1. Sağlam İman
“Öncelikle neler tebliğ edilmeli, tebliğe nereden başlamalı?” sorusuna cevap olarak şunu söyleyebiliriz: “Kur’ân nereden başlamışsa oradan, Peygamber nelere öncelik vermiş ise onları.” Kur’ân ve Rasulullah ilk olarak şirkin çirkinliğini, tevhidin önemini vurgulamış, öncelikle Allah’a kulluğa ve tâğutların egemenliğinden kurtulmaya çağırmıştır. Tebliğcinin öncelikleri de bunlar olmalıdır. Allah’ın emirlerini tebliğ edecek kimsede bulunması gereken ilk sıfat “iman”dır. Bu iman’dan maksat, Selef-i Salihinin sahip olduğu bid’at ve hurafelerden uzak bir inanç sistemidir. Müslümanın içi dışı, vicdanı ve ameli bu itikat sayesinde tazelenir. Onun nuruyla sırat-ı mustakime yönelir. Allah’a meleklere, peygamberlere, âhiret gününe, hayır ve şerre kalbinin derinliğinden iman eder. O, şüphe ve tehlike anında asla sarsılmaz. Sağlam bir akideye sahip olan bu kimseler; malını, vaktini, çalışmalarını, düşüncesini, ruhunu ve sahip olduğu her şeyi Allah’a davet ve tebliğ için ayrırır. Davetçi, davet ettiği kimseleri ikna etmek ve onlara tesir edebilmek için, imanı sağlam ve kuvvetli olması şarttır. Dünya ve âhirette gerçek kurtuluşa erişmek için sağlam bir imana sahip olmak gerekir.
2. İlim Sahibi Olmak
Davetçinin vasıflarından birisi de; davet edeceği konu ile alakalı mâlumatının olmasıdır. Bu, onun için en önemli bir vasıftır. Davetçi, davasının, gayesinin ne olduğunu öğrenmeden, bilmeden, ona körü körüne davet eden birisi olmamalıdır. Çünkü ilim davette vazgeçilmez bir unsurdur. Davetçi, tebliğ ettiği davasının şuurunda ve bilincinde olmalıdır. Yani, ne yaptığını ve neye davet ettiğini iyi bilen birisi olması gerekir. Aksi halde davetinde başarılı olamaz.
Allah Teâlâ, bu konuda şöyle buyuruyor:
“Bilmediğin bir şeyin ardına düşme; zirâ kulak, göz ve gönül bunların hepsi de ondan mes’uldür.”1
“Deki: İşte bu benim yolumdur. Ben, bana tabi olanlarla birlikte basiretle, yani, bilinçli ve şuurlu bir şekilde, Allah’a davet ediyorum”2
Bu âyetlerden açıkça anlaşılıyor ki, Allah’ın razı olduğu ve istediği davetçiler, şuurlu ve basiretli bir şekilde neye davet ettiğini bilen davetçilerdir. Dolayısyla davetçi, insanları davet ettiği meselelerde bilgi sahibi olmalıdır.
3. İhlâslı Olmak
Amellerdeki ihlâs, davetçinin başarısının sırrıdır. Çünkü gerçek etken Allah’tır ve tebliğ Allah için yapıldığı takdirde, kalplere etki edecektir. Davetçi samimi ve içten olmalıdır. Allah mü’minleri samimiyetlerine göre değerlendirir. Bu nedenle de Kur’ân’da en çok üzerinde durulan konuların biri budur. Allah’a karşı tam ihlâslı olmak, mü’mini Allah’a yaklaştıran, kendisini geliştiren ve başarı kazanmasına vesile olan önemli bir vasıftır. Hidayeti Allah’ın vereceğini bilerek, dinin menfaatini gözeten bir tavır ve samimi, içten bir ruh hâli ile tebliğin yapılması gerekir. Konuşurken de aynı şekilde içten, samimi bir üslup kullanmak tebliğ için önemli bir şarttır. Bir Müslüman için hayatta en büyük hedef Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır. Allah’ın rızasını kazanmak da ancak ihlâsla/samimiyetle mümkün olur. İhlâs, insanların lüzumsuz ve geçici iltifatına Allah’ın rızasını/hoşnutluğunu tercih etmektir. İhlâs, her türlü amel ve ibadetin özü ve mayasıdır. Herhangi bir amel veya ibadetin makbul olması, ancak inanç, ibadet ve diğer davranışlarımızın Allah Teâlâ nezdindeki değerlendirilmesinde yegâne ölçü ihlâstır/samimiyettir.
İhlâs, bir şeyi saf, temiz ve arıtılmış hale getirmek, gösterişi bırakmak ve samimiyet göstermek demektir. Kalbin, kötü hislerden temizlenmesi ve sadece Allah rızâsının düşünülmesidir. İhlâslı olmak için; yapılan işlerde, ibadette, insanların övmesi, takdir etmesi beklenmez, şöhret ve herhangi maddî beklenti güdülmez ve gösterişe yer verilmez.
Yani, ihlâs her işte temel öğedir. İhlâssız yapılan işlerin Allah katında hiçbir değeri, önemi yoktur.3 Allah indinde önemi ve sevabı olan ameller Allah rızası için yapılan amellerdir. Gerek ibadetlerinde ve gerekse günlük işlerinde ihlâslı olmanın en güzel örnekleri peygamberlerdir. Onlar kimseye çıkar vadinde bulunmadıkları gibi kimseden bir menfaat da beklemediler. Karşılaştıkları sıkıntılardan dolayı şikâyetçi olmadılar. Onlar, âyetteki ifadesiyle hep şöyle dediler: “Bu davete karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir”4 Mü’minler de ihlâs ve samimiyette Peygamberlerin yolundan giderler. Davet ve tebliğinde hiçbir maddî menfaat düşünmezler. Yapacağı işleri sadece Allah rızası için yaparlar. Samimi ve ihlâslı olan bir kulu Allah Teâlâ hiçbir zaman mahcup etmez, yardımsız bırakmaz. Yeter ki samimi olsun ve samimiyetini korumaya gayret etsin. Bu sebeple bir Müslüman, “ne yaparsam Allah beni sever” anlayışı içersinde olmalıdır. İhlâsla, samimiyetle Allah’a yönelen kişi dünya ve âhirette mutlu ve huzurlu bir hayat yaşar.
4. Sabırlı Olmak
Sabır: Zorluğa, haksızlığa ve başa gelen üzücü olaylara dayanma gücüdür. Acıya katlanma, sıkıntı ve meşakkatlere karşı soğukkanlılıkla mukavemet etme, aklın ve dinin gösterdiği yolda sebat etme halidir. Mü’min için iyi şeyleri yapmada ve kötü işlerden sakınmada en gerekli olan şey sabırdır. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “Ancak sabredip yararlı işler yapanlar, işte bunlara bağışlanma ve büyük mükâfat vardır.”5
“(Lokman, oğluna dedi ki:) Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere karşı sabret. Doğrusu bunlar azmedilmeye değer işlerdir.”6 İnsanlara İslâm’ı anlatıp onların da, hemen anlayıp gereğini yapmasını arzu etmeli, fakat anlatılan doğruların yerine getirilmediğini anladığımızda muhatabımızı terk etmemeliyiz, sabrederek anlayacağı şekilde anlatarak, duâ ederek İslâm’ın emirlerini yerine getirmesine yardımcı olmalıyız; hemen bıkıp terk etmemeli, ikna etme yolunu seçmeli ve netice almaya gayret gösterilmelidir.
Hz. Peygamber, İslâm’ı tebliğ ederken çok sıkıntı, eziyet ve işkence gördü ve bu zorluklara sabretti. Çünkü sabır Allah’ın emriydi “Peygamberlerden azim sahiplerinin sabrettiği gibi, sen de sabret.”7
“Andolsun ki sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan eksiltmekle (fakirlikle) imtihan eder, deneriz. Sabredenleri müjdele”8
“Ancak sabredenlere, mükâfatları hesapsız (çok) verilecektir.”9 buyrularak sabrın önemi açıkça belirtiliyordu. Bu sebeple Hz Peygamber, davet yolunda gereken sabrı göstermiş ve tebliğinde başarıya ulaşmıştır. Tebliğcinin sadece dilinin tatlı olması yetmez. Görünüşte kalan bir nezaket, tebliğ gibi zor bir vazifenin ifâsı için yeterli olmaz. Aksine, tebliğci bu vazife için sabrı kuşanmalıdır. Aceleci ve sinirli olmamalıdır. Davet ve tebliğ vazifesini yapan; çok sabırlı, samimi, ihlâslı ve doğru, dürüst, şefkatli, merhametli olmalıdır.
5. Şefkatli ve Merhametli Olmak
Şefkat ve merhamet, katı kalpliliği yumuşatan, kin ve düşmanlığı eriten, nefretin yerine muhabbeti getiren, insanları birbirlerine yaklaştıran ve bağlayan bir vasıftır. İslâm Dininin insanlığın dünya ve âhirette huzur ve saadetini temin etmek için getirdiği prensiplerden biri de şefkat ve merhamettir. Şefkat ve merhamet, herkesin iyiliğini isteyip onlara yardım etme arzusu duymadır. Merhamet tüm insanlar ve tüm canlılar için dünyayı güvenli bir yer kılma duyarlılığına sahip olmadır. Herkese ve her şeye anlayış, acıma ve şefkatle yaklaşmadır. İnsandaki şefkat duygusunun kaynağı, ilahi merhametin bir tecellisidir. Bundan dolayı şefkat ve merhamet, katılaşmış kalplerimizi yumuşatan, insanlardaki kin ve nefreti, sevgi ve muhabbete; insanlar arasındaki düşmanlığı birlik, beraberlik ve kardeşliğe dönüştüren yüce bir duygudur. İslâm’ın insanlığa sunduğu yüce değerlerin başında güzel ahlâk gelmektedir. Güzel ahlâkın en belirgin özelliği ise kalpteki sevgi ve merhamettir. Yüce Allah şöyle buyurur: “Allah, merhametlilerin (en) merhametlisidir.”10
İslâm dininin öngördüğü şefkat ve merhamet tüm yaratıkları içine alacak kadar geniş kapsamlıdır. Anne, baba, çocuklar, kadınlar, yaşlılar, yetimler, kimsesizler, hastalar ve yoksullar başta olmak üzere tüm insanlara şefkat ve merhamet göstermenin yanı sıra diğer tüm canlılara da şefkatli ve merhametli davranmak mü’minlerin görevidir. Aksi takdirde Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in: “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.”11 Buyruğu üzere ilahî rahmete ve bağışlanmaya ulaşabilmenin yolu başta insana olmak üzere diğer yaratılmışlara da merhametli olmaktan geçmektedir. Gerçek merhametin kaynağı Allah sevgisi ve İslâm kardeşliğidir. Müslümanların merhametli olması, Kur`an ve Sünnet`in emrettiği bir husus olduğu için, davetçi şefkatli, merhametli ve hoş görülü olmalıdır.
6. Doğru ve Güvenilir Biri Olmak
Davetçi mü’min, doğru, dürüst ve güvenilir biri olmalı. Aksi halde tebliğinde etkili ve başarılı olmaz. Doğruluk; lügatte, “doğru olma hali, dürüstlük, sadakat, hak, hidâyet, istikamet” anlamına gelir. Terim olarak ise, “Allah’ın emrine ve kanunlarına uygun bir yol takip etmek ve insanların haklarına riâyet etmek” demektir.
Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:
“(O öyle yüce Allah ki) Hanginizin daha güzel (doğru) davranacağını imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratmıştır.”12
“İşte bunun için (Allah’a) davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”13
Yaratılışımızın gayesi, kimin daha doğru, iyi, güzel bir şekilde davranacağının tespit edilmesi için imtihandır. Rabbimiz Allah: “Emr olunduğun gibi doğru ol”14 buyurarak ne ile emr olunmuşsak o şekilde hareket etmemizi, ona uygun davranmamızı istemektedir.
İslâmî olan, câiz olan şeyleri yapmalı; İslâmî olmayan, câiz olmayan şeyleri, yani haramları, günahları işlememeli. Doğruluk düşüncede, davranışta, her şeyde olmalıdır. Kendisinden öğüt isteyen birine Peygamberimiz (s.a.s.): “Allah’a inandım de sonra dosdoğru ol”15 buyurmuştur. Doğru olmanın önemini Rabbimiz şöyle belirtiyor: “Allah şöyle buyuracaktır; Bu, doğrulara doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve kazanç budur.”16 Doğruluğun, dürüstlüğün mükâfatı cennettir; bu şekilde doğru olmanın önemi anlaşılmaktadır. Günümüzde bazı insanlara doğruluk tavsiye edildiğinde şöyle söylüyorlar. “Doğru olmak fayda vermiyor, insanlara iyilik yapmayacaksın; kime iyilik yaparsan ondan kötülük görürsün” gibi çok yanlış sözlere şahit oluyoruz.
Doğruluk İslâm’ın emri, müslümanın şiarıdır. Müslümanın görevlerinin başında doğru olmak, doğru davranmak gelir. İnancında, ibâdetinde her türlü işinde doğru olmak şarttır. Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Şüphesiz ki sözde ve işte doğruluk hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete götürür.”17
“Müslüman elinden ve dilinden diğer Müslümanların güvende olduğu kimsedir.”18
İnsanlar arasında güven, sevgi ve saygının artması doğrulukla, iyilikle mümkündür. İyilikler de kişiyi cennete götürmektedir. Dolayısıyla hem doğru olmak, hem de doğrularla beraber olmak gerekmektedir: “Ey iman edenler, Allah’ın emrine uygun yaşayın. Aykırı davranmaktan sakının ve doğru olanlarla beraber olun.”19 Doğruluğu benimseyen, savunan kişilerle beraber olmak ve onlardan yana olmak gerekir.
Allah Teâlâ, Fâtiha sûresinde bizlere şu şekilde davranmamızı, duâ etmemizi buyuruyor: “Bizi doğru yola ilet, kendilerine (lütfundan) nimet verdiğin (iyi) kimselerin yoluna (ilet), gazaba uğramışların ve sapıtanların değil (ya Rab).”20 Doğruluktan ayrılmamamız, doğru yolda olmamız ve doğruların yolunda olmamız için çok duâ etmek ve gereği ne ise yapmak durumundayız.
Hz. Peygamber doğru, dürüst ve güvenilir bir kişiydi. Bütün peygamberler, elçilik görevine başlarken, ümmetlerine şu garantiyi vermişlerdir. “Ben size gönderilmiş güvenilir (emin) bir elçiyim.”21 Hz Peygamber, daha çocukluğunda kavminin takdirini kazanmış, kendisine “el-Emin/güvenilir kişi” lakabı verilmişti. Herkes ona güvenir ve onun doğruluğunu kabul ederdi. İşte Hz peygamber (s.a.s.)’in davet ve tebliğ başarısı buradan gelmektedir. Sonuç olarak şunu diyebiliriz; bizler de davet ve tebliğimizde etkili ve başarılı olmak istiyorsak Hz. Peygamberin yolunu takip etmeli doğru, dürüst ve güvenilirliğimizi ortaya koymalıyız. Çünkü güvenilir Peygamberin, güvenilir davetçisi olmalıyız…
7. Tevâzu Sahibi Olmak
Tevâzu, büyüklenmemek, gösterişsizlik ve alçak gönüllülüktür. İnsan, yapısı itibariyle kendisini çokça öven, kendisinden çok bahseden, ben bilirim havasında olan kibirli kişilerden hoşlanmaz. Kibir, davetçi ile insanlar arasında bir duvar ve engel olurken, tevâzu ise sahibini çevresine sevdiren güzel bir vasıftır. Mütevazı davetçi, toplumun tüm kesimleriyle rahatça kaynaşıp, onların dertleriyle dertlenebilir, aralarında bir ünsiyet oluşabilirken; kibirli olan davetçi ise, neredeyse toplumdan uzak bir hayata mecbur kalır.
Kibir davet esnasında çok değişik şekillerde ortaya çıkabilir. Bazen bir davetçide fakirlerle kaynaşmamak, onlarla oturup kalkmamak şeklinde olurken, bazen de elbisesine fazla özen göstermek, gösterişli ve süslü giyinmek şeklinde olabilir. Büyük topluluk olmadan konuşma yapmamak, konuşma sırasında zoraki edebî cümleler sarf etmek gibi kibir alameti içeren davranışlar insanları etkilemekten uzaktır. Tevazu sahibi bir davetçi; her insanla birlikte yaşayabilen, herkesi kabul eden, kim olursa olsun fark gözetmeden bütün insanlarla konuşan ve her insanı ziyaret edip onları Allah (c.c.) için sevendir.22 Bizim için en güzel örnek olan sevgili Peygamberimiz ömrü boyunca sade ve gösterişten uzak bir hayat sürmek suretiyle hem kendi insanlara mütevazı davranmış, hem de müminleri mütevazı olmaya çağırmıştır. Konuyla ilgili bir hadiste:”Kim Allah için alçak gönüllü davranırsa, kuşkusuz Allah da onun derecesini yükseltir.”23 buyurmuştur.
Hz. Peygamber, herkese karşı mütevazı bir kişiydi. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de: “Sana tabi olan mü’minlere tevazu kanadını ger”24 buyruluyordu. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Tevâzû göstereni Allah yüceltir, kibirleneni ise alçaltır.”25 Bu izahlardan da açıkça görüldüğü gibi davetçi mü’minler, toplumdaki mevkii ne olursa olsun karşısındaki insana şefkat ve merhametle, tevâzu ve alçakgönüllü olarak davranmalıdır. Birbirleriyle olan münasebetleri kardeşçe olmalıdır. Kibir ve gururdan sakınmalıdır.
8. Ümitvar Olmak
Ümit, mü’minide olması gereken en önemli vasıflardan biridir. Ümit; İyi ve faydalı bir şeyin gerçekleşeceği beklentisi ve inancı taşımaktır. Güven duygusunun kaynağıdır. Davet mükellefiyetinin sabır ve azim istediğini belirttik. Elbette bunların tabii bir neticesi olarak davetçi hiçbir ân ümidini kaybetmeden, hidayetin Allah’tan olduğunu bilerek faaliyetine devam edecektir. Ümitsizlik içerisine düşme, zaten başlangıçta yenilgiyi kabul etme demektir. Ümitsizliğe düşmek, İslâm’da yasaklanmıştır: “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin..”26 Bu hususta, uyguladığı metotla en güzel örneği, Rasulullah Efendimiz verirler. O, kat’iyetle ümidini kaybetmeden, ye’se düşmeden, ısrar ve tekrar ile davetini en azılı müşriklere, kendisine en çok düşmanlık ve hakarette bulunan düşmanlarına, kafirlere bile defaatla sunmaktan bir an geri kalmamıştır. Bu sebeple davetçi karamsar değil; ümitvar olmalıdır.
9. Maddi Yönden Hiç kimseye Muhtaç Olmamak
İslâm dini, dünya ve âhiret mutluluğu için çalışmayı emreder. “İnsan için çalıştığından başkası yoktur.”27 Bir Müslüman’ın, kendisi ve bakmakla yükümlü olduğu kimseleri geçindirmeye yetecek kadar helâlinden kazanması farzdır.
Hz. Peygamber (s.a.s.):
“Geçim için çalışıp helâlinden kazanma farzdır. O halde çalışınız” buyurur.28
“Bakmakla yükümlü olduğu kimseleri madur etmesi, kişiye günah olarak yeter.”29
“Müslüman kişi ailesinin ihtiyacı için harcama yapar ve bundan sevap umarsa bu ona sadaka olur (sevap kazanır).”30 İslâm’da kazancın en iyi olanı, el emeğinin mahsulüdür. Zirâ Rasulullah (s.a.s.): “Kişi kendi elinin emeğinden daha temiz bir kazanç elde etmemiştir.”31 “Müslüman olan, kimseye muhtaç olmadan yaşayan ve kanaat eden kişiye ne mutlu!”32 Davetçi, mecbur kalmadıkça kimseden bir şey istememelidir. Hem kendine, ailesine, hem de başkalarına faydalı olmak için çalışmalıdır. Kimseye muhtaç olmayacak kadar bir geliri olmalıdır. Dolayısıyla İslâm davetçisi, ekonomik açıdan bağımsız olmalı ve maddi imkan bakımından kimseye muhtaç olmamalıdır. Davetçi, yaptığı tebliğ ve davette etkili olmak için, maddî bir menfaati olmadığının izlenimini vermelidir. Ayrıca, davetçi övülme ve hürmet beklentisi içerisinde de olmamalıdır. Davet sadece ve sadece Allah rızâsı için yapılmalıdır. Böyle bir davet ve tebliğ çalışmaları başarı sağlar.
İsrâ, 17/36.
Yusuf, 12/108.
Bkz. Müslim, İmâre 152
Şuara, 26/145.
Hûd, 11/11.
Lokman, 31/17.
Ahkaf, 46/35.
Bakara, 2/155-156.
Zümer, 39/10.
Yusuf,12/92.
Müslim, Birr ve Sıla 23.
Mülk, 67/2.
Şura, 42/15.
Hûd, 11/112.
Müslim, İman 62; Tirmizî, Zühd 61; İbn Mâce, Fiten 12.
Mâide, 5/119.
Buhârî, Edeb 69; Müslim, Birr 103- 105; Ebû Dâvud, Edeb 80
Buhari, İman 1
Tevbe, 9/119.
Fâtiha, 1/5-7.
Araf, 7/68.
Prof. Dr. Fethi Yeken, Daavet Yolunda Hazırlık, s. 45-47.
Müslim, Birr ve’s-Sıla, 69;Tirmizi, Birr, 82.
Şuara, 26/215.
İbn Mâce, Zühd, 16.
Zumer, 39/53.
Necm, 53/39.
Camiü’s-Sağir, Terc. c. 1, s. 472, Had. 1011.
Ebu Davut, Zekât, 45.
Müslim, Zekât 49.
İbn Mâce, Ticârât 1.
Tirmizî, Zühd 25.