
Giriş
Burada ana mesele bir şahsiyeti gerçek kimliğiyle tanımaktır. Biz onu hakiki varlığıyla kaynaklardan bilmekteyiz. İmam Ahmed’in Ehl-i Sünnet’i savunması ve bu bağlamda kendi duruşu önem arz eder. Mutezile’nin hakim olduğu bir ortamda, Ehl-i Sünnet’in ayakta kalması için mücadele verdiği bir gerçektir. Bu insan kendi döneminin despot siyasilerine karşı gerçek manada fikri mücadele vermiş ve siyasilere haddini bildirmiştir. Toplum mühendisliği yapan, halka mezhep ayarlamaya kalkanlara karşı durmuştur. Yönetici yönetimle meşgul olacak ve haddini aşmayacaktır. Halka zulmetme, baskı yapma, Ehl-i Sünnet’i bırakın, hepiniz Mutezile olun şeklinde akıl vermeye kimsenin haddi de yetkisi de olamaz. İmam bu gerçeği bildirmiştir.
Halk Ehl-i Sünnet’i seçerken kendi hür iradesini kullanarak seçmiş, onun mensubu olmuş ve ona girmiştir. Ben karar verdim siz mezhebinizi, yolunuzu ve yönteminizi değiştirin deme hakkına kimse sahip değildir. Toplumu dizayn etmeye kalkışanlar yanlış yaparlar. Halk kendi kararını kendisi verir ve tercihini yapar. Halife Memun’da (h.198-218) olsa, Harun’u Reşid’in (h. 170-193) oğlu da olsa herkes haddini bilmekle yükümlüdür. İslam müminleri birbirlerine yakın konuma getirmektedir. Nesep bağından farklı bir bakış açısıyla müminleri din buluşturmuş ve güzellikler gerçekleşmiştir. İslam ayetle kardeşlik konumunu oluşturmuştur. Ayetler beşer arasındaki ilişkileri düzenlemiştir. Sonuçta sağlıklı alakalar geliştirilecektir. Hasımlıklar önlenecek ve güzel gelişmeler yaşanacaktır. Müslüman’ın algısı güzelliklerle donanımlı olacaktır. Şeytana ve şerlilere fırsat verilmeyecektir. İmam Ahmet verdiği mücadeleyle yanlış gidişata karşı durmuş ve hak bildiği yoldan asla dönmemiş bir değerdir.
Bu ümmetin çileli dönemleri vardır. Bu fitneler dış düşmandan olanlardan çok içte yöneticilerin halka baskı yapma, sindirme, susturma ve halka rağmen kendi görüşlerini empoze etme sorunları yaşanmıştır. Tüm olumsuzluklara karşı İmam Ahmet mücadele ruhuyla hareket etmiş ve zorbalıklara karşı izlenecek yolu göstermiştir. Onun çabalarıyla olumsuzluklara karşı ayakta kalma gerçekleşmiştir. O fıkıhta bir mezhebi oluştururken, itikatta hadis ehlinin bir mensubu olarak onların yolunu izlemiş ve Ehl-i Sünnet’i ayakta tutmak için elinden geleni yapmış bir alimdir. Züht yolunu izleyen, takva sahibi bir öncü ve kılavuzdur.
Bir Şahsiyetin Duruşu
İşin özü Abbasiler döneminde baba ve halife Harun-u Reşid’in duyarsızlığından kaynaklanmaktadır. O oğlu Memun’a henüz yetişme döneminde hoca aramaktadır. O dönem çok önemli hadis ve tefsir ehli yanında, her bir alanda mütehassıs şahsiyetlerin hayatta olduğu bir zamandır. İsteseydi istediği düzeyde faydalı olacak bir veya daha fazla alim bulur ve onların elinde ileride halife olacak evladını terbiye edebilirdi. Bunu yapmamıştır. Oğluna her hususta fevkalade bir terbiye verebilirdi. Fakat çok yanlış bir karar vermiş ve isabetsiz bir seçimle oğluna Mutezile’den fanatik birisini hoca olarak seçmiştir. Haliyle Mutezile öncülerinden Ebu’l-Hüzeyl el-Allaf’ı seçmiştir. O ve İbrahim en-Nazzam çok kurnaz Mutezile ileri gelenidirler. Kime hoca olarak özel ders vermek için seçilirlerse, onun beynini yıkamakta ve ona Mutezile’yi telkin etmektedirler. Haliyle baba ilahi huzura hesaba alınınca, yerine oğlu Emin (h. 193-198) halife olmuştur.
Bu iki dengesiz evladın savaşında binlerce Müslüman canı gitmiştir. Sonunda kısa süreli halifeliğinden sonra Emin öldürülmüş ve Memun halife olmuştur. Artık saraya tebrike gelenler Mutezile öncüleridir. Doğal olarak ziyaret bahanesiyle gelmektedirler. Görünürde Memun dostlarının onun halifeliğini tebrik amacıyla gelişlerinden memnundur. Onlar sürekli onun yanındadırlar. Zira kendi ekollerinden birisi en üst makama gelmiştir. Artık günleri doğmuş ve yıldızları parçalamıştır. O zaman biriminden itibaren İslam aleminin en temel problemi başlayacak ve onun bir daha da önü alınamayacaktır. Tayinler artık tümüyle bizim kardeşlerimizden, can dostlarımızdan, yandaşlardan olduğu için onlardan olacaktır! Haliyle onların sevinçlerine sınır yoktur. Yıldızları parladıkça parlamış, güneşleri batmamak üzere doğmuştur! Kahkahaları sarayı çınlatmaktadır. Ağızları sırıtmaktan hiç kapanmamaktadır. Güya akılcı ekole mensup olan hükümdar ve şımarık yandaşları iltifat üzerine iltifat ve taltif üzerine taltif görmektedirler. Mal bulmuş mağribiye dönmüşlerdir. Şımarıklık ve kudurganlıklarının haddi hesabı yoktur. Bunlara karşı İmam Ahmet dik durmayı başarmış ve Mutezile çığırtkanlarına tüm faaliyetleriyle cevap olmuştur.
Sorunlar Yumağı Karşısında İmam Ahmet
Memun ve yanlıları dışarıya karşı cihat yapma değil, içeride Ehl-i Sünnet’e karşı çıkmayı kendilerine iş edinmişlerdir. Sünnilerin çektiği çilenin haddi hesabı yoktur. Şımarıklık, azgınlık ve ortaya konan taşkınlığın bini bir parayadır. Arkalarını sağlam kayaya, taş kafalı büyük başa bağlamışlardır. Çünkü büyük ağabileri, can dostları, halife olacak yaratık Mutezile’nin bir sözünü iki etmemektedir. Çünkü liyakat, ehliyet, adalet, tüm ahlak ilkeleri ve siyasi değerlerin tamamı çöpe gitmiştir. Yeter ki bizden olsun, bizim abi ve kardeşlerden olsun, bizim kabile öne geçsin fikri geçerlidir! Bizim maslahatımız için her yol caizdir! O her çareye başvurur ve bizden birisini eninde sonunda baş ağabi yaparız düşüncesi ta o zaman başlatılmıştır. Hiçbir kaide ve kuralın önemi yoktur! Asıl olan bizim ağabilerden bir yaren falanca makama gelmiş, gidip bir laflayalım. Biraz kahkaha atarız. Bir koltuk daha bize geçti düşüncesi hakimdir. Artık her gün biraz daha azgınlaşanlar, makam hırsıyla çılgına dönmüşlerdir. Çünkü yönetimi ele geçirmişler kendilerinden birisini başa getirmişlerdir. Mutezile resmi mezhep olmuştur. Baş beyefendinin kararıyla İslam ülkesi, Müslümanların diyarı, İslam Devletinde, Abbasi yönetiminde herkes mecburen Mutezile olacaktır! Başka seçenek ve tercih bulunmamakta ve muhalife hiçbir fırsat verilmemektedir.
Bu kesime istediğiniz makamı verin duymak bilmemektedirler. Geriye alacakları bir şey kalmıştır oda Ehl-i Sünnet mensuplarının, dolayısıyla muhalifin canıdır. Başka kesimlerle de anlaşabildiklerinden karşılarında hasım olarak Ehl-i Sünnet’i bulmuşlardır. Kendi görüşlerinin dışında hiçbir değer tanınmamaktadır. Akıllarınca tek haklı onlardır! O ortamda hepten birisinin halifeliğinin başlamış olması münasebetiyle onun ve çevresinin şımarıklığı yaşanmaktadır. Onlar akıl almaz işler yapmaktadırlar. Artık Ehl-i Sünnet mensubu şahsiyetler, hadis alimleri, ileri gelen değerler suskun, şaşkın ve bitkindir. Çünkü hangi saniye kimin hesaba çekileceği ve sorgulanacağı belli değildir. Beş ana saçmalığı halk amentü diye ezber edecekmiş, mesele tümüyle budur. Tevhit diye yutturduklarını halk ezbere bilecekmiş. Allah’ın sıfatlarının kadim olduğu değil, kadim olmadığı, hadis (yaratılmış) diye bilecekmiş. Bu garip halk, kadimi ve kelami teknik kavramları ne anlıyor ki! Beyefendi halifeysen adam gibi halifelik yap. Adaletle hükmet. Adil ol. Seni ilgilendirmez benim Allah inancımın ayrıntısı. Allah konusu bir tarafa, sıra geldi peygambere “şefaat yok” diyeceksin! Yahu bir geber bakalım sana şefaat eden kim? Bu da yetmedi. Gelelim ahirete “kabir azabı yok” yahu halifenin görevi bu mu? Bırak bununla ilgilenenler uğraşsın. Allah ahirette görülmeyecek diyecekmiş bu halk! Ah ne günlere kaldık? Kim neyle meşgul! Zamanın halifesi başta olmak üzere alim geçinenler ve Mutezile mezhep öncüleri neyle meşgul! Sıfatlar kadim değil demek yetmiyor. Herkes Kur’an mahluktur diyecek. Başta alimler olmak üzere herkes! Buna cümle cemaat mecbur! Bunlar gibi üç beş sloganla her şey hal oldu, işler düzeldi öylemi! Evladım, sana bu dini öğretenler tersinden öğretmişler. Sen derhal Mutezile öğreten medreseyi bırak da git işinin başına da zulmü terk et. Senin vazifen her hangi bir ekolü ve mezhebi halka mecbur etmek değildir. Fakat beyefendi laf anlamaz, söz dinlemez cinstendir. Hocaları olacak yaratıklar, bayımın beynini yıkamışlar. Hangi konu dile gelirse gelsin, hangi mesele gündeme taşınırsa taşınsın, bayımın öğrendiği üç kelimesi var ya Allah’a, nebiye, yada Ehl-i Sünnet’e sataşacaktır! Bunu yapmazsa edemez. Kendine iş olarak Müslümanların mezhebini değiştirmeyi seçmiş. Başka konu bilmez. Temcit pilavı gibi onu tekrarlar. Bu yaklaşımıyla kendince mutludur. Çünkü hocalarının dediğini yapmış, tembihlerini yerine getirmiş ve öğrendiğini hayata yansıtmıştır.
Ona çocukluktan ezberletilen amentüye göre Mutezile haktır. Ehl-i Sünnet var olamaz. Artık bu slogan değişmemektedir. Böyle geldi böyle gitti munzur. Bulmadı gariban halk huzur. İnsan bir ömür boyu bununla mı meşgul olur? Evet, öyle oldu. Günümüzde slogan ortaya atıp sonra da ihtilafları seyredenler, bunu galiba ondan öğrenmişler. İleride halife olacak bir çocuğa çok özel şartlarda babasının izniyle öyle bir özel eğitim verilmiştir. Bunu bir Müslümanın yapması mümkün değildir. Okurlar diyecekler ki sen Memun’a haksızlık yapıyorsun. O zaman şu savaşlar yapıldı. Bizans’tan felsefe kitapları getirildi. Süryani tercümanlara tercüme ettiği kitabın ağırlığınca altın verilerek felsefe ve mantık kitapları Arapçaya çevrildi. Daha nice işler oldu. Bunları niçin görmüyorsun’ diyecekler. Bu çalışmada ele aldığımız konu İmam-ı Ahmet’tir. Ben yüksek Lisansımı bu şahsiyet üzerinde yaptım ve onunla ilgili konu üzerinde duruyorum. Onu yediği yüzlerce kırbaçlar, hapis hayatı, işkence, iftira, suçlama, düzmece ve ithamlar karşısında savunuyoruz. Bu zata ve diğer Ehl-i Sünnet alimlerine kıyamıyorum. Onlarla ilgili bir savunu yapmak istedir. Onlar erken dönemin fedakar güzelleridir.
Çileli Yıllar
Baba Harun-u Reşit ölünce, Memun’un abisi Emin halife olmuştu. Hemen yandaşı Mutezile çığırtkanları eliyle Memun halifeye karşı isyanı başlattı ve sonunda beyefendiye halife yapmak ve Müslümanlara baş yapabilmek için binlerce can feda edildi. O da önce kardeşine karşı galip geldi. Onun işini bitiren Mutezile kafalı bu delikanlı, sonra da kılıcını ve tüm gücünü halka çevirdi. Halkı sindirdi ve onda ki eleştiri gücünü bitirdi. Herkesi kendine itaat eder hale getirdi. Hükümdarlık koltuğu bu bayın arzu, istek ve heveslerini zirveye taşıdı. Artık Müslümanların yeni ve çiçeği burnunda hükümdarı Harun-u Reşid’in oğlu Memun kardeş katili olarak hakim oldu. Ona eğitim öğretim veren, eğiten, öğreten, yetiştiren, terbiye eden, büyüten, besleyen, kuşkuyu ve kaosu üreten Mutezile öncüleri yaptıklarıyla yetinmiyordu. O zamanın bu ekolün tabakasının çığırtkanlarının ondan istediklerinin sonu gelmeyecekti. Oturttuğu koltuğun bir bedeli vardı. Ona bir fikir telkin edilmişti. Koltuğu gelişinden itibaren Mutezile elebaşlarını göreve getirecekti bu oldu ve onlar başa geldiler. Böylece Ehl-i Sünnet kaçacak yer arayacaktı. Alınacakları yer zindanlardı. Burada da başköşeye İmam Ahmet konacaktı çünkü onun sesi çok çıkıyordu. Baskılara karşı dayanıyor, direniyor, katlanıyor ve inadına ama inadına sabrediyordu. Diğer direnmeyenlere karşı sitemi vardı. Ahh onlar da bir çilelere katlansaydı, bu çığırtkanlar bu kadar zulmedemezdi. Ama o kendisi direnirken, herkese örnek oluyordu. Çünkü yaşlı imamın çıplak sırtına Mutezile’nin görüşünü söylemesi yani Kur’an mahluktur demesi için sayısız kırbaç bayılıncaya kadar meydanda halkın huzurunda vuruluyor, böylece tümüyle bir ümmete gözdağı veriliyordu. Hepinizi bu akıbet bekliyor demek istiyordu dayakçılar. Bayılınca su getirmişler, o da “orucumu bozmam” demişti. Sizin suyunuzu da içmem demek istiyordu. Azim, irade, kararlılık abidesi bir duruş sergilemişti. Halka, sizde benim gibi sebat edin, dönmeyin, duruş sergileyin, sırtınız kırbaçlara, bedeniniz zindanlara ve yüreğiniz inancınıza katlansın mesajını veriyordu. Sonunda o başardı. Onunla birlikte bir halk kazandı.
Acı Tarih
Baş yönetici ve mensubu bulunduğu ekolün öncüleri yaptıklarıyla yetinmedi. Ardından baş başa verip işe giriştiler. Bu da İslam tarihinin en önemli işiydi. Bize göre yapılmaması gerekirdi. Mutezile çığırtkanlarına göre derhal ve ivedilikle yapılması gerekiyordu! Bunu o baş olan kişiye henüz o çocukken telkin etmişlerdi. Baş hem de en baş yetkili vasfıyla Müslümanların hayatında vahim konum alan hadiseler yaşanacaktı. Ehl-i Sünnet bitirilecek ve onun yerine bu beyefendiye küçüklüğünde telkini yapılan Mutezile fırkası hakim konuma getirilecekti. Beyinler bu yönde yıkanacaktı. Bu yıkama önce Memun’a uygulanmıştı. Şimdi de bu kişi ve şakşakçıları eliyle bir devletin tüm halkına yapılacaktı. Ümmetin çileli günleri yaşanıyordu. Çok ama çok küçük cılız bir güruh, ümmeti sürü sanıyordu. İmam Ahmet gibi yürekli kahraman, yiğit ve mert şahsiyetlerin meydanlarda dimdik ayakta durabileceğini tahmin etmemişlerdi. Biz yaptık oldu! Biz yaparız olur! Biz bir ümmeti hizaya getiririz! Tamamını sıraya dizeriz ve bizim cümlelerimizi aynen tekrarlarlar! Şu yok, şu yok derim onlar da bir kalabalık ve papağan yapılı olarak, bizim o menfur sözlerimizi tekrar eder ve bir ümmet bizim fırkaya geçer diye düşünmüşlerdi, olmadı. Diyeceksiniz ki bu Ahmed’in mezhebi Ehl-i Sünnet’in hangi kolu? Hani var ya Eşarılik ve Maturidilik mezhepleri. Açıkçası bu iki ekol o zaman henüz oluşmamıştı. Bu zat Ehl-i Sünnet’in hadis ehli kesimindendi. Halk da hadisçilere itibar ediyordu. Mutezile de onların itibarını düşürmek istiyordu. Hevesleri kursaklarında kaldı ve bir halkın mezhebini değiştirecekti. Kimse ona karşı çıkamazdı. Onu baştan destekleyen zavallı garip ve talihsiz halk, ne ummuştu ne buldu? Harun Reşid’in oğlu adil yöneticilik beklenirken, tam tersi oldu. İyidir, hastır ve hoştur diye beklenen, güzellikler ümit edilen kişi, bir zalim olarak uygulama yaptı. Halkın değer verdiği değeri bitirme girişimini sürdürdüğü gibi kendisinden sonraki dönemde de devam ettirilmesini önerdi.
İnsan evladıdır diye düşündükleri halife Memun makama geçince, bir başka yaratık olmuştu. Bundan haberimiz yokmuş! Kim bilir keşke ellerim kırılsaydı da onu iktidara getirmek için destek vermeseymişiz? Biz ne gafilmişiz? Ben ne haldeymişim? Diyen niceleri vardı. Çünkü Mutezile ona öyle bir eğitim vermişti ki halkın değer verdiği ne kadar değer varsa, hepsini ama hepsini değiştirecekti. Düşünce, fikir, zikir, yaklaşım ve bakış açısı değişecekti. Sadece Mutezilenin görüşleri benimsenecek, özümsenecek, alınacak ve bunun dışındakiler yasak edilecekti. Bunu dışardan gelen bir sömürgeci güç, farklı din mensubu ve dış hasım yapmıyordu. İçimizden, bağrımızdan geldiğini sandığımız bir yaratık yapıyordu. Emri kesindi. Dediğim dedik diyordu. Başka bir şeyi kabul etmiyordu.
Yönetimin babasının elinde olduğu zamanda onun saraya getirdiği hoca kılıklı kişiler eliyle bu genç yetiştirilmişti. Sonunda yetiştirdik sandığımız bu genç, baskıcının teki oldu. Çünkü ona öyle bir telkin yapmışlar ki eşi emsali görülmemişti. Bu bay bir hedef için getirilmiş ve bir amaç için yetiştirilmişti. O da Müslümanların değerlerini bitirip onun beynine zerk dilen düşünceleri hakim kılmaktı. Ona seni buraya kadar getirdikse bizim dediğimizi yapacaksın. Tek doğru bizim senin küçüklüğünde öğrettiklerimizdir demek istiyorlardı. Fırsat bu fırsattı. Kendi kafalarına göre iş yapacak bir varlık artık devletin tepesindeydi ve sevinçliydi. Mutezile mutlu ve bahtiyardı. Günleri doğmuştu. İstediklerini istedikleri gibi yapabiliyorlardı.
Fırka Oluşumu
İslam tarihinin çok erken döneminde fırka, mezhep, ekol, kelamı yapılanma, itikadı mezhep olarak ortaya çıkan bu kesim, Müslümanlara hayatı zindan edecekti. Bunu yaptı hadis ehl-i, muhaddis, alim olarak itibar edilen, değer verilen, eli öpülen insanlar artık değersiz, kıymetsiz ve önemsiz görülüyordu. İslam’ı bilen din bilgini, İslam alimi şahsiyetlerin değeri düşürülmüştü. Bu alimlerin en temel özelliği eğitim öğretimde itibar edilen ve insan yetiştiren kimselerdi. Artık yeni dönemde her şeyin değiştiği gibi eğitim öğretim metodolojisi ve sistemi değişecekti. Halife olarak astığı astık kestiği kestik kişi gücünü Mutezile’den alıyordu. Onu ayrı yetişen, görünüşte de tüm Müslümanların halifesi konumuna getirmişti. Aslında halk bir malzemeydi! Bir fırkanın kullanacağı bir araç olarak bilinir hale gelmişti! Hem de o fırka açısından çok iyi kullanılmıştır. Artık Memun ölünceye kadar kendisini yetiştiren Mutezile ileri gelenlerine hizmet eda edecekti! Ülkedeki eğitim öğretim kurumları Mutezile’ye teslim edilecekti. Onların görüşleri okutulacaktı. Nesiller Mutezile eğitimi alacak ve Müslümanların geleceğinde onlar söz sahibi olacaktı. Bunun girişimi başlatılmıştır. Camilerde vaazlar, hutbeler ve sohbetler Mutezileye göre yapılacak ve sürdürülecekti. Buda Memun adlı halife eliyle yapılmış, halifenin küçüklüğünde kendisine telkin edilen ve benimsemesi sağlanan bir ekol hak mezhep olarak kabul edilecekti! Yukarıdan talimat böyle geliyordu.
Ne olacak sanki bir mezhep gitsin diğeri gelsin diyenler olabilir. Bunu bu kadar mesele yapmanın anlam ve gereği yok diye düşünenler olabilir. Fakat iş öyle değil. İşin özünde halifelik koltuğuna oturtulan insan kılıklı canlının işini gücünü bırakıp da henüz körpe beyinlere aşılanan mezhebi zorla ve baskıyla kabul ettirme girişiminin hiç bir kabul edilebilir tarafı yoktur. Belki de bazı okurlar yeni bir mezhep olsun ne olacak sanki diyebilirler. Fakat burada ciddi anlamda temel sorunlar vardır. Mesele güvenliği sağlama, işsizliği önleme ve adil yönetim getirme değil, tümüyle bir toplumu değiştirme ve dönüştürme girişimidir. Bu yaklaşım acı vericidir.
Belki de toplum değişsin, dönüşsün, yeni bir kadro ve ekip kendini kabul ettirilsin ne olacak sanki diyenler olabilir. Ehl-i Sünnet bırakılsın. Mutezile gelsin gavur olmadık ya aynı dinin mensubu olarak kalacağız diye düşünenler olacaktır. Alimler açısından geçmişten beri hakim ve yaygın olan Ahmet b. Hanbel gibi hadis ehli alimlerde biraz dinlensin diye düşünenler olacaktır. Muhalifler kendilerini haklı göreceklerdi. Fakat iş öyle değil. Burada halifelik koltuğunda oturtulan beyin ve akıl hususi getirilmiştir. O çok özel yetiştirilmiş bir figürdür. Özel yetiştirilmiş olmak takdir edilir. Fakat burada durum farklıdır. O hususi işleri yapması için hazırlanmış bir canlı varlıktır. Kendisi kullanılmaya müsait şekilde yetiştirildiği için o kullanılacaktı kullanılmıştır. Zulüm gören, haksızlığa uğrayan ve baskı altında kalanlar ise kendini yetiştirmiş değerlerdi.
Farklılık için bir halife kullanılsın dinden çıkmadık ya diyenler olabilir. Fakat burada Müslümanlara oynanan bir oyun ve kurulan bir tuzak vardır. Aynı sağcı mısın solcu musun, şu musun bu musun diye zamanımızda yaşadığımız acıları başlatanlar önce bize bu oyunu oylayan ekip, o zamanki Müslümanlara çok büyük acılar yaşatmışlar ve çileler çektirmişlerdir. Ulema susturulmuş ve köşesine atılmıştır. Bu durum Müslümanlara reva görülmemeliydi.
Ahmet b. Hanbel’in Fikir Savaşı
Bu zat Müslümanların bizzat kendi yönetimlerinden azap gördüğü ve işkence çektiği bir zamanda verdiği çabalarla ayakta kalmıştır. İşkence görme, hapislerde yatma, kırbaçlama ve her türlü kötülükle karşılaşmayı göze almıştır. Dik durmuş ve hayatı boyunca o duruşunu korumuştur. Yönetimin vereceği makam, mevki, rütbe ve ihsanların hepsini elinin tersiyle reddetmiştir. Ona bir şekilde ve çeşitli münasebetlerle kese kese altın gönderilmiş olabilir. Fakat İmam Ahmet hiçbir oyuna gelmemiş, aldatılamamış, kandırılamamış ve fitne karşısında Ehl-i Sünnet’in savunucusu olmuştur. Kendisi bu yönüyle bilinmiş ve övülmüştür. O Ehl-i Sünnet anlayışının doğru ve hak olduğuna inanıyordu. Mutezile’nin yaptıklarını da halifenin yaptıklarını da doğru bulmuyordu. Baskı altında tutulma onu yolundan döndüremiyordu. Okurlar meseleyi asla bir abartı olarak görmesinler. Burada yaşanan olumsuzlukları ayrıntısıyla ve delilleriyle burada sunma imkanına sahip değiliz. Çünkü bu sunumu bir makale bazında tutmak durumundayız. Güya aklı önceleyen bir fırka olan Mutezile, insan aklıyla izahı olmayan ve akla ters düşen bir yolu izlemiştir. Mezhepler ortaya çıkar ve halkın kabul ettikleri ayakta kalır. Kabul görmeyen, halkın ilgisiz kaldıkları ise tarih kaynaklarında yerini alır. Fakat burada sahneye konanlar baskı, zorbalık, işkence ve akıl almaz kötülüklerdir. Bunların bir daha tekrarlanmaması ve acıların yaşanmaması için geçmişte yaşananların doğru bilinmesi gerekmektedir.
Onların istediği cümleleri kurmayan, örneğin Kur’an mahluktur demeyen kişiler ve özellikle de alimler çöl ortamında bulunduğu yerden Bağdat’a beyefendinin bulunduğu yere getiriliyordu. Bir kısmı yolda dayanamayıp fikir, düşünce ve inanç şehidi oluyor, ıssız çöllerde çöle can ekiyordu. Zamanla bunlar yeşermiştir. Onlar düşünce fedaisi, Ehl-i Sünnet kahramanı ve hak yolun mücahidi oluyordu. Onlar samimi, içli, fedakar ve öz verili kimselerdi. Mutezile ise zulmünü ve baskısını halife desteğiyle devam ettiriyordu. Burada ayakta kalma ciddi anlamda sabrı, sebatı, katlanma, dayanma ve direnmeyi, inadına yolunda kalmayı gerektiriyordu. İmam Ahmet bunu yapmıştır. O gerçek manada bir öncü, önder, lider ve kahramandı. Tüm yönetim tekliflerini elinin tersiyle itmek, öyle herkesin yapabileceği bir iş değildi. Çevresinden gelen tavsiyeler, oğlu Abdullah ve Salih’in teklif ve önerilerini dahi kabul etmemiştir. Rahatsızlığında oğlunun evinde ısıtılıp getirilen ilacı dahi almamıştır. Çünkü oğlu devletten verilen keseleri alan kişiydi. Ahmet dimdik ayakta kalmayı başarırken, kıyamete kadar geleceklere yol ve yöntem öğretmiştir. Kırbaç yemiş, bayılmış, yeni de bayların saraylıların Mutezile şarlatanları ve onların şakşakçılarının çizgisine gelmemiş, kendi çizgisinde kalmıştır. Buda genel Ehl-i Sünnet çizgisiydi. İşin başından itibaren devam eden Ehl-i Sünnet anlayışını ayakta tutma mücadelesi vermiştir.
Aslında onun vefat ettiği H. 241 İslam’ın erken dönemiydi. Bu zat erken zamanda bozulma yaşanmasına fırsat vermemek için fedakarlıkta bulunmuştur. Onu övenler genelde fitne zamanında dayanan kişiliğiyle ve Ehl-i Sünnet savunusuyla anmış, takdir ve tebrik etmiştir. O bir defa bu yolda ölümü göze almıştı. Yolunda devam etmiş ve kırbaçlar ve hapis hayatı yaşamak onu yolundan çevirememiştir. Yönetim ise onu idam etme değil de hapis ve kırbaçlarla inancından çevirmeyi denemiştir. Oda asla yolundan dönememiş ve istikametini korumuştur. Kırbaçlar halkın huzurunda çıplak sırta vuruluyor, o da kırbaç yedikçe daha da madde ve manasıyla kuvvetleniyordu. Memun geberip giderken vasiyetini yazmış ve Mutezilenin görüşlerinin devam ettirilmesini tavsiye etmiştir. Onun ilahi huzura çetin hesaba giderken yaptığı tavsiyeleri ondan sonraki halife kılıklı yönetici kılıklılar Mutasım ve Vasık da halife kimliğiyle devam ettirmiş, daha sonra bu çılgınlıktan vaz geçilmiştir. Haliyle bu da bunca çileler çekildikten sonradır. Mutezile hiçbir zaman halk desteğini arkasına alamazken az sayıda taraftarıyla ayakta ve kaynaklarda kalmıştır.
Ahmed’in Metodunu Bilmek Ve Onu Tanımak
a)Metodu: İmam Ahmet sevilen, sayılan bir şahsiyet olarak bilinmiş ve tanımıştır. Onun fetvaları fıkıhta Hanbelilik olarak bilinmiştir. Onun adı Mezhebe isim olmuştur. Fetvaları, taraftar bulmuş ve tutunmuştur. İtikadda ise Ehl-i Sünnet olarak bilinse de onun yolu Ehl-i Sünnet içinde Eşarilik ve Maturidilik’ten önce zuhur eden önemli bir yapılanmadır. O da hadis Ehli’nin, Ehli hadis, hadisçilerin yorumsuz yaklaşım modelidir. Bir hadis Ehl-i olan İman Ahmet, hadis ehlinin mensubu olarak varlığını sürdürmüştür. Muhalif kesimlere karşı mücadele adamı olarak doğal haliyle gönüllerde yerini alacaktır. Bu da Müslümanın bir başka Müslüman’a karşı Mücadelesidir. Her kesim kendini haklı görüyordu. Burada aynı din içinde iki farklı kelam sisteminin yaklaşım farklılığı dikkati çeker. Kelam sistemleri farklı kurulmuş ve tarih boyu bu farklı bakış açılarını korumuşlardır. Öncülerin mücadelesi ise devamlı olmuştur.
Burada ana mesele metodolojidir. Bu şahsiyet İslam toplumunda İslam terbiyesiyle yetişmiş bir değerdir. İhlasında şüphe bulunmamaktadır. Hadis ilmine yönelmiş, hadis ehli olmuş ve onların yöntemini almıştır. Kendisi de muhaddis olarak yetişmiş ve bu yolda faaliyet yürütmüştür. Ekoller ve mezhepler henüz yeni yeni oluşum sürecindeydi. Hasan Basri’nin ders halkasından Mutezile muhalefet ederek çıkmıştı. Hz. Ali’nin ordusundan Hariciler yine bu zata muhalif tavır alarak çıkmış ve ona karşı savaşmıştı. İmam-ı Azam’ın görüşleri Semerkant taraflarında yayılmış ve zaman içinde Maturidilik oluşmuştur. Bunların hepsi de aynı dinin içinden ortaya çıkmış farklı kesimlerdir. Varlıklarını devam ettirmişlerdir.
b)İmam Ahmed’in Fikirleri; Gerçek şu ki halkın benimsediği ve özümsediği fikirleri kabul etmeyenler halk nazarında değersiz kalırlar. Bunlara birkaç örnek vererek olursak: Kur’an’ın Mahlukluğu/Halku’l-kur’an: Bu husus halkın çok fazla kafa yorduğu bir mesele değildir. Halk Kur’an Allah’ın kadim kelamıdır der ve onu Allah’ın Kadim kelamı/kelamı kadim olarak bilir. Ayrıntı üzerinde durmaz Mutezilenin görüşü ise Kur’an’ın kadim kelam olmayıp sonradan yaratılan, mahluk söz olduğudur. Bu yaklaşımın kabul edilmesinin baskısını yapmıştır. Halka baskıyla bunu kabul ettirmeye çalışmışlardır. Bunu kabul ettirebilirlerse, arkasından diğer kurnazlıkları gelecek ve halkı Ehl-i Sünnetten vaz geçirip Mutezile’ye çevireceklerdir. Sırayla diğer hususlar gelecekti. Halk Ehl-i Sünnet’in görüşü olan şefaat ehlinin Allah’ın izin vermesiyle şefaat edeceğine inanır. Mutezile ise buna muhaliftir. Onlar dinle ilgili tüm meselelerde kendi yorumlarını getirmişlerdir. Halk burada bir defa Mutezileye karşı durmuştur. En temel meselelerden biriside cennettekilere Allah’ı görmenin nasip olacağıdır. Mutezile bunu da görmenin gerçekleşmeyeceği şeklindeki görüşüyle reddetmiştir. Burada da halkla ters düşmüş, Ehl-i Sünnet alimleri Mutezilenin yorumlarına cevap vermiş, Allah’ın cennet ehline görüneceği, onların onu göreceği, Allah’ın cemalini görmek, cemaline erme inancı kabul edilmiştir. Kabir azabının Mutezile tarafından olmayacağının savunulması, halkın kabul etmediği görüşler arasındadır. Burada belirgin şekilde görüş ayrılığı ve yorum farkı söz konusudur. Camilerdeki levhalara ve çocuklara verilen eğitime kadar değiştirmeleri kabul görmemiştir. İmam Ahmed’e olan ilgi ve güven devam etmiştir.
Mezheplerin Zuhuru ve Mensuplarının İlişkileri
Ameli mezhepleri izahta kolaylık vardır. İçtihat Onların varlığını ve mevcudiyetlerini devam ettirmelerini farklılığıyla izah etmek yeterli olmaktadır. Müçtehidin içtihat etme hakkı vardır. Bir müçtehit diğer müçtehide uymak zorunda değildir. Sonuçta farklı içtihatlardan farklılık ve ayrı fıkhi yapılanmalar ortaya çıkmıştır. İtikadi oluşumlar da yine erken dönemde ortaya çıkmakla beraber İslam itikadını savunma sisteminde ortaya çıkan kesimlerden halkın itibar ettikleri varlıklarını sündürmüştür. Halktan taraftar bulamayanlar, mensubu bulunmayınca, yayılma imkanı bulamamıştır.
Memun döneminde Mutezile yetkilileri ellerine geçen bir fırsatı değerlendirmek istemiştir. Kendilerinden olan halifeden istifade ederek devlet gücünü kullanmak istemişlerdir. Buna karşı o zaman hayatta olan İmam Ahmet duruş sergilemiş ve mücadele vermiştir. İşin gerçeğinde ekoller oluşurken İmam Ahmet bir hadis ehlidir. Doğal olarak hadis ehlinin yolunda gitmiştir. Bunda da genel anlamda ayetler yanında hadislerin nakli vardır. Allah’ın kitabı ve peygamberin sünnetini esas olmak ve bununla yetinmek temel yaklaşımdır. Yorumsuz yaklaşım, yorum yapmadan metni nakille yetinme yolunu sürdürmüşlerdir. Sistemleri budur. Doğal olarak İmam Ahmet de mensubu bulunduğu hadis ehlinin yolunu izlemiş ve o metodu sürdürmüştür. Onun zamanında Mutezile hakimiyet kurma, halkı kendi yanlarına alma ve Ehl-i Sünnet’i yok etme girişiminde bulununca, karşılarında İmam Ahmet’i bulmuşlardır. Belki okurlar, diğer imamlar neredeydi? Diyeceklerdir. Bu hadiseler onların önemli bir kısmının vefatından sonra ki süreçte yaşanmıştır. Onların vefatı daha erkendir. Bu hadiseler ise hicri iki yüz kırk küsürlere kadar devam eden Mutezilenin kendi yöntemini kabul ettirme ve tümüyle bir ümmete kendi sistemlerini yayma dönemidir. İmam Ahmet ise işin o kadar kolay olmadığını göstermiştir.
Sonuçta İman Ahmet’in dönemi, mezhep mücadelesinin yoğun olduğu bir dönemdir. Mezhepler ise ortaya çıkışlarından sonra hayatta kalma ve kendilerine mensup taraftar toplama süreci başlatmışlardır. Mutezile de kendi yaklaşımlarıyla ortaya çıkmış, köklü bir değişim yapma ve kendi görüşlerini tümüyle bir halka kabul ettirme zorbalığına girişmiştir. Bunda da siyasileri kullanmışlardır. Yöneticileri kendilerinin haklı olduğu konusunda ikna edince, başarıyı kesin olarak görüyorlardı. Her türlü imkanı kendi lehlerine kullanma ve devlet gücünden istifade etmeye kalkışmışlardır. Buna karşı karşılarında İmam Ahmet’i bulmuşlar ve bu imam arkasına halk desteğini almıştır. Bu yöntemle ayakta kalmıştır.
Sonuç
İmam Ahmet b. Hanbel’den günümüze sunulan en belirgin mesaj hak yolda sabır ve sebat etmektir. İslam’ın kendi içinde çok sayıda ekoller ve fırkalar oluşmuş olabilir. Bunlardan bazıları güçlenmiş ve özellikle Müslümanların çoğunluğunu o kültürün baskısına almıştır. Böylece büyük cemaate baskı yapılmıştır. Bunlar bir yerlerden güç devşiriyor olabilir. Buna rağmen hak olduğu belli olan yol sürdürülecektir. Küçük bir grubun baskısına boyun eğilmeyecektir. O küçük grup bu imamın zamanında Mutezileydi. Siyasi iktidarı kendi keyifleri yönünde kullanmışlardı. Bunu yapanlar başka asırlarda başka gruplar olabilir.
Müslümanların çoğunluğu tavır koyacak, fanatik yapılanmalara prim verilmeyecek ve onlara boyun eğilmeyecektir. Küçücük yapılanmalar ellerine fırsat geçince, akıl almaz yollara başvurabilmektedir. Onlar her türlü kötülüğü Müslümanlara reva görebilmektedirler. Bu nedenle Müslümanlar akıllı hareket edecek, basiret ve ferasetle davranış sergileyeceklerdir. Bu şahsiyetin yaşadıkları kıyamete kadar geleceklere ibretler sunmaktadır. Küçük fırkalar gözü dönmüş olabilmektedir. Onların kendi gruplarının çıkar ve maslahatları uğrunda yapmayacakları fenalık yoktur. Bu yaşananlar gelecek Müslümanlara ders ve ibretler sunmaktadır.
Din açık olarak tüm değerleriyle ortadadır. Fakat onun bir anlayış biçimi ve bir yorum şeklini herkese dayatmaya kimsenin hakkı bulunmamaktadır. Birileri kendilerine bir sistem geliştirmiş ve bir fırka oluşturmuş olabilirler. Kendi yöntemleriyle bazı kimseleri hatta yöneticileri de kendi saflarına almış olabilirler. Çünkü insan aldığı eğitimin etkisinde kalmaktadır. Bir gurubun düşüncelerinden etkilenip onlara katılanlar başkalarını yok sayamaz. Ümmetin çoğunluğunu akılsız yerine koyamazlar. Herkesim kendi düzeyinde varlığını sürdürür.
Müslümanlar dine göre tek ümmettir. Bu tek ümmetin çok sayıda fırkası, mensubu ve görüş sahipleri olabilir. Fakat kimse herkesi kendi görüşünü kabul etmeye zorlayamaz ve baskı yapamaz. İstenmeyen davranışların içinde yer alamaz. İslam akıl sahiplerini sorumlu tutmuştur. Bunlar akıllarını kullanarak hareket edecek ve kimseye tarihte yaşanan acıları yaşatmayacaktır. Din gönül işidir. Şayet baskı yapılırsa, nifak hareketi ortaya çıkar. Müslümanlar kararlarını verir ve tercihlerini yaparlar. İslam’ın kendi içinde oluşan fıkhi mezhep ve itikadi fırkalar konusunda karar verir, ikna olur ve onun mensubu haline gelir. Taraftar bulanlar ayakta kalırken, taraftar bulamayanlar tarih sayfalarında yerini almaktadır.
İmam Ahmet halk arasında takdir edilen ve değer verilen bir şahsiyettir. Kendine çizdiği bir yol ve yöntem vardır. Bu usulden gitmiştir. Kendi tercihi bu yöndedir. Çok önemli bir şahsiyet ve değerli kişiliktir. Ona yapılan baskılar onu yolundan çevirememiştir. Müslümanlar da istemedikleri baskılarla karşılaşabilirken, bu imamın tavır ve duruşu örnektir. İşin garip tarafı ise Müslümanlar en fazla baskıları kendi içlerinden çıkan fitne ve fesattan görmektedir. Bunu yapanlara karşı duruş sergilenecek ve yanlış gidişata pirim verilmeyecektir. Doğru görüşte sebat etmek beklenen tutumdur. Meseleler ise görüşülüp tartışılabilir.
Geçmişin en önemli mesajı ise siyasilerle ilgilidir. Onların adil yönetimi gerçekleştirme görevleri vardır. Onlar görevlerini yapmakla yükümlüdürler. Halk içinde oluşan bir yapılanmaya taraf olup diğerlerine karşı baskı yapmak asla Kur’an’ın özü ve dinin ruhuyla örtüşmez. Onlar insanların hassasiyetlerini göz önünde bulundurmak durumundadırlar. Müslümanlar huzur ve istikrara layıktırlar. Kimse fikir ayrılığı sebebiyle huzursuzluk çıkarma hakkına sahip değildir. Her bir kesim kendi fikir ve yaklaşımlarının doğru olduğu kanaatindedir. İnsanlar hür iradeleriyle kararlarını verir ve istediği mezhebe yönelirler. Bu hususta asla baskı yapılamaz. Meseleler belirgin olarak ortadadır. Görüşler ayrıntısıyla ortaya konmuştur.
Burada konu her ne kadar bir şahsiyetin hayat hikayesi ve inanç dünyası olarak görülse de işin gerçeğinde mezheplerin ortaya çıkması sonrasında itikat bazında alakalarıyla ilişkilidir. İktidar değişince yeni yönetim bir ekolü savunuyorsa, diğerlerine neleri reva gördüğü o yeni kesimin düşüncelerinin göstergesidir. Ehl-i Sünnet’in ümmetin çoğunluğu tarafında kabul edilmiş olması onun sürekliliğini sağlamıştır. Asıl mesele tek ümmet fikri bağlamında ümmetin bütünlüğünün muhafaza edilmesidir. Ayrılıklar genel anlamda, fikri farklılık ve içtihatların muhtelif olmasıyla da alakalıdır. Hadis ehli olarak yorumsuzluğu, ayet ve hadis çizgisinde kalmayı savunan İmam Ahmed’in karşısına çıkanlar, Mutezili yorumu hakim kılmak isteyen bir yaklaşım ve bakış açısı sergilemişlerdir. Tarihten ders çıkarak günümüzün meseleleri doğru algılanacaktır.
Mutezile ve belirli bir dönemin siyasilerinin baskısıyla onların muhaliflerinin görüşleri yok olmuş değildir. Toplumda oluşan hadisçi çizgisi varlığını bir şekilde devam ettirmiştir. Hal böyle olunca, baskı yolu izlenecek bir yol değildir. Çoğu zaman baskı ters tepki oluşturmaktadır. Baskı ve zorlama kabul edilemez bir yaklaşımdır. Müslümanlar akıllarını hayra kullanma ve dini doğru anlama yükümlülüğü taşımaktadırlar. Yorum yapmamak nasıl bir yapılanmanın yöntemiyse, yorum yapanlar da dine bağlı kalarak ve sapma göstermeden yorum yapma yükümlülüğü taşımaktadırlar. Asıl olan bu dinin metinleri ve meselelerinin doğru anlaşılmasıdır. Sonunda sapmaların önüne geçilecek ve dinin savunusu yapılacaktır.
* e-mail myyuceer@yahoo.com