27 Nisan 2025 - Pazar

Şu anda buradasınız: / İMAM AHMED B. HANBEL (rh.a.)’in CİHADI VE HİLAFETLE İLGİLİ GÖRÜŞÜ
İMAM AHMED B. HANBEL (rh.a.)’in CİHADI VE HİLAFETLE İLGİLİ GÖRÜŞÜ

İMAM AHMED B. HANBEL (rh.a.)’in CİHADI VE HİLAFETLE İLGİLİ GÖRÜŞÜ ABDULLAH DÂİ

Harmele, İmam Şâfiî (rh.a.)’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
-Irak’tan çıkıp gittiğimde orada, Ahmed b. Hanbel’den daha faziletli, daha bilgili, daha vera’lı ve daha takvalı bir kimse bırakmadım.
Kuteybe dedi ki:
-Süfyân-ı Sevrî öldü, takva da öldü. Şâfiî öldü, Sünnetler de öldü. Ahmed b. Hanbel ölür, bid’atlar ortaya çıkar. Ahmed b. Hanbel, bu ümmette peygamberlik makamına oturdu.
Beyhakî, bu son cümleyi şöyle yorumlamıştır:
-Yani, Allah yolunda uğradığı eziyetlere Peygamberler gibi sabretti.
Bir gün İmam Ahmed b. Hanbel’den bahsediliyorken, Ebu Ömer b. Nahhas şöyle dedi:
-Allah, O’na rahmet etsin. Dinde ne kadar basiretliydi, dünyaya karşı ne kadar sabırlıydı, zühdde ne kadar tecrübeliydi. Salihlerden hiçbiri O’na yetişemedi, geçmişlerden hiçbiri O’na benzemedi. Dünya kendisine sunuldu da reddetti. Bid’atler kendisine teklif edildi, geri çevirdi.1
Züheyr b. Harb der ki:
-Ahmed b. Hanbel’den daha yürekli birini görmüş değilim. Zira dövülme ve öldürülmelerin yaşandığı ortamda o makamda durabilmiştir. Ahmed’in yapabildiklerini kimse yapabilmiş değildir. Onca yıl musibetlerle karşı karşıya kalıp yakalanmak için aranmış olmasına rağmen hiç kimselerin göstermediği kadar dâvâsında sebat göstermiştir.
İshâk b. Raheveyh der ki:
-Şayet Ahmed b. Hanbel ve canını ortaya koyduğu üstün gayretleri olmasaydı, İslâm yok olurdu.
Ebu Zür’a der ki:
-İlmin çeşitli dallarında Ahmed b. Hanbel gibi birini görmüş değilim. Bu alanlarda O’nun yaptığını da kimseler yapabilmiş değildir.2
Bişr b. el-Hâris el-Hafî der ki:
-Ahmed b. Hanbel (mihne zamanında) içine atıldığı ateşten, has altın olarak çıktı.3
Yahya b. Maîn dedi ki:
-Ahmed b. Hanbel’de öyle özellikler vardı ki, o özellikleri hiçbir âlimde görmedim: O, hadisçiydi, hafızdı, âlimdi, takvalıydı, zahiddi, akıllıydı. İnsanlar bizden, O’nun gibi olmamızı istediler. Vallahi biz, O’nun gibi olamayız, O’nun yolundan gidemeyiz, buna güç de yetiremeyiz.
Hilâl b. Mualla er-Rakkî dedi ki:
-Cenâb-ı Allah, bu ümmete şu dört kişiyi göndererek lütufta bulundu:
Şâfiî gönderdi. O, hadisleri anlayıp tefsir etti. Mücmelini, mufassalından ayırd etti. Hâssını, âmmından, nâsihini, mensuhûndan seçti.
Ebu Ubeyd’i de göndererek, hadislerin garib olanlarını açıklığa kavuşturdu.
Yahya b. Maîn’i de gönderdi. O, yalan hadisleri sahih hadislerden ayırıp reddetti.
Ahmed b. Hanbel’i de gönderdi. O, mihnette sebat etti, işkenceye direndi.
Eğer bu dört zât olmasaydı, insanlar helâk olurlardı.4
Vasat, şahid, insanlar için çıkarılmış hayırlı ve merhamet olunmuş son ümmetin, mutlak müctehid âlimlerinden ve Peygamberlerin gerçek vârislerinden İmam Ahmed b. Hanbel (rh.a.) için, değerli İslâm âlimleri böyle söylediler... İmam Ahmed b. Hanbel (rh.a.), onların dediği gibi idi!..
Prof. Muhammed Ebu Zehra, İmam Ahmed b. Hanbel (rh.a.)’in yaşadığı dönemdeki fikir kargaşası ve sapık fikirlerden dolayı ortaya çıkan baskıcı yönetimi şöyle beyân ediyor:
“Me’mûn, halife olunca, Mutezile O’nun çevresini sardılar. Bütün haşiyesi, etrafındaki adamlar onlardandı. Onları, kendine yaklaştırdı, yanına aldı. Onlara son derece saygı gösterir, ikram ve izazda bulunurdu. Hattâ rivayete göre, Mutezile’nin ileri gelenlerinden Ebu Hişâm, O’nun yanına girince, yerinden biraz kımıldanırmış, neredeyse ona ayağa kalkacak. Hâlbuki ondan başka kimseye karşı böyle bir hareket yapmazmış!
Halife Me’mûn’un, Mutezile’ye bu kadar meyletmesinin, bu derece onlar yanlısı olmasının sebebi şudur: Me’mûn, Ebu Huzeyl Allaf’ın talebesidir. Dinler ve fırkalar hakkında ondan okurdu. Ebu Huzeyl ise, Mutezile’nin başıdır.
Me’mûn, o zaman âdet olduğu üzere, milletler, dinler hakkında münakaşa ve münazara meclisleri kurup tartışmalar yapılınca, Mutezile, karşılarındakilere üstün gelirler, yarışı kazanırlardı. Çünkü akıllarını işleterek her şeyi incelerlerdi. Bu yüzden Me’mûn’un üzerinde büyük tesir bırakmışlardı. Onlardan beğendiklerini kendine muhâsib alır, onlarla konuşur, müşavere eder, istediğini vezir yapardı. Özellikle aralarından Ahmed b. Ebu Duâd’ı son derece tutar, onu himaye eder, lütuf ve ihsânda bulunurdu. O derece ki, kardeşi Mutasım’a onu, umurunda müşavir yapmasını bile vâsiyet etmişti. Vâsiyette şöyle demektedir:
‘Ebu Abdullah Ahmed Duâd’ı kendinden ayırma, uzak tutma. Bütün işlerinde onu müşavir yap. O, senin için bu mevkie lâyıktır.’
Mutezile, halife nezdinde itibarının bu kadar arttığını görünce O’nun, ‘Kur’ân’ın mahlûk olduğunu’ ilân etmesi için çalışmaya başladılar. Böylece kendi mezheblerini yayacaklar, akıllarınca umum halkın takdirini kazanacaklardı. Mutezile’nin bu arzusunu, Me’mûn uygun buldu ve Hicrî 212/Milâdî 827 yılında Kur’ân’ın mahlûk olduğu görüşünü açıkladı. Ancak herkesi bu konuda serbest bıraktı. Mes’ele münakaşa ediliyordu. Me’mûn, delillerini ortaya döküyor, dâvâsını savunuyordu. İnancında, kanaatında herkes serbestti. Kimse, uygun görmediği, aklının yatışmadığı bir düşünceyi kabule zorlanmıyordu.
Halife Me’mûn’un tutumu bu kadarla kalmadı. Hicri 218/Milâdî 833 yılında –ki bu, öldüğü yıldır- elinde bulundurduğu hükümet kuvvetiyle halkı zorla ‘Kur’ân mahluktur’ diye inandırmaya kalkıştı. Buna zorlaması için Rakkâ’dan, Bağdâd’da bulunan Nâibi İshâk b. İbrahim’e emirnâmeler göndermeye başladı. Kendisi o zaman Rakkâ’da bulunuyordu. Bu emirnâmelerde fukahayı, hadis âlimlerini, ‘Kur’ân mahluktur’ demeleri için zorlamasını istiyordu.”5
Beyhakî (rh.a.), bu olayı şöyle anlatıyor:
Me’mûn’dan önce Emevîler’den ve Abbasîler’den hiçbir halife yoktur ki, Selefiye mezhebinden olmasın ve onların yolundan yürümesin. Amma Me’mûn halifeliğe geçince, Mutezile mezhebinden bir grup, O’nun etrafını sardılar. O’nu, bu yanlış yola sevkedip bu kötü fikirleri kendisine hoş gösterdiler. O da Bizanslılarla savaşmak üzere Tarsus’a giderken, Bağdâd valisi İshâk b. İbrahim b. Mus’ab’a bir mektub yazarak, insanları, ‘Kur’ân’ın mahlûk olduğunu’ söylemeye davet etmesini emretti. Bu hadise, ölümünden birkaç ay önce Hicret’in 218. senesinde meydana gelmişti.
Mektub valiye ulaşınca, vali İshâk, hadis imamlarından bir grubu huzuruna çağırdı. Onları, ‘Kur’ân’ın mahlûk olduğunu’ söylemeye davet etti, amma onlar, bunu söylemeye yanaşmadılar. Onları, dayak ve yiyeceklerinin kesilmesi ile tehdid etti. Bunun üzerine birçoğu istemeyerek bu davete icâbet edip, ‘Kur’ân’ın mahlûk olduğunu’ söylediler. Fakat İmam Ahmed b. Hanbel ve Muhammed b. Nuh Cundisaburî, bu davete icâbet etmediler, Kur’ân’ın mahluk olduğunu söylememekte ısrar ettiler. Bunun üzerine ikisi de zincire vurularak, mahfe üzerine karşı karşıya oturtulup bir deveye bindirildiler. Yola çıkarıldılar.
Rahbe şehrine geldiklerinde, bedevîlerden Cabir b. Âmir adında biri gelip İmam Ahmed b. Hanbel’e selâm verdi ve şöyle dedi:
-Ey adam, sen, insanların elçisisin. Onlar için uğursuzluk yapma. Sen, bugün insanların reisisin. Sakın ola ki halifelerin: ‘Kur’ân mahlûktur’ sözünü benimsemeyesin! Sen benimsersen, diğer insanlar da bu görüşü kabul edecekler ve kıyamet gününe kadar onların günahlarını omuzunda taşıyacaksın. Eğer Allah’ı seviyorsan, içinde bulunduğun sıkıntılı hâle sabret! Çünkü seninle cennet arasında öldürülmen vardır. Eğer öldürülmezsen de bir gün öleceksin, amma yaşarsan övgüye lâyık olarak yaşa.
İmam Ahmed b. Hanbel diyor ki:
-Cabir b. Âmir’in bu sözleri, azmimi kuvvetlendirdi. Onların, ‘Kur’ân mahlûktur’ sözünü söylemek için bana yaptıkları çağrıya karşı direnme gücümü arttırdı.
İmam Ahmed b. Hanbel ile arkadaşı, halife ordusuna yaklaştıklarında, bir konaklık mesafede bir yerde mola verdikleri esnada bir hizmetçi, yeninin ucuyla gözyaşlarını silerek geldi ve şöyle dedi:
-Ey Abdullah’ın babası, çok ağrıma gidiyor. Çünkü Me’mûn daha önce kınından sıyırmadığı bir kılıcı kınından sıyırmış ve Rasulullah’a olan akrabalığına yemin ederek diyor ki, eğer sen Kur’ân’ın mahlûk olduğu sözünü söylemezsen, O, bu kılıcıyla seni öldürecekmiş!
İmam Ahmed b. Hanbel, diz üstü yere çöktü, gözlerini semâya dikip şöyle dedi:
-Ey Efendim, Senin yumuşak huyluluğun bu fâcir Me’mûn’u aldatmış ve O’na, Senin velîlerini dövüp öldürme cesaretini vermiştir.
Allah’ım eğer Senin kelâmın Kur’ân mahlûk değil ise, bizi Me’mûn’un şerrinden koru.
Henüz o konaklama yerinde bulunuyorken, gecenin son üçte birlik kısmında feryâdlar duyuldu ve Me’mûn’un öldüğü duyuruldu. İmam Ahmed b. Hanbel, bu duruma sevindi. Amma sonradan gelen bir haberde anlatıldığına göre, Me’mûn’un yerine (kardeşi) Mutasım halifeliğe geçmiş ve Ahmed b. Ebu Duâd da O’nun yanında yer almış, işler daha da zorlaşmıştı.
İmam Ahmed b. Hanbel diyor ki:
-Bazı eserlerle birlikte Bağdâd’a gönderildik. Onlardan çok eziyetler gördüm. Ayaklarımda bukağılar vardı. Arkadaşım Muhammed b. Nuh, yolda vefat etti. Cenaze namazını kıldım. Bağdâd’a, Ramazan ayında ulaştım. Tekrar zindana atıldım. Orada yirmi sekiz ay mahbus kaldım.
Hapiste otuz küsür ay kaldığı da söylenir. Sonra Mutasım’ın huzuruna çıkarılarak dayağa yatırıldı. İmam Ahmed b. Hanbel hapisteyken, ayakları bukağılı olarak mahpuslara namaz kıldırdı.6
“Halife Me’mûn öldü. Ahmed b. Hanbel, eli-kolu bağlı, kelepçeli bir hâlde sorguya çekilmek üzere O’na götürülüyordu. Fakat Me’mûn’un ölümü ile bu belâlı iş, tarihlerin ‘Mihnet’ dediği bu işkence bitmedi. Belki aksine daha da arttı. Daha sert, daha şiddetli, daha sivri ve daha umumî bir hâl aldı. Me’mûn’un, kardeşi Mutasım’a yaptığı vâsiyette şu iki şey vardı:
1-‘Kur’ân mahlûktur’ dâvâsını yürütmesi, bundan asla vazgeçmemesi.
2-Ahmed b. Ebu Duâd’ı yerinde tutup, ona dayanması ve güvenmesi.
Çünkü bu dâvânın sahibi O. İnsanları sultan kuvvetiyle, imtihan ve sorgu şiddetiyle, dayak ve hapis korkusuyla, elini-kolunu bağlayıp kelepçe vurmakla, ‘Kur’ân mahlûktur’ diye zorlama fikri O’ndan gelme.
Mu’tasım, Me’mûn gibi ilim adamı değildi. O, kılıç adamıydı. Boynundan kılıcını çıkarmazdı. ‘Kur’ân mahlûktur’ dâvâsını, Ahmed b. Ebu Duâd’a bıraktı. Me’mûn’un vâsiyetini yerine getirmek için, işi istediği gibi yürütsün, dedi.
Biliyoruz ki, Me’mûn öldüğü zaman, Ahmed b. Hanbel yolda idi. Bağdâd’dan sorguya çekilmek üzere zincirler içinde Tarsus’a getiriliyordu. (Abbasî halifeleri bazen Tarsus’ta oturuyordu.) Me’mûn’un ölüm haberi üzerine Bağdâd’a geri götürüldü. Hakkında bir emir çıkıncaya kadar hapsedildi. Bir ara serbest bırakıldı. Sonra Mutasım’ın huzuruna çıkarıldı. Mu’tasım O’na, ‘Kur’ân mahlûktur’ dedirtmek için çok uğraştı. Zor kullandı, tehdid etti. Fakat ne terğib, ne tehdid, bunların hiçbirinden netice alamadı. Bundan sonra sıra dayağa gelinmiş olacaktı. Zindanda defalarca dayak atıldı. Dövülürken bayıldığı da oluyordu. Bayıldığında dayağa ara veriyorlar, ayıldığında yine kırbaçlıyorlardı. Öyle dövüyorlardı ki, aklı başından gidiyordu. Böyle sorguya çekilerek, dayak atılarak yirmi sekiz ay zindanda kaldı. (İmam Ahmed b. Hanbel’e bu zulmü revâ görenler, bu işkenceleri yapanlar,) kendi görüşlerini zorla kabul ettiremeyeceklerini anlayınca, içlerinde biraz acıma duygusu kalmış ki, O’na acıdılar ve O’nu serbest bıraktılar. Evine geldi, vücudu yara bere içindeydi. Devamlı dayak yediğinden dolayı zindan hayatı, O’nu çok yıpratmıştı.”7
İmam Ahmed b. Hanbel (rh.a.), kendisine zulüm üstü zulüm, işkence üste işkence yaptıkları çileli zindan hayatını ve tabi tutulduğu sorgulamaları şöyle anlatır:
-Beni yakalayip elbiselerim çıkarıldı ve sürüyüp götürdüler. Sonra işkenceciler ve kırbaçcılar geldi. Ben, onlara bakıyordum. Yanımda elbisemin bir tarafına gizlenmiş Rasulullah (s.a.s.)’in vücudunun birkaç tüyü vardı. Elbiselerimi çıkardılar, işkencecilerin önüne bırakıldım.
Dedim ki:
-Ey mü’minlerin emiri, Allah’dan kork Allah’dan! Zira Rasulullah (s.a.s.) buyuruyor ki:
“Allah’dan başka ilâh olmadığına şehadet eden müslüman bir kişinin kanı ancak şu üç şeyden biri nedeniyle helâl olur.”8
Bu hadisin tamamını kendisine okudum, sonra yine dedim ki:
-Ey mü’minlerin emiri, Rasulullah (s.a.s.), bir başka hadisinde de şöyle buyurur:
“Allah’dan başka ilâh yoktur deyinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Eğer bu kelimeyi söylerlerse, kanlarını ve canlarını benden korurlar.”9
Şimdi sen, bu işlerden birini işlemediğin hâlde ne diye benim kanımı mübah kılıyorsun?
Ey mü’minlerin emiri, benim şimdi senin huzurunda duruşum gibi, senin de yarın Allah divanında duracağını düşün.
Ben, böyle dedikten sonra biraz çekinir gibi oldu. Sonra etrafındakiler ısrarla O’na:
-Ey mü’minlerin emiri, bu sapık, saptırıcı bir kâfirdir, dediler.
O da emir verdi. Beni işkencecilerin önüne götürdüler. Bir kürsü getirdiler ve kürsünün üzerine oturtuldum. İşkencecilerden biri, ellerimle iki tahtadan birini tutmamı bana emretti. Bunun sebebini anlamadım. Elbiselerimi çıkardılar. Kırbaççılar, kırbaçlarıyla geldiler. Onlardan biri, bana iki kırbaç vurunca, halife Mu’tasım, ona:
-Şiddetle vur! Allah, senin elini koparsın! dedi.
Bir başkası geldi, o da bana iki kırbaç vurdu. Sonra bir başkası geldi, o da aynı şekilde beni kırbaçladı. Bana birkaç kırbaç vurmalarından sonra bayıldım. Aklımı defalarca kaybettim. Dayak durunca, aklım başıma geliyordu. Mutasım, kalkıp yanıma geliyor ve adamlarının fikirlerini kabul etmemi istiyordu. Ben ise kabul etmiyordum.
Onlar:
-Yazıklar olsun sana, halife senin yanıbaşında duruyor! demeye başladılar.
Ben yine kabul etmeyince, beni yine dövmeye başladılar. Halife Mutasım, tekrar yanıma geldi. Bu fikirleri kabul etmemi istedi. Ben kabul etmedim. Yine dövmeye başladılar. Üçüncü kez halife yanıma geldi. Beni, bu fikirleri kabul etmeye davet etti. Amma dayağın şiddetinden O’nun dediklerini anlayamıyordum. Tekrar beni dövmeye başladılar. Aklım gitti, artık dayağın şiddetini hissedemiyordum. Şiddetli derecede dayak yediğimden ötürü artık hissimi ve korkularımı kaybetmiştim. Halife Mutasım, emir verdi. Beni serbest bıraktılar. Amma hiçbir şeyin farkında değildim. Sonra evimin bir odasında olduğumu gördüm. Ayaklarımdaki bağlar çözülmüştü. Bu hadise, Hicret’in iki yüz yirmi birinci senesinin, Ramazan ayının yirmi beşinci gününde vuku’ bulmuştu.
Sonra halife, Ahmed b. Hanbel’in ailesine verilmesini emretti. O’na, toplam olarak üç yüz küsür kırbaç vurulmuştu. Seksen kırbaç vurulduğu da söylenir. Amma çok şiddetli darbeler yemişti.
İmam Ahmed b. Hanbel, uzun boylu, ince endamlı, esmer tenli ve çok mütevazı bir kimseydi. Allah, O’na rahmet etsin.”10
Muhammed b. İsmail b. Ebî Sümeyne anlatır.
Şabas en-Naîb’den şöyle dediğini işittim:
-Ahmed b. Hanbel’e seksen kırbaç vuruldu. Eğer file vurulsa idi devirirdi!11
(İmam Ahmed b. Hanbel’in oğlu) Ebu’l-Fadl, babasının (İmam Ahmed’in) şöyle dediğini nakleder:
-Vallahi, çekeceğim kadar acı çektim, amma buna rağmen kıyamet gününde ne lehime, ne de aleyhime bir şey olmadan kurtulmayı dilerim!12
Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, kendisinden razı olsun, rahmet edip ebedî mekânını “Firdevs Cenneti”nden eylesin.
İmam Ahmed b. Hanbel (rh.a.)’in “Mihne devri”nde çektiği eziyetten şu hatırayı da kaydedelim:
“Rivayet olunduğuna göre dayağa çekilmek üzere yerinden kaldırıldığında şalvarının uçkuru kopmuştu. O da şalvarının düşmesinden ve avretinin açılmasından korktuğu için, dudaklarını hareket ettirerek Allah’a duâ etmişti ve şalvarı eski hâline dönmüş, sapasağlam olmuştu.
Başka bir rivayette anlatıldığına göre, o esnada Allah’a şöyle niyazda bulunmuştu:
-Ey imdad dileyenlerin imdadına yetişen, Ey âlemlerin İlâhı, eğer Senin rızan için bu işi yaptığımı biliyorsan, avretimi açığa çıkarma ve beni rüsvay etme!
Ahmed b. Hanbel, hilafet sarayından İshâk b. İbrahim’in makamına götürülürken oruçluydu. Kendisine iftar etmesi için un bulamacı getirdiler, amma orucunu açmadı ve vaktine kadar tamamladı. Namaz vakti geldiğinde, onlarla beraber öğle namazını kıldı.
Kadı İbn Sema’a, O’na:
-Sen, kanlı kanlı mı namaz kıldın? diye sordu:
Ahmed b. Hanbel:
-İmam Ömer de, yarasından kan sızdığı hâlde namaz kıldı! cevabını verdi.
Kadı İbn Sema’a, O’nun bu cevabı karşısında sustu.
(Ahmed b. Hanbel, işkenceden kurtulup) evine döndükten sonra, cerrah ve pansumancılar gelip vücûdundaki ölü bir parça eti kopardılar. O’nu, tedavi etmeye başladılar. Vali de her zaman gelip durumunu soruyordu. Çünkü halife Mutasım, O’na yaptığına çok pişman olmuştu. Halife Mutasım, O’nun durumunu vali İshâk’dan soruyor, vali İshâk da durumunu halifeye bildiriyordu. Şifâ bulduktan sonra halife Mutasım ve diğer müslümanlar çok sevindiler. Allah, kendisine şifâ ihsân ettikten sonra bir süre daha ellerinin başparmakları soğuktan rahatsız oluyordu.
Kendisine eziyet eden herkese hakkını helâl etti. Sadece bid’atçıları bağışlamadı. Bu hususta şu ayet-i kerimeyi okuyordu:
“Affetsinler ve hoşgörsünler.”13
Ve şöyle diyordu:
-Müslüman kardeşin senin sebebinle azab görürse, bunun sana ne yararı var? Oysa yüce Allah, bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“Amma kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah’a aiddir. Gerçekten O, zalimleri sevmez.”14
Kıyamet günü bir münâdî şöyle seslenecektir:
-Sevabı Allah’a aid olan kimse ayağa kalksın!
Bu durumda, ancak affedenler ayağa kalkacaklardır.”15
Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Sadaka hiçbir malı eksiltmez. Af sebebiyle Allah, bir kulun ancak şerefini arttırır. Ve bir kimse Allah için tevazu gösterirse, Allah, onu ancak yükseltir.”16
Yegâne Rabbimiz, Melikimiz ve İlâhımız Allah Azze ve Celle, İmam Ahmed b. Hanbel (rh.a.) kulunu, katıksız imandan, sağlam Tevhidinden, Rasulünün Sünneti’ne bağlılığından ve emrolunduğu gibi salih amel işleyerek, O’nun yolunda, O’nun rızası için bunca eziyetlere sabretmesinden, ayrıca kendisine eziyet edenleri affetmesinden dolayı, şerefini arttırdı, izzetine izzet kattı!.. O yüce İmam’a eziyet edenlerin ve O’nu işkencelere tabi tutup zulmedenlerin hepsi tarihe karıştı, unutuldu gitti, hattâ hatırlanacak olunduklarında hayırla anılmaz bir durumda oldukları malum… Fakat İmam Ahmed b. Hanbel (rh.a.), ümmetin içinde başlara taç som altın gibi olup, hayırla ve rahmetle anılmaktadır!..
“Âlemlere rahmet olarak gönderilen” Rasulullah (s.a.s.)’in gerçek vârislerinden İmam Ahmed b. Hanbel (rh.a.)’in hilafet hakkındaki görüşünü değerlendiren Prof. Muhammed Ebu Zehra şunları kaydeder:
“İmam Ahmed, bazı siyasetle ilgili çalışmalarında esere uyan, itidal mesleğinden ayrılmayan bir tutum içindedir. Ashab ile ilgili görüşlerinde menkul eserlere bakar, Sahabe ve Tabiin’in (Allah, onlardan razı olsun) ekserisinin sözüne uyardı. Her çalışmasında olduğu gibi, bu hususta da âsâra uyan (bir müctehid idi).
Hilafet ve halife meselesinde, kim seçildi ve nasıl seçtiler, bunlarda fitneden kaçınan olumlu bir tutumu vardı. Müslümanların birliğini korumaya gayret ederdi. Mütegallibeden olan bir imam-halife zalim dahi olsa-ona karşı isyan etmektense, itaat etmeyi tercih ederdi. Çünkü isyan, milleti parçalar.
Siyaset meselesinde, İmam Ahmed’in görüşü ile İmam Mâlik’in görüşü birbirine benzer. Ashab’ın mertebelerini sıralamada birleşirler, ikisi de zalim dahi olsa, halifeye karşı isyanı câiz görmezler. Çünkü zulüm dolayısıyla çıkacak isyandaki fitnelerde, müstebit hükümdarın yapacağı kötülüklerden, daha çok zulüm işlenir.
Bu konuda, bu iki İmam arasında bir fark vardır ki, o da şudur: İmam Mâlik, Haricilerin isyan fitneleri içinde yaşadı, İnkılâblar zamanındaki çalkantıları gözüyle gördü. Çağı, fitneler çağıydı. İmam Ahmed ise, böyle bir fitneler görmedi, isyanlar zamanı gerilerde kalmıştı. Sadece Emin ile Me’mûn kardeşler arasındaki isyanı gördü. Onun da hayırla değil, şerle bittiğine şahid oldu. Çünkü İran nüfuzu hakim hâle geldi. Muhtelif dinî cereyanlar baş gösterdi, bid’atlar türedi.
Hükümdarlar, kendini bid’atlara kaptırdı. O kendisi de böyle bir zalim hükmün kurbanı oldu. Bu yüzden dayak yedi, hapse atıldı, şiddetli baskıya uğradı. Öyle ki bu, her aklı başında olanı gayrete getirir, kalblere kin tohumu eker, intikam hissi doğurur. Bu bakımdan O’nun, zalime karşı isyanı destekleme yanlısı olması gerekirken, O, duygularına kapılmadı. Hâl böyle iken, nefsinin ve hevesinin esiri olmadı. Çağındaki hükümdarlara karşı olanlara katılmadı. Hilafet ve zalim olana karşı isyanda görüşünü, Selefin amellerinden ve cemiyetin umumunun maslahatını düşünerek ona göre belirledi. Bunları (her zaman) göz önünde tutardı. Devlete isyandan nehyetti. Baştakinin hâli ne olursa olsun ona karşı isyanı, ‘Bağiy’ saydı, haksız yere ayaklanma addetti. Baştaki onu öldürse, üzerine azab ateşi dökse, işkence yağmuru yağdırsa da isyana cevaz vermedi.”17
Çünkü o günkü devlet, Allah’ın indirdiği ile hükmetmeye çalışan bir İslâm Devleti, ülke, mü’min müslümanların beş emniyeti sağlanmış hâlde İslâm üzere yaşadıkları bir ülke idi… Her ne kadar baştaki halifeler adâleti tam sağlayamıyor, fısk, fücur, bid’at ve zulüm işliyorlarsa da en nihayet İslâm’ın hakimiyet ve İslâm adına bir yönetim söz konusu idi… Devlet ve ülke İslâm’a aid ve ülkede yaşayanlar İslâm’a göre yaşamaya çalışıyorlardı… İslâm Devleti’nde ve İslâm ülkesinde, yani Allah’ın indirdiği hükümlerle idare edildiğinde, yöneticiler, Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’e iman edip itaat eden mü’min müslümanlardan olup Allah’ın Kitabı Kur’ân ile yönettikleri müddetçe onlara itaat etmek, her muvahhid mü’minin kulluk görevidir!..
Ümmü’l-Huseyn el-Ahmesiyye (r.anha) anlatır:
Vedâ Haccı’nda Rasulullah (s.a.s.)’i hutbe verirken gördüm. Üzerindeki giysiyi koltuğunun altından dolamıştı. Konuşurken pazularının titremesini şu ân bile görür gibiyim.
Konuşmasında:
“Ey insanlar, Allah’dan korkun! Başınıza organları kesik bir köle bile getirilmiş olsa, Allah’ın Kitabı’na göre hareket ettiği sürece emirlerini dinleyip itaat edin.” buyurdu.18
Rabbimiz Allah Teâlâ’nın:
“Kim Rasul’e itaat ederse, gerçekte Allah’a itaat etmiş olur.”19 diye buyurduğu yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.) böyle buyurup itaat etmek konusunda mutlak şartı beyân etmiştir:
“Allah’ın Kitabı’na göre hareket ettiği sürece!”
İslâm Devleti ve İslâm ülkesinde müslümanları yönetenler, mvahhid mü’min müslümanlar olmakla birikte, Allah’ın Kitabı’na göre hareket edip yönetimi Kur’ân’a göre gerçekleştirdiği sürece kendisine itaat etmek ânın vacibidir!..
İmam Ahmed b. Hanbel (rh.a.), yöneten imam/halife fasık, fâcir ve zalim bile olsa, Allah’ın Kitabı’na göre hareket edip yönettiği müddetçe kendisine itaat edilmesini beyânla şöyle diyor:
“İyi ya da facir (günahkâr) da olsa, ümmetin, insanların etrafında toparlanıp razı oldukları Mü’minlerin Emiri’ne hilafet makamında dinleyip itaat etmeleri gerekir.
Yine kılıç zoruyla onlara galib gelip tâ ki halife olup ve Mü’minlerin Emiri olarak isimlendirilen kimseye de dinleyip itaat etmeleri gerekir.”20
İmam Ahmed b. Hanbel (rh.a.)’in, “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” akidesinin “İmamet/Hilafet” görüşünü beyân eden bu açıklamasının doğruluğunu tasdik eden Allâme Sa’düddîn et-Taftâzânî (rh.a.), “Şerhu’l-Akaid” adlı meşhur eserinde şunları kaydeder:
“Halife tayininin vâcib olduğu konusunda icmâ vardır………Ehl-i Sünnet’e göre halife tayini insanlara vâcibdir ve bu vücubiyet, naklî delillerle sabittir. Zira hadis-i şerifte: ‘Her kim zamanının imamını tanımadan ölürse, cahiliyye ölümü üzere ölmüştür.” buyrulur.21
Ayrıca ümmet, Rasulullah’ın vefatından sonra halife tayini işini en mühim mesele olarak görmüş ve bu işi, Rasulullah (s.a.s.)’in mübarek nâşının defin, techiz ve tekfin işlerine öncelemişlerdir. Aynı hassasiyet bütün imamların vefatından sonra da gösterilmiştir. Bunların yanında birçok şer’î sorumluluğun yerine getirilmesi, halifenin varlığına bağlıdır. Nitekim Müellif (İmam Ömer Nesefî) şu sözleriyle buna işaret etmektedir:
“Kanunların icrâsı, ceza ve müeyyidelerin uygulanması, devletin sınır güvenliğinin sağlanması, orduların donatımı, zekat ve vergilerin toplanması, anarşist, eşkiya ve hırsızların cezalandırılması, Cuma ve Bayram namazlarının kıldırılması, halk arasında çıkan münakaşa ve kavgalara müdahale edilmesi, mahkemelerde şahidlerin şahidliğinin kabul edilmesi, velisi bulunmayan küçük erkek ve kız çocuklarının (ve velisi bulunmayan yetişkinlerin) evlendirilmesi ve ganimetlerin paylaştırılması gibi dinî, siyasî ve adlî işleri yürüten bir halife seçmeleri, müslümanlara gereklidir.”22
Yeryüzünde yaşayan bütün mü’min müslümanlar, yani İslâm Millet’i için ânın vacibi olan bu görevin ciddiyetini beyân eden Ebu’l-Muîn en-Nesefî (rh.a.), “Bahru’l-Kelâm” adlı meşhur eserinde şunları söyler:
“Üzerimizdeki imamı –ki o da halifedir- bilmeden bir gün geçirmemiz câiz değildir. Çünkü İmamı hak olarak görmeyen herkes küfre girer. Çünkü Cuma ve Bayram namazları ile yetimlerin evlendirilmesi gibi bir kısım hükümlerin cevazı imama bağlıdır. Her kim imamı inkâr ederse, farzları inkâr etmiş olur. Her kim de farzları inkâr ederse, küfre girer.”23
Kendisinden başka “kanun koyucu” hak ilâh olmayan Rabbimiz Allah Teâlâ’nın:
“Sana da önündeki kitab(lar)ı doğrulayıcı ve ona bir şahid-gözetleyici olarak Kitab’ı (Kur’ân’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların hevâ (istek ve tutku)larına uyma’”24 emrinin yerine gelmesi için “İslâm Devleti” ve bu emri uygulayacak “Emiru’l-Mü’minin” olan İslâm Devleti’nin başkanı bir halifenin bulunması olmazsa olmazdır… İslâm Milleti’nin birliği, beraberliği, sağlığı, huzuru, varlığı ve selâmeti için zarurî olan “Hilafet Makamı”nın var oluşunu sağlamak ve onun bekasını gündemde tutmak, bütün ümmete ânın vacibi bir kulluk vazifesidir…
İmam Ebu’l-Muîn en-Nesefî (rh.a.)’ın beyanıyla:
“Üzerimizdeki İmamı –ki o da halifedir- bilmeden bir gün geçirmemiz câiz değildir!”
İşte, firasetli, bâsiretli ve cesaretli İmam Ahmed b. Hanbel (rh.a.), bütün mü’min müslümanların birlik ve beraberliğini sağlayacak, Allah’ın indirdiği hükümleri uygulayacak, Rasulullah (s.a.s.)’i önder edinip Sünnet üzere hareket edecek, İslâm’ın egemen olduğu İslâm ülkesinde (Daru’l-İslâm) huzuru ve barışı sağlayacak “Emiru’l-Mü’minin” makamının var olmasının olmazsa olmaz şart olduğunu söylemektedir… Bu makamdaki şahsiyet ve onun yardımcıları olanlar, muvahhid mü’min müslüman olmak kaydıyla âdil de olabilirler, zalim de!.. Elbette her muvahhid mü’minin candan arzuladığı, “Ulu’l-emr”in âdil olması, yani Allah’ın indirdiği hükümleri, Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti üzere tam bir şekilde uygulamasıdır… Fakat zaman zaman “Emiru’l-mü’minin” makamında bulunanların bu dosdoğru olan yoldan sapmaları görülmüş, fısk ve fücura dalmış ve zalimler konumuna düşmüşlerdir… Bu tip yöneticilerin karşısına İmam Ahmed b. Hanbel (rh.a.) gibi, Rasulullah (s.a.s.)’in gerçek vârisleri çıkmış, nasihat etmiş, hakkı söylemiş ve onların zulümden vazgeçip, âdil olmalarını sağlamaya çalışmışlardır…
İslâm Devleti’nin bekasını, İslâm Milleti’nin huzur, birlik ve barışını zedeleyici hâl ve hareketlerin câiz olmadığını beyân eden İmam Ahmed b. Hanbel (rh.a.) şöyle der:
“İnsanların, ister halifeliğini razı olarak kabul ettikleri, ister zorla etrafında toplanmış oldukları müslümanların (ümmetinden olan) yöneticisine ayaklanan kimse, müslümanların birliğini bozmuş ve Rasulullah (s.a.s.)’den gelen rivayetlere muhalefet etmiş olur. Bu şekilde ölürse, câhiliyye ölümüyle ölmüş olur.
Sultana karşı savaşmak, helâl değildir ve insanlardan hiç kimsenin onlara karşı çıkması câiz değildir. Kim böyle yaparsa, Sünnet’in ve doğru yolun haricinde bir bid’atçıdır.”25
İslâm Milleti’nin Kur’ân ve Sünnet’e bağlılığının, hayatın Kur’ân ve Sünnet ile tanzimi için, İslâm Devleti’nin ve Hilafetin bekasının şart olduğunu bilen ve inanan, ümmetin birliği, beraberliği ve dirliğinin sağlanmasının bu sayede olacağının şuurunda olan İmam Ahmed b. Hanbel (rh.a.), şahsına yapılan bunca zulümlere, işkencelere ve eziyetlere dayanıp sabretmiş, İslâm Devleti’ne, zalim de olsa yöneticisine isyan etmediği gibi, hiç kimse için de câiz görmemiştir… İslâm Devleti’nin ve Hilafet’in bekası esastır!..
Vasat, şahid ve en hayırlı ümmetin mutlak müctehid âlimlerinden olan İmam Ahmed b. Hanbel (rh.a.), hak üzerinde sabit durmuş, hakkı savunmuş ve hakka davet etmiştir… Başta, İslâm Devleti’nin yöneticisi olan halifeyi âdil davranmaya davet ederken, müslüman halka İslâm üzere yaşamaya ve Allah’ın Kitabı’na göre hareket ettiği sürece “Ulu’l-emr”e itaat etme nasihatında bulunmuştur!..
İslâm’ın izzeti üzere, takva ve zühd içinde dünya hayatını tamamlayan İmam Ahmed b. Hanbel (rh.a.):
“Mü’minlerden öyle erkek –adamlar- vardır ki, Allah ile yaptıkları ahide sadakat gösterdiler. Böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi de beklemektedir. Onlar hiçbir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler.”26 ayet-i kerimede beyân buyrulan muvahhid mü’min müslümanlardandı!..
Ve O, bir cihad eri olan mücahid idi!
Tarık b. Şihâb (r.a.) anlatıyor:
Adamın biri, Rasulullah (s.a.s.)’e gelip:
-En üstün cihad hangisidir? diye sordu.
Rasulullah (s.a.s.):
“Zalim bir yöneticiye karşı hakkı söylemektir!” buyurdu.27
Bu üstün cihadı gerçekleştiren mücahidlerden birisi idi İmam Ahmed b. Hanbel!
Rabbimiz Allah, O’ndan razı olsun, rahmetiyle kuşatsın ve makamını Firdevs Cenneti eylesin… Âmin!
İbn Kesîr, Büyük İslâm Tarihi –el-Bidâye ve’n-Nihâye, çev. Mehmet Keskin, İst. 1995, c. 10, sh. 561-562.
Ebu Nuaym el-Isbehânî, Hilyetu’l-Evliyâ ve Tabakatu’l-Asfiyâ, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2015, c. 7, sh. 156-157.
Ebu Nuaym el-Isbehânî, Hilyetu’l-Evliyâ, c. 7, sh. 156.
İbn Kesîr, Büyük İslâm Tarihi, c. 10, sh. 562.
İbn Kesîr, Büyük İslâm Tarihi, c. 10, sh. 562.
Ebu Nuaym el-Isbehânî, Hilyetu’l-Evliyâ, c. 7, sh. 151.
Prof. Muhammed Ebu Zehra, Ahmed İbn Hanbel, çev. Osman Keskioğlu, Ank. 1984, sh. 59-60.
Ayrıca bkz. İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Tarih-İslâm Tarihi, çev. Abdullah Köşe, İst. 1986, c. 6, sh. 367-372.
İbn Kesîr, Büyük İslâm Tarihi, c. 10, sh. 555-556.
Ebu Nuaym el-Isbehânî, Hilyetu’l-Evliyâ, c. 7, sh. 207-208.
Prof. Muhammed Ebu Zehra, Ahmed İbn Hanbel, sh. 82.
Abdullah b. Mes’ud (r.a.) rivayet eder.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Allah’dan başka ilâh olmadığına ve benim Allah’ın Rasulü olduğuma şehadet etmekte olan müslüman bir kimsenin kanı helâl olmaz, ancak şu üç şeyden biri ile helâl olur:
Maktulun hayatı karşılığında (katilin) öldürülmesi.
Zinâ edenin evli olması.
İslâm Dini’nden çıkıp müslüman cemaati terketmesi.”
Sahih-i Buhârî, Kitabu’d-Diyât, B. 5, Hds. 17.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Kasâme, B. 6, Hds. 25-26.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Hudûd, B. 1, Hds. 4352.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’d-Diyât, B. 10, Hds. 1423.
Sünen-i Nesâî, Kitabu Tahrimu’d-Dem, B. 5, Hds. 4003-4006.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Hudûd, B. 1, Hds. 2533-2534.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2014, c. 11, sh. 638-645, Hds. 16784-16797.
ed-Dârekutnî, es-Sünen, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2015, c. 2, sh. 606-608, Hds. 3054-3058.
İbnu’l-Cârûd, Efendimizin Dilinden İslâm Ahkâmı-el-Müntekâ, çev. Dr. Adem Yerinde, İst. 2006, sh. 344, Hds. 832.
Emiru’l-mü’minin İmam Ömer İbnu’l-Hattab (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Ben, insanlar, ‘Lâ ilâhe illallah’ deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum. Kim bu sözü söylerse, artık o kimse, İslâm Kanununun hakkı karşılık olmak müstesnâ, benden malını ve canını korumuş olur. (Gizli günahlarının) hesabı ise Allah’a aiddir.”
Sahih-i Buhârî, Kitabu’z-Zekat, B. 1, Hds. 6.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B. 8, Hds. 32.
Sünen-i Nesâî, Kitabu’l-Cihad, B. 1, Hds. 3077-3079.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-İman, B. 1, Hds. 2734.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’z-Zekat, B. 1, Hds. 1556.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, sh. 666-670, Hds. 9027-9032.
İbn Kesîr, Büyük İslâm Tarihi, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 10, sh. 559-560.
Ebu Nuaym el-Isbehânî, Hilyetu’l-Evliyâ, c. 7, sh. 224-225.
İbnu’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, çev. Doç. Dr. Abdulvehhab Öztürk, İst. 2006, sh. 562.
Ebu Nuaym el-Isbehânî, Hilyetu’l-Evliyâ, c. 7, sh. 226.
Nur, 24/22.
Şura, 42/40.
İbn Kesîr, Büyük İslâm Tarihi, c. 10, sh. 560-561.
Ebu Nuaym el-Isbehânî, Hilyetu’l-Evliyâ, c. 7, sh. 225-233.İbnu’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, sh. 562.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sılâ, B. 19, Hds. 69.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Birri ve’s-Sılâ , B. 81, Hds. 2098.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 15, sh. 587, Hds. 22614-22615.
Prof. Muhammed Ebu Zehra, Ahmed İbn Hanbel, sh. 178-179.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 19, sh. 302-305, Hds. 27206-27214.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmâre, B. 8, Hds. 37.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Cihad, B. 28, Hds. 1758.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Cihad, B. 39, Hds. 2861.
Sünen-i Nesâî, Kitabu’l-Biat, B. 26, Hds. 4170.
Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahihayn, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2013, c. 9, sh. 653, Hds. 7459.
Nisa, 4/80.
Ahmed İbn Hanbel, Ehl-i Sünnet’in Esasları, çev. Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş, İst. 2009, sh. 32-33, Md. 28. (Abdûs İbn Mâlik el-Attâr rivayeti)
Ebu Abdullah Âdil b. Abdullah Âlu Hamdan, el-Câmi-Sünnet ve Eser Ehlinin Akidesine Dair Risâleler, çev. Mustafa Özenli, İst. 2019, sh. 241, Md. 28.
Abdullah b. Ömer (r.anhuma) rivayet eder.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Her kim boynunda bir biat olmadığı hâlde ölürse, cahiliyye ölümü gibi (bir ölümle) ölür.”
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmâre, B. 13, Hds. 58.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 19, sh. 342, Hds. 27291.
Sa’düddin et-Taftâzânî, Şerhu’l-Akaid, çev. Talha Hakan Alp, İst. 2017, sh. 308-309. (3.Baskı)
Ebu’l-Muîn en-Nesefî, Mâtürîdî Kelâmı, çev. Yusuf Arıkaner, İst. 2019, sh. 236.
Mâide, 5/48.
)Ahmed İbn Hanbel, Ehl-i Sünnet’in Esasları, sh. 34-35, Md. 33-34.
Ebu Abdullah Âdil b. Abdullah Âlu Hamdân, el-Câmi, sh. 242, Md. 33-34.
Ahzab, 33/23.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 16, sh. 206-207, Hds. 23334-23335.
Sünen-i Nesâî, Kitabu’l-Biat, B. 37, Hds. 4191.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B. 20, Hds. 4012.
Hâkim en-Nisâbûrî, el-Müstedrek, c. 9, sh. 82-83, Hds. 6687.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul