19 Mart 2024 - Salı

Şu anda buradasınız: / GÜNÜMÜZ DAVETÇİLERİ NELERE DİKKAT ETMELİ?
GÜNÜMÜZ DAVETÇİLERİ  NELERE DİKKAT ETMELİ?

GÜNÜMÜZ DAVETÇİLERİ NELERE DİKKAT ETMELİ? SÜLEYMAN GÜLEK

İfrat ve Tefritten Uzak Durmalı

Yüce dinimiz İslâm; yeme, içme, giyim, kuşam, eşya kullanımı, ibadet gibi her konuda aşırılıktan kaçınmayı, orta yolu tutmayı emretmiş, ifrat ve tefriti yasaklamıştır. Bu sebeple işlerin en hayırlısı itidal üzere olandır. Tevhid inancını yerleştiren, tahrif edilmiş dinlerden kalan yanlış inanışları düzeltmek için gelmiştir. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde: “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim.” (Mâide, 5/3) buyurarak, dinin kemale erdiğini bildirmiştir. Müslüman şahsiyetlerin istikâmet üzere bulunuşu, ifrat ve tefritten uzak durmak ile mümkündür. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Dinde aşırılıktan sakınınız. Çünkü sizden öncekiler dinde kendilerini zorlayarak aşırılığa gittikleri için helâk olmuşlardır.”1

İslâm, ifrat (haddi aşma), tefrit (eksiltme ve kısaltma) yönünden haddi aşmayı yasaklamıştır. Sözlükte ifrat; söz ve fiillerde ileri gitmek haddi aşmak, tefrit de; gevşek ve ihmalkâr davranmak, çabuklukta çok geri kalmak, normalden aşağı olmak demektir. Her iki aşırı ucun ortası ise itidâldir. Denge, iki zıt ucun ortasında birleştiği yerdir. Kur’an ve Sünnet’te ifrat ve tefrit yasaklanmış, dengeli davranılması istenmiştir. Ayrıca pek çok âyette israf ve cimrilik yasaklanarak harcamalarda dengeli olmak emredilmektedir. İsraf; ifrat hâli, cimrilik ise tefrit hâlidir. Bu ikisinin ortası ise dengeli olmaktır. Denge ise, ifrat ve tefritlerden uzak yaşama demektir. İfrat ve tefrit, aşırılık, makbul olmayan, dinimizin nazarında hoş karşılanmayan davranış biçimleridir. Mâkul olan itidal üzere orta yollu hareket etmektir.

Çünkü Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman inanmış bir kadın ve erkeğe o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Al­lah ve Rasûlüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzâb, 33/36)Abdullah İbn Mes’ud (r.a.)’dan; Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Taşkınlar, aşırı gidenler (ince eleyip sık dokuyanlar helâk oldu.” Bunu Rasûlullah (s.a.s.) üç defa söyledi.2 Müslümanlar İslâm’ın koymuş olduğu ölçülere uymalıdır, asla gevşek dav­ranmamalı ve aşırıya gitmemelidir. “Allah sınırı (haddi) aşanları sevmez.” (Mâide, 5/87) Enes b. Mâlik (r.a.) anlatıyor: “Üç kişi Rasûlullah (s.a.s.)’in ha­nımlarının evlerine geldi de, Rasûlullah (s.a.s.)’in ibâdetinden soruyorlardı. Bunlara Rasûlullah (s.a.s.)’in ibâdeti haber verilince kendileri bu ibâdeti azımsadılar ve: ‘Biz nerede, Rasûlullah (s.a.s.) nerede? Muhakkak ki Allah Ra­sûlünün geçmiş olan ve gelecekte işlemesi muhtemel bulunan bütün günahlarını mağfiret etmiştir’ dediler. İçlerinden biri: ‘Bana gelince, ben geceleri daima namaz kılacağım’ dedi. Diğeri de: ‘Ben, her gün oruç tutacağım ve oruçsuz olmayacağım’ dedi. Üçüncüsü de:‘Ben de kadınlardan ayrı yaşayacağım, hiç evlenmeyeceğim’ dedi. Onlar bu sözleri söylerken

