29 Mart 2024 - Cuma

Şu anda buradasınız: / MUSTAFA VARLI: “HURÂFELERLE YAŞAMAK, GERÇEK OLMAYAN BİR HAYAL ÂLEMİNDE YAŞAMAK GİBİDİR!”
MUSTAFA VARLI: “HURÂFELERLE YAŞAMAK,  GERÇEK OLMAYAN BİR  HAYAL ÂLEMİNDE YAŞAMAK GİBİDİR!”

MUSTAFA VARLI: “HURÂFELERLE YAŞAMAK, GERÇEK OLMAYAN BİR HAYAL ÂLEMİNDE YAŞAMAK GİBİDİR!” İlhami Pınar

Bu sayımızın dosya konusu, “İslâm Ümmeti’nin Hurafelerle Yüzleşmesi” bu minvalde, “Bid’at Hurafe ve Batıl İnançlar” ve “Bid’at ile İbadet Arasında Bocalayan Müslüman” isimli çalışmalarıyla tanıdığımız Mustafa Varlı hocamızla hurafe konusu konuştuk. Mustafa Varlı, “Bugün İslâm âleminin, dünya pazarında pek itibar görmemesinin belki en önemli sebebi, Müslüman olarak bilinen kimselerin İslâm’ın gerçek hüviyetinden uzaklaşarak yaşamalarıdır. Kanaatimizce İslâm dünyasına bundan daha büyük bir zarar verilemez” dedi.

Röportaj: İlhami Pınar
Hurafe nedir? Bunu kısaca bize izah eder misiniz?
Hurafe, Uydurulmuş hikâye, akla ve gerçeğe aykırı düşen aldatıcı (yanıltıcı) söz anlamındadır. Hurafeler, genellikle dinin bir gereği olarak aktarıla geldiği gibi, bunları benimseyenlerce de dindenmiş gibi kabul edilen, gerçekte ise din gerçeğiyle bağdaşmayan ve bütünüyle sonradan uydurulan, bâtıl inançları ve çarpık davranış biçimlerini telkin ve teşvik eden masal türünden hikâyelerdir. Hurâfe, Kur’ân-ı Kerim’de Esâtîr (eskilerin uydurulmuş sözleri) olarak ifade edilmektedir.( En’âm; 6/25. Enfâl; 8/31. Nahl; 16/24. Mü’minûn; 23/83. Furkan; 25/5. Neml; 27/68. Ahkâf; 46/17. Kalem; 68/15) Genellikle Hurâfe ile birlikte kullanılan Bid’at kavramı da hurafelere destek veren bir kavramdır. Dilimizde bazen “Bâtıl İnançlar” şeklinde ifade ettiğimiz konular da hurafelerin ve bid’atların başka bir söylem şeklidir. Zira bâtıl inançlar da günlük hayatta dinin bir parçasıymış gibi gösterilen fakat kesinlikle dinde yeri olmayan, hatta dinin özüne ters düşen inanç ve davranış biçimidir.
Hurafe ve İsraîliyyat ilişkisi var mıdır?
Hurafelerin pek çok yabancı kültürle ilişkisinden söz etmek mümkündür. Zira hurafelerin Müslüman toplumlar arasında ortaya çıkışı ve yaşama alanı bulması, daha çok Hz. Peygamber’in (s.a.s.) vefatından sonra, Müslümanlığın Arap yarımadasının dışına yayılmasıyla başlamıştır denebilir. Bilindiği gibi İslâm dini, Arap yarımadasının dışındaki fetihler sırasında farklı düşünce, inanç ve kültürlerle karşılaşılmıştır. Yabancı milletlerle ve kültürlerle olan bu yakın temas, Müslümanların diğer milletlerden etkilenmesine sebep olmuştur. Özellikle İslâm dinini yeni kabul edenlerce İslâm’ın bazı hükümlerinin yanlış anlaşılması veya eski kültür mirasının etkisiyle yanlış yorumlanması da hurafelerin İslâm toplumunda hayat bulmasına sebep olmuştur. Bunun için Müslüman toplumlarda beliren hurafeleri tek bir noktaya mal etmek doğra olmayabilir. Çünkü eski Hint ve İran dinleri mensuplarından İslâm’ı kabul edenler, eski inanışlarının bir bölümünü daha çok Türklerin Müslüman oluşuyla Orta Asya’ya, oradan da İslâm âlemine yaymışlardır. Meselâ Şamanizm, Budizm, Manihaizm, Zerdüştlük gibi dinlerin bazı din adamları, Müslüman olduktan sonra cahil Müslüman halk tabakasını etkilemek için daha çok Şaman efsunlarına Kur’ân âyetleri, Kâ’be, Arş, Kürsî gibi İslâmî motifleri karıştırmak suretiyle eski kültürlerini ve âdetlerini yeni dinlerinde de sürdürmüşlerdir. Bu arada meselâ bugün bile görülebilen tılsım inancı, Yahudilikten, türbeleri kutsallaştırma inancı ve hurafeleri Hıristiyanlıktan, diğer pek çok hurafeler de Mısır, Babil, Hindistan, Roma, Orta Asya gibi bölgelerdeki inanışlardan ve kültürlerden İslâm toplumuna geçmiştir.
Eski kültürlerden aktarılan mitolojik hikâyeler, Müslüman toplumunda İslâmî hüviyete büründürülerek anlatılmıştır. Kur’ân-ı Kerim’deki bazı kıssaların yorumu yapılırken, ayrıntıya ilişkin bilgi vermiş olmak adına, daha çok Tevrat’tan ve Tevrat yorumlarından aktarılan yanlış bilgiler de bu gruba girmektedir. İşte bu tür yanlış yorumlara İsraîliyyat adı verilir. İsrâîliyyatın sebep olduğu bu hurafeler, bir şekilde İslâm toplumunda ve hatta kitaplarında her zaman canlılığını korumuştur.
Kur’ân’ın anlamına sokulan Hurafelerden söz eder misiniz?
Hurafelerin belki en etkili ve aldatıcı olanı, Kur’ân’ın bazı bölümlerinin anlatımı şeklinde yapılanıdır. Bugün bile üzülerek görüyoruz ki; sosyal medyada kendini Kur’an yorumcusu olarak pazarlayan nice şovmenler, Kur’andaki bazı kıssaları, sanki o kıssa kendileri için anlatılmış ya da kendi zamanlarında indirilmiş gibi, inceden inceye ve hiçbir ciddi kaynakta yer almayan detaylarını anlatmaktadırlar. Kur’an’daki bir ifadeden hareketle, halkın ilgisini çekecek nice yorum ve hikâye ile onu süslemektedirler. Dînî bilgisi yeterli olmayan bazı Müslümanlar da onu gerçek zannederek, bazen gözyaşları içinde hurafeleri gerçekmiş gibi beyinlerine nakşetmektedirler. Daha sonraları da gerçek din bilginleri tarafından ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın, beyne nakşedilen bu hurafeler, halkın belleğinden bir türlü silinemiyor. Aslında hurafenin başlangıçta ortaya çıkışı da bu yolla olmuştur. Nitekim anlatıldığına göre eski Arap kabilelerinden Uzle kabilesinde yaşayan ve etrafına gelen herkese inanılmayacak uydurma hikâyeler anlatan Hurafe adında, konuşkan ve tatlı dilli biri varmış. (Ferit Develioğlu, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, Hurâfe kelimesi) Daha sonraları onun anlattıkları veya ona benzer inanılmaz şeyler anlatıldığı zaman, bu anlatılanlara “Hurâfenin sözü” anlamına gelen “Hadîsü Hurâfe” denmeye başlanmış ve ondan sonra da her uydurulmuş, temelsiz hikâyeye kısaca hurâfe adı verilmiştir. Kur’ân-ı Kerimde doğru bir şekilde anlatılan kıssalar gibi, ayrıca sözü edilen nazar, sihir, uğur, uğursuzluk, cin, kader gibi pek çok konu, hurafelerle süslenerek yanlış bir şekilde halka anlatılmıştır, anlatılmaktadır.
Örf ve Hurâfe ilişkisi nedir?
Şüphesiz her toplumun kendine has özel bazı âdetleri vardır. Bunlara aynı zamanda örf de denir. Örf, toplum hayatında yerleşmiş bulunan ve uzun süreden beri uygulanan davranışlardır. Genel anlamda örf iki kısımdır. Birincisi; İslâm’ın Kitap, Sünnet gibi ana kaynaklarında belirtilmiş hükümlere ters düşmeyen, aynı zamanda normal akla ve mantığa göre iyi ve faydalı kabul edilen davranışlar, İkincisi ise; İslâm’ın temel kaynaklarına ters düşen ve hurâfe olarak kabul edilen temelsiz, uydurma söylemlerdir. İşte konumuzla ilgili olan örf, daha çok Kur’âna, sünnete ve akl-ı selim’e uymayan, fakat uzun zamandan beri Müslüman toplumlarda uygulana gelen yanlış uygulamalardır ki bunlara biz örf değil, hurâfe diyoruz. Her nedense örf haline gelmiş din dışı anlatımlardan oluşan hurafeler, toplumda sıkça görülmekte ve ne yazık ki dinin tertemiz hüviyetini bozmaktadır. Bu hurafeler, genellikle dînî metinlerin yanlış yorumlanması, geçmiş ya da komşu milletlere ait bozuk örf ve inançların İslâm’a sokulmasıyla oluşmuştur. Çoğu insan, ailelerinden ya da komşularından gördüğü bazı davranışları, nereden geldiğini ve nasıl oluştuğunu sorgulama ihtiyacını duymadan kendileri de uygulamaktadırlar. Böylece örfe karışmış olan hurâfeler, İslâm toplumunda nesilden nesile hayatiyetini devam ettirmektedir.
Halkın hurafelere teveccüh etmesinin sebepleri nelerdir?
Her ne kadar belirli ortak noktaları olan insan topluluğuna “halk” dense de Hurâfe konusunda halk, daha çok köklü dînî kültüre ve bilgiye sahip olmayan kimselerden oluşan topluluğa diyoruz. Zira köklü dînî bilgiye ve sağlam inanca sahip olan insanların hayatında hurâfelere yer olmaz. İslâm dininin en saf ve en mükemmel olarak uygulandığı dönem, şüphesiz ki; Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında yaşanan “Asr-ı Saâdet” dönemidir. Çünkü Müslümanlar, o dönemde yaşanan her türlü teknik ve kültürel imkânsızlıklara rağmen, bizzat Hz. Peygamber’in (s.a.s.) rehberliği ve liderliği ile İslâm’ın, hem dünyayı ve hem de âhireti ilgilendiren bütün emirlerini anlamış, kavramış, yaşamış ve yaşatmışlardır. Düşüncelerini, yaşayışlarını ve davranışlarını eski örflerinden arındırarak, Allah’ın ve Rasûlünün belirlediği gibi hayatlarını şekillendirmişler, böylece de daha önce ve daha sonra benzeri yaşanmamış bir şekilde, yaşadıkları döneme “Asr-ı Saâdet” damgasını vurdurmuşlardı. Teknik ve kültürel imkânların alabildiğine gelişmiş olmasına rağmen, günümüz Müslüman’ının anlayışı ile o dönemin anlayışını ve yaşayışını karşılaştırdığımızda arada büyük farklar görmekteyiz. Oysa İslâm aynı İslâm, İman da aynı imandır. Yüce Allah da sadece belirli bir dönem için değil, bütün zamanlar ve mekânlar için değişmez İslâm kurallarını koymuş, Hz. Peygamber (s.a.s.)’de o kuralları uygulamıştır.
O halde İslâm’ın gizli kalmış hiçbir emrinin olmadığı bu dönemde bazı Müslüman’ların, davranışlarında hurâfelere sapmalarının sebebi ne olabilir?
Bunu sadece bilgisizlikle veya cahillikle izah etmek; kolaycılık olur. Aksine belki asıl sebep, “Asr-ı Saâdet” ten sonra Müslüman toplumlar arasında türeyip devam eden ve son zamanlarda da üzülerek gördüğümüz umursamazlık ve dinî konulara karşı bir nevi vurdumduymazlıktır. Zira Müslüman, evindeki bir kedinin, bahçesindeki bir ağacın ya da bir çiçeğin bakımına önem verdiği kadar, dinini öğrenmeye önem verse; hayatında hurafelerden eser kalmazdı. Çünkü hurâfelerin yaygın olduğu kesimlerde a) Günümüz Müslümanı, helâlı haramı biliyor, fakat yine de alışa geldiği bazı haramları işlemekten geri durmuyor. b) Günümüz Müslümanı İslâm’ı yaşadığını iddia etse de yaptıklarını sanki gösteriş için üstün körü yapıyor. c) Günümüz Müslümanı, genellikle İlâhî emirleri ve farzları biliyor fakat her nedense çoğunlukla bu farzları ihmal ediyor ya da nefsine hâkim olamayıp, sonucunu düşünmeden aklının estiği gibi yaşıyor. Kısaca günümüz Müslümanı, dinini çelişkiler içinde yaşıyor. Bütün bunlara bir de dini öğrenme konusundaki umursamazlık ve ihmal eklenince, Müslümanın hayatındaki hurâfeler alabildiğine çoğalmış ve gerçek din, âdeta tanınamaz hale gelmiş oluyor.
Hurâfelerin İslâm dünyasına verdiği zararlardan söz eder misiniz?
Hurâfelerle yaşamak, gerçek olmayan bir hayal âleminde yaşamak gibidir. Çünkü hurâfe, gerçek olmayan ve insanı yanlış yönlendiren uydurma hikâyelerden ibarettir. Her şeyi ile sağlam olan dînî kaynaklardan uzaklaşmak demektir. Hep aydınlık yolda yürünmesi gerekirken, bir takım uydurma hikâyeler ve yanlış inanışlarla zaman öldürmek demektir. Bu, insanın hem kendi yaşayışına ve inancına zarar verir, hem de mensup olduğu topluma ve dine zarar verir. Şöyle ki; a) Kendi yaşayışına zara verir. Çünkü dînî temel kaynaklara (ilâhî emirlere ve Hz. Peygamber’in tavsiyelerine) ters olan şeylere inanıp yaşadığı için, hem bu dünyada yaptıklarının faydasını görmeyecek hem de sonunda yüce Allah tarafından hesaba çekilecek ve mutlaka pişman olacağı şekilde ceza görecektir. b) Kendi dinine zarar verir. Çünkü bir taraftan onu Müslüman olarak bilen dindaşları, yaptığı veya inandığı uydurmalara bakarak kendileri de bu yanlış yola sapacaklar, diğer taraftan Müslüman olmayanlar İslâm dini hakkında menfi bir fikre sahip olacaklar. Oysa bir Müslümanın asıl görevi; öncelikle yüce Allah’a samimi bir kul ve İslâmî yaşantısıyla başkalarına örnek bir insan olmaktır. Hurâfelerle yaşayan kimse ise, kendi dinini insanlara yanlış tanıtmış ve bir nevi bindiği dalı kendisi kesmiş olur. Böylece de hem kendisine hem de İslâm dinine bu kadar zararı dokunan kimsenin, aynı zararı İslâm ülkelerine de sıçratmaması mümkün değildir. Bugün İslâm âleminin, dünya pazarında pek itibar görmemesinin belki en önemli sebebi; Müslüman olarak bilinen kimselerin İslâm’ın gerçek hüviyetinden uzaklaşarak yaşamalarıdır. Kanaatimizce İslâm dünyasına bundan daha büyük bir zarar verilemez.
Kur’ân’da ve Sünnet’te bulunmayan her şey hurâfe midir?
Hurâfe, Kur’anda ve sünnette bulunmayan değil, belki Kur’an ve sünnet ile bağdaşmayan uygulamalardır. Çünkü hurâfe olmasa bile her uygulamanın Kur’an ve sünnette bulunması mümkün olmayabilir. Ancak Kur’an ve sünnet ile çelişkili olmaması söz konusudur. Zira hurâfe, Kur’ân ve sünnet anlayışına uymayan din motifli hikâye veya inanışların bütünüdür. Bir örnek vermek gerekirse; Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Uhud savaşında dişinin kırıldığı haberini alan bir Müslüman, gûya Hz. Peygamber’i (s.a.s.) çok sevdiği için “Peygamberin dişi kırılmış, ben bu dişleri ne yapayım” demiş ve ağzındaki otuz iki dişini çektirmiştir. İşte peygamber sevgisiyle çektirilen bu otuz iki dişe bir de Hz. Peygamber’in kırılan dişi eklenince; otuz üç olduğu için, namazlardan sonra çekilen tesbîhâtın sayısı da otuz üçer olmuştur. Üzülerek görülüyor ki; cahil ve saf bazı Müslümanlar, bu tip uydurmalara inanmakta ve bu anlatılanlar karşısında bazen gözyaşı dökmektedir. İşte bu ve benzeri anlatımlar, dilden dile yayılarak toplumda bir hurâfe yığını haline gelmektedir.
Hakikat ile hurâfeyi birbirinden nasıl ayırabiliriz?
Şüphesiz ki her insan, zaman zaman değişik konularda değişik görüşlerle karşı karşıya kalabilir. Bu görüşlerin hangisinin yararlı, hangisinin zararlı olduğunu bilmesinin en etkin ve kestirme yolu; o konu hakkında bilgi sahibi olmasıdır. Normal akıl seviyesine sahip olan yani zihinsel özürlü olmayan her insan, önem verdiği ve ilgilendiği konu hakkında bilgi sahibi olduktan sonra, kendisine anlatılan hurâfenin, hurâfe olup olmadığını rahatlıkla tespit edebilir. Çünkü bir konu hakkında bilgi sahibi olan kimse, hiçbir zaman o konu ile ilgili olarak işittiği her şeyi sorgulamadan kabul etmez. Sorgulamadan kabul edenler; konu hakkında bilgileri olmayanlar ve akıllarını konu hakkında çalıştırmayanlardır. O halde Müslüman, hurâfe bataklığına batmak istemiyorsa; öncelikle dinin ana kuralarını bilmeli ve aklını o yönde kullanmalıdır. Aksi halde her söylenen şeyin önünde boyun eğmek zorunda kalır. Bu ise Müslümana yakışmaz.
Hurâfelerle mücadelede nasıl bir metot izlemeliyiz?
Hurâfelerle mücadelenin bizce en etkin yolu; İslâm konusunda Kur’ân ve sünnet gibi sağlam kaynaklardan bilgi sahibi olmak, bu bilgiyi de öncelikle samimi bir şekilde özel ve genel hayatımızda yaşamak ve yaşatmaktır. Buna göre a) Biz inancımızı sağlam kaynaklardan öğrenmeliyiz. b) Sonra o bilgiyi öncelikle aile ortamında, aile fertleriyle birlikte doğru bir şekilde yaşamalıyız. c) Ayrıca hurâfeden uzak olarak o doğru bilgiyi toplum hayatında uygulamalıyız. d) Bundan sonra da bıkmadan ve yılgınlık göstermeden gördüğümüz hurâfelerden insanları vazgeçirmeye çalışmalıyız ki, yüce Allah’ın bize yüklediği “emr-i bilma’rûf ve nehy-i anilmünker” yani “iyi ve doğru şeyleri öğreteme, yanlış şeylerden de sakındırma” görevini yerine getirelim.
Son olarak bu konu hakkında okurlarımıza neler söylemek istersiniz?
Hurâfelerden ve uydurma hikâyelerden uzak durmayı, Müslüman olmayı, Müslümanca yaşamayı ve kim ne derse desin, hangi ortamda yaşanırsa yaşansın, önce yüce Allah’ın huzurunda olduğumuzu unutmamayı, burada yaptıklarımızdan da eninde sonunda hesap vereceğimizi akıldan çıkarmamayı tavsiye ederim.

 

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul