
Hadis öğrenmek üzere çıktığı -çeyrek asra yayılan- ilmî seyahatlerinde yüzlerce muhaddisten ders alan Ahmed b. Hanbel’in (v. 241 / 855), fıkıh sahasında kendisinden en çok istifade ettiği ve etkilendiği hocası Muhammed b. İdrîs eş-Şâfiî’dir (v. 204 / 820). Şâfiî ile tanışması ve onun derslerine katılması, İbn Hanbel’in ilmî kariyerinde önemli bir safhaya / dönüm noktasına işaret eder. O, Şâfiî’nin derslerini, diğer ilmî çalışmalarına tercih etmiş, ondan rivayet etmiş, onun görüşlerini aktarmış, eserlerini yazmış ve bu eserler üzerinde ciddi mütalaalarda bulunmuştur. İlim tahsiline h. 179’da on altı yaşında iken, Hanefî fakih Ebû Yûsuf’un (v. 182 / 798) halkasındaki derslerle başlayan İbn Hanbel’in fıkha olan ilgisi, Şâfiî ile tanışmasından sonra farklı bir boyut kazanarak fıkıh usûlüne yönelmiş, nassların anlaşılmasına yönelik yöntem ve kurallar üzerinde yoğunlaşmıştır.
Ahmed b. Hanbel, Şâfiî ile Bağdat’ta ve hac münasebetiyle bulunduğu Mekke’de pek çok defa bir araya gelip görüşmüştür. İbn Hanbel ile Şâfiî’nin ilk karşılaşması, Şâfiî’nin yönetime karşı bir ayaklanma tertibine karıştığı iddiasıyla tutuklanarak Rakka’ya götürüldüğü ve daha sonra bir süre gözetim altında tutulduğu Bağdat’ta h. 184’te gerçekleşmiş olmalıdır. Söz konusu dönemde Bağdat ilim meclislerinde yaşanan gelişmeler de, İbn Hanbel’in Şâfiî ile ilk olarak bu sene karşılaşmış olması ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Zira Şâfiî, Bağdat ilim muhitinde ağırlığı olan Hanefî fakih Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî (v. 189 / 805) ve onun öğrencileriyle giriştiği tartışmalarla kayda değer bir hareketliliğe yol açmıştır. O, Rakka ve Bağdat’taki bu zorunlu ikameti esnasında Şeybânî’nin derslerine katılmış, onun kitaplarını elde ederek Ebû Hanîfe ve halkasının fıkhî yaklaşım, görüş ve delillerini öğrenmiş, Şeybânî ile fıkhî meseleler hakkında tartışmıştır. Şâfiî’nin, re’ye dayalı fıkıh anlayışının güçlü temsilcilerine ev sahipliği yapan Bağdat’ta, Şeybânî ve öğrencileri özelinde, ehl-i re’yin hadis karşısındaki zayıf noktalarını gösteren ve onları ilzam eden bir argümantasyon ile ortaya çıkması ve bunu ehl-i re’y ile başa çıkamayan ashâbü’l-hadise de öğretmiş olması, Bağdat hadis çevrelerinde kendisine karşı bir alaka uyandırmıştır. Bütün bu süreçte Bağdat’ta bulunan, genç ve mütecessis ilim talebesi İbn Hanbel’in mezkûr tartışmalardan habersiz olması veya bunlara ilgisiz kalması muhtemel görünmemektedir. Nitekim İbn Hanbel, bu gelişmelere ilişkin değerlendirmelerinde, Şâfiî’yi görene kadar ashâbü’l-hadîsin boynunun Ebû Hanîfe’nin ashâbının elinden kurtulmadığını, fakih muhaddislerden Nuaym b. Hammâd (v. 228 / 843) hadis öğrenmeyi teşvik ederken, Şâfiî’nin kendilerine aydınlık bir yol / usûl (el-mehaccetü’l-beydâ’) gösterdiğini ifade eder.
Şâfiî, Bağdat’taki zorunlu ikametinin ardından Mekke’ye dönmüş ve tedris faaliyetlerine burada devam etmiştir. Şâfiî’nin Hicâz ile Irak arasında gerçekleştirdiği seyahatleri hakkında bilgi veren Bağdat’taki öğrencilerinden Za‘ferânî (v. 260 / 874), onun h. 195 senesinde Bağdat’a geldiğini ve burada yaklaşık iki sene kaldıktan sonra Mekke’ye döndüğünü, h. 198’deki gelişinde ise birkaç ay kaldığını ifade eder. Ahmed b. Hanbel de, hac için Mekke’de bulunduğu zamanlarda, Şâfiî’nin Mescid-i Haram’daki derslerine katılmış, onun fetvalarını dinlemiş, bazı âlimlerle yaptığı münazaraları takip etmiştir. İbn Hanbel, Mekke’de öncelikle Süfyân b. Uyeyne’nin (v. 198/814) derslerini takip etme niyetinde olmakla birlikte, Bağdat’tan tanıdığı Şâfiî’nin halkasını fark edince buraya yönelmiş, hadis öğrenimi ile meşgul olan bazı arkadaşlarını da bu derslere yönlendirmiş, hatta ısrar ile katılmalarını sağlamıştır. İbn Hanbel, Süfyân b. Uyeyne’nin hadis derslerine devam eden veya bu maksatla Mekke’de bulunan Abdullah b. Zübeyr el-Humeydî (v. 219 / 834), İshâk b. Râhûye (v. 238 / 853), Mahfûz b. Ebû Tevbe (v. 237 / 852), Fadl b. Ziyâd (v. ?) gibi hadis talebelerine Şâfiî’nin derslerini tavsiye ettiğinde, onlar Süfyân b. Uyeyne gibi büyük bir muhaddisten hadis dinlemeyi tercih edeceklerini ifade etmiş, bunun üzerine İbn Hanbel “Bir hadisin âlî bir isnadını kaçırırsan nâzil bir isnadını bulabilirsin, bu senin dinine de aklına da bir zarar vermez. Fakat bu gencin aklını kaçırırsan, korkarım ki kıyamete kadar onu bir daha bulamazsın. Ben Allah’ın Kitabı hususunda bu gençten daha fakih birini görmedim” demiştir. O, Şâfiî’nin derslerinde, hadisleri öğrenmenin (tahammül) ve yaşça büyük seçkin muhaddislerden âlî isnadları elde etmenin temel amaç olduğu hadis meclislerinden farklı olarak, başkaca konu ve meselelerin mütalaa edildiğini görmüştür. Fıkıh öğrenmek isteyen kimsenin Şâfiî’nin derslerine devam etmesi gerektiği yönündeki sözleri de, onun Şâfiî’de ne bulduğunu göstermektedir.
Şâfiî’nin h. 195-196’da iki yıl kadar kaldığı ikinci Bağdat ziyareti, Ahmed b. Hanbel ile Şâfiî arasındaki münasebetin en yoğun olduğu, İbn Hanbel’in Şâfiî’nin bütün eserlerini dinlediği, hemen bütün görüşlerini ve temel yaklaşımlarını öğrendiği dönem olarak dikkat çekmektedir. Şâfiî’nin Bağdat’taki derslerine devam eden altı kişi arasında İbn Hanbel’i de sayan Za‘ferânî, Şâfiî’nin meclisine her gittiğinde onu orada bulduğunu, her bir kitabın okunması esnasında onun da hazır bulunduğunu, her zaman kendisinden önce halkadaki yerini aldığını ve Şâfiî’nin derslerine diğerlerinden daha devamlı olduğunu söyler. İbn Hanbel, Şâfiî’nin etrafındaki talebeler dağıldığında kendisine haber verilmesini istemiş, bu müsait vakitlerde onunla bire bir uzun görüşmeler yapmıştır. Şâfiî de, “ashâbımızdan” dediği İbn Hanbel’le zaman zaman bir araya gelmiş ve çeşitli fıkhî meseleleri müzakere etmişlerdir. Şâfiî, h. 184’teki karşılaşmalarından sonra aradan geçen on yıllık süre zarfında, artık yetkin ve tanınmış bir muhaddis olan İbn Hanbel’den Irak ve Bilâdü’ş-Şâm’da rivayet edilen sahih hadisleri öğrenmiş, fıkhî görüşlerinin kaynakları arasına bu hadisleri de katmış, yeni öğrendiği bu hadisler dolayısıyla bazı ictihadlarını tashih veya terk etmiştir. İbn Hanbel’in hadis, Şâfiî’nin ise fıkıh sahasındaki birikimini karşılıklı olarak ortaya koydukları bu iki senelik verimli dönemde, iki isim arasındaki önemli bir gelişme ise, Şâfiî’nin -halifenin bir kadı adayı bildirmesi yönündeki talebi üzerine- fakîh, sâhibü sünnet ve hadîs diyerek fıkıh ve hadis bilgisini takdir ettiği İbn Hanbel’e Yemen kadılığı için teklifte bulunmasıdır. İbn Hanbel, bu teklif karşısında, ilim tahsil etme gayesiyle derslerine katıldığını belirterek “Kadılık işine girmemi bana nasıl söyleyebilirsin” demiş ve Şâfiî’ye sitem etmiştir.
Ahmed b. Hanbel’in Şâfiî ile son görüşmesi ise, yine Bağdat’ta h. 198’de gerçekleşmiş olmalıdır. Bu tarihte son defa Bağdat’a gelen Şâfiî, burada birkaç ay kalmış, ancak ilme elverişli huzurlu bir siyasi ve sosyal ortam bulamadığından Bağdat’tan ayrılmış ve Mısır’a gitmiştir. Şâfiî, Mısır’a gitme düşüncesini İbn Hanbel ile de paylaşmıştır. Bir defasında İbn Hanbel “[Bundan sonra] nereye gitmek istiyorsun?” diye sorduğunda, Şâfiî bir şiirle Mısır’a gitme arzusunu dile getirmiştir. Yine, Mısır’daki talebelerinden Harmele b. Yahya’nın (v. 243 / 858) naklettiğine göre Şâfiî, İbn Hanbel’in Mısır’a geleceğine dair kendisine söz verdiğinden bahseder. Bu bilgiler, onların h. 198’de Bağdat’ta görüşmüş olmaları ihtimalini kuvvetlendirmesi yanında, bunun son görüşme olduğunu da göstermektedir. Zira Şâfiî, h. 204’teki vefatına kadar Mısır’dan ayrılmamış, İbn Hanbel de Mısır’a hiç gitmemiştir. Hicrî 198’den sonra bir daha görüşmemiş olsalar bile, İbn Hanbel’in Şâfiî’nin fıkhî mesaisine ilgisi, onun Mısır’a gidişinden sonra da devam etmiştir. Şâfiî’nin Bağdat ashâbından ve kavl-i kadiminin ravilerinden sayılan İbn Hanbel, onun Mısır’da kısmî değişikliklerle ortaya koyduğu yeni eserlerini ve görüşlerini de takip etmiştir. Zira o, Muhammed b. Müslim b. Vâre’ye (v. 270 / 884) Şâfiî’nin Irak’ta bulunan talebelerindeki eserlerini değil de, üzerinde çalışıp tadil etme ve kuvvetlendirme (ihkâm) imkânı bulması dolayısıyla Mısır’daki talebelerinin kaydettiği eserleri tavsiye etmiştir. Bu tavsiyesi, onun Şâfiî’nin kavl-i cedid olarak isimlendirilen görüş ve eserlerinden, hiç değilse Mısır öncesi döneme ait görüş ve eserlerini burada gözden geçirip eskilerinden farklı yeni birtakım ictihad ve değerlendirmelerde bulunduğundan haberdar olabileceğini düşündürmektedir.
Etkilenme: Şâfiî’nin Ahmed b. Hanbel Üzerindeki Tesiri
Ahmed b. Hanbel’in Şâfiî ile münasebetine dair açıklamaları, hem ilmî bakımdan ondan istifade ettiği hususları belirtmesi, hem de Şâfiî’nin ehl-i hadis çevreleri üzerindeki etkisini ortaya koyması yönüyle dikkat çekicidir. O, Şâfiî’den öğrendiklerini bazen kendisinin, bazen de kendisini ait hissettiği ehl-i hadis çevrelerinin ilmî durumu üzerinden dile getirir.
Ahmed b. Hanbel, ehl-i hadisin hadis merkezli bir ictihad anlayışını, diğer bir ifadeyle fıkhî hükümlerin elde edilmesinde hadislerden etkin bir şekilde istifadeyi sağlayan yöntem ve kuralları öğrenmesinde Şâfiî’nin rolünü vurgularken “Şâfiî olmasaydı, hadislerin fıkhını bilemezdik”, “Allah, Şâfiî vasıtasıyla açıncaya kadar fıkıh ehline kapalı idi” değerlendirmesinde bulunmaktadır. Onun, Şâfiî gelip de açıklayıncaya kadar ashâbü’l-hadîsin meâni’l-hadîsi bilmediği şeklindeki ifadesi de, bir yönüyle Şâfiî’nin Risâle’sinde incelediği umûm-husûs, mücmel-mufassal, nesih, teâruz gibi konulardaki açıklamalarını işaret ediyor olmalıdır. İbn Hanbel’in bu kabil değerlendirmelerinden, Şâfiî’nin ehl-i hadise, re’y yanlılarının tezlerine karşı koyabilecek bir usûlü, hadis ve eser odaklı bir fıkıh anlayışının yöntem ve kurallarını öğrettiği anlaşılmaktadır. O, Şâfiî’nin yalnızca hadis tahsili ile meşgul olan muhaddislere aydınlık bir yol / usûl (el-mehaccetü’l-beydâ’) gösterdiğini söyler. Önceleri fukahanın tabip, muhaddislerin ise eczacı oldukları benzetmesinde bulunan İbn Hanbel, Şâfiî’nin hem tabip hem de eczacı olarak ortaya çıktığını, bu hususta onun bir benzerinin olmadığını söyler. Bu ifadeden anlaşıldığı kadarıyla, Şâfiî muhaddislerin hadis birikimi ile fukahanın istidlâl ve istinbat yöntemlerini bir araya getirmiş, muhaddislere ictihad faaliyetinin ve fıkhî hükümlerin kaynaklarından biri olarak, sahip oldukları hadis ve eser birikimini nasıl değerlendireceklerini öğretmiştir. İbn Hanbel, hadislerin müdafaası ve anlaşılması hususundaki mesaisine ve eserlerine atıfla, Şâfiî’nin hadis yazmak için hokka-divit taşıyan bütün hadis talebeleri (ashâbü’l-hadîs) üzerinde hakkı olduğunu ifade eder.
Ahmed b. Hanbel, Şâfiî’nin bizzat kendi ilmî birikimi ve fıkıh anlayışı üzerindeki etkisinden de söz eder. O, kendisine sorulan bir meseleye cevap verdikten sonra, Şâfiî’nin orada bulunan oğluna dönerek “Bu, Şâfiî’nin bize öğrettiklerindendir” demiştir. Onun, Şâfiî’den öğrendiği hususlar, fıkıh usûlü ilminin temel meseleleridir. İbn Hanbel Şâfiî’den, uzak beldelere gerçekleştirdiği uzun ve meşakkatli seyahatler neticesinde elde ettiği zengin hadis ve eser birikiminin anlaşılması ve yorumlanmasına, diğer bir ifadeyle nassları anlamaya ve şer‘î ahkâmı nasslardan istinbat etmeye yardımcı olacak umûm-husûs, nâsih-mensûh, mücmel-müfesser gibi meseleleri öğrenmiştir. Nitekim o, Şâfiî’nin derslerine katılmadan önce hadislerin hangilerinin nâsih-mensûh, âmm-hâss, mücmel-müfesser olduğunu bilmediklerini dile getirir. İbn Hanbel’in Şâfiî ile görüştüğü konulardan biri de kıyastır. O, kıyas hakkında sorduğunda, Şâfiî “Yalnızca [Kitap ve sünnetten bir delilin bulunmadığı] zaruret durumlarında [kıyasa müracaat edilir]” diye cevap vermiştir.
Tenkit ve Uzaklaşma: Ahmed b. Hanbel’in Fıkıh Anlayışının Şâfiî’den Farklılaşması ve Şâfiî’nin Eserlerine Karşı Geliştirdiği Tutum
Ahmed b. Hanbel’in, Şâfiî’nin ictihad anlayışı hakkındaki kanaat ve değerlendirmeleri, akıl ve re’y ağırlıklı bir anlayış karşısında nakle dayalı bilgi ve yaklaşıma bağlılığını güçlendiren Mihne sürecinin etkisiyle zaman içerisinde değişmiştir. Bu değişiklik, onun Şâfiî’nin eserlerine ilişkin tavrı üzerinden takip edilebilir. İbn Hanbel, önceleri, şahsî görüşlerine yer verdiği eserler telif etmiş olsa bile sünnet ve esere ittibâ hassasiyeti taşıdığını söylediği Şâfiî’nin eserlerini yazmış, bunlar üzerinde mütalaalarda bulunmuş, diğer müctehidlerin eserlerine tercih ettiği bu eserleri çevresindekilere de tavsiye etmiştir. İbn Hanbel’in, ihtiyatla yaklaştığı ve mesafeli durduğu kıyası, muhtelif ictihad türlerini karşılayan genel bir kavram olarak işlevselleştiren ve etkin bir şekilde kullanan Şâfiî’yi, -en azından bir dönem- İbn Hanbel nazarında farklı bir konuma yerleştiren de onun hadis ve esere bağlılığı olmalıdır. Ancak İbn Hanbel, belli bir dönemden sonra, diğer müctehidlerin eserleri yanında Şâfiî’nin kitaplarına karşı da menfi bir tutum geliştirmiştir. Onun bu yeni tutumunda, Mihne sürecinde pekişen re’y karşıtlığı ve nakil hassasiyetiyle birlikte, dinî bilginin ve fıkhî ahkâmın temel kaynaklarından biri olarak hadise ve hadis tahsiline verdiği önem, hadisler ışığında çözümü bulunamayacak bir mesele bulunmadığı, bazı müctehidlerin ise hakkında hadis veya eser bulunan kimi meselelerde re’yle hükmettiği kanaatinde olması, re’ye dayalı fıkhî görüşlerin ilim tahsilinin başlıca gayesi ve mevzuu olarak kayıt ve rivayet edilir hale geldiğini gözlemlemesi gibi hususlar da etkili olmuştur. Eser telifini, hadis ve eser karşısında şahsî görüş ızhar etmenin bir tezahürü kabul eden İbn Hanbel, hocası Şâfiî’nin eserlerini de artık bu çerçevede değerlendirmektedir. O, söz gelimi er-Risâle’nin istinsah edilmesi ile ilgili soruya “Bana muhdes şeyler hakkında sorma”, “Sen onu yazdın mı?” sorusuna ise “Allah muhafaza” diye cevap vermiş; Şâfiî’nin kitaplarını yazıp yazamayacağını soran Ahmed b. Hasan et-Tirmizî’ye (v. 245 / 859) de “Sâhibu hadîs olan bir kimsenin bu kitaplara ihtiyacı ne kadar azdır!” demiştir. Yine, hadis talebelerinin (ashâbü’l-hadîs) Şâfiî’nin kitaplarını istinsah etmekle meşgul olmalarını, hadisle ilgilenmekten alıkoyacağı gerekçesiyle uygun görmemiş, öğrencilerinden Ebûbekir el-Merrûzî’ye (v. 275 / 888) Mâlik (v. 179 / 795), Süfyân, Şâfiî, İshâk b. Râhûye ve Ebû Ubeyd (v. 224 / 838) gibi fakihlerin görüşlerini yazmamasını söylemiştir. Hadis merkezli bir tedrisi ve fıkıh anlayışını öne çıkaran, hadis öğrenmenin müctehidlerin ictihadlarını öğrenmekten daha önemli ve öncelikli olması gerektiği kanaatini benimseyen İbn Hanbel, her ne kadar önceleri, özellikle sünnete / hadise ittibâ hassasiyetine sahip Şâfiî gibi âlimlerin görüş ve eserlerini yazmış ise de, muhtemelen Mihne sonrasında bunların yazılmasını tasvip etmemiş, zamanla Şâfiî’nin eserlerine yönelik ilgisini de kaybetmiştir.
Algının İnşâsı: Şâfiî ile Ahmed b. Hanbel Arasındaki Münasebetin Şâfiî ve Hanbelî Tabakatlarına Yansıması
Şâfiî ve Hanbelî müellifler, mezheplerinin imamı veya tarihi hakkında kaleme aldıkları menâkıb ve tabakat türü eserlerde, Şâfiî ile Ahmed b. Hanbel arasındaki münasebeti aktarırken genellikle taraflı bir yaklaşım sergilemiş, kendi imamlarını diğeri karşısında üstün gösterme gayretinde olmuşlardır. Bahse konu eserlerde, bu iki seçkin müctehidden birinin, mütehassısı olduğu ilimde diğerinin istifadesine sunduğu hususlar vurgulu bir şekilde öne çıkarılırken diğer tarafın katkıları ya kısmen aktarılır ya da bunlara hiç değinilmez.
Şâfiîler, İbn Hanbel’i Şâfiî’nin Bağdat’taki derslerine düzenli bir şekilde devam eden, kavl-i kadiminin ravisi seçkin talebeleri (ashâb) arasında zikrederler. Onlar, Şâfiî’yi İbn Hanbel’in üstadı olarak niteleyen değerlendirmeleri ve onun ictihad usûlü ile ilgili bazı konuları Şâfiî’den öğrendiğine dair sözlerini naklederler. Şâfiî ile İbn Hanbel arasındaki ilmî münasebeti intisab derecesinde aksettiren değerlendirme ve yorumlar da bu meyanda zikredilmelidir. Şâfiîler, her ne kadar sâhibü’l-mezheb olsa da, İbn Hanbel’in fıkıh formasyonunun Şâfiî’ye dayandığını (tefakkuh) belirtirler. O, Şâfiî’nin ictihad usûlünü (meslek, menhec) benimsemiş, sahih bir hadis bulunmayan meselelerde onun görüşünü aktarmış veya o görüşle hükmetmiştir. İbn Hanbel’in Şâfiî’den fıkıh tahsil edip onun ictihad usûlünü benimsediğine ve zaman zaman görüşleri ile hükmettiğine işaret eden değerlendirmeleri kaydeden İbn Kesîr (v. 774 / 1373), nazar ve istinbat yöntemleri hususunda Şâfiî’yi takip eden Ebû Sevr (v. 240 / 854), Kerâbîsî (v. 248 / 862), Müzenî (v. 264 / 878), İbn Huzeyme (v. 311 / 924), İbnü’l-Münzir (v. 318 / 930) gibi fakihlerin görüşlerini Şâfiî’nin mezhebi çerçevesinde (vücûh) kabul eden kimsenin, İbn Râhûye ile birlikte İbn Hanbel’in görüşlerini de bu çerçevede kabul edebileceği yorumunda bulunur.
Hanbelîler ise, Ahmed b. Hanbel ile Şâfiî arasındaki ilmî münasebeti, eşit seviyedeki iki âlimin ilmî müzakerede bulunması ve bilgi paylaşımı olarak aksettirler. Şâfiî, Bağdat’ta bulunduğu dönemlerde İbn Hanbel ile biraraya gelmiş, ondan hadis dinlemiş ve rivayet etmiş, kendisi de ona bilgilerini aktarmıştır (zâkerahû ve hâdarahû). İki isim birlikte fıkıh müzakere etmiş, bazı fıkhî meseleler hakkında görüş teatisinde bulunmuşlardır. Hanbelî müellifler, geniş bir hadis ve eser birikimine sahip olan İbn Hanbel’in, Şâfiî ve onun ictihadları üzerindeki etkisine hususen dikkat çekerler. Mısır’daki öğrencilerinden Müzenî’ye Bağdat’ta tanıdığı, rivayetine itimad edilen genç bir muhaddis olarak İbn Hanbel’den bahseden Şâfiî, sahih hadisleri kendisinden daha iyi bilen İbn Hanbel’den, nerede rivayet edildiğine bakmaksızın bu hadisleri bildirmesini rica etmiş, yine bir defasında Hanefîlerle (ehl-i Irak) yaptığı bir münazarada, bir konu hakkında hadisten delil getiremediğini ifade ettiğinde İbn Hanbel kendisine o konuda üç hadis nakletmiştir. Hanbelîler, böylelikle Şâfiî’nin, fıkhî görüşlerinin bir kısmının delilini teşkil eden bazı hadisleri İbn Hanbel’den öğrendiğini vurgulamaya çalışırlar. Onlar, Ebû Hâtim’e (v. 277 / 890) ait -Şâfiî tabakat müelliflerince zikredilmeyen- bir değerlendirme ile de bu hususu teyid etmek isterler. Ebû Hâtim, fakih olmakla birlikte, hadis bilgisi ve birikimi itibariyle bir muhaddis derecesinde olmayan Şâfiî’nin hadis ilmine (ma‘rifetü’l-hadîs) dair pek çok şeyi İbn Hanbel’den öğrendiğini, söz gelimi hadislerin sıhhati hakkında ona danıştığını, onun sahih bulduğu hadisleri ise, fıkhî görüşlerinin dayanağı (asl) olarak belirlediğini ifade eder.
Ahmed b. Hanbel ile Şâfiî arasındaki münasebeti aktaran rivayetleri belli bir tercihle kayda geçiren yaklaşımdan sarf-ı nazarla söz konusu rivayetler bir arada değerlendirildiğinde, geniş bir hadis ve eser birikimine sahip olan İbn Hanbel ile nassların yorumuna ve onlardan hüküm istinbatına yönelik nazarî ve usûlî değerlendirmeler ortaya koyan Şâfiî’nin, yetkin oldukları sahalarda birbirlerinin ilminden istifade ettikleri tesbit edilmektedir. İbn Hanbel, Şâfiî’nin ictihadlarını hadisler muvacehesinde tashih veya tadil edip onlarla teyid etmesine katkıda bulunmuş, kendisi de Şâfiî’nin nassların değerlendirilmesi ve onlardan fıkhî hükümler istinbat edilmesine yönelik görüşlerinden yararlanmıştır. Diğer taraftan Şâfiî yazarların İbn Hanbel’i Şâfiî’nin ictihad usûlünü benimsemiş, ondan rivayette bulunmuş, yeri geldiğinde onun görüşleri ile hükmetmiş bir fıkıh talebesi olarak tasvir etmeleri ve hatta İbn Hanbel’in görüşlerinin Şâfiî mezhebine dâhil kabul edilebileceğini ileri sürmelerine mukabil İbn Teymiyye (v. 728 / 1328), usûl anlayışlarını uyumlu bulmakla birlikte, İbn Hanbel’in Şâfiî’nin ictihad usûlünü bütünüyle benimsediği düşüncesine karşı çıkar. Ona göre Şâfiî, nasıl Mâlik ve Şeybânî’den ilmî bakımdan istifade edip daha sonra onlara karşı kendi görüş ve iddialarını ortaya koydu ise, İbn Hanbel de -ehl-i hadisin önemli isimleri yanında- Ebû Yûsuf ve Şâfiî’den ders almış, fakat kendi çizgisini belirlemiştir. Nitekim İbn Hanbel, kavl-i kadiminin ravilerinden biri olduğu, eserlerini inceleyip tavsiye ettiği ve hadisin olmadığı kimi meselelerde görüşleri ile fetva verdiği Şâfiî’den, benimsediği hadis ve eser merkezli fıkıh anlayışı ile zaman içerisinde ayrılmıştır. İbn Hanbel, hadis ve eser sınırları içerisinde kalmaya titizlikle riayet eden, fıkhî meseleleri -rivayet etmek veya atıfta bulunmak suretiyle- bir hadis veya esere referansla açıklayan, hadis ve âsâra ilişkin yorum ve tercihlere dayalı bir fıkıh anlayışını benimserken, Şâfiî kıyası öne çıkarmıştır. Filhakika Şâfiî, ictihad anlayışı bakımından ehl-i hadisten farklı algılanmış, ehl-i hadis içerisinde farklı bir fıkıh anlayışının temsilcisi olarak kabul edilmiştir. Meşhur hadis âlimi Ebû Zür‘a er-Râzî (v. 264 / 878) “Ahmed ve İshâk’ın (İbn Râhûye) tercihleri mi (ihtiyâr), yoksa Şâfiî’nin görüşü mü (kavl) sana hoş gelir?” diye sorulduğunda “Elbette ki, önce Ahmed’in, sonra İshâk’ın tercihleri. Ashâbımız arasında Ahmed b. Hanbel’den daha fakih, rivayet birikimi ondan daha geniş (ecma‘ minhü) bir kimse görmedim” demiştir. Ebû Zür‘a’nın ifadelerinden Şâfiî’nin, belki de İbn Hanbel derecesinde bir hadis ve eser birikimine sahip olmadığından, hakkında sahih ve muteber bir rivayetin bulunmadığını düşündüğü meselelerde kıyasa müracaat etmesi sebebiyle, fıkıh anlayışı itibariyle ashâbü’l-hadîs içerisinde farklı değerlendirildiği anlaşılmaktadır.
Kaynakça
Âbürrî, Ebü’l-Hasan Muhammed b. Hüseyin (v. 363 / 974), Menâkıbü’l-İmâm eş-Şâfiî (thk. Cemâl Azzûn, y.y.: ed-Dâru’l-eseriyye, 1430 / 2009), 69-70, 72-74, 77, 92-93.
Aktepe, İshak Emin, “‘Schacht ve Şâfiî’nin Hayatı ve Şahsiyeti Üzerine’ Adlı Makalesinin Tahlil ve Tenkidi” (Hadis Tetkikleri Dergisi, 2005, cilt: III, sayı: 2), 65.
Aybakan, Bilal, “Şâfiî”, DİA, XXXVIII, 223-224, 228.
Aybakan, Bilal, İmam Şâfiî ve Fıkıh Düşüncesinin Mezhepleşmesi (İstanbul: İz Yayıncılık, 2007), 30-38, 43-45, 100-112, 129-132.
Bedir, Murteza, “er-Risâle”, DİA, XXXV, 118.
Beyhakî, Ebûbekir Ahmed b. Hüseyin (v. 458 / 1066), Ma‘rifetü’s-sünen ve’l-âsâr (thk. Abdülmu‘tî Emîn Kal‘acî, Kahire: Dâru’l-va‘y, 1412 / 1991), I, 188.
Beyhakî, Ebûbekir Ahmed b. Hüseyin (v. 458 / 1066), Menâkıbü’ş-Şâfiî (thk. Ahmed es-Sakr, Kahire: Dâru’t-türâs, 1390 / 1970), I, 224, 226-227, 261-262, 301, 476, 478; II, 107, 154, 253, 256-257, 260, 325-326, 328-329.
Ebû Nuaym, Ahmed b. Abdullah (v. 430 / 1038), Hilyetü’l-evliyâ ve tabakâtü’l-asfiyâ (Mısır: es-Se‘âde, 1394 / 1974), IX, 97-102, 170.
Hatîb, Ebûbekir Ahmed b. Ali el-Bağdadî (v. 463 / 1071), Târîhu Bağdâd ev medînetü’s-selâm (Beyrut: Dâru’l-fikr t.y.), II, 56, 66, 68.
Hurvitz, Nimrod, The Formation of Hanbalism: Piety into Power (London: Routledge Curzon, 2002), 52-55.
İbn Adî, Ebû Ahmed Abdullah b. Adî (v. 365 / 976), el-Kâmil fî du‘afâi’r-ricâl (thk. Adil Ahmed Abdülmevcûd vd., Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1997 / 1418), I, 206, 208.
İbn Asâkir, Ebü’l-Kâsım Ali b. Hasan (v. 571 / 1176), Târîhu Dımaşk (thk. Ömer b. Ğarâme el-Amrî, Beyrut: Dâru’l-fikr, 1998), V, 271-272; LI, 329, 334, 345-346, 348, 365-368.
İbn Ebû Hâtim, Abdurrahman (v. 327 / 938), Âdâbü’ş-Şâfiî ve menâkıbühû (thk. Abdülğanî Abdülhâlik, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1424 / 2003), 33-34, 42, 44-46, 60-61, 70, 135.
İbn Ebû Hâtim, Abdurrahman (v. 327 / 938), el-Cerh ve’t-ta‘dîl (Beyrut: Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî, 1271 / 1952), I, 302; VII, 202-204.
İbn Ebû Ya‘lâ, Ebü’l-Hüseyin Muhammed b. Muhammed (v. 526 / 1131), Tabakâtü’l-Hanâbile (nşr. Muhammed Hâmid el-Fıkî, Kahire: Matba‘atü’s-sünneti’l-Muhammediyye, 1371 / 1952), I, 6, 38, 57, 280-281, 318, 281-282; II, 51.
İbn Hacer, Ebü’l-Fadl Şihâbüddîn Ahmed b. Ali el-Askalânî (v. 852 / 1449), Tevâli’t-te’sîs li me‘âlî Muhammed b. İdrîs (thk. Abdullah el-Kâdî, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1986 / 1406), 72-73.
İbn Kadı Şühbe, Ebü’s-Sıdk Takıyüddîn Ebûbekir b. Ahmed (v. 851 / 1448), Tabakâtü’ş-Şâfiiyye (thk. Hafız Abdülhalim Han, Beyrut: Âlemü’l-kütüb, 1407), I, 4-5.
İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ İsmâîl b. Şihâbüddîn (v. 774 / 1373), Tabakâtü’l-fukahâi’ş-Şâfiiyyîn (thk. Ahmed Hâşim-Muhammed Azb, y.y.: Mektebetü’s-sekâfeti’d-dîniyye, 1413 / 1993), I, 22, 40.
İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ İsmâîl b. Şihâbüddîn (v. 774 / 1373), Tabakâtü’l-fukahâi’ş-Şâfiiyyîn (thk. M. Ahmed Abdülhalîm, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, ts.), I, 83-86.
İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ İsmâîl b. Şihâbüddîn (v. 774 / 1373), el-Bidâye ve’n-nihâye (thk. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, Cîze: Dâru Hecer, 1998), XIV, 383.
İbn Müflih, Burhâneddîn İbrahim b. Muhammed (v. 884 / 1479), el-Maksadü’l-erşed fî zikri ashâbi’l-İmâm Ahmed (thk. Abdurrahman b. Süleyman el-Useymîn, Riyad: Mektebetü’r-rüşd, 1990), I, 65-66, 157; II, 369-370.
İbn Teymiyye, Takıyyüddîn Ahmed b. Abdülhalîm (v. 728 / 1328), Minhâcü’s-sünneti’n-nebeviyye (thk. M. Reşad Salim, Riyad, 1986), VII, 532-533.
İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Abdurrahman b. Ali (v. 597 / 1201), Menâkıbü’l-İmâm Ahmedi’bni Hanbel (thk. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, Cîze: Dâru Hecr, 1409), 26, 361-362.
Koca, Ferhat, Ahmed bin Hanbel, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2008.
Koca, Ferhat, İslam Hukuk Tarihinde Selefî Söylem: Hanbelî Mezhebi, Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2002.
Nevevî, Ebû Zekeriyyâ Yahya b. Şeref (v. 676 / 1277), Tehzîbü’l-esmâ’ ve’l-lüğât (Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, ts.), I, 61.
Sübkî, Ebû Nasr Tâcüddîn Abdülvehhâb b. Ali (v. 771 / 1370), Tabakâtü’ş-Şâfiiyyeti’l-kübrâ (thk. Mahmûd et-Tanâhî-Abdülfettâh el-Hulv, y.y.: Dâru ihyâi’l-kütübi’l-Arabiyye, 1383 / 1964), II, 27, 29.
Şâfiî, Muhammed b. İdrîs (v. 204 / 820), er-Risâle (thk. Ahmed M. Şâkir, Mısır, 1358 / 1940), 599-600.
Şîrâzî, Ebû İshâk Cemâlüddîn İbrahim b. Ali (v. 476 / 1083), Tabakâtu’l-fukahâ (thk. İhsân Abbâs, Beyrut: Dâru’r-râidi’l-Arabî, 1981), 73, 100.
Uleymî, Ebü’l-Yümn Mücîruddîn Abdurrahman b. Muhammed (v. 928 / 1522), el-Menhecü’l-Ahmed fî terâcimi ashâbi’l-imâm Ahmed (thk. Abdülkâdir el-Arnaût, Beyrut: Dâru Sâdır, 1997), I, 151.
Zehebî, Şemseddin Muhammed b. Ahmed (v. 748 / 1348), Siyeru a‘lâmi’n-nübelâ (thk. Şuayb el-Arnaût, Beyrut: Müessesetü’r-risale, 1982), X, 57, 68; XI, 183, 188, 195, 205, 224; XIII, 550.
Zehebî, Şemseddin Muhammed b. Ahmed (v. 748 / 1348), Târîhu’l-İslâm (thk. Ömer Abdüsselâm Tedmürî, Beyrut: Daru’l-kütübi’l-arabî, 1992), XIV, 315, 334.