Rasûlullah (s.a.s.) onların yanlarına çıkageldi de: “Sizler şöyle şöyle söyleyen kimselersiniz. Dikkat edin! Allah’a yemin ederim ki ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve en çok takvâlı olanınız bulunuyorum. Bununla beraber ben, oruç tutarım, oruçsuz da bulunurum, nâfile namaz kılarım (gecenin bir kısmında) uyurum, kadınlarla da evlenirim (işte benim sünnetim, hayat yolum budur). Her kim benim sünnetimden (yaşam bi­çi­mimden) yüz çevirirse, o benden değildir ” buyurdu.3 Hadiste de görüldüğü gibi aşırılık, haddi aşma yasaklanmıştır. Çünkü dünya ve âhiret hayatımıza zararı olmaktadır. İslâm, zorluğu değil, kolaylığı getirmiştir. Dolayısıyla, zor olanı değil, doğru olanı yapmak esastır. Bu bakımdan davetçi ifrat ve tefritten uzak olmalı ve doğru olanı yapmalıdır.

Kıskanç Olmamalı

Haset: Kıskanmak, çekememek, başkasında olan zenginlik, sağlam ve herhangi nimetlerden, imkânlardan dolayı rahatsız olarak o şahıstan o imkânların gitmesini arzu etmek demektir. Haset eden kişi, kendinde olmayan, fakat başkasında olan her şeyi kıskanır, çekemez. O kıskandığı şeylerin bir an önce o kişinin elinden gitmesini ister, ‘bende yok, onda da olmasın’ diye düşünür. Kişide bulunan, mal, mülk, makam, mevki, para, sağlık, güzel­lik, şöhret, başarı gibi her şeyi kıskanmak söz konusu olmaktadır. Davetçinin dikkat etmesi gereken bir husus da başkalarını ve özellikle kendisnden daha önde, ileri noktada, daha başarılı ve yetenekli olanlara duyulan kıskançlıktır. Davetçi, diğer davetçi kardeşlerinin yaptığı İslâmî faaliyetlerinden dolayı onları asla kıskanmamalıdır. Onların yazmış olduğu kitaplarından, yapmış olduğu konferanslardan, yazmış olduğu makalelerden veya sahip oldukları değerleri ve başarılarından rahatsızlık duymamalıdır.

Aksine o kardeşlerin yaptıkları faydalı çalışmalardan dolayı memnun olmalı, onlara duâ etmeli, gerektiğinde yardımcı olmalıdır. Çünkü kıskançlık çok kötü bir huydur. Muvahhid bir mü’min de bu kötü huy asla olmamalıdır. İnsanlara iyilikleri tavsiye eden ve kötülüklerden sakındırmaya çalışanlar, öncelikle kendileri bu söylediklerine uygun davranış sergilemelidirler. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Mü’minler ancak kardeştir.” (Hucurât, 49/10) Rasûlullah (s.a.s.): “Kardeşinin felâket ve musibetine (zarar uğramasına elindeki imkânlarının gitmesine) sevinme; Allah Teâlâ ona rahmet eder (yardım eder), onu (sıkıntıdan) kurtarır da seni (sıkıntıya) düşürür.”4 Kişi haset ettiği, kıskandığı kişiye değil, kendine zarar verir. O kişide o imkânlar oldukça rahat ve huzuru kaçar, elinden gidene kadar rahat yüzü göremez, dünya ve âhirette de perişan olmasına sebep olur. Peygamberimiz (s.a.s.) bizleri uyarmaktadır: “Birbirinize hiddetlenmeyin, birbirinize haset etmeyin, kıskanmayın, birbirinize arka çevirmeyin (dargın durmayın). Ey Allah’ın kulları kardeş olun.” 5 Dünya hayatı imtihandan ibarettir. Mü’minler çeşitli şekillerde imtihan olmaktadırlar:

Mü’min hasetten kaçınmalıdır. Fakat bazı insanlar gıpta edilir. Bir kimsenin başkalarında olan iyi ve güzel imkânların yok olmasını arzu etmeyerek aynı imkânların, nimetlerin kendisinde de olmasını temenni etmesinde bir sakınca yoktur ve bu haset, yani kıskançlık da değildir. Çünkü kıskançlık başkasında bulunan imkânların yok olmasını istemektir. İşte bu hasettir ve yasaktır. Yüce Allah şöyle buyurur: “Hayırda yarışın ve öne geçmeğe çalışın.”( Bakara, 2/148) Hayırlı, faydalı şeylerde yarışmak, öne geçmeye çalşmak gerekir. Bu, insanlara faydalı olmak açısından önemlidir. Hayırda yarışmak ayrı, ksıkançlık ayrıdır. Hayırda yarışmak, iyilikleri artırmak tavsiye edilir, fakat kıskançlık kötü huydur ve yasaktır. Her mü’min hasetten, kıskançlıktan kaçınması gerekir.

