
“Meleklere: ‘Âdem’e secde edin, dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu.”1
“Andolsun, Biz sizi yarattık, sonra size sûret (biçim/şekil) verdik, sonra meleklere : ‘Âdem’e secde edin, dedik. Onlar da İblis’in dışında secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı.
(Allah) dedi ki: ‘Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?’ (İblis) dedi ki : ‘Ben, O’ndan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, O’nu ise çamurdan yarattın.’
(Allah: ) ‘Öyleyse ordan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin.” 2
“Hani Rabbin, meleklere demişti ki: ‘Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım.
Ona bir biçim verdiğimde ve ona ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde ederek (yere) kapanın.’
Böylece meleklerin tümü, topluca secde etti.
Ancak İblis, secde edenlerle birlikte olmaktan kaçınıp dayattı.
(Allah) dedi ki : ‘Ey İblis, sana ne oluyor, secde edenlerle birlikte olmadın?’
(İblis) dedi ki: ‘ Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın beşere secde etmek için var değilim.’
(Allah) dedi ki: ‘Öyleyse ondan çık, çünkü sen kovulmuş bulunmaktasın.
Ve şübhesiz, din gününe kadar lânet senin üzerinedir.”3
Böyle buyurdu yegâne Rabbimiz ve İlâhımız Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ!..
Bu konuda neler söylenmiş, müfessir ulamâ neler demişlerdir? Önce onları, yani ehlini dinleyelim!.. Emanet ehline verildiği takdirde, adâlet gerçekleşir...
İmam Ebu Mansûr el-Mâtüridî (rh.a.), “Te’vîlâtû’l – Kur’ân” adlı meşhur tefsirinde şöyle diyor:
“Ateşten yaratılanın, çamurdan yaratılandan daha hayırlı olduğunu, Allah’ın düşmanı nereden bilmiştir? Gıdaların yenilebilir hâle gelmesi için ateşe ihtiyaç vardır. Bu bakımdan ateş, çamurdan daha hayırlıdır, denilecek olursa, şöyle cevap verilir:
Ateş, gıdaların yenilebilir hâle gelmesi için ihtiyaç ise, toprak da gıdaların yetişmesi için gereklidir. Bir nesneyi vücûda getirmek, onu yenilebilir hâle getirmekten daha faydalı ve daha büyük bir iştir. Muhtemel gıdalar, ateşten başka şeylerle de, meselâ güneş ve başka vasıtalarla da yenilebilir hâle getirilebilir. Sonra çamur, ateşe galib gelir, onu söndürür ve yok eder, fakat ateş, çamura galib gelemez, onu yok edemez. Durum böyle olunca, ateşin çamurdan daha faziletli ve daha hayırlı olduğunu söylemek câiz değildir.
(İblis Neden Kâfir Oldu?)
Allah’ın düşmanı İblis’in neden kâfir olduğu konusunda farklı görüşler vardır.
Bazıları şöyle dedi:
Allah’ın düşmanı İblis, meleklere secde etme emrini kendi üzerine almadı, bundan dolayı küfre girdi.
Başkaları da şöyle dedi:
Allah’ın düşmanı, Cenâb-ı Hakk’ın, üstün mertebe de olanlara, kendilerinden daha düşük konumda bulunanlara boyun eğip itaat etmelerini emretmesini hikmet olarak görmediği için küfre girdi. O, Allah’ın secde emrini olması gereken yere koymadığını – aksine Allah’ın düşmanı, Cenâb-ı Hakk’ın emrini aid olmadığı yere koymuştur – düşündüğü için küfre girdi.
Diğerleri de şöyle söylediler:
Allah’ın düşmanı İblis, büyüklenmesi sebebiyle küfre girmiştir. Âdem’e karşı büyüklenmenin başka bir anlamı yoktur.
Denildi ki, kıyas yapmakta ilk hatâ eden ve sapıtan kişi, Allah’ın lâneti üzerine olsun İblis’tir.”4
İmam İbn Kesir (rh.a.)’in beyânı da şöyle:
“Mel’un İblis, ‘Ben, O’ndan daha üstünüm/hayırlıyım’ sözüyle, ‘özrü, kabahatinden büyük’ bir iş yapmıştır. Çünkü, sanki üstün olan aşağı olana secde ile emrolunmaz demek istemiştir. Mel’un şöyle demek istemiştir:
Ben, O’ndan daha üstün/hayırlı iken, nasıl O’na secde etmemi emredersin?
Daha sonra kendisinin ateşten yaratıldığını, ateşin ise insanın yaratıldığı çamurdan daha şerefli ve değerli olduğunu açıklamıştır. Mel’un bir şeyin aslını oluşturan maddesini itibara almış, onun şerefli ve değerli kılınmasına aldırış etmemiştir ki, o Allah’ın Âdem’i kendi eliyle yaratması ve O’na ruhundan üflemesidir.
Kur’ân ayeti varken, kıyasa girmiştir ki o da : ‘O’na şekil verdiğim ve O’na ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen O’nun için secdeye kapanın!’ (Hicr, 15/29) buyruğudur.
Secdeyi terk ederek meleklerin arasından ayrıldı, o yüzden de rahmetten ‘iblâs’ edilmiş, yani ümitsiz kılınmıştır. Mel’un, bu kıyasında ve ateşin topraktan daha şerefli olduğu iddiasında hatâlıdır. Çünkü çamurun yapısında sükûnet, hilm, ağırbaşlılık ve sebat vardır. Çamur /toprak, bitkilerin yetişme mahalli, gelişme, artma ve ıslâh yeridir. Ateş ise yakma, hafiflik ve hızlılık özelliklerine sahiptir. Bu yüzden İblis’in öz maddesi onun ayağını kaydırırken, Âdem (a.s.)’ın öz maddesi, O’nu günahdan dönme, tevbe, boyun eğme ve emre teslim olma, itiraf edip tevbe ve mağfiret dileme gibi konularda fayda vermiştir.”5
“İbn Abbas, el-Hasen ve İbn Sîrin der ki:
-İlk kıyas yapan İblis’tir ve yanlış kıyas yapmıştır. Buna göre her kim dinde, yalnızca kendi görüşüne dayanarak kıyas yapacak olursa, Allah onu, İblis ile birlikte koyar.
İbn Sîrin der ki:
-Güneşe ve aya da ancak kıyaslar yapılarak ibadet olunmuştur.”6
İbn Kayyim el-Cevziyye (rh.a.) ise, bu olay hakkında şunları demiştir:
“Bir görüşe göre, İblis’in kovulması ve lânetlenmesi, te’vil yapmasından kaynaklanmıştır. Kıyas yaparak, nassa muhalefet etmiş, kıyası nassa takdim etmişti. Bu aklî kıyasa, secde emrine göre öncelik verilmesi gerektiğini düşünmüştü. ‘Ben, O’ndan daha hayırlıyım’ demişti.
Bu, ilk iki öncülünden biri hazfedilmiş bir kıyastır. Hazfedilen öncül, üstün olanın kendisinden daha aşağıda olana boyun eğmeyeceğidir. Bu öncülü, malum olduğundan dolayı belirtmemiş ve ilk öncülünü zikretmiştir: ‘Beni ateşten yarattın, O’nu da çamurdan yarattın.’
Bu iki öncülün sonucu, onun secde etmekten kaçınması olmuştur. Bu aklî şübheyi te’vil etmenin kendisi için faydalı olacağını zannetmişti. Ancak olan oldu ve vahyin nasslarına bâtıl te’viller yaparak karşı çıkanların, kıyamete kadar imamı oldu. Allah’dan başka ilâh yoktur. Kâinatta mel’un İblis’in izinden giden ne çok kimse vardır. Te’vilcilerin nassları te’vil ve ibtâl etmek için ortaya attıkları şübheleri düşünecek olursan, bunların, İblis’in şübhesi cinsinden olduğunu görürsün. Akıl ve nakîl muhalif olursa akla öncelik vermek, onların asıl kuralıdır. Bu kuralı, akla aykırı olduğunu zannettikleri vahyin nasslarını reddetmek için uygularlar. Liderleri İblis de, aklî delilin secde emrine aykırı olduğunu düşünüp akla öncelik vermişti. Allah düşmanına bu şübhenin, kibrinden kaynaklandığı, kibri nedeniyle vahyin nassına boyun eğmekten kaçındığı söylenmiştir. Vahyin nassları ile, bâtıl yollarla mücadele eden herkes böyledir. Kendisini bu şekilde davranmaya kalbindeki kibir sevkeder.”7
Her biri değerli İslâm âlimi olup Ümmet tarafından takdir edilen müfessirlerimiz böyle diyorlar!..
Mel’un İblis’i bulunduğu makamdan indiren, lânetlenen bir kâfir olmasına vesile olan milliyetçilik yaparak, kendini yaratılış bakımında Âdem (a.s.)’dan hayırlı ve üstün görmesi, dolayısıyla kendi ırkını, Âdem (a.s.)’ın ırkından hayırlı ve üstün saymasıdır... Kendisi ateşten yaratılmış, Âdem (a.s.) ise topraktan ve çamurdan... O mel’un milliyetçi ve ırkçıya göre ateş, topraktan ve çamurdan üstün, dolayısıyla hayırlıdır... Üstün ve hayırlı olan, kendisinden aşağıda olana nasıl saygı duyabilir ve onun üstünlüğünü kabul ederek secdeye kapanabilir?.. Bu bâtıl kıyas, ırkından dolayı gururlanıp kibirlenen mel’un İblis’i ve onun gibi olanları lânetlik yapmıştır... Böylece, Âlemlerin Rabbi Allah’ın emrini dinlememiş, Allah’a karşı gelmiş ve kafirler olmuşlardır... Çünkü hevâlarını ilâhlaştırıp, hevâ ilâhının emrine tabi olmuş, bundan dolayı Allah’ın emrini reddetmişlerdi... Mel’un İblis, Âlemlerin Rabbi Allah’a başkaldırıp tuğyan edenleri ilki ve önderiolmuştur!.. Bâtıl bir kıyası gündeme getirerek, nass’a karşı çıkmış, hevâ ilâhının kulu olmuştur...
Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
“Kendi hevâsını (istek ve tutkularını) ilâh edileni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?
Yoksa sen, onları çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sanıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler, hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı)dırlar.”8
Mel’un İblis, yani şeytan, ilk ırkçı ve ilk milliyetçidir!.. Irkını üstün görmek şeytanın işidir... Bundan dolayı milliyetçilik yapmak, şeytanın yolu ve fikridir... Lehinde hiçbir İslâmî delili olmadan hevâsından kaynaklanan bâtıl kıyas yaparak, kendi görüşünce ırkının üstün olduğunu, ne mutlu onun ırkından olduğunu söyleyenlere düşüncesini iddia eden mel’un İblis, ilk günden itibaren insanlık âlemi içinde büyük fitneler oluşturmuş ve onun izinden gidenlere birçok katliâmlar yaptırmış, yeryüzünü zulmen öldürmüş olan mazlumların kanlarıyla sulamıştır...
İslâm’dan hiçbir delili olmadan kendi görüşleriyle hareket edenler, İblis’in/şeytanın izinden gidenler olup, Allah Teâlâ’nın beyân buyurduğu helâli haram, haramı helâl yapmışlardır... Vahyi, yani Kur’ân’ı ve onun hayata uygulanışı olan Rasulullah (s.a.s.)’ın Sünneti’ni bir yana bırakıp hevâlarınca değerlendirmeler gündeme getirenler, Allah’ın hükümlerine karşı hükümler koyan, Allah ile hudud yarışına girişenlerdir...
Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah Muhammed (s.a.s.), her konuda olduğu gibi bu konuda da uyarmış ve doğruyu işleyip yanlıştan uzak kalmalarını beyân buyurmuştur!..
Avf b. Mâlik (r.a.) rivayet eder.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Ümmetim yetmiş küsur fırkaya ayrılacaktır. Bu fırkalar arasında ümmetim için en büyük fitneyi teşkil edecekler ise, kendi görüşlerine göre kıyaslayan fırka olacaktır. Bunlar, (bu kendi görüşlerine kıyasın neticesinde) haramı helâl ve helâli de haram yapacaklardır.”9
Hiçbir İslâmî delili olmadan keyfî ve şahsî görüşüyle, “bence, bana göre ve kanaatime göre” ifadeleriyle söz söyleyip fikir beyân ederek karara varanlar, mel’un İblis’in durumuna düşerler... İslâm’da hayatî bütün konular delillendirilmiş ve hükmü beyân edilmiştir… Bundan dolayı hiç kimsenin şahsî kanaatine ihtiyaç yoktur… Hiç kimse de, İslâm’ın hükmü var iken, hevâsına uygun şahsî kanaat beyân etme hakkına sahib değildir!..
Mel’un İblis, yani şeytan, ateşten yaratılmış olduğunu öne sürerek, topraktan ve çamurdan yaratılan Âdem (a.s.)’dan üstün ve hayırlı olduğunu söyleyip ırkçılık, dolayısıyla milliyetçilik yaptığı için lânetlenip makamından indirilerek kovulmuştur... Ya aynı toprak ve aynı çamurdan yaratılan insanlar, ırklarını, kavimlerini, aşiretlerini ve kabilelerini bahane ederek, ırkçılık, yani milliyetçilik yapmalarına ne denilir?!.. Hepsi aynı cinsten, yani toprak ve çamurdan yaratılmış, aynı zamanda yaratılış gayeleri bir olan insanların, birbirlerinden üstün olduklarını iddia etmelerinin, böylece kendi kavimlerinin üstünlüğünü ve âsaletini savunmalarının ne aklî, ne de naklî hiçbir delili olmadığı gibi, hiçbir tutarlı tarafı da yoktur...
Rabbimiz Allah!.. Yegâne Rabbimiz, İlâhımız ve yaratıcımız Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“O’dur ki, sizi topraktan, sonra bir damla sudan, sonra bir alak’tan (embriyo) yarattı.”10
“İnsanı, ateşte pişmiş gibi kuru bir çamurdan yarattı.”11
“Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.”12
Şirk koşmadan yalnızca kendilerini yaratan Allah’a ibadet, yani itaat etmek gayesiyle toprak ve çamurdan yaratılan insanlar, aynı babanın aynı annenin çocuklarıdırlar... Ataları ve soyları birdir... Aynı ailenin ferdleridirler... İman ve takvadan başka birbirlerinden üstünlükleri yoktur... Hangi renkten, hangi ırktan, hangi bölgeden ve hangi dilden olurlarsa olsunlar, hakikat budur!..
Yegâne Rabbimiz ve İlâhımız Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor:
“Ey insanlar, sizi tek bir nefisten yaratan ondan eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip yayan Rabbinizden korkup sakının.”13
“Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O’nun ayetlerindendir. Sübhesiz bunda, âlimler için gerçekten ayetler vardır.”14
“Sizi topraktan yaratmış bulunması, O’nun ayetlerindendir. Sonra siz, (yeryüzünün her yanına) yayılmakta olan bir beşer (türü) oldunuz.”15
Ebu Musa el-Eş’arî (r.a.)’ın rivayetleriyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Allah, Âdem’i yeryüzünün her tarafından avuçladığı bir avuç topraktan yarattı. Bu sebeble Âdemoğulları (dünyaya, renk ve tabiat cihetiyle) yeryüzü(nün renklerini ve karakterleri) kadar (değişik şekillerde vücûda) geldiler. Onlardan kimisi kızıl, kimisi beyaz, kimisi siyah, kimisi de bunların karışımı, kimisi yumuşak, kimisi sert, kimisi kötü, kimisi de iyi (huylu olarak dünyaya) geldi.”16
Kadınıyla, erkeğiyle insanların durumu bu iken, birileri cahiliyye âdetlerinden olan ırkçılık duygu ve düşüncesiyle, mensubu bulunduğu kavimden, renkten, dilden ve üstünde yaşadığı toprak parçasından dolayı kendilerini diğer insanlardan ayırt ederek asâlet iddiasıyla gurur ve kibire kapılarak övünç duymaları, insan olma şahsiyetine yakışmayan bomboş bir hayal peşine düşmekten başka bir şey değildir... Kendi ırkının, ulusunun ve kavminin asil olduğunu gündeme getirip, diğer insanlardan üstün olduğunu iddia etmek, mel’un İblis’in karakterine bürünüp izinden gitmektir... Cahiliyye döneminde ölmüş müşrik atalarıyla gururlanmak, şirk üzere olan geçmişiyle övünüp kibirlenmek, ırkçılık bataklığına saplanıp kalmış, aklını kullanmaz tiplerin bâtıl işlerindendir!..
Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet eder.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Birtakım topluluklar, ölen atalarıyla iftihar etmekten mutlaka vazgeçmelidirler. Çünkü onlar, ancak cehennem kömürüdürler. Aksi takdirde Allah katında, burnuyla dışkı yuvarlayan pislik, böceğinden daha değersiz olacaklardır.
Allah, cahiliyye gururunu ve atalarıyla övünmesini sizden gidermiştir. Artık ya takva sahibi mü’min veya bedbaht günahkâr vardır.
Bütün insanlar, Âdem’in oğullarıdır. Âdem de topraktan yaratılmıştır.”17
Öndermiz Rasulullah (s.a.s.) böyle buyurdu!...
Rabbimiz Allah Teâlâ:
“Andolsun, Biz Âdemoğlunu yücelttik. Onları karada ve denizde (çeşitli araçlarla) taşıdık, temiz, güzel şeylerden rızıklandırdık ve yarattıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık.”18 buyurmakta ve insan kullarının arasındaki üstünlüğün ancak katıksız iman ve Rasulu Muhammed (s.a.s.) Sünneti üzere olan takva ile gerçekleşeceğini beyân etmektedir.
“İman edip salih amellerde bulunanlar ise, işte onlar da yaratılmışların en hayırlılarıdır.”19
“Ey insanlar, Biz sizi, bir erkek bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabilerler (şeklinde) kıldık. Şübhesiz Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şübhesiz Allah, bilendir, haber alandır.”20
Âlemlerin Rabbi Allah katında din İslâm’dır ve Allah, ancak İslâm’dan razıdır...21 Hayat nizâmı İslâm’da, insanın asâleti, kan ile değil, iman iledir... Fazilet ve izzet, kanda değil, imandadır... Dolayısıyla iman edenler ve İslâm bağıyla birbirlerine bağlananlar kardeştirler... İman olmadıkça, kan bağının hiçbir kıymeti yoktur...
İslâm, bir cahiliyye anlayışı olan ırkçılığı, dolayısıyla milliyetçiliği kaldırmış, iman bağıyla birbirine bağlanıp kardeş olmuş muvahhid mü’minlerin asâletini beyân edip, izzetin yalnızca mü’min olanlara aid olduğunu gündeme getirmiştir...
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah Teâlâ:
“Ancak mü’minler kardeştirler.”22
“İzzet, Allah’ ın, O’nun Rasulünün ve mü’minlerindir.”23
Hangi ırktan, hangi renkten ve hangi dilden olursa olsun katıksız iman eden, imanın gereği salih amel işleyen böylece muvahhid mü’minlerden olan her ferd, diğer muvahhid mü’minlerle kardeş olup Aziz İslâm Milleti’nin oluşmasın da yerini almıştır… İslâm Milleti, İman ve İslâm bağıyla birbirine sımsıkı bağlanmış ve hep beraber Allah’ın ipine sapasağlam yapışmış olan muvahhid mü’minlerden meydana gelmiştir... Allah’ı Rabb, İslâm’ı din ve Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’i Önder edinmiş, böylece birbirleriyle kardeş ve birbirlerinin velisi olmuş muvahhid mü’minler bir cahiliyye anlayışı olan ırkçılığı/milliyetçiliği, imanların gereği olarak reddeder, iman bağının asâletine itibar ederler… Mü’min, mü’minden başka kardeşinin ve dostunun olmadığını inanır... Mü’minin dostu, mü’minden başkası değildir...
Allah Teâlâ şöyle buyurur :
“Sizin dostunun (veliniz) ancak Allah, O’nun Rasulü, rüku ediciler olarak namaz kılan ve zekat veren mü’minlerdir.
Kim Allah’ı, Rasulünü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şübhe yok galib gelecek olanlar, Allah’ın taraftarlarıdır.”24
Yeryüzünde izzetli ve şerefli Aziz İslâm Milleti’ni oluşturan muvahhid mü’minlerin dini İslâm Milleti İslâm ve Milleti de İslâm’dır... Irkçılığın, ulusçuluğun ve milliyetçiliğin her türlüsünden sıyrılıp tertemiz olan muvahhid mü’minler, birlik ve beraberliklerini iman bağıyla sağlamış, aynı imanı taşıdıkları için birbirlerinin kardeşi ve dostu olmuşlardır... Birlik ve beraberliklerini bozucu en korkunç fitnenin, ırkçılık, ulusçuluk ve milliyetçilik olduğunun idrakinde olarak ümmet birliğini oluşturan muvahhid mü’minler, “yalnız İslâm, başkası değil!” şuuruyla hareket edip, yegâne önderleri Rasulullah (s.a.s.)’in talimatına tabi olup itaat ederler!..
Cündeb b.Abdillah el-Becelî (r.a.) rivayet eder.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Her kim körü körüne (dikilmiş) bir sancağın altında asabiyyete davet veya bir asabiyyete yardım ederken öldürülürse bu bir cahiliyyet ölümüdür.”25
Ebu Hüreyye (r.a.)’dan,
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Her kim körü körüne (çekilmiş) bir sancağın altında ölür, asabe namına kızar ve asabe için çarpışırsa, benim ümmetimden değildir.”26
Cübeyr b. Mut’im (r.a.)’dan,
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“(Halkı) asabiyyet (soy-sop) dâvâsına çağıran bizden değildir. Asabiyyet (soy-sop) dâvâsı uğrunda savaşan bizden değildir. Asabiyyet (soy-sop) dâvâsı uğrunda ölen bizden değildir.”27
“Asabe: kişinin baba tarafından yakınlarına denir.
Asabî: Yakınları için sinirlenerek sırf akrabalık duygusuyla onları savunan kişi.
Asabiyyet ve taassub: Kişinin sırf akrabalık duygusuyla yakınları için öfkelenip onları savunmasıdır.”28
İşte ırkçılık, ulusçuluk ve milliyetçilik budur!..
“Düşünebilen bir kavim için.” 29
Bakara,2/34. Taha, 20/116.
A’raf, 7/11-13. Sad, 38/75-77.
Hicr, 15/28-35.
Ebu Mansûr el-Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’Ân Tercümesi, çev. Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, İst. 20016, C-5, Sh 324.
İmam Hafız İbn Kesîr, İbn Kesîr Tefsiri, çev. Dr. Savaş Kocabaş, İst. 2011, C.4, Sh. 363.
İmam Kurtubî, el-Câmiu li- Ahkâmi’l-Kur’ân, çev. M.Beşir Eryarsoy, İst. 1998, c.7 Sh.289.
İbn Kayyim el-Cevziyye, İbn Kayyim Tefisiri-Bedâi’u’t-Tefisr, çev. Prof. Dr.Ahmet Ağırakça-Mehmet Emin Çimendağ, İst. 2011, c.2, Sh.87.
Furkan, 25/43-44.
Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Mûstedrek Ale’-Sahihayn, çev. M.Beşir Eryarsoy, İst. 2013, C.8, Sh.524, Hds.6381, C.10, Sh.647, Hds.8374.
İbn Abdi’l-Berr, Câmiu Beyâni’l-İlmi ve Fadlihi, çev. Mah-
mud Varhan-Ali Yücel, İst.2015, Sh.328, Hds.1066.
Nureddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, çev. Adem Ye-
rinde, İst. 2007, C.1, Sh.489, Hds.841, Taberânî, el-
Mu’cemu’l-Kebîr ve Bezzâr’dan.
Mü’min 40/67.
Rahman, 55/14.
Zariyat, 51/56.
Nisa, 4/1.
Rum, 30/22.
Rum, 30/20.
Sûnen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Sûnne, B.16, Hds.4693.
Sûnen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru’l-Kur’ân. B.3, Hds.3130.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, çev.Hüseyin Yıldız, vdğ. İst.2014, C.17, Sh.69-70, Hds.24564-24566.
Sûnen-i Tirmizî, Kitabu’l-Menakıb, Hds.4212.
Sûnen-i Ebu Davud, Kitabu’l Edeb. B.110-111, Hds.5116.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsmed, C.16 Sh.350-351. Hds. 23623-23625.
İsra, 17/70.
Beyyine, 98/7.
Hucurat, 49/13.
Bkz. Âl’i İmrân, 3/19. Mâide, 5/3.
Hucurat, 49/10.
Munafikun, 63/8.
Mâide, 5/55-56.
Sûnen-i Müslim, Kitabu’l-İmâre, B.13, Hds. 57.
Sûnen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B. 7, Hds. 3948.
Sûnen-i Nesâî, Kitabu Tahrimu’d-Dem, B. 27, Hds. 4098.
Sûnen-i Müslim, Kitabu’l-İmâre, B. 13, Hds. 54
Sûnen-i Ebu Davud, Kitabu’l Edeb, B. 111-112, Hds. 5121.
Haydar Hatipoğlu, Sûnen-i İbn Mace Tercümesi ve Şerhi, İst. 1983, C. 10, Sh. 153.
Rum, 30/21.