21 Mart 2025 - Cuma

Şu anda buradasınız: / DİN,ŞERİAT VE MİLLET!
DİN,ŞERİAT VE MİLLET!

DİN,ŞERİAT VE MİLLET! Süleyman Önsay

“Sen onların milletlerine tabi olmadıkça ne yahudiler, ne de hıristiyanlar senden asla hoşnud ve razı olmayacaklar.” (Bakara, 2/ 120 )
Elmalılı merhum bu ayet-i celilede geçen “Millet” kavramını açıklarken şu bilgiyi sunar:
“Şehristanî›nin ‘el-Milel ve’n-Nihal’deki beyanına göre din, şeriat, millet denilen şeyler hadd-i zatında hep aynı şeylerdir.1
Ancak itibar edilen ve gözetilen mânâya göre, yine de her biri bir başka yönden diğerinden farklı bir anlam kazanır.
İtikat ve iman bakımından din, amel ve tatbikat bakımından şeriat, sosyal bakımdan, yani sosyal realite bakımından millet denilir. Gerçekte itikad edilen ne ise, amel edilen de odur. Amel edilen ve uygulanan ne ise esas itibariyle üzerinde ittifak edilen şey de odur.”2
Aynı gerçeği şu ifadelerde de görüyoruz:
İslam kaynaklarında ‹millet›, bir dine bağlı insan topluluğu demektir. Bu milletin dini İslam, hayat yolu şeriattır.
İslam milletinin içinde çeşitli kavimlere (etnik kökenlere) mensup fertler ve gruplar vardır. Bunlar dil, örf, âdet ve geleneklerini -İslam›a aykırı olmamak şartıyla- muhafaza ederler, ama etnisiteye ait hiçbir değer, dine ait olanın önüne geçemez. Kavimler, kabileler, etnik gruplar, millet (İslam ümmeti) içinde bir ‘kardeşler ailesi’ teşkil ederler.
Milliyyet, ‘millet bağı, millete aidiyet’ demektir. Müslüman bir Kürde ‘milliyetin ne’ diye sorulduğunda ‘İslam’ cevabını’ verir, ‘kavmiyetin ne’ diye sorulduğunda ‘Kürt’ diye karşılık verir. Türk, Arnavut, Boşnak, Çerkez, Laz… Bütün müslümanlar için soru ve cevap aynıdır..
Türkiye’de ve benzeri bazı ülkelerde ‘ülke halkı’, ‘Türkiyeli, TC. vatandaşı’ diye değil, ‘Türk’ diye anılıyor, ‘Türk milleti, Türk ulusu’ deniyor; diğer etnik gruplara da ‘Siz de Türksünüz’ denmiş oluyor; onlar da -müslüman olsunlar olmasınlar- haklı olarak ‘Biz Türk değiliz, Kürdüz, Arnavuduz…’ diyorlar.
İslam›da çözüm şudur:
Bütün müslümanlar kardeştir, hiçbir kavmin diğerine üstünlüğü yoktur, bütün etnik grupların milliyyeti İslam’dır. Gayr-i müslim vatandaşlar (teb’a) ise din kardeşi değildir ama ‘İslam yurdu ehalisidir: Ehlü-dâri’l-İslam’dır. Temel insan haklarında müslümanehali ile eşit muamele görürler.3
Hal böyle iken Kur’anî bir kavram olan “Millet” kelimesinin İslam’la irtibatı koparılmış ve başına ırk isimleri eklenerek “Türk milleti”, “Arap milleti” gibi ırkî kullanımlarla tahrip edilmiştir. Hatta millete mensubiyeti ifade eden “Milli “sözcüğü de İslam la taban tabana zıd anlam ve olaylara ad olmuştur. Bir yazarımızın şu tespitleri işin ne kadar vahim boyutlara ulaştığını gözler önüne sermektedir:
“İçi boşaltılan milli kavramı, İslâm’da haram olan kumarın, devlet tarafından sistematikleştirildiği bir kurumun ‘Milli Piyango İdaresi’ olarak ya da yine İslâm’da haram olan alkollü bir içecek olan rakının ‘milli içki’ olarak adlandırılmasına olanak sağlamaktadır. Milli kelimesinin sahip olduğu dinî anlam ile ona atfedilen seküler anlam arasındaki boşluğa en iyi işaret eden ‘milli olmak’ deyişi olsa gerek. Gündelik dilde milli olmak, spordaki anlamından çok, bir erkeğin genelde İslâm’a göre gayrı-meşru bir biçimde bir kadınla ilk kez beraber olması anlamında kullanılır.”4
Milliyetçilik anlayış ile ilgili son derece ehemmiyetli bir tarihî vesikayı da burada hatırlamamız gerekir:
Mustafa Kemal:
“Efendiler, meselenin bir daha tekerrür etmemesi ricasıyla bir iki noktayı arz etmek isterim: Burada maksud olan ve Meclis-i âlinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürd değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslâmiyedir, samimi bir mecmuadır. Binaenaleyh bu heyet-i âliyenin temsil ettiği; hukukunu, hayatını, şerefini kurtarmak için azmettiği emeller, yalnız bir unsur-ı İslâm’a münhasır değildir. Anasır-ı İslâmiyeden mürekkep bir kitleye aittir. Bunun böyle olduğunu hepimiz biliriz. Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, hudud-ı millîmiz İskenderun’un cenubundan geçer, şarka doğru uzanarak Musul’u, Süleymaniye’yi, Kerkük’ü ihtiva eder. İşte hudud-ı millîmiz budur dedik! Hâlbuki Kerkük şimalinde Türk olduğu gibi Kürd de vardır. Biz onları tefrik etmedik. Binaenaleyh muhafaza ve müdafaası ile iştigal ettiğimiz millet bittabi bu unsurdan ibaret değildir. Muhtelif anasır-ı İslâmiyeden mürekkeptir. Bu mecmuayı teşkil eden her bir unsur-ı İslâm bizim kardeşimiz ve menâfii tamamıyla müşterek olan vatandaşımızdır. Ve yine kabul ettiğimiz esâsatın ilk satırlarında bu muhtelif anasır-ı İslâmiye ki, vatandaştırlar, yekdiğerine karşı hürmet-i mütekabile ile riayetkârdırlar ve yekdiğerinin her türlü hukukuna; ırkî, ictimaî, coğrafî hukukuna daima riayetkâr olduğunu tekrar te’yid ettik ve cümlemiz bugün samimiyetle kabul ettik. Binaenaleyh menâfiimiz müşterektir. Tahsiline azmettiğimiz vahdet, yalnız Türk değil, yalnız Çerkes değil hepsinden memzuc bir unsur-ı İslâmdır. Bunun böyle telâkkisini ve suitefehhümata meydan verilmemesini rica ediyorum.” (Alkışlar)
1920’de böyle konuşulurken, daha sonra, CHP tek parti iktidarı zamanında, bu söylenilenlere tamamen zıt bir ideoloji benimsenmiştir. Bu ideoloji, Tekin Alp takma adıyla kitaplar ve makaleler yazan Yahudi Moiz Kohen’in ortaya attığı sahte Türk milliyetçiliği, sahte Türkçülüktür. Bu adam, kitaplarından birine “Kahr Olsun Şeriat!..” başlıklı bir bölüm koyacak kadar azılı ve şiddetli bir İslâm düşmanıdır.
Türkiye tarihini sorgulamıyor, Türkiye yakın tarihinde olup bitenlerin iç yüzünü bilmiyor. Türkiye yasaklar, tabular, tehditler, cahillikler, karanlıklar içinde boğuluyor.
Mâzide yapılan yanlışları bilmeden, onları sorgulayıp telâfi etmeden, geleceğimizi güven altına almamız mümkün değildir..5
Zira “Bu ülkenin ırklarını, tek ırk, tek kalp, tek insan haline getiren İslamiyet olmuş. Biyolojik bir vahdet değil bu. Ne kanla ilgisi var, ne kafatasıyla.
Vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi.
İster siyah derili, ister sarı... İnananlar kardeştir.
Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için yaşamak ve ölmek.
Türk’ü, Arap’ı, Arnavut’u düğüne koşar gibi gazaya koşturan bir inanç; gazaya, yani irşada.
Altı yüzyıl beraber ağlayıp, beraber gülmek.
Sonra bu muhteşem rüyayı korkunç bir kabusa kalb eden meşum bir salgın: maddecilik. Tarihin dışına çıkan Anadolu, tarihin ve hayatın.
Heyhat, bu çöküşte kıyametlerin ihtişamı da yok, şiirsiz ve şikayetsiz.”6
Üç kıta üzerinde her türlü ırka mensub insanı asırlarca aynı çatı altında kardeşce yaşatan “İslam Milleti” anlayışı; yerini etnik özellikleri kimlik olarak seçen ırkçılık cereyanına bırakmış ve sonuçta bir tek imparatorluktan birbirine sırt dönmüş elli iki ulus devlet türetilerek yeryüzünde İslam milleti birliğine ve iktidarına son verilmiştir. Bununla da kalınmamış ayrıca her ülkenin içine onulmaz yaralar açan etnik ve mezhebî kimlik anlayış ve ayrışmalarının tohumları da atılmıştır.
Irkî farklılığı kimlik olarak seçmenin ne türlü felaketlere neden olacağı hususunda Peygamberimizin ikazları da maalesef kulak ardı edilmiştir.
Hâlbuki Kâinatın Efendisi şöyle buyurmuştu:
“Nizâr evlâdı: Yetişin ey Nizâr oğulları! Yemenliler de: Yetişin ey Kahtan oğulları! Dedi mi, hemen tepelerine felâket iner; hemen Allah’ın nusreti üzerlerinden kalkar; hepsine birden de kılıç musallat olur.”
Bu bölünme sürecinin başladığı ilk günlerde bu hadisi şerifin ışığında Akif merhum şu feryadı yükseltmişti:
Hani, milliyyetin İslâm idi. Kavmiyyet ne!
Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyetine.
“Arnavutluk” ne demek? Var mı Şeriat’te yeri?
Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri!
ArabınTürke; Lâzın Çerkese, yâhud Kürde;
Acemin Çinliye rüçhânı mı [üstünlüğümü] varmış? Nerde!
Müslümanlıkta “anasır” [etnik guruplar] mı olurmuş? Ne gezer!
Fikr-i kavmiyeti tel’in ediyor Peygamber.
En büyük düşmanıdır rûh-i Nebî tefrikanın;
Adı batsın onu İslâm’a sokan kaltabanın [hilekarın]!
Şu senin âkıbetin bin bu kadar yıl evvel,
Sana söylenmiş iken doğru mudur şimdi cedel?
Artık ey millet-i merhume, sabâh oldu uyan!
Sana az geldi ezanlar diye ötsün mü bu çan?
Ne Araplık, ne de Türklük kalacak aç gözünü!
Dinle Peygamber’i Zişân’ın İlâhî sözünü.7
Ümmetin başına gelen bu büyük felaket Muhammed İkbal’i ise şöyle hayıflandırmıştı:
“Allah’ın bize verdiği tek isimden, İslam Milleti isminden Türk, Kürd, Arab, Fars, Peştun vs. diye, yüzlerce millet icad ettik.. Halbuki, bizler tevhîd gülistanı’nda, çeşitli renklerde açan güller ve aynı şarkıyı çeşitli dillerde şakıyan bülbüller olmalıydık..”
Her şeye rağmen biz Müslümanlara düşen her zaman ve mekanda İslamî düşüncenin öncülerinden Sezai Karakoç beyin şu tavrını sergileyebilmektir:
“İslam milletinin bir ferdiyim. İslam şuurunun bir taşı, İslam duvarının bir tuğlasıyım. Dünya durdukça duracak olan bir surun, bir duvarın bir parçası olarak kalacağım. Hangi rüzgâr, beni bu duvardan, bu surdan koparabilir?
Fazilet Devletinin kılıç ve kalemiyim. Hangi inkâr silahı silahımın önünde, hangi kara kelime, sözlerimin önünde durma iddiasında bulunabilir?”8
Efendim, sözün özü şu:
Din hayatın hayatı, hem nuru, hem esası.
İhyâ-i dinle olur, şu milletin ihyâsı.
İhyâ-yı din, ihyâ-yı millettir.
Hayat-ı din, nur-u hayattır.9

eş-Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, I, 38.
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim, c.I, s.400, Bakara 120. âyet açıklaması
Hayreddin Karaman, Yeni Şafak, 27.01.2013
Hilal Kaplan, Yeni Şafak, 24 Ekim 2011
M.Şevket Eygi, Milli Gazete, 26.10.2011
Cemil Meriç
Mehmet Akif Ersoy, Safahat, İstanbul 1998, 2. Kitap, s. 179-181
Sezai Karakoç, Sûr, s.110
Said Nursi (rh.a.)

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul