15 Ocak 2025 - Çarşamba

Şu anda