Dünyevileşme Hastalığına Karşı Tedbirli Olmalı

Dünyevîleşme imanî, ahlâki, sosyal, ticari meselelerin bütününde, kişinin emeğini, gücünü imkânını dünyevî unsurlara yoğunlaştırması ve dinî değerleri gözetmeyişi ya da çok az gözetmesi, daha doğrusu önceliği dünya değerlerine vermesidir. İnsanın kendisini dünyanın çekiciliğine kaptırması, onun esiri konumuna gelmesidir. Dünyevîleşme daha çok, dini inkâr etmeksizin dünyaya aşırı meylin olduğunu, nefsin arzuları çerçevesinde hareket etme şeklinde görülmektedir. Dünyevîleşme, dünya hayatının geçici olduğunu, âhiret için bir vasıta olduğunu unutup onu amaç haline getirmektir.

Dünyevîleşmenin tezahürlerine baktığımızda şunları görüyoruz: İnanç zayıflığı, amelsiz iman anlayışı. Namaz, oruç, zekât ibadetlerini terk edilmesi, zevke, keyfe aşırı düşkünlük... Günümüz modern insanının problemlerinden bir diğeri de ahlâkî çöküntüdür. Genel anlamda, ahlâkî bozulmaların temelinde dünyevîleşme olgusu son derece önemlidir. Lüks ve israf dünyevîleşme hastalığıdır. Dünyevîleşme ticaret hayatını etkilemektedir. Çok para kazanma hırsı ağır basınca helâle, harama dikkat edilmiyor ve dünyevîleşme hastalığına yenik düşüyorlar. Tesettür konusunda da dünyevîleşme söz konusudur. Tesettür; vücut hatlarının belli olmaması ve câzibeyi gidermek içindir. Zaten tesettür câzibeli, çekici olmamaktır. Güzelliğini dışarı yansıtmak değil, gizlemektir, örtünme budur, tesettür budur . Sadece baş örtmekle tesettür olmaz.

Tesettür, sadece başı kapatmaktan ibaret değildir. Tesettür tarz değil farzdır. Dünyevîleşme tuzağına düşenler davet ve tebliğ görevini de ihmal ederler. Devamlı maddî şeyleri düşündükleri için mânevîyatı düşünmezler, davet ve tebliğe gerek duymazlar. Din hizmetindeki şevk ve heyecanın kırılması da bir dünyevîleşme belirtisidir. Davet adına kurulan İslâmî gruplarda da dünyevîleşme, grup çıkarları ve iktidar hırsı zaman zaman ön plana çıkarılmakta, başlangıçta hedeflenen davet, tebliğ önceliğini tedricen kaybetmektedir. Yüce Allah şöyle buyurur: “Kim iyi bir iş yaparsa, bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullara zulmedici değildir.” (Fuasilet, 41/46) Her kim nefsini terbiye ederek dünyevîleşmeden kendini korumaya çalışır ve dünya ve âhiret dengesini kurar ve İslâm’ın prensiplerine uygun yaşarsa, dünya ve âhirette mutlu huzurlu bir hayat yaşar!

Yapılması Gerekenleri Ertelememeli

İnsanın nefsinde yapmak istediklerini, içinden geçenleri daha sonraki bir zamana bırakma eğilimi vardır. Genellikle bu yapıya sahip bir insan, yapacağı bir işi; tembellik, üşenme, aciliyetini anlamama gibi pek çok sebepten ötürü ileri bir tarihe ya da son ana kadar ertelemeye çalışır. Şeytan insanın yapmak istediği doğru ve güzel faaliyetleri sürekli erteleterek zamanla kişiye bunları yapmayı unutturmaya ve içindeki bu yöndeki isteği kırmaya çalışır. İnsanın, şeytanın bu sinsi taktiğine karşı dikkatli ve uyanık olması gerekir. “Onlardan birine ölüm gelince: ‘Rabbim! Beni geri çevir, belki, yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim’ der. Hayır; bu söylediği sadece kendi lafıdır. Tekrar diriltilecekleri güne kadar arkalarında geriye dönmekten onları alıkoyan bir engel vardır.” (Mu’minun, 23/99-100)“Yararlı işler görmekte acele ediniz.” 6

Faydalı işler ve hizmetlerde gözü açık davranmak, fırsatları anında değerlendirmek, bu konuda sür’at göstermek yüce dinimizin tavsiye ettiği yegâne aceleciliktir. İyilik yapmayı, faydalı iş görmeyi nefis ve şeytan istemez, bu onlara çok ağır gelir. Onun için de bu tür işlerin daima tehir edilmesini isterler. Oysa gelecek günlerin neler getireceği hiç belli olmaz. Bilinen bir söz var “Bugünün işini yarına bırakma” diye. Bu nedenle yapılması gerekenler ertelenmemeli, zamanında yapılmalıdır. “Kim salih bir amelde bulunursa, kendi lehinedir, kim kötülük yaparsa, artık o da kendi aleyhinedir. Sonra siz Rabbinize döndürüleceksiniz.”( Casiye, 45/15) Hz Peygamber (s.a.s.) gençliğin önemine dikkat çekerek; “Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini bilin. Ölümden önce hayatın, hastalıktan önce sağlığın, meşguliyetten önce boş zamanın, fakirlikten önce zenginliğin, ihtiyarlıktan önce gençliğin kıymetini bilin.” 7 Davetçi olanlar, yapması gereken görevlerini ertelememeli, tembellik, gevşeklik ve üşengeçlikten sakınmalıdır.

Tekfirden Kaçınmalı

Tekfir, müslüman olduğu bilinen bir kişiyi, inkâr özelliği taşı­yan inanç, söz veya davranışından ötürü kâfir saymak demektir. Yersiz yapılan tekfir, fert açısından ağır sonuçlar doğurmasının yanında, toplum hayatında kapatılamayacak yaraların açılmasına, birlik ve bütünlüğün zedelenmesine ve parçalanmaya sebep olur. Çünkü bu durumdaki bir kimse, gerçek durumunu Allah bilmekle birlikte, toplumda müslüman muâmelesi görmez, selâmı alınmaz, kendisine selâm verilmez, kestikleri yenilmez. Müslüman bir ka­dınla evlenmesine müsaade edilmez. Öldüğünde cenaze namazı kı­lınmaz. Müslüman kabristanına gömülmez.

Tekfir bu denli ağır so­nuçlar doğurduğu içindir ki, Hz. Peygamber Medine toplu­munda, münafıkların varlığını bildiği halde onları küfürle itham etmemiş, temelleri hoşgörüye bağlı bir İslâmlaştırma siyaseti izle­miş, pek çok hadiste de “ben müslümanım” diyeni küfürle suçla­maktan sakınmayı tavsiye etmiştir. Bir hadiste; “Bir insan müslüman kardeşine ‘ey kâfir!’ diye hitap ettiği zaman, ikisinden biri bu sözü üzerine almış olur. Şayet söylediği gibi ise küfür onda kalır, değilse söyleyene döner.” 8

Hadisten de anlaşıldığı gibi bir kimseyi küfürle itham ederken göz önünde bulundurulması gereken husus, o kimsenin küfür olan bir inancı gönülden benimsediğinin iyi tespit edilmesidir. Muhatap küfrü açıkça benimsemiyorsa, onun inanç, söz veya davranışı ile küf­re girdiğini söyleme konusunda temkinli olmak gerekir. Hz. Pey­gamber’in anılan tavsiyelerini göz önünde bulunduran bilginler “ehl-i kıbleden olup da günah işlemiş bulunan bir kimseyi bundan dolayı tekfir etmemeyi” Ehl-i sünnet’in temel prensipleri arasında zikretmişlerdir. 9

Yusuf el-Karadavi de tekfir konusnda çok önemli uyarılarda bulunur: Herhangi bir insan hakkında küfür hükmünü vermek gerçekten de ciddi ve tehlikeli bir hükümdür. Çünkü onun tekfir edilmesi halinde şu son derece tehlikeli etkiler terettüp etmektedir:

1. Onun karısının onunla beraber kalması helal olmaz ve bu sebeple ikisinin birbirinden ayrılması gerekir. Çünkü müslüman bir kadının bir kafire zevce olmasının sahih olma­dığı yakın olarak bilinen icma ile sabittir.

2. Onun çocuklarının, onun idaresinde kalmaları caiz de­ğildir. Çünkü bu durumda onlar hakkında emin olunmaz ve onun küfrünün çocuklarına tesir etmesinden korkulur. Özel­likle onun çocuklarını yumuşaklıkla ve şefkatle ziyaret etme­si, bu etkiyi artırır. Bundan dolayı onlar İslâm toplumuna mensup olan herkesin boynuna emanettirler.

3. Şüphesiz o, sarih küfür ve apaçık riddet ile dinden çıktıktan sonra İslâm toplumu üzerinde borç olan velayet ve yardım hakkını kaybeder. Bu sebeple de kendi kendisi uyanıp geri dönene kadar ve tekrar hidayete erişinceye kadar onunla ilişkilerin kesilmesi ve toplumdan ona en yakın sığınağın kapatılması gerekir.

4. Onun, tevbeye davet edilmesi, zihninden şüphelerinin giderilmeye çalışılması ve ona delillerin ikame edilmesinden sonra hakkında mürted hükmünün infaz edilmesi için İslâm mahkemesi önünde muhakeme edilmesi gerekir.

5. O öldüğünde onun hakkında müslümanlar üzerinde icra edilen hükümler İcra edilmez. Bu sebeple cenazesi yıkan­maz, üzerine namaz kılınmaz, müslümanların kabristanında defnedilmez ve bir murisi öldüğünde ona varis olmadığı gibi, başkası da ona varis olamaz.

6. Yine o küfür halinde öldüğü zaman Allah’ın (c.c.) lanetini, rahmetinden kovulmayı ve cehennem ateşinde ebedi olarak kalmayı hak eder.

7. İşte bu hükümler, Allah’ın kullarından birisinin hakkında tekfir hükmünü veren kişinin, bu dediğini söylemeden evvel bir çok kez irkilip geriye çekilmesini gerektirir!..10 Hanefi mezhebinin kitaplarından “Camiu’l Fusuleyn”de şu ibare geçmektedir: “et-Tahâvi ashabımızdan rivayet etmiştir ki: Bir kişiyi müslüman eden şeyleri, bilerek inkâr etmesinden başka bir şey imandan çıkarmaz. 11 Görüldüğü gibi tekfirin vahim neticeler doğuran güç bir iş olduğu şuuruna eren âlimler, yersiz yapılacak tekfirin yarardan çok zarar getireceği, insanları İslâm’a kazandırmaktan çok onları İslâm’dan soğutup, uzaklaştıracağı görüşündedirler.12

Bazı müslümanlar, kendi din anlayışlarına uymayan bir anlayış ve inancın sahiplerini hemen tekfîr ediyor, dinden çıktıklarını söylüyorlar. Tabii ki bu çok yanlış bir davranıştır. Tekfir konusunda ihtiyatlı davranmak gerekir. “Tekfir ettiğimiz şahıs ya kâfir değilse?” diye düşünülüp yapılan tekfirin isabet edememesi halindeki feci durum değerlendirilmelidir. Bu sebeple Tekfir konusu âlimlere ve ehil olanlara havale edilmelidir. Muvahhid mü’minlerin görevi tebliğdir, yargılamak ve tekfir etmek değildir. Müslümanların hedefi, kişiyi küfre teslim etmek değil; aksine küfrün pençesinden kurtarmaktır. İnsanları şirkten, küfürden kurtarmanın yolu; onlara davet ve tebliğ görevini en iyi şekilde yapmaktır.

Nesâî, Hacc, 217 (3044)

Müslim, İlim 7; Ebû Dâvud, Sünnet 6; İbn Mâce, Menâsık 63

Buhârî, Nikâh 1; Müslim Nikâh 1; Nesâî, Nikâh 4

Tirmizî, Kıyâmet 54

Buhârî, Edeb 57; Müslim, Birr 23; Tirmizî, Birr 24

Müslim, Îmân 186; Tirmizî, Fiten 30, Zühd 3

Müslim, İmare 46

Buhârî, Edeb 73; Müslim, İman 26

Prof. Dr. Hayreddin Karaman, vdğ., İlmihal, c. 1, s. 79-80. Geniş bilgi için bkz. Prof. Dr. A. Saim Kılavuz, İman küfür Sınırı, s. 245, 254

Prof. Dr.Yusuf el-Kardevî, Tekfirde Aşırılık, Ağaç Yay., İst. 2006, s. 35-36

Prof. Dr. Yusuf el-Kardevî, Tekfirde Aşırılık, s. 84

Prof. Dr. Ahmet Saim Kılavuz, İman Küfür Sınırı, Marifet Yay., İst. 1996, s. 252

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul