28 Mart 2024 - Perşembe

Şu anda buradasınız: / İSLAM’A DAVETTE TAKİP EDİLECEK YÖNTEM
İSLAM’A DAVETTE  TAKİP EDİLECEK YÖNTEM

İSLAM’A DAVETTE TAKİP EDİLECEK YÖNTEM SÜLEYMAN GÜLEK

Davetçi, Dolaylı Anlatım Yapmalı
Davet ve tebliğde doğrudan hitap, çoğu zaman muhatabın savunma mekanizmalarını harekete geçirir. Hatasını savunan insan ise hatasını değiştirmemeye şartlanmış demektir. Dolaylı anlatım, hem savunma mekanizmalarını harekete geçirmez hem de tesirlidir. Hz. Peygamberin (s.a.s.) üslubunda doğrudan anlatım olduğu gibi, dolaylı anlatım da mevcuttur. Dolaylı yoldan nasihat Peygamberimiz’in uyguladığı bir metottur: Hz. Âişe (r.a.) şöyle der “Rasûlüllah (s.a.s.) bir adamdan kendisine menfi bir söz ulaştığı vakit: ‘Falan niye böyle söylemiş?’ demezdi. Fakat: ‘İnsanlara ne oluyor da şöyle şöyle söylüyorlar?’ derdi.” 1 Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyrmuştur: “Üstteki el alttaki elden hayırlıdır” 2 Üstteki el ile veren, alttaki elden de verilen kişi kastedilmektedir. Çalışmaya mecazi bir üslup ile teşvik vardır.
Peygamberimiz (s.a.s.) dolaylı anlatım üslubuyla meseleyi insan zihnine yerleştirmeyi hedeflemiştir. Karşılıklı konuşmalarda genelde kişinin şahsına yönelik bir hitap tarzı kullanılır. Ancak bir tebliğ metodu olarak, bu üslübun dışında bir de, başka şahıslar veya insanlar muhatap alınarak, bazı anlatımlar yapılarak, ama yine karşıdakine iletilmek istenenlerin söylenmesi sağlanabilir. Bu, tebliğ yapan ile tebliğ yapılan arasında muhtemel bir gerginliği engellemek ya da tebliğ yapılan kişinin savunma psikolojisine girerek, kendisine anlatılanlara kulak tıkamasına mani olmak için “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” yöntemini kullanmak faydalıdır. Yukaridaki izahlardan da açıkça görüldüğü gibi, tebliğ yaparken gerektiğinde dolaylı anlatım yapılmalıdır.
Allah’tan Başka Hiç Bir Şeyden Korkmamalı
Ebu Said (r.a.)’ın rivâyeti ile şöyle buyurur önderimiz Rasûllullah (s.a.s.): “Herhangi biriniz kendi nefsini küçümsemesin” Sahabeler: ‘Birimizin kendi nefsini küçümsemesi nasıl olur?’ diye sordular. Rasûlullah (s.a.s.): “Biriniz öyle şey görür ki, onunla ilgili söz söylemesi Allah’ın onun üzerinde bir hakkıdır. Fakat o konuda bir şey söylemez (yani insanlardan korkarak susmakla nefsini küçümsemiş olur). Sonra kıyâmet günü Allah Teâlâ ona ‘şöyle ve böyle olan şey hakkında söz söylemekten seni men eden ne idi?’ diye soracaktır. O da: ‘İnsanların korkusu!’ diye cevap verecektir. Ve Allah: ‘Sen (insanlardan değil) öncelikle Benden korkmalıydın’ buyuracaktır.” 3
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz şu şeytan kendi dostlarını korkutur. Eğer mü’minler iseniz, onlardan korkmayın, Benden korkun.” (Âl-i İmrân, 3/175) Allah yolunda giden mü’minler, Allah’tan başka hiç bir şeyden korkmamalı ve “emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker’i” tam mânâsıyla yapmalıdır. Bunu da tam anlamıyla yapabilmesi için kişinin Allah’tan başka kimseden korkmaması lâzımdır. “Öyleyse insanlardan korkmayın, Benden korkun” (Mâide, 5/44) buyuruyor Rabbimiz Allah.
İnsanlardan korkmayarak Allah’ın emrettiği hak yoldan git­meli. Bazı yapılması gereken veya mâni olunması gereken şeyleri tedbir diye terk edenler, tedbirle korkuyu birbirine karıştırıyorlar. Korkaklıktan dolayı yapması gerekeni terk etmek çok yanlıştır. Tabiî ki, bir şey yapılacağı zaman tedbir alınmalı, fakat iyi şeylerin yapılmasında, kötü şeylere mâni olmada gereğinin yapılması da lâzım. Çünkü Ebû Said el-Hudri (r.a.)’ın rivâyetiyle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “Sizden, herhangi biriniz, bir kötülük görürse onu hemen eliyle değiştirsin. Eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle değiştirsin, ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin (buğuz etsin, kin duysun). İmanın en zayıfı da budur.”4 Demek ki, kötülüğün karşısındaki tavrımız, gücümüzün yettiği ölçüde karşı çıkmak olmalıdır.
Davetçi İslâm’ı doğru olarak anlatmalı ve gerçekleri söylemeli, gizlememelidir. “Şüphesiz indirdiğimiz delilleri (emirleri) ve doğru yolu gösteren (âyetleri) insanlara Kitapta açıkça bildirdikten sonra (hakikati) gizleyenler var ya; işte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.” (Bakara, 2/159) Müslüman kişi, Allah’ın emir ve yasaklarını, kimseden korkmadan, çekinmeden ortaya koymak durumundadır.
Kendisini Beğenip Gururlanmamalı
Davetçinin insanlara İslâm’ı anlatırken “ben ne iyi anlatıyorum” diye düşünüp gururlanmaması gerekir. Davetçinin, gazete ve dergilerde köşe yazılarından veya yazmış olduğu kitaplardan dolayı veya herhangi bir özelliğinden dolayı gururlanmaması, bu özellikte olmayanlara karşı kendini üstün görerek insanları küçümsememesi gerekir. “Bütün iyilikler (özellikler) Allah’tandır.” (Nisâ, 4/79) Karşısındaki kişilerin makamına, mevkiine, tahsiline ve zenginliğine göre onlara yakın olup, bu özelliklere sahip olmayanlardan uzak durmak, nefsanî ve şeytanî bir tavırdır.
Mü’min kişi, böyle bir tavır içerisinde olmamalı; hele hocaysa, davetçiyse daha çok kendisine dikkat etmelidir. Çünkü Rabbimiz Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah kendini beğenip övünen (gururlanan) hiç kimseyi sevmez.” (Lokman, 31/18) Davetçinin amacı, Allah rızâsı için insanlar arasında ayrım yapmadan, gurur ve kibirden uzak bir şekilde onları hakka çağırıp bâtıldan sakındırmak olmalı ve kendisi de bunu yerine getirmelidir. Arkasından şu lâfı dedirttirmeye fırsat vermemeli: “Hocanın dediğini yap, gittiği yoldan gitme!”, “bu hocalar, İslâm’ın emirlerini ya­pın derler, fakat kendileri yapmazlar” deme noktasına getirmemek gerekir.
Tabiî ki, bu söz İslâm’ı tam mânâsıyla benimsemiş kişilerin, İslâm davetçilerinin insanlar üzerindeki etkisini kırmak için hakka yönelenlerin sayılarının artmasından rahatsız olanların ürettiği bir sözdür. Bunun gibi üretilen “irtica, mürteci, gerici, yobaz” gibi sözler de bu türdendir. Fakat bizim için önemli olan; bu sözleri haklı çıkartacak tavır ve davranışlardan sakınmak. Söylediklerimizi uygulayarak insanlara iyi bir örnek olmaktır. Yapılan İslâmî tebliğ hiçbir maddî çıkar ve beklenti için değil, sadece ve sadece Allah rızâsı için olmalıdır. İslâm’ı tebliğ ederken bid’atlerden, hurâfelerden, isrâiliyat olan bilgilerden ve İslâm’a aykırı, yanlış anlaşılmaya sebep olacak hikâyelerden sakınmak gerekir.
Anlatacağımız İslâm anlayışı Kur’an ve Sünneti (sahih hadisleri) esas almalı; İnsanların seviyesine göre anlatmalıyız. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: “İnsanlara mevkisine (seviyesine) göre muâmele edin.”5 İnsanların anlayacağı şekilde, seviyelerine göre anlatmalı, kolaylaştırmalı, zorlaştırmamalı. Yine Rasûlullah (s.a.s.): “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirme­yin.”6 buyuruyor. İslâm’ın dışına çıkmadan ve taviz vermeden kolaylaştırmalı, zorlaştırmamalı ve insanlara iyiliği emrederken kendisini unutmamalı, şu âyeti hatırlamalı: “Siz insanlara iyiliği emrediyorken, kendinizi mi unutuyorsunuz? Oysa siz Kitabı okumaktasınız. Yine de akıllanmayacak mısınız?” (Bakara, 2/44) buyruluyor. Aklımızı kullanıp, gereğini yaparak Allah’a iyi kul olmaya çalışmalıyız. Bazı müslüman kardeşlerimiz: “İslâm’ı eksiksiz, tam mânâsıyla yaşayamadığımız için, insanlara İslâm’ı anlatmamalıyız” diyorlar ve tebliğ görevini terk ediyorlar. Bu çok yanlıştır. Tabiî ki, İslâm’ın emirlerini yerine getirmeye gayret etmelidir. Fakat İslâm’ı tebliğ etmeyi de asla terk etmemek gerekir.
Emr-i Bi’l-Ma’rûf ve Nehy-i Ani’l-Münkeri Terk Etmemeli
Beşir oğlu Numan (r.a.)’dan Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın emir ve yasaklarına uyan kimseler bir gemide kura çekerek yerleşen şu topluluğa benzer. (Çekilen kura sonucu) Onların bir bölümü geminin üst, diğer bölümü alt katına yerleşti, alt katta olanlar, su ihtiyaçlarını gidermek için üst katta bulunanların yanından geçiyorlardı. Daha sonra dediler ki; ‘biz bulunduğumuz yerde bir delik açsak da yukarıdakileri rahatsız etmesek’; Eğer üst kattakiler bunları delik açmada serbest bırakırlarsa, hepsi de helâk olurlar. Eğer engel olurlarsa hem kendileri, hem de onlar kurtulurlar.”7
Huzeyfe (r.a.) Rasûlullah (s.a.s.)’in şöyle dediğini rivâyet etti: “Kudret iradesiyle yaşadığım Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülükten (insanları) uzaklaştırırsınız veya Allah Teâlâ size yakın bir zamanda felâket gönderir, sonra da yapacağınız duâları da kabul etmez..” 8 İbn Abbas (r.a.) Rasûlullah (s.a.s.)’in şöyle dediğini rivâyet etti: “Küçüklerine sevgi, büyüklerine saygı göstermeyen, iyiliği emretmeyen ve kötülükten sakındırmayan bizden değildir.” 9 Ebu Hüreyre (r.a.) der ki; Rasûlullah (s.a.s.)’den şunu işittik: “Kıyâmet gününde bir adam tanımadığı birine asılır. ‘Benden ne istiyorsun, aramızda bir şey mi var?’ der. O da ‘ben hatalı ve kötü yolda yürürdüm de sen sakındırmazdın’ diye cevap verir.”10
Hadislerden de görüldüğü gibi insanlara iyiliği emretmeyi kötülükten nehy etmeyi terk edenlerin bu görevi yerine getirmeyenlerin âkibetinin kötü olacağı beyan ediliyor. Dolayısıyla insanların iyi şeyleri yapmasına, kötü işleri terk etmesine katkıda bulunmalı. İslâm’ın emirlerinin yerine getirilmesi ve yasaklarından sakınılması için gereken nasihati yapmalı ve söylediklerimizi yaparak da onlara iyi örnek olmalıyız. Gerek ailemize, komşularımıza, akrabalarımıza, tanıdıklarımıza ve gerek herkese İslâm’ın kurallarına uyarak iyi örnek olmalıyız. Yaptığımız işler doğru, dürüst, adâletli olmalı ve kimse yaptığımız işlerden dolayı bizden şikâyetçi olmamalı ve buna çok dikkat etmeliyiz ki, insanlara iyi örnek olalım ve söylediğimiz sözler tesirli olsun, aksi halde tesirli olmaz, faydası olmaz.
Davette Sanatı Kullanmalı
Sanat, davânın en sihirli tebliğ ve telkin vâsıtasıdır. İnsanlara güzeli sunmak için güzel bir görünüm içinde güzel unsurları kullanmak gerekir ki, bu usûllere sanat diyoruz. Sanat rûhundan yoksun kaba ve çirkin bir tebliğ (ki buna tebliğ denmez, propaganda denir) çağırmak değil, kaçırmaktır. Bu ince telkin edâsından yoksun, yani sanatsız tebliğcilik, ham softalık ve kaba yobazlık olur. Sanatın bir gâyesi de gönülle duyduklarımızı başkalarına güzel bir şekilde ifâde etmektir. Rûhumuzu gönlümüzü açmak, oradaki huzuru, hazzı, zevki, güzelliği, derdi, çileyi başkalarıyla paylaşmaktır. “Ballar balını buldum. Kovanım yağma olsun!” demektir.
Yani tebliğdir. Doğruluk ve güzellik tebliğle, telkinle yayılır. Gerçek sanatın tüm dalları tebliğ vâsıtalarıdır. “Gerçek sanat” diyoruz, çünkü meşrû olmayan sanat dallarını ve sanatın gayr-ı meşrû kullanılışını tebliğ kabul etmiyoruz. Meşrû dâvâ, meşrû vâsıtalarla gelir. Tebliğ demek, müslümanca sanat demektir. İlla Kur’an âyetlerinin veya hadislerin anlamlarını vermek, vaaz ve nasihat demek değildir. Hayatla ilgili herhangi bir konu İslâmî ölçülere uygun şekilde müslümanca ele alınır; sözle, sesle, çizgiyle veya başka bir yolla meşrû ve güzel bir tarzda sunulursa bu sanat olduğu kadar tebliğ de olur. 11
Bazı Zamanlar Fırsat Bilinmeli
Tebliğci, hakkı tanıtmak için muhâtaplarının özel zamanlarını fırsat bilmelidir. Hastalığında ziyâret, yakınlarından birinin ölümü için tâziye, düğününü tebrik, bayram ve benzeri günleri tebliğ için değerlendirmelidir. Sıkıntılı, dertli durumlarında sabır tavsiyesi ve hastalığında ziyaret edip Allah’tan şifâ talebi ile birlikte, bu durumların tebliğe kapıların açık olduğu zamanlar olduğunu bilerek, bu fırsatları Allah için değerlendirmelidir. Herkese, özellikle misafiri ve ziyaretçisi gelmeyen, adam yerine konulmayan garip ve kimsesizlere, fakir mahalle sâkinlerine dâvet ulaştırılmalıdır. Peygamberimiz başta olmak üzere, hemen her peygamberin tebliğlerine ilk olumlu cevap verenler; köleler ve fakirler olmuştur.
Ayakkabımızı boyatırken boyacıya, tıraş olurken berbere, alışveriş ederken bakkala, müsâit ortam varsa çekinmeden tebliğ ulaştırılmaya çalışılmalıdır. Evimiz, akrabâlarımız, iş arkadaşlarımız, samimiyet kurduklarımız; tebliğde öncelemek zorunda olduğumuz kimselerdir. Bununla birlikte tebliğ; kime yapılmalıdır? Herkese. Nerede? Her yerde. Ne ile, nasıl? Meşrû her araç ile ve meşrû her yöntemle. Birebir davet için uygun, özel zamanlar belirlemeli, özellikle kişinin hastalığı, evliliği, varsa bir yakınının taziyesi gibi durumlar muhatapla görüşmek için fırsat bilinmelidir.
Sıkıntılı, dertli durumlarında üzüntüsünü, mutluluk anında sevincini paylaşmak davetimizin muhatabımızda bırakacağı etkiyi daha da arttıracaktır. “Yahudilerden bir genç, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e hizmet ediyordu. Genç hastalandığı zaman, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu ziyarete gitti ve başucunda oturdu. Ona ‘Müslüman ol’ dedi. O da yanında duran babasının yüzüne izin istercesine baktı. Babası da ‘Evladım Ebu Kasım’a (Peygamber Efendimizin künyesi) itaat e’ dedi ve çocuk Müslüman oldu. Evden dışarı çıkan Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şunları söylüyordu: “Hamd O Allah’a mahsustur ki bu çocuğu benim vasıtamla cehennemden kurtardı.”12
Görüldüğü gibi burada gencin evinde birebir ziyaret edilmesi, hem kendisinin Müslüman olmasını sağlamış hem de babasının kalbini yumuşatıp gencin iman etmesine razı hale getirmiştir. Muhatabın iman etmesi veya Müslüman ise şuur kazanması bir davetçi için inanılmaz bir mutluluktur. O zamana kadar çekmiş olduğu sıkıntıları birden bire unutturur ve hüzünler yerini mutluluğa terk eder.
Ebu Davud, Edeb 6
Buhari, Zekât 18
İbn Mâce, Fiten 20
Müslim, İman 78; Tirmizî, 10
Ebû Dâvud, Edeb 23
Buhârî, İlim 12; Müslim, Cihad ve’s-Siyer. 3
Buhârî, Şehâdet 31;Tirmizî. Fiten 11
Tirmizî, Fiten 9
Tirmizî, Birr ve Sıla 15
İmam Hâfız el-Munzirî, Terğib ve Terhib, c. 4, s. 521, Hds. 31
Ahmed Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri, Emr-i Bi’l-Ma’ruf Nehy-i Ani’l-Münker Kavramı
Kandehlevi, Hayatussahabe, Terc. c. 1. s. 37

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul