
Değer Vermeli
Davetçinin dikkat etmesi gereken hususlardan biri de muhataba değer vermektir. Davetçi muhatabına samimi duygularla yaklaşmalı ve onun saygınlığını zedeleyici tavırlardan kaçınmalıdır. Onun görüşlerine değer vermeli, söz ve davranışlarında kırıcı olmamaya dikkat etmelidir. Ebu Rifaa el-Adevi (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah’ın yanına vardım, halka hitap ediyordu. “Ey Allah’ın Rasûlü!” dedim. “Yabancı ve dinini bilmeyen bir kimseyim, sizden dinimin ne olduğunu öğrenmek istiyorum” Bunun üzerine bana yöneldi, halka hitap etmeyi bıraktı yanıma kadar geldi. Kendisine bir sandalye getirildi. Ayakları demirdendi. Üzerine oturdu. Hemen Allah’ın kendisine öğrettiklerinden bana öğretmeye başladı. Sonra tekrar dönerek, konuşmasını tamamladı.1
Bu hadiste de görüldüğü gibi, birinin irşadı söz konusu olduğunda Hz Peygamber her şeyi bırakır, o kişiyle ilgilenir ve irşadıyla meşkul olurdu. Çünkü Hz. Peygamber insanlara çok değer verirdi. Bu nedenle davetçi, kadın, erkek, çocuk, yaşlı ve genç, Müslüman veya Müslüman olmayan herkesle iletişim kurabilmelidir. Seviyesi, kapasitesi, yaşı, işi ne olursa olsun her insana değer vermeli. Hiçbir insanı, “bu adam olmaz, bu yola gelmez, bu çok cahil, bunun yaşı geçmiş, bunun kalbi mühürlenmiş, bu şirk içinde” diyerek dışlanmamalı, davet ve tebliğ terk edilmemelidir. Herkese İslâm anlatılmalı ve onları kazanmaya çalışmalıyız.
Herkes, sevilmek ve sayılmak ister. Kimse dışlanmak istemez. İnsanlarla başarılı bir ilişki kurmanın temelinde muhatabı ciddiye alma ve ona değer verme vardır. İnsanları oldukları gibi kabul etmeli, onlara değer vermeli ve kimseyi dışlamamalıdır. Başarılı bir tebliğ için öncelikle karşımızdaki kişileri olduğu gibi kabul edip onlara saygı duymalıyız. Onların önemli ve değerli olduklarını hissettirmeliyiz. Muhataplarımızın bilgi seviyelerini ve ihtiyaçlarını dikkate alarak anlayacakları bir dille konuşmalıyız. Dışlayıcı ve incitici bir dil kullanmaktan kaçınmalıyız. Konuşurken doğal davranmalı, samimi olmalı, yapmacık ve abartıdan uzak durmalıyız. Tabii ki, tebliğci, Allah’ın yüceliğini, İslâm’ın iman, ibadet ve ahlâk esaslarını doğru bir şekilde, muhataplarına değer vererek çok güzel bir üslupla anlatmalıdır. Böylece tebliğ ve davet görevimizi yerine getirmiş oluruz.
Kolaylaştırıcı Olmalı
İnsan Psikolojisi kolaya meyyaldir ve bir şeye yavaş yavaş alıştıktan sonra onu kabule müsaittir. Karşılaşılan ağır bir teklif, meselenin tamamını inkâra yol açabilir. Bu sebeple, muhataptan, zamanla, tetricen yapabileceği ve kaldırabileceği şeyler istenmelidir.2 Hz. Peygamber (s.a.s.), dini tebliğde daima kolaylık yolunu tutmuş ve ashâbına da bunu sıkça tavsiye etmiştir.“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz” 3 emri onun ana prensibi idi.
Dine davet için gönderdiği görevlilere bunu daima hatırlatırdı. Rasûlullah (s.a.s.)’de dinin kolay olduğunu beyan etmiştir: “Şüphesiz ki bu din kolaylıktır. Her kim (kolay olan) bu dini zorlaştırırsa altında kalır. Onun için orta bir yol tutun ve dini en uygun biçimde uygulayın.” 4 “Allah, koyduğu yasaklara uyulmasını sevdiği gibi, koyduğu kolaylıkların uygulanmasını da sever.” 5 Hz. Âişe (r.a.) şöyle diyor: “Rasûlullah (s.a.s.), biri zor biri kolay iki seçenekle karşılaştığında günah değilse, muhakkak en kolay olanını tercih ederdi.” 6 Çünkü İslâm’da ruhbanlık yoktur, tabiî ki, İslâm’ın emirlerini yerine getirmede gevşeklik, umursamazlık ve taviz vermekte yoktur. Allah’ın insanlara vermiş olduğu kulluk görevleri (emir ve yasakları da) kolaydır. “Allah kimseye (ibâdet ve itaatte) gücünün yettiğinin dışında teklif etmez.” (Bakara, 2/286) “Din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi.” (Hac, 22/78) Allah Teâlâ ne emir etmişse onu yapmak kolaydır ve neyi de yasak etmişse ondan da sakınmak kolaydır.
İslâm’da insanların tabiatına aykırı düşen, fıtratını zorlaştıran hiçbir güçlük yoktur. İbâdet ve yükümlülükler de bir azîmet (normal şartlardaki genel hüküm) yanında bir de ruhsat yani mazereti sebebiyle kolaylık vardır. Ayrıca günahlar için tevbe, keffâret vb. kurtuluş ve arınma yolları açık tutulmuştur. Dolayısıyla İslâm dini kolaydır ve bunu iyi bir şekilde anlatmak gerekir. Muaz b. Cebel (r.a.)’ı Yemen’e valî gönderen Rasulullah (s.a.s.), önce iman konusunu tebliğ edip onlara kabul ettirmesini, sonra beş vakit namaz ve zekâtı haber vermesini emretmiştir.7 Yücce Allah şöyle buyurur: “Allah, size kolaylık diler zorluk dilemez.”(Bakara, 2/185) “Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez.” (Bakara, 2/286) ”Allah, (ağır yükleri) sizden hafifletmek ister. (Çünkü) insan zayıf olarak yaratılmıştır.” (Nisâ, 4/28) “Allah adına gerektiği gibi cihad edin. O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir.” (Hacc, 22/78)
İbn Abbas (r.a.)’nın rivayetleriyle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:““İnsanlara (din işlerini ve vazifelerini) öğretin, kolaylık gösterin ve güçlük çıkarmayın. Sizden biriniz hiddetlendiği zaman, sükût etsin (sussun-konuşmasın)!” 8 Rasûlullah (s.a.s.)’in, bu konudaki bir uygulamasını örnek olarak kaydedelim. Talha b. Ubeydullah (r.a.) anlatıyor: Necd ahâlisinden saçı darmadağın (fakir) bir kimse, Rasûlullah’a geldi. Uzaktan sesini karmakarışık duyuyor, fakat ne söylediğini anlamıyorduk. Nihayet yaklaştı. Meğer İslâm’ın ne olduğunu soruyormuş.
Bu suale karşı Rasulullah (s.a.s.): “Bir gün bir gece içinde beş vakit namaz.” buyurdu. O zât:
- Üzerimde bu namazlardan başka da olacak mı? diye sordu.
“Hayır meğer ki, kendinden kılasın.” buyurdu. Ondan sonra Rasulullah (s.a.s.): “Bir de Ramazan orucu.” buyurdu. O zât:
- Üzerime bundan başka da olacak mı? diye sordu. O da: “Hayır, meğer ki, kendiliğinden tutasın.” Rasûlullah (s.a.s.), zekâtı da ona söyledi. O zât, yine:
- Üzerimde bundan başkası da olacak mı? diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.), yine: “Hayır, meğer ki, kendiliğinden veresin” cevabını verdi. Bunun üzerine (o Necidli fakir zât): “Vallahi bundan ne artık, ne noksan bir şey yapacak değilim, diyerek arkasını dönüp gitti. Bunu duyunca Raûlullah (s.a.s.): “Eğer doğru söylüyorsa, kurtuldu gitti. (Yahud, eğer doğru söylüyorsa, cennete girdi)” buyurdu.9 ‘Kolaylaştırın, zorlaştırmayın’ emri, uygulamada olduğu gibi olmalıdır, yoksa İslâm dininden taviz vererek, kolaylaştırmak asla mümkün değildir.
Tabii ki davette aslolan, kolaylaştırmaktır; fakat bu, taviz ve gevşeklik demek değildir. Kur’an’ın pek çok âyeti ile ve Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hadislerinde, dinin kolaylık olduğu sıkça hatırlatılır. Bu hatırlatmanın sayısız hikmetleri vardır. Çünkü dinin tebliği ve insanların İslâm’ı kabul etmesinde kolaylık prensibi esastır. Kıyamete kadar yegâne hak din olarak devam edecek olan İslâm’ı bütün zaman ve mekânlarda insanlara ulaştıracak ve emirlerini onlara duyuracak olan tebliğcilerin bilmesi ve uyması gereken ilk prensip kolaylık yolu olacaktır. Bu, hayatın bütün alanlarında geçerli bir prensiptir.
Baskıcı, Zorlayıcı ve Eleştirel Olmamalı
İslâm Dininin ruhunda, özünde zorlama ve baskı yoktur. Çünkü zorlama dinin ruhuna zıttır. İkrah (zorlama) ile yapılan bütün amel ve fiiller ister inanç, ister ibâdet ve isterse muamele açısından kat’iyyen makbul ve muteber kabul edilemez. Yüce Rabbimiz şöyle buyurur: “Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.” (Bakara, 2/256)
Zaten din, zorla kabul edilebilecek veya zorla kabul ettirilebilecek bir sistem değildir. O’nda her şeyden önce îmân esastır. İman ise, tamamen vicdanî ve kalbe ait bir mes’eledir. Hiçbir ikrah teşebbüsü kalb ve vicdana tesir edemez. Dolayısıyla insan ancak içinden geliyorsa ve gönlü imana yatkınsa iman edebilir. Bu manâda da dinde zorlama yoktur. İkrâh; Zorlamak, bir kimseyi istemediği ve çirkin gördüğü bir işi yapmaya mecbur tutmak demektir. İslâm’da, insana din, inanç ve vicdan özgürlüğü tanınmış; irâdeyi baskı altına almak ve insanı rızâsı olmayan işlere zorlamak yasaklanmıştır.
İknâ etme, güzel öğüt, toleranslı davranış ve en güzel irşad ve eğitim metodunu bulup uygulamak İslâm’ın amacıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulur: “İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle dâvet et. Onlarla en uygun şekilde mücâdele et. Şüphesiz ki Rabbin, yolundan sapanı da, doğru yolda yürüyenleri de çok iyi bilir.” (Nahl, 16/125)
Tebliğ yapan kişi karşısındakini bir şeye inandırmak zorunda, fikrini ona kabul ettirmek durumunda değildir. Ona düşen sadece Allah’ın dinini tebliğ etmektir. Hidayeti verecek olan, iman etmesini sağlayacak olan Allah’tır. Bu nedenle ısrarcı ve baskıcı davranmasının hiçbir yararı olmayacaktır. Nitekim Allah Kur’an’da, “Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. Onlara ‘zor ve baskı’ kullanacak değilsin” (Ğaşiye, 88/21-22) ya da “Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse, onlar mü’min oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın?” (Yunus, 10/99) hükmüyle iman edenleri bu tür bir tavırdan kesin biçimde alıkoyar.
Baskıcı olmamak ve karşıdakini inanmakta özgür bırakmak, tebliğ yapanın samimiyeti ve maddî bir beklentisi olmadığına dair bir kanaat bırakacağı için, anlatılanları daha etkili kılacaktır. İslâm’ın tebliğ edilmesi her Müslümanın üzerine düşen bir görevdir. Fakat bu, İslâm’ın hükmüne göre, asla baskı yoluyla gerçekleşemez.
İslâm, Hıristiyanlara, Yahudilere, Budistlere, Ateistlere, Darwinistlere, Deistlere, Mataryalistlere ve beşeri ideolojileri savunanlara ayrıca cehalet ve gaflet yüzünden İslâm dinini yaşamayanlara tebliğ edilir, fakat bu kişiler eğer kendi dinlerini ve inançlarını yaşamakta ısrar ederlerse, artık Kur’an’a göre, onlara yönelik bir zorlama söz konusu olamaz. İşte bu sebeple Allah, “dinde zorlama (ve baskı) yoktur” şeklinde bildirerek İslâm dinine inanmanın bir tercih şeklinde olması gerektiğini haber vermiştir. Yine bir başka âyette; “Öğüt ver, çünkü sen ancak öğüt verensin. Onların üzerinde zorlayıcı değilsin.” (Gâşiye, 88/21) bildiriliyor. “Sizin dininiz size, benim dinim bana.” (Kâfirûn, 109/6) Ancak tebliğ ve teklif edilir. “Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi iman ederdi. Öyle ise sen, iman etmeleri için insanları zorluyor musun?” (Yunus 10/99) Şu halde dine girmesi için kimseye zorlama yapılmamalıdır. Çünkü zorlanan kimsenin açığa vuracağı iman, Allah yanında gerçek iman olmaz. Zorlama ile gerçek bir dindar kazanılmaz. Dinin insanlara ulaştırılması önemli bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu üstlenen kişiler öncelikle söz ve davranışlarıyla örnek olmalıdırlar.
Ayrıca İslâm dinini doğru bir şekilde insanlara ulaştırmalıdırlar. Muhatapların inanıp inanmamaları veya bunları yerine getirip getirmemeleri ulaştıranın sorumluluk alanına girmez. Çünkü Allah insanı bilgilendirdikten sonra seçiminde özgür bırakmıştır. Davetçi, davet ve irşat faaliyetlerini yürütürken insanın seçme özgürlüğünü dikkate almalıdır. İrşat, tebliğ ve davette etkili olabilmek için karşılıklı güven ortamının oluşması gerekir. Bu görev yerine getirilirken sevgi, saygı, sabır, samimiyet, anlayış ve hoşgörü ilkeleri esas alınmalıdır. İrşat, tebliğ ve davette zorlama ve baskı yoktur.
Bir kimseyi zorla, tehditle, baskı ile Müslüman yapmaya çalışmak, öncelikle İslâm dininin özüne aykırıdır. Bu itibarla davetçi, İslâm’ı anlatırken baskıcı, zorlayıcı ve eleştirel olmamalıdır. Tebliğ yaparken baskı yapmak, zorlamak çok yanlıştır. Aynı şekilde muhatabı eleştirmek, kınamak ve onu rencide etmekte yanlıştır. Çünkü bu tür yaklaşımlar muhataba fayda yerine zarar verir.
Katı Değil, Yumuşak Olmalı
Yumuşak ve güler yüzle hitap etmek karşımızdaki kişinin etkilenmesine sebep olur. Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz Allah Mûsâ ve Harun (a.s.)’a azgın Firavun’a karşı yumuşaklık ve iyilikle hitap etmelerini beyan ediyor: “Firavun’a gidin, çünkü o azdı. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt alır veya korkar.” (Tâhâ, 20/43-44) Yumuşaklık ve katılıktan kaçınma hususunda Allah Teâlâ yine şöyle buyuruyor: “Ey Muhammed! Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır; Onlarla en güzel şekilde mücadele et; doğrusu Rabbin kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O doğru yolda olanları da en iyi bilir.” (Nahl, 16/125)“Allah’ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılır, giderlerdi.” (Âl-i İmrân, 3/159)
Âyetlerden de görülüyor ki davetçi katı değil, yumuşak, tatlı dilli, güler yüzlü olmalı. İnsanların anlayacağı şekilde, seviyesine göre anlatmalı, İslâm anlayışı fikir ve düşüncesinin ne olduğunu, tevhid, şirk, iman, amel, ahlâk ve helâl, haram konusundaki eksikliklerini anlayarak o eksikliklerini giderme yoluna gitmelidir. Önemli olan konuşmak, hitap etmek değil; önemli olan, kişinin iyi bir mü’min olması için ne gerekiyorsa onu yapmasıdır. Bazı kişiler şöyle derler. “Ben anlattım, ister kabul eder, ister etmez. Ben görevimi yaptım.” diyerek işin peşini bırakırlar.
Maksat sadece anlatmak değil, muhatabı ikna etmek için gerekeni yapmaktır. Gerekeni tam mânâsıyla yaptıktan sonra hâlâ netice alınmıyorsa o zaman Rabbimizin şu beyanını düşünmeliyiz. “Ey iman edenler, siz kendinize bakın, siz doğru yolda iseniz sapan kimse size zarar vermez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O size ne yaptığınızı haber verecektir.” (Mâide, 5/105)
Hakka davet olunan kişiler, eğer hakkı kabul etmezse kendi zararınadır. “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara, 2/256)“De ki: ‘Bu gerçek Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin.” (Kehf, 18/29)“Artık kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa (onun mükâfatını) görür ve kim zerre ağırlığınca şer yapmışsa (onun zararını) görür.” (Zilzâl, 99/7-8) Durum böyle olunca hak yoldan sapanlar kendine zarar vermiş olur. Aynı şekilde insanlara zarar verenler de yine aslında kendilerine de zarar vermiş olurlar. Çünkü yapılan haksızlıkların, ahlâksızlıkların, zulümlerin, kötülüklerin cezasını kendileri görecektir. Haktan uzaklaşan insanlar birbirlerine haksızlık, kötülük, zulüm yapmaktadırlar. İnsanların haktan uzaklaşmasına ve bâtıl bir yaşam sürmesine neden olanlar, hem kendilerine, hem de sebep oldukları kişilere büyük zarar vermiş oluyorlar.
Hediye Vermek
Muhabbeti artırmanın yolu; hediyeleşmektir. Hediye; bağış, armağan, insanlar arasında sevgi; ülfet, muhabbet ve yakınlığa vesile olan, karşılık beklemeden birisine ikram edilen nesne anlamlarına gelir. Bir Müslüman kardeşin gönlünü almak ve sevgisini kazanmak için ona verilen şeye hediye denir ki, bu sünnettir. Ebu Hüreyre (r.a.)’dan: Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurur: “Hediyeleşin! Çünkü hediye, göğüsten kini giderir. Bir komşu kadın, komşu olan kadına koyun paçası bile olsa (hediye vermeyi) küçük görmesin!”10 Hediye içten bir sevginin nişanesidir. Bu yüzdendir ki azlığına çokluğuna, değerli veya değersiz oluşuna bakarak hediyede ve onu getirende kusur aramak, hediyeleşme adabı ile uyuşmaz. Alçakgönüllülük, hilm ve tevazu gibi yüksek ahlâkî vasıflara sahip olan Hz.Peygamber (s.a.s.); “Davet edene icabet edin ve hediyeyi reddetmeyin...” 11 buyurmuştur.
Kendisi de kendisine bir kol kemiği hediye edilse bile bunu kabul edeceğini belirterek12 hediyenin maddi değerinden ziyade, hediyeleşmenin önemli olduğuna işaret etmiştir. Rasûlullah (s.a.s.), “hediyeleşme” konusunda mü’minlere yol gösterirken; cömertlik, vefa, ihsan ve ikram gibi kardeşlik bağlarını güçlendiren birçok güzel hasleti bir davranışta birleştirmiştir. Onlara, dünya metaını verip karşılığında gönül almanın, Allah’ın rızâsını kazanmaya eşdeğer bir meziyet olduğunu öğretmiştir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) “Musahafa edin (tokalaşın) ki, içinizde ki kin gitsin; hediyeleşin ki, birbirinizi sevesiniz ve (aranızdaki) düşmanlık gitsin.”13 buyurarak hediyeleşmenin Müslümanlar arasıdna muhabbeti tesis eden yönüne işaret etmiştir.
Hediyeden maksat Allah’ın rızâsı olduğuna göre muhatabımızın kalbini ve şevkini şahsımız vesilesi ile İslâm’a yöneltmek olmalıdır. Tabii ki hediyeleşmede giyecek veya kullanacak eşya da yerine göre önem arzedebilir. Bunları istisna edecek olursak kitap, dergi, kaset, cd veya benzeri eşya ağırlık kazanacaktır. Hediye kalplerdeki soğukluğu giderir, kardeşler arasında sevgi ve yakınlık sağlar, dostluğu artırır, kini, düşmanlığı yok eder ve muhatabın hidayetine vesile olabilir. Bu sebeple hediyeleşmek önem arz etmektedir. Davetçiler, gerktiğinde yardım ve hediye konusnda çömert olmalıdır. Çünkü hediye vermek, mü’minler arasında sevgi, saygı ve bağlılığın artmasına, davet ve tebliğin etkili olmasına katkı sağlar.
Müslim, Cuma 60
Ahmet Önkal, Rasûlullah’ın İslâm’a Davet Metodu, Kitap Dünyası Yay., İst. 2004, s. 200
Buhârî, İlim 11; Müslim, Cihâd 5
Buhârî, İman 29; Nesâî, İman 28
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 108
Buhârî, Menâkıb 23; Müslim, Fezâil 77; Ebû Dâvud, Edeb 5
Bkz. Buhârî, Mağazî 62; Müslim, İman, 29-31
İmam Buhârî, Edebü’l-Müfred, B. 123, Hds. 245.
Buhârî, İman 34. 39; Müslim, İman 8-10; Ebu Davud, Salat 1
Tirmizi, Vela ve’l-Hibe 6, (2131)
İbn Hanbel, c. 1, s. 405
Bkz. Buhari, Nikâh 74
Muvatta’, Hüsnü’l-hulk 4