
Giriş
Muaz bin Cebel (r.a.)’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz ki şeytan insanın kurdudur. Tıpkı koyunların sürüden ayrılmış olanı kapması gibi. O bakımdan sakın kenardaki uzak yollara gitmeyin. Size cemaate, umumi olarak Müslümanlarla birlikte olmaya ve mescide devam etmenizi tavsiye ederim”1
En büyük düşmanımız olan şeytanın imanımızı kapma tehlikesine karşı bizleri uyarmıştır. Her insanın damarlarında gezen ve ona devamlı kötülüğü telkin eden bir şeytan vardır. Nasıl ki hayvanlar yemek yerken, su içerken, dolaşırlarken, dinlenirlerken ve hatta uyurlarken bile kendilerini kapıp alıverecek bir düşmana karşı ürkek, tedirgin, korkak ve tedbirli bir halde oldukları halde hayat sürüyorsa, akıl sahibi olan insan da onu ebedi bir azaba sürükleyecek şeytana karşı tedbirsiz ve rahat olmamalı, her an imanını kaybetme tehlikesi düşüncesi ile tedirgin olmalı, tedbirleri elden bırakmamalıdır. Tıpkı bir tavşan gibi olmalı, hayatını imanını kaybetme endişesi içinde yaşamalıdır. Evinin içinde bir kâtil, bir hırsız dolaşan insan devamlı her kapının arkasında olabilecek, ona zarar verebilecek bir hırsız var iken rahat rahat evinin içinde gezinebilir mi? Eğer geziniyorsa o kimse ya cahil, ya da düşmanından gelecek tehlikeyi göz ardı eden düşüncesiz bir ahmaktır. Evinde düşmanları olduğu halde dinini, namusunu, canlarını ve mallarını korumayan, emniyet tedbirlerini almayan ve rahatça televizyondaki bir maçı ya da dizi filmi izleyen insana sizce ne derler?
Allah’ın dosdoğru yolu bir tane olmakla birlikte, şeytanın yolları etrafımızı kuşatmıştır ve şeytanlar bizleri Allah’ın yolundan ayırmak için bütün güçleri ile kendi sapık yollarına çağırmaktadırlar.
Bu hususta bir hadis-i şerifte Abdullah İbn Mesud (r.a.)’dan şöyle rivayet edilmiştir:
Rasûlullah (s.a.s.) bize bir gün dümdüz bir çizgi çizdi, sonra; ‘İşte bu Allah’ın yoludur’ buyurdu. Sonra bunun sağından ve solundan birçok çizgiler daha çizdi. Bundan sonra da; ‘Bunlar da bir takım yollardır ki, her birinin başında bir şeytan vardır, ona çağırır’ buyurdu”2
Şeytan ile beraber yardımcıları tağutlar, belamlar ve küfrün önderleri tüm güçleri ile insanları karanlıklara, zulumata davet etmektedirler. Karanlıklar pek çoktur, hak ise bir tanedir. “Allah mü’minleri karanlıklar (zulumat) dan nur’a çıkarır”(Bakara,2/257) ayetinde karanlıklar çoğul, nur (hak) ise tekil olarak gelmiştir. Müslüman için aslolan doğru yolda olması ve aynı zamanda da sapık yollardan uzak durmasıdır. Doğru yolda olmak ne kadar önemli ise, sapıklığa düşmemek de bir o kadar önemlidir. En çok insanları saptıran unsur şeytan, insanların en çok saptıkları husus da heva ve heveslerine, yani sapık duygularına tabi olmalarıdır. Sapıklıkta zirve yapanlar ise daha Kur’an’ı Kerim’in ilk suresinde kendilerine benzemememiz hususunda uyarıldığımız, ilim sahibi oldukları halde, doğru bilgiye ulaştıkları halde sırf “kıskançlıklarından” dolayı, sahip oldukları “kavmiyetçilik” belasından dolayı hakkı inkâr eden ve kâfirlerden olan Yahudilerdir. Onlar hakkı apaçık gördükleri halde Allah Rasûlu (s.a.s.)’i “İsrailoğullarından” değil de “Araplardan” geldiği için reddetmişlerdir. “İşte bilip-tanıdıkları gelince, onu inkâr ettiler”(Bakara,2/89) ayeti onun Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu apaçık bildiklerinin şahididir.
Başka bir ayette ise:
“Kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık ve hakka başkaldırma yüzünden ayrılığa düştüler”(Âl-i İmran, 3/19)
Onların kavmiyetçilikten ve kıskançlıktan oluşan hakkı inkâr ediş durumları tekrar tekrar beyan edilir ki, Ümmet-i Muhammed’de duygularını ön plana çıkararak hakkı gizlemesin, şeytanın sapkın yollarına girmesin, ilim ile amel etsin ve ilmin önüne geçen şeytani duygulardan uzak kalsın.
Mesele bilgi meselesi değil, duygu meselesidir. Onlara doğru bilgi apaçık ulaşmıştır. Fakat o bilgi daha kalbe ulaşmadan, önüne “kavmiyetçilik” duvarı çıkmıştır. Her bir insanın kalbinin önünde görünmeyen duvarları vardır. “Kavmiyetçilik”, “aşırı titizlik”, “güzel giyinme ve beğenilme arzusu”, “lider olup insanlar nezdinde saygı görme”, “her şeyi bilen ve sözüne değer verilen kimselerden olma”, “en güzel kadın veya en yakışıklı erkek olma arzusu”, “belli bir spor alanında zirve yaparak öne çıkma isteği”, “çocuklarını en iyi şekilde yetiştirme ve onları toplumda değerli bir mevkide görme arzusu”, “kibar ve görgülü görünme isteği”, “en güzel eve ve ev eşyalarına sahip olarak diğerlerine üstün olma”, “hakkı ve vahyi çiğneme adına yapılan vatanseverlik”, “insan sevgisi ‘hümanizm’ adı altında nefret edilmesi gereken kişilere merhamet ve sevgi göstermek”, “hayvanları sevmek adına dengesizce hareket etmek”vb. İşte bunlardan sadece bir tanesi bile vahyin önüne geçerek, Allah’ın emirlerinin kalbin içinde bulunan akıla ulaşmasını engelleyerek insanların “akledememesine” ve onun kâfirlerden olmasına sebep olabilir. Bu durum bütün duygularımız için geçerlidir. O halde duygularımızı İslâm’a tabi kılmalı, terbiye etmeli, İslâm’ı arzularımıza esir etmemeliyiz.
Allah (c.c.) ayet-i kerimede onların kalplerinde olan durumu şöyle beyan etmektedir:
“Kitap Ehlinden çoğu, kendilerine gerçek (hak) apaçık belli olduktan sonra, nefislerindeki kıskançlıktan dolayı, imanınızdan sonra sizi küfre döndürmek isterler” (Bakara, 2/109)
Hakkı inkâr etme ve hatta doğru yolda olanları da kâfir yapma isteklerinden bahseder. Şeytan insanın kalbinin etrafında dolaşarak onun duygularına tesir ederek Allah’ın yolundan saptırmaya çalışır. Ona yaptığı işleri süslü gösterir. Hatta öylesine etkilidir ki, kâfirlere yapmış oldukları işleri güzel gösterir. Allah (c.c.) vahye tabi olmayarak karanlıklar içinde kalmış, zulmün içine gırtlağına kadar batmış olan kimseler için: “onlara yaptıkları işler güzel görünüyor” (Enam,6/122) buyurarak hallerini beyan eder.
İlim üzere, vahiy üzere hareket eden kimselerle, duygularının kötü etkilerine tabi olarak hak yolda olduğunu zanneden insanların aynı olmadığı şu ayetle beyan edilmiştir:
“Rabbinden bir belge üzerinde olan kimse, kendisine kötü işleri güzel görünen ve heveslerine uyan kimse gibi midir?” (Muhammed,47/14)
“Gerçeği çok iyi anladıkları halde, sırf zalimlik ve büyüklenme yüzünden inkâr ettiler. İşte bak, bozguncuların sonu nasıl oldu?” (Neml, 27/14)
Şeytan, Kavmiyetçi Duygular ile Kıskandı ve Kâfir Oldu
Şeytan ilim sahibi bir “kul” olduğu halde, eşref-i mahlûkat olarak yaratılan Âdem (a.s.)’ı kıskanarak kendi cinsinin ateşten yaratıldığını, insan cinsinin ise topraktan yaratıldığını öne sürerek üstün olduğunu iddia etti. Allah’ın emrine karşı geldi ve “Allah’tan korkarım” demesine rağmen kâfir oldu. Günümüzde de “Allah” adını kullandığı halde, Müslümanım dediği halde kavmini dininin önüne geçiren insanlar vardır ve bunlar asla Müslüman olamazlar. İnsan kavmini sevebilir ve hatta sevmelidir. Fakat bu sevgiyi din sevgisinin önüne geçirerek kendisi için bir fitne yaparsa işte o zaman kâfirlerden olur.
“Ancak Müslümanlar kardeştir” (Hucurat,49/10) ve “Allah’ın nimeti sayesinde kardeşler oldunuz”(Âl-i İmran, 3/103)
Ayetleri bize gerçek olan akrabalarımızın Müslümanlar olduğunu bildirmektedir.
İmam Kurtubi (rh.a.):
“Din kardeşliği, neseb kardeşliğinden daha sağlamdır, denilmiştir. Çünkü neseb kardeşliği din ayrılığı halinde kesintiye uğrar, din kardeşliği ise neseblerin farklılığı dolayısıyla kesintiye uğramaz”3 diyerek kavimden önce inanç ve akide birliğinin geldiğini, akide bozuk olunca neseb kardeşliğinin bile bozulduğunu beyan eder.
Bu hususta Nuh (a.s.), tufan sırasında gemiye gelmeyen ve helak olanlardan olan oğlu için şöyle der:
“Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki: Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir” (Hud, 11/45)
Allah (c.c.) ona:
“Dedi ki: Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş yapmıştır” (Hud,11/46)
Nuh (a.s.) gibi ululazm bir peygamberin bile oğlunun akide bozukluğu sebebi ile artık değil Nuh (a.s.) kavminden olmayı, ailesinden bile olmadığı beyan edilmiştir. Bu yüzden biz Türkler atalarımızı Türk oldukları için değil, Müslüman oldukları için severiz. Müslüman bir Fransız, Amerikalı, Yunan, Rum vs. kardeşimiz iken ve onları Allah için severken, inancı bozuk olan, İslâm akidesinden sapmış babamızın oğlu bile olsa asla kardeşimiz olamaz ve aramızda da asla bir sevgi oluşamaz.
Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de:
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah’a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun” (Mücadele, 58/22)
Küfrün, akrabalık ve kavim nedeni ile oluşan sevgiyi ortadan kaldıracağını beyan eder.
Kavmiyetçilik Bir Bela Olduğu Gibi, Grupçuluk da Bir Beladır
İlmin doğruya yönlendirici gücüne ve sapıklıklardan kurtuluş çaresi olarak sunmuş olduğu kılavuzluğu terk edip yanlış ölçüleri kendilerine rehber edinenler şeytanın yolları üzerinde seyahat ettiklerini anlayamazlar. İnsanlar körükörüne din adamlarına uydukları gibi, atalarının yolunda hiçbir araştırma yapmadan ve uyarıldıkları halde yürüdükleri gibi, çarşı dini, piyasa dini olarak sunulan inanç sistemlerini “İslâm dini” zannederek Allah’ın rızasını talep etmektedirler. İnsanların sürüler halinde cehenneme aday oldukları bir zamanda büyük kitleler din yaşantılarını hak zannederek, sapıklıklar içinde cennet hayalleri kurmaktadırlar. Din adamlarının bilgi birikimlerine aldanarak, boyunlarında ilim gerdanlığı ve mücevheri bulunan her rezil kişiyi ilimsizce taklid ederek, küfrün derin ve ümitsiz kuyularına düşmektedirler. Oysa “Hak adamla bilinmez, önce hakkı tanı, dolaysıyla ehlini tanırsın” diyen Hz. Ali’yi anlamalıydılar. İlim sahibi olduğu halde duygularına mağlup olmuş bilgi sahibi kişilerde büyük kitleleri peşlerinden sürükleyerek toplu irtidatlar gündemimize girmiştir.
Bu hususta Allah (c.c.):
“Allah’a ve rasulüne iman edip, hak kendilerine apaçık belli olduktan sonra (kıskançlıklarından dolayı) inkâr eden bir kavme Allah nasıl hidayet etsin?”(Âl-i imran, 3/86)
Sırf duygusal sebeplerle (liderlik sevdası, diğer gruplara öfke, kıskançlık, maddi sebepler, saygınlık görme, toplum nezdinde gündemde olmak, rekabet vb.) iman ettiği halde, doğruyu bildiği halde, hakkı örten ve doğruyu inkâr eden insanlardan ve hatta kavimlerden bahsetmektedir. Yani bu işi yapan bir kişi veya birkaç kişi değil bir kavim bile olabiliyorsa, o halde büyük kalabalıkların dahi topluca şirke düşebilecekleri apaçık beyan edilmiştir.
İmam Kurtubi, Nasr suresinin tefsirinde şu hadisi nakleder:
“İmam Cabir bana insanların durumu hakkında soru sordu. Ben de ihtilâfları ve ayrılıkların halini ona haber verdim. Ağlayarak şöyle demeye başladı: Rasûlullah (sav)›ı şöyle buyururken dinledim: “Şüphesiz insanlar Allah’ın dinine bölük bölük girdiler, yakında yine Allah’ın dîninden bölük bölük çıkacaklardır”4
İçinde bulunduğumuz zamanda İslâm düşmanı kâfirler Müslümanları zayıf düşürmek için ümmet şuurundan uzaklaştırarak kavmiyetçilik fitnesi içine düşürmüşlerdir. Müslümanların içinde yaşadığı topraklar, tağutların ellerine aldıkları dünya haritası ile sahte sınırlar oluşturarak parçalanmışlardır. Oysa küfür tek millettir, Müslümanlarda bir vücudun azaları gibidirler. Aynı vücut üzerinde yer alan kimseler o şahsı simgeler. Müslümanlarda akide birlikteliği sayesinde aynı bedende olmak üzere bir bütündür. Aynı babanın evlatları olan Evs ve Hazrec isimli iki kardeşin çocukları aynı soydan geldikleri halde “kardeşler” hükmüne tabi değil iken ve bir uçurumun kenarında iken, İslâm ile şereflenerek “kardeşler” olmuşlardır. Bedenleri bir arada olduğu halde inançları bir olmayan, akideleri İslâm inancının dışında şirki gerektiren topluluklar “cemaat” olamadıkları gibi “kardeşler” de olamazlar. Evs ve Hazrec kabilelerinin İslâm ile kardeş oldukları, İslâm öncesinde “kavmiyetçilik”, grupçuluk sebebi ile kardeş olmadıkları şu ayetler ile sabittir: “Allah’ın ipine topluca sarılın… Siz Allah’ın nimeti (İslâm) sayesinde kardeşler oldunuz. Siz bir ateş çukurunun kenarında idiniz, Allah sizi oradan kurtardı”(Âl-i İmran, 3/103) ayeti gerek kavmiyetçilik, gerek vatanseverlik vb. duygularını İslâm ölçüleri ile terbiye etmeyenlerin “cehennemin arkadaşları” olduklarını beyan ediyor.
İsteyenler cahili kavimleriyle ve cahil liderleriyle cehennemde, cehenneme arkadaş olabilir. Fakat şunu çok iyi bilin ki orada hepiniz birbirinizi küfre teşvik etmekle suçlayacak ve küfrün önderleri için iki kat azap isteyeceksiniz, ey kavmiyetçiler, ey iskelet sahibi kimseler, ey tarihi putlaştıran kafatasçılar. Temiz, pak peygamberleri bile sevmede aşırı gidenler küfre sapmış iken, sapık atalarını, sırf ataları oldukları için yüceltenlerin durumu nedir siz tahmin edin.
Ruh ile İlgili Hastalıkların Artması ve “Bizim Kavmimiz Özeldir” Psikolojisi
Fiziksel olarak çok farklı şekillerde yaratılan insanoğlu, belki de ondan daha karmaşık bir şekilde ve daha bilinmez olan ruh yapısına sahiptir. Kendisine “Ne istersen iste, fakat komşuna iki kat verilecek” denilen bir hasetçi, “Benim bir gözümü çıkarın” diyebilecek derecede hasta bir ruha sahip olabilir. Çünkü komşusunun iki gözü çıkarılıp kör olacak ve kendisinden daha da kötü bir duruma düşecektir. Oysa iyi bir şey isteyip mutlu olabilirdi. Fakat onun için mutluluk denilen şey başkalarının kötü olması olabilir. Ki bu mutlulukta insana mutluluk getirmez.
Madde dünyasında beden sağlığı için programlar düzenleyen, insanları uyarıcı haberler yapan ve bu hususta uzman kişileri ekranlara çıkararak şekerli yiyeceklerin, unlu gıdaların veya sigaranın zararlarından bahsedenler, aynı işlemi ruha zarar veren duygular için, ya da diğer duygusal faktörler için neden yapmazlar bilemiyorum. Bedenlerimiz besili ve şişko, ruhlarımız ise aç ve hasta bir toplum haline geldik. Şubat 2015 yılında yapılan bir araştırmada Son 5 yılda psikolojik rahatsızlıklar sebebiyle sağlık kuruluşlarına başvuranların artış oranı %33 lara kadar çıkmış. Yine 2013 yılında Türkiye’de 9,1 milyon insanın psikolojik olarak rahatsız olduğu yapılan istatistik rakamlarla bildirilmiştir. Eminim ki bu rakamlar 2018 Türkiye’sinde daha da artarak rekor üstüne rekor kırmıştır. Basın ve yayın organlarından haberleri takip etmemiz durumu anlama açısından bizlere bir fikir verecektir. Hasta şehirlerin en başında gelenler de İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa, Adana, Antalya, Mersin’dir, devamını da siz tahmin edin.
Sonuç
Kavmiyetçilik, kişinin ırkdaşlarını ön planda tutması, dengesiz vatanseverlik gibi duygular diğer ruhi hastalıklar gibi insanın hem psikolojisini, hem dinini bozar. Hem dünyasını cehenneme çevirir, hem de ahiretini. Kürt, Türk, Çerkez, Abaza, Roman, Arap, Fransız, Amerikalı vs. hepsi insan olma yönü ile birbirlerine eşittir. Müslüman iseler Müslümanlık yönü ile de birbirlerine eşittirler. Fakat fasık da olsa, edepsiz de olsa, kötü ve çirkin ahlaklı, pis ve kirli de olsa İman etmiş bir Müslüman, asıl yapması gerekeni yapmamış, yani iman etmemiş bir kâfir’den kat ve kat üstündür. Velev ki bu kâfir, titiz, çalışkan, gayretli, kibar ve insanlara faydalı dahi olsa. Ehem’i yapmayıp, mühim’le meşgul olanlar, diğerleri ile bir olamazlar. Allah (c.c.) bizleri kavmiyetçilikten ve buna benzer ruhi hastalıklardan muhafaza etsin.
Ahmed, 5/232-233; El-Akidetu’t-Tahâviyye, İbnEbi’l-İzz el-Hanefî, Guraba yay. İst. 2008, shf. 570
Ahmed b.Hanbel Müsned; Darimi Sünen (1/67); Nesai; Selef Müdafaası, E.Doğanay Ravza yay. İst.1997 shf.9
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Hucurat 10. Tfsr.
Müsned, III. ; Heysemî, Mecma’, VII, 2B1; ayrıca bk. Suyutî, ed-Durrtı’l-Mensur, VIII, 664. İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc yay. 19/428-430.