
Deizm (Yaradancılık), Tanrı’yı yalnızca ilk sebep veya yaratıcı güç olarak kabul eden, vahyi, mucizeyi, peygamber ve ahiret inancını reddeden anlayıştır.
Deizmin gelişiminde, Batı düşünce tarihindeki Aydınlanma Dönemi’nin önemli yeri vardır. Aydınlanma, dogmalara karşı aklın öne çıktığı, bilimlerin hızla gelişmeye başladığı, bilim ve fikir adamları arasında Hristiyan inancının zayıfladığı bir dönemdir.
Aydınlanma düşünürleri, bir yandan Allah’ın varlığının delillerini diğer yandan Hristiyanlıktaki akılla açıklanması güç dogmaları fark ettiler. Bunun sonucunda da onlar, dini reddettiler, ama evrendeki düzeni açıklamak için Tanrı kavramını kabul ettiler. Sonuçta vahiy ve peygamber göndermeyen; buyrukları olmayan bir Tanrı anlayışını benimsediler.
Deizm’e göre, Allah, evreni yaratmış, düzene koymuş ve evrendeki düzenli işleyişi sürdüren yasaları belirlemiştir. Bundan sonra Allah’ın evrenle ilişkisi kalmamıştır. Tıpkı bir saatçinin bir saat imal edip kurduktan sonra o saatle ilişkisini kesmesi gibi. Deizmde, evren, kusursuz, kendi başına işleyen büyük bir makine gibidir. Bu nedenle de bundan dolayı Yaratıcı’nın yeniden müdahalesine gerek yoktur ve Yaratıcı, evrenin işleyişine karışmaz. Deizmin felsefi temellerinden olan determinizm, sabit bir evren modeli tasavvur eder. Evren genişlemeyen ve büzülmeyen, bozunumu (entropi) olmayan ve ilk hâlini muhafaza eden bir büyük bir makine gibidir. Oysa, modern fizikte, sonsuzdan beri böyle değişmeden varlığını sürdüren bir evren modeli kabul görmemektedir. Termodinamiğin 2. Yasası da evrendeki düzende artan bir bozunum (düzensizleşme) olduğunu [âdeta kıyamete doğru gittiğini] söyler.
Deizm’de Allah, tarihin akışına ve topluma müdahale etmez, insanların hayatını yönlendirmez. Deizm’de Allah’ın,
- insanlara hitap etmesi, vahiy ve peygamber göndermesi, insanları doğru yola ulaştıran bilgiler, ilkeler ve buyruklar verme,
- İbadet, sevap ve günah kavramları bulunmaz.
Bazı deistler, Allah’ın dualara cevap vereceğini ve insanlara yardım edeceğini düşünürler. İnsanın sorumlulukların olmadığı ama Allah’ın insanlara yardıma hazır olduğu bu anlayış, çelişkilidir.
Kaçış Nereye?
“Gözler kamaştığı, ay karanlığa gömüldüğü, güneş ve ay bir araya getirildiği zaman, o gün insan “kaçış nereye?” diyecektir. Hayır, hiçbir sığınacak yer yoktur. O gün varıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur.” (Kıyame 75/7-12.)
İnsan, inanan bir varlık ama aynı zamanda onun bedensel ve ruhsal ihtiyaçları, içgüdüleri ve arzuları var. O, bir yandan inanmak isterken diğer yandan inancın onun arzuları önüne çektiği sınırlardan kurtulmak istiyor. Çeşitli inanç sapmaları, aslında böyle ortaya çıkıyor. İnanıyor ama arzuları inancına müdahil oluyor. Arzuların karıştığı, meşru olmayan doyuma izin veren inançlar ortaya çıkıyor.
Deizm de bunlardan biridir. Bir kimsenin bir yandan inanma ihtiyacını karşılıyor diğer yandan da -Yaratıcı, varlık ve oluşa ilgisiz olduğu için- bireyin arzularını keyfince tatmin etmesine de izin veriyor.
Deizme inanan kimse, topluma yerleşmiş dinî ahlak kurallarından kendince yapabileceklerini alıyor, diğer kuralları bırakıyor. Sonra da dindar insanları tenkit ediyor:
— Dindarlar şöyle söylüyor ama böyle yapıyorlar. Bunlar namaz kılıyor, oruç tutuyor ama ama kul hakkı yiyorlar. Sevgililer arasındaki nikâhsız ilişkiye “haram” diyor ama kendileri kadınlara kötü davranıyorlar. Ateistin kestiği hayvan eti yenmez diyor ama yolsuzluk yapıp sofralarına haram koyuyorlar.”
Oysaki, Müslümanın güzel davranışı, İslam’ın emridir ve Kur’an’dan kaynaklanır. Kötü davranışı ise Kur’an’a uymamanın neticesidir. Deistin güzel davranışı ise deizmden kaynaklanmaz, çünkü deizm, bu konuda susar.
Deizme göre yaratılış hikmeti nedir?
Dinler arasında çok fazla farklılık vardır. Ama deistler arasında çok daha fazla farklılık vardır. Bunun nedeni deizmin temel bir hareket noktası olmamasıdır. Bu sebeple, her deistin farklı bir deizmi olduğu gibi bir deistin de düşüncesi zaman zaman değişir. Bir zamanki düşünceleri başka bir zamanki Yaratıcı anlayışıyla bağdaşmaz. Deistin inandığı yaratıcının sıfatlarının neler olduğu belirsizdir; deistin düşüncesi ve ruh hâli değiştikçe inandığı yaratıcının sıfatları da değişir. Örneğin, inandığı yaratıcı insanın sesini asla duyamaz mı yoksa duyar da cevap mı vermez?
Cevap veriyorsa, nasıl oluyor bu? Ahlaklı bir deist ile ahlaksız deist arasında hiç fark yok mudur? Tanrı Yaratıcı hepsine de eşit midir?
Deistlerin farklı farklı anlayışları vardır. Bazıları dini tümüyle reddederken bazıları da doğal din /akıl dini denen bir anlayışı benimsemektedirler. Ancak, bireyin aklı, dinin nasıl olması gerektiğini belirleme yetkisini nereden alır? Herkesin aklı (akılla ulaştığı tasavvur) başka başkayken kimin aklı, hakem konumunda olabilir?
Burada temel bir sorun daha var:
Yaratıcı’ya inanmakla inanmamak arasında ne fark var? Çünkü ateizm kadar deizmin de insanın iç âlemine ve hayatına yansımaları ve etkileri yok. Deist, şöyle diyor mu:
— Zaman zaman kötü davranışlarda bulunduğum oluyor ama ama yaratıcıya inanan biri olarak ben şu kötü davranıştan uzak durmam lazım.
İnsanın bunu söylemesini sağlamayan bir Tanrı inancının ne anlamı vardır? Ayrıca bazı deistler, insanların hem İslam’a inanmaları hem de onunla çelişen kötülükler işlemelerinden dolayı, bu dinden uzaklaşmıştır. Ama kendilerinin benimsediği deizm, insanları daha ahlaklı ve tutarlı yapıyor mu?
Vaktiyle cimri bir adam çalışır ama harcamaz, ailesi sefalet içinde yaşarken altın biriktirir. Sonra bir gün altınları küçük bir küpe koyup kasabanın dışında bir yere gömer. Ayda bir gömüyü çıkarıp bir süre zevkle seyreder ve yeniden gömüp gider. Böyle yıllar geçer. Ama bir gün altınları gömdüğü yeri yeniden kazar ve bakar ki bu altınların yerinde yeller esiyor.
— Yetişin komşular, altınlarım çalındı, diye feryat etmeye başlar.
Duyanlar gelip başına toplanırlar. Olup biteni cimriden duyarlar. Bir adam cimriye şöyle der:
— Bu altınları ihtiyacın olduğunda harcıyor muydun?
— Hayır, ama ara sıra gelip seyrediyordum.
— Öyleyse şimdi de gelir boş toprağı seyredersin, toprağı seyretmenin bir yararı yoksa, küpü seyretmenin de zaten bir yararı yoktu.
Deizmin durumu da budur. Bir yaratıcıya inanırlar, ama ne bu inancın ne de bu inançtaki Yaratıcı’nın onlara bir yararı vardır. Hayatlarında bu inancın etkisi sıfırdır.
Oysaki, evrene bakınca, onu tasarlayan ve yaratan; onun tek bir sistem olarak düzen içinde varlığını sürdürmesini sağlayan Yaratıcı’nın her şeyi bilen ve her şeye inayet eden bir varlık olduğu anlaşılacaktır. Öyleki, balinalardan böceklere ve çiçeklere kadar her canlının rızkını yaratmış. En aciz canlılar için, bulunduğu yeri seçemeyen taşlar kayalar arasındaki bitkiler, zayıf bir köke sahip çiçekler için bile besin kaynakları var etmiş. Doğanın zaman içinde kirlenip kokuşmaması için temizliği sağlayan maddeler ve canlı varlıklar yaratmış. İnsana akıl, vicdan, toplumsallık (aidiyet duygusu ve medenî bir fıtrat), maneviyat gibi ayırt edici özellikler vermiş. Böyleyken Yaratıcı’nın insanın medenî ve manevi özelliklerini göz ardı etmesi, onu da doğadaki canlılar gibi içgüdüleriyle salıvermesini düşünmek makul değildir. Çünkü bu durumda, insan, vahşileşir. Doğadaki diğer canlıların hiçbirinin içgüdüleri, vahşileşmiş bir insan kadar yıkıcı değildir. Hayvanların aksine insanda bulunan farklı potansiyeller, doğal bir şekilde sınırlanmamıştır. Hayvanlar belli bir düzeyde kalırken insanoğlu, iyilikte de kötülükte de sınırsız boyutlara doğru yol alır. Örneğin, hayvanlar yaşamını sürdürmek için yayılır ve avlanır. Belki Allah’ın verdiği bir içgüdü ile yediklerinin arta kalanını daha sonra yemek üzere bir yere gömer. Ama insandaki içgüdüleri, manevi değerlerle dizginlemediği ve meşru yöne kanalize edilmediği zaman her şeyi yakıp yıkabilir. İnsandaki hırs, her türlü hile, yolsuzluk ve gaspa başvurarak herkesin elindeki her şeyi alacak boyuta varır. Bir kap yemek onun karnını doyurur ama mal biriktirme hırsından dolayı hiçbir şey onun gözünü doyurmaz. Kör bir öfke ve kin uğruna bir topluluğu çocuklara varıncaya kadar vahşice öldürebilir. İlgi ve şöhret için türlü rezillikleri yapabilir. İnsanın bu zaafına karşı Yaratıcı’nın onu başıboş bırakması O’nun (c.c.) ilim ve hikmetine uygun mudur?
Ayrıca insan, yaratılışı açısından evrendeki en güzide varlıktır. Akıl sahibidir, onur/haysiyet duygusuna sahiptir. Milyonlarca insanla birlikte barış içinde yaşayabilecek bir düzen ve ahlak yeteneğine sahiptir. İçinde, bilincinde, vicdanında, yaratılışın nice incelikleri tecelli etmiştir. Böyleyken Yaratıcı’nın onu doğadaki diğer varlıklar gibi amaçsız bırakması hikmete uygun değildir. İnsanın tüm gelişimini, yükseliş ve düşüşlerini karşılıksız bırakması da yine hikmete uygun değildir.
Daha ilginç bir nokta da şudur? Çok az ateist dışında insanlar şöyle ya da böyle fizik ötesine inanmaktadır. Deistler de inanmaktadır. Ateistlerin önemli bir kısmı da aslında kararsız durumdadırlar, sürekli sorgulama yapmakta ve kendilerini tanrının yokluğuna inandırmaya yönelik argümanlar üretmektedirler. Bu tablonun anlamı şudur: O zaman insanın yaratılış özelliğinde bir inanma eğilimi var. Peki, Yaratıcı insanı böyle yarattığını bilmiyor mu, yaratılışta insana bu özelliği yüklerken bunu boş yere mi yaptı? İnsanın içine koyduğu bu özelliği tamamen boşlukta bırakması, ne derece doğrudur?
Yaratıcı adil değil mi?
Çoğu deiste göre, yeniden diriliş yoktur. Buna göre, Allah (c.c.), insanları dünya hayatındaki inanç ve davranışlarından dolayı sorgulayıp onlara ceza ve mükâfat vermez, adaletini gerçekleştirmez, rahmetiyle günahları affetmez. İnsanlar da yaptıklarından dolayı sorgulanmazlar, ceza ve mükâfat görmezler. Peki, yaratılışta Allah’ın hikmetinin tezahür etmesi ama adaletinin tezahür etmemesi doğru olabilir mi?
Tüm evrende Allah’ın ilminin, hikmetinin, kudretinin ve sanatının tezahürleri vardır. Ancak topluma bakıldığında kötülükler, adaletsizlikler, sömürüler vardır. Acaba haksızlığı yapanın yanına kâr kalması, Allah’ın hikmetiyle bağdaşır mı? Allah’ın her şeyi bir hikmetle yaratıp da adaleti ihmal etmesi düşünülebilir mi?
Bazılarına hesapsız nimetler vermesi ama yaptıklarının hesabını sormaması, bazılarına da nimetleri yanında acılar ve sıkıntılar vermesi ama sabrın karşılığını vermemesi doğru olur mu? Allah insanı ve onun dünyasını yarattı da ilgilenmiyorsa Allah’ın nazarında insan hiç demektir. İnsanın neye inandığının da önemi yok demektir.
Allah, İnsana yeryüzünü değiştirebilecek bir güç verilmiştir. O, toprağı işler; istediği bitkileri eker, yetiştirir. Hayvanları egemenliği altına alır, evcilleştirir, ihtiyaçları için kullanır. Tüm bu varlıklar, insana emanet edilmişken, insan da böyle bir yetenekle donatılmışken onun başıboş bırakılması hikmete aykırıdır. Doğadaki her varlık insan için yaratılmışken insanın amaçsız yaratılması, akla uygun mudur? Sefalet ve açlıkla boğuşan insanlara yardım elini uzatanları da onların yüzyıllardır sömüren ve sefalete mahkûm edenleri de bir tutması, buna mükâfat ona ceza vermemesi makul ve adil midir?
Hayvanlar, doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü ayırt etme kabiliyeti ve irade gücüne sahip değildir. İnsan ise, ona verilen akıl, vicdan gibi melekeler ve vahiy ve tebliğ ile iyi kötüyü ayırt edebilir ve gücünü iradesiyle yönlendirebilir. Bu özellik, onun sorumluluk sahibi olmasını gerektirmez mi?
Yaratıcının ezileni de ezeni de ezilene yardım edeni de görmezden geliyorsa, zulüm yapanın yanına kâr kalıyorsa, bunun hikmeti nedir?
Deizmin aksine Allah (c.c.), insanları imtihan eder. Vahiy yoluyla tarihe, mucizelerle doğadaki alışılmış düzene müdahale eder, kudretini sergiler. İnayet ve rahmetiyle dualara cevap verir. İnsanların kendini tanrılaştırmasını önlemek için bazen onları acziyet ve çaresizlikleriyle yüzleştirir. O, insanları dünya hayatında yapmış olduklarından dolayı ahirette de hesaba çekecektir. Bu nedenle de insan, hem sosyal çevresiyle hem de doğal çevresiyle ilişkilerinde sorumlu davranmalıdır. Bilgisini ve egosunu mutlaklaştırmamalıdır.
“Andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler. Müthiş bir güç ve insanlar için birçok fayda bulunan demiri indirdik... Allah da kendisine ve Rasullerine gayba inanarak yardım edecekleri bilsin. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir...” 2
Din neden var?
Anne karnındaki bir bebeğin ağzı, gözü, kulağı vardır, eli ayağı vardır. Hâlbuki bunların hiçbirine anne karnında ihtiyacı yoktur. Orada bebek, gıdasını, göbeğinden annesine bağlı bir hortumla (göbek bağı) gerekli tüm gıdayı alır. Şimdi bu bebeğin söyle demesi doğru mudur?
— Ya Rabbi, göbek bağımdan gelen besin bana yetiyor. Bu ağız niye var?
Varlığı ve hayatı tanımayan birinin düşünceleridir bunlar. Bebek dünyaya gelecek, göbek bağı kesilecek ve yalnızca ağızdan beslenmeye başlayacaktır. Bu dünyada da insan kalıcı değildir. Anne karnında bu dünya hayatı için hazırlandığı gibi dünyada da ahiret için hazırlanmalıdır.
Peki bebek:
— Ya Rabbi, dese, burası karanlık, göreceğim bir şey de yok bu göze ne gerek var?
Hâlbuki, hayat anne rahmindeki hayattan ibaret değildir. İnsan, dünyaya gözlerini açacak ve hep görmek isteyecektir. Peki, insan için gözü kadar kalp gözü de önemli değil midir? İşte din, sadece maddeyi gören insanın kalp gözünü açar, ona manevi âlemi gösterir. Midesini doyuran insana ruhunu da doyurmayı öğretir. İşte, “Aklım var, vahye neden ihtiyacım olsun?” demek de kısır bir düşüncenin ürünüdür.
İnsan;
— Benim de düşüncelerim var, inanç ve ilkelere niçin ihtiyacım olsun, diye düşünebilir. Ancak inancı ve ilkeleri, insana daima yol gösterir. İlkeler, onu kötülüklerden alıkoyar, tutarsız davranışlardan uzaklaştırır. Onu insan yapar.3
Arş’a istiva köşeye çekilmek midir?
İslam inancında, tüm evreni yaratan Yüce Allah’ın Arş’a istiva ettiği ifade edilir. Bu asla, Allah’ın, âlemi yarattıktan sonra, bir yana çekilmesi olarak yorumlanamaz. Tam aksine, kastedilen, Allah’ın Yarattıklarını öylece bırakıvermediği; onları hâkimiyeti ve gözetimi altına aldığıdır:
“O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a istivâ edendir. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, oraya yükseleni bilir. Nerede olsanız O sizinle beraberdir. Allah bütün yaptıklarınızı hakkıyla görendir.”4
Allah, âlemi daima mülkü, melekûtu ve hâkimiyeti altında tutmaktadır, sevk ve idare etmekte, her şeyi görüp gözetmektedir:
“Göklerdeki ve yerdeki her şeyi Allah’ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişi gizlice konuşmaz ki, dördüncüleri O olmasın. Bundan az da çok da olsalar, nerede olurlarsa olsunlar, O mutlaka onlarla beraberdir. Sonra onlara yaptıklarını Kıyamet günü haber verecektir. Allah her şeyi hakkıyla bilir.”5
Allah’ın Arş’a istivası da bir tahta oturma, bir mekâna konma-yerleşme değildir. Allah, evreni yarattıktan sonra onu kendi hâline bırakmamış, mülkü ve hâkimiyeti, kontrol ve idaresi altına almıştır. Arş’a istiva, işte bu hakikatin mecazî ifadesidir. Deist anlayışın reddidir.
Son olarak, başka sapkın inançlar ve düşünceler gibi deizmin de yabancı odaklarca yayılmaya çalışıldığı şüphesinden de söz etmemiz gerekir. Çünkü bir videoda deizmi savunan isim, Müslüman bir ailede yetiştiğini, sonra Hristiyan olarak uzun yıllar bu inanca hizmet ettiğini söylüyor. Müslüman ülkede, açıktır ki, insanları inanç ve kimliğinden uzaklaştırmak için Hristiyanlığı kullanmak yerine ateizmi veya deizmi kullanmak daha kolay ve elverişli olacaktır. Bir insanın İslam’ın tevhit inancı yerine Hristiyanlıktaki “insan bedeninde tanrı (teslis)” inancını benimsemesinin makul yanı nedir? Bu kişinin Hristiyanlığın propagandası yerine deizmin propagandasını yapması, gençliği inancından ve kimliğinden, tarih ve vatan şuurundan uzaklaştırma amacına daha fazla hizmet edecektir.
Prof. Dr. KSÜ İlahiyat Fak., 3kelam@gmail.com, www.sosyalkelam.com
Hadid 57/25.
http://islamcokguzel.com/neden....-namaz-kilariz-biliy
Hadid 57/4. Ayrıca bkz. A’râf 7/54.
Mücadile 58/7.