıl Mısır’da, dokuz yıl Mekke’de kalmış, ömrünün yaklaşık son sekiz yılını da Medine’ye yakın mesafede bulunan Akîk’te geçirmiştir.7 Ancak o da ilk eğitimini Medine’de alması, sonra tekrar Medine’ye dönmesi ve nihayetinde oraya bir yakın bir yerde vefat etmesi gibi sebeplerle Medineli âlimlerden sayılmıştır. Sahâbî nüfusunun yoğun olduğu Medine gibi bir bölgede yaşayan fukahâ-i seb’a bunu bir fırsata çevirmiş ve pek çok sahâbînin ilim meclisine katılmıştır. Zeyd b. Sâbit, Hz. Âişe, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas ve Ebû Hureyre bu sahâbîlerin başında gelmektedir. Fukahâ-i seb’a genel olarak bu sahâbîlerin çoğundan ilim almıştır ancak her birinde, etkisinin daha çok hissedildiği başka bir isim öne çıkabilmektedir. Bu hususta sahâbîlerle olan akrabalık ilişkileri de önemlidir. Bu bağlamda Saîd’in kayınpederi Ebû Hureyre’den, Urve’nin teyzesi Hz. Âişe’den, Kâsım’ın halası Hz. Âişe’den, Hârice’nin babası Zeyd b. Sâbit’ten, Sâlim’in babası Abdullah b. Ömer’den daha fazla istifade ettiği söylenebilir.
Fukahâ-i Seb’a’nın İlmî Kişiliği:
Fukahâ-i seb’asahâbe asrında oluşan ilmî geleneğin sonraki nesillere aktarılmasında kilit bir noktada bulunmaktadır. Meclislerine katıldıkları sahâbîlerden sadece hadis almamışlar, başka ilimler de tahsil etmişler, ilaveten meselelere yaklaşım tarzı ve yöntem de öğrenmişlerdir.Hadis ve fıkhın yanında ilgi alanları, irtibatta oldukları hocaları gibi etkenler sebebiyle uzmanlaştıkları başka alanlar da olmuştur. Urve’nin siyer, tarih, biyografi bilgisi oldukça geniştir ve hatta ilk megâzî kitabını onun telif ettiği söylenmektedir.8 Saîd’in rüya tabirlerinde ve nesep ilminde uzmanlaştığı aktarılmaktadır.9 Fıkıh özelinde incelendiğinde genel olarak fıkhın tüm alanlarına hâkim oldukları söylenebilir. Fakat buna rağmen bazılarının bazı alanlarda daha ön plana çıktıkları görülmektedir. Meselâ; Hârice miras konusunda uzmandır. Bu alandaki hükümleri babası Zeyd b. Sâbit’ten öğrenmiştir. Bu konudaki derin bilgisi sebebiyle Süleyman b. Abdülmelik zamanında idare tarafından insanların mallarını taksim etmek ve kayda geçirmek üzere görevlendirilmiştir.10 Süleyman aile hukuku konularına hâkim olup Medine’de talak ile ilgili hükümleri en iyi bilen kişi olarak gösterilmektedir. Ayrıca mâlî konularda da mütehassıstır ve Ömer b. Abdülaziz’in valiliği zamanında Medine’nin çarşı pazarını kontrol etmekle görevlendirilmiştir.11 Kâsım’ın hacc menâsikini çok iyi bildiği aktarılmaktadır. Kendisine hacc ile ilgili çokça soru yöneltilmiş ve verdiği hükümler dikkatle takip edilmiştir.12
Fukahâ-i seb’a fetva konusunda yetkin kimseler olup dönemlerinde Medine’nin fetva ihtiyacını karşılamışlardır. Bu alanda hepsi yetkin olmakla birlikte elbette ki aralarında bir derece farkı vardır. Özellikle Saîd b. Müseyyeb fetva konusunda Medine tâbiûn döneminin en önde gelen ismidir. Kaynaklarda bir kişinin fetva bulabilmek için meclis meclis dolaştığı ancak Saîd’in meclisine geldiğinde sorusuna mutlaka cevap bulduğu aktarılmaktadır.13 Öte yandan Kâsım’ın kendisine sorulan sorulara temkinli yaklaştığı, bilmediğini ifade etmekten çekinmediği, herhangi bir fetva vermesi için ısrar edilse dahi yeri geldiğinde bu ısrarları geri çevirdiği vâkîdir.14 Bu iki uç arasında yer almalarına rağmen hepsi de birer müftü idi. Kâsım ve Sâlim’in bilhassa Ömer b. Abdülaziz’in hilafetini de içeren son dönemlerde -belki de kendileri gibi olan kimselerden hayatta kalanlar da azalınca- fetvada daha ön plana çıktıkları görülmektedir.
Fukahâ-i seb’a fetva verirken, kendilerine sorulan soruları cevaplarken elbette ki belli bir yöntem takip etmekteydi. Hepsinin bire bir aynı çizgiyi takip ettiklerini ya da her konuda aynı görüşe sahip olduklarını söylemek mümkün değildir. Ancak gerek dönemin gerekse bölgenin getirdiği özellikler sebebiyle çok temel bazı noktalarda birleştikleri görülmektedir. Kendilerinden önceki birikimi önemsemeleri ve fetvalarında sık sık oraya atıfta bulunmaları bunların başında gelmektedir. Sahâbenin dizi dibinde yetişen fukahâ-i seb’a hem sünnete hem de sahâbî kavline büyük önem vermiştir. Bu bağlamda Medine’de oluşan ve “amel” kavramının da bir bölümünü teşkil eden bu birikim, onların temel kaynakları olmuştur. Kitap, sünnet, Medine icmaı, sahâbî kavli dışında kıyas, maslahat, zaruret gibi ilkelere de başvurmuşlardır.
Fukahâ-i Seb’a ve İmam Mâlik:
Fukahâ-i seb’a Medine ilim geleneğinin oluşmasında ve aktarılmasında önemli rol oynamıştır. Bu halkanın iki nesil sonrası ise İmam Mâlik’tir. İmam Mâlik, tâbiûn döneminin erken neslini teşkil eden fukahâ-i seb’a’ya doğrudan yetişememiştir. Ancak onların öğrencileri vasıtasıyla bu büyük birikime vasıl olmuştur. Fukahâ-i seb’a’ya talebelik, İmam Mâlik’e hocalık eden bu isimlerin başında İbn Şihâb ez-Zührî gelmektedir. Zührî, fukahâ-i seb’a’nın tamamına talebelik etmiş ve onları yakından tanımıştır. Fukahâ-i seb’a ile İmam Mâlik arasında irtibatı kuran diğer önemli isimler ise Yahya b. Saîd, Rabîa b. EbîAbdurahman, Nâfi, Ebu’z-Zinâd, Abdullah b. Dînâr, Hişâm b. Urve, Abdurrahman b. Kâsım ve Abdurrahman b. Harmele’dir.
Mâlikî mezhebinin kurucusu olan İmam Mâlik, selefi fukahâ-i seb’a gibi hem hadis hem de fıkıh alanında öne çıkmıştır. İmam Mâlik Hz. Peygamber’in (s.a.s.) mescidinde bir ders halkası kurmuş, zamanla şöhreti artan bu mecliste pek çok talebenin yetişmesini sağlamıştır. İmam Mâlik’in fıkhî görüşlerine ve usûlüne, yetiştirdiği bu öğrenciler ve en önemli eseri olan Muvatta’ vasıtasıyla ulaşmak mümkündür. Ebû Bekir el-Ebherî’ye göre Muvatta’da 822’si merfû (600’ü müsned, 222’si mürsel), 613’ü mevkûf ve 285’i maktû olmak üzere toplam 1720 rivayet bulunmaktadır.15 Bu rivayetlerin önemli bir kısmı senedinde fukahâ-i seb’a’nın yer aldığı rivayetlerdir. Bunlardanbazıları Hz. Peygamber (s.a.s.)’e ya da sahâbîye dayanırken bazıları ise doğrudan fukahâ-i seb’a’nın kendisine dayanmakta yani onların görüşlerini ihtiva etmektedir. İmam Mâlik hadis ve sahâbî kavlinin yanı sıra tâbiûn kavline de önem vermiş ve eserinde onlara da atıflarda bulunmuştur. Muvatta’da bu tarz maktû rivayetlerin en az üçte ikilik bir kısmı fukahâ-i seb’a’ya aittir. Bu oran fukahâ-i seb’a’nın İmam Mâlik nezdindeki değerini göstermektedir. İmam Mâlik tâbiûn kavlini kaynak olarak kullanmış ancak bağlayıcı görmemiş ve belli bir usûl dâhilinde onları seçime tabi tutarak eserine almıştır.
İmam Mâlik’in dayandığı delillerden biri de amel-i ehl-i Medine’dir. Amel-i ehl-i Medine klasik Mâlikî usûl literatüründe icma başlığı altında ele alınmıştır, dolayısıyla amel-i ehl-i Medine ile icma-ı ehl-i Medine’nin hemen hemen benzer anlamlarda kullanıldığını söylemek mümkündür.16 Mâlikî mezhebi amel-i ehl-i Medine’yi hüccet kabul etmesi yönüyle diğer mezheplerden ayrışmaktadır. İmam Mâlik genel olarak “sünnet-amel-emr” kavramlarıyla ifade ettiği bu delili Muvatta’da sıkça zikretmiş, Medine’nin icma ettiği görüşlere ayrı bir değer vermiştir. Bu görüşlerin fukahâ-i seb’a’nıni cmalarından müteşekkil olduğunu söyleyenler çıkmışsa da bu iddia bazı Mâlikî âlimlerce reddedilmiştir.17 Muvatta’da zikredilen icmaların mahiyeti âlimlerce tartışılmış, burada kastedilenin tüm Medine’nin icmaı mı yoksa belli bir grubun icmaı mı olduğu gibi meseleler ele alınmış ancak konu hakkında bir fikir birliği oluşamamıştır.
Özetle; Medine ilim geleneğinin erken dönem tâbiûn halkasını oluşturan fukahâ-i seb’a, sahâbeden aldığı ilmî mirası kendi katkılarıyla da geliştirerek sonraki döneme aktarmış, böylece bu büyük birikimin önemli bir parçası olmuş ve sonra gelen nesilleri etkilemiştir. Hemen iki nesil sonrasında gelen ve Medine ilim geleneğinden beslenen İmam Mâlik ise bu geleneğin mezhepleştiği halkayı temsil etmektedir.
Yalova Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi
Cengiz Kallek, “Fukahâ-i Seb’a”, TDV İslâm Asiklopedisi (DİA), XIII, 214.
İbnCerîret-Taberî, Târîhü’l-ümemve’l-mülûk, Beyrut: Dâru Süveydan, 1967, c. 6, s. 427.
İbnSa‘d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, Beyrut: Dâru Sâdır, 1968, c. 5, s. 126.
İbnSa‘d, Tabakât, c. 5, s. 122.
Ahmet Özel, “Mâlik b. Enes”, DİA, XXVII, 507.
ez-Zehebî, Siyer, c. 4, s.423, 432.
İrfan Aycan, “Urve b. Zübeyr”, DİA, XLII, 185.
M. Yaşar Kandemir, “Saîd b. Müseyyeb”, DİA, XXXV, 563.
ez-Zehebî, Siyerua’lâmi’n-nübelâ, Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1996, c. 4, s. 439.
ez-Zehebî, Siyer, c. 5, s. 118.
ez-Zehebî, Siyer, c. 5, s. 57.
el-Fesevî, Kitâbü’l-ma’rifeve’t-tarîh, Medine: Mektebetü’d-Dâr, 1995, c. 1, s. 470.
İbn Abdilberr, Câmiubeyâni’l-ilm, Medine: el-Mektebetü’s-Selefiyye, 1968, c. 2, s. 66.
M. Yaşar Kandemir, “el-Muvatta’”, DİA, XXXI, 416.
İbrahim Kâfi Dönmez, “Amel-i Ehl-i Medine”, DİA, III, 21.
Cengiz Kallek, “Fukahâ-i Seb’a”, DİA, XIII, 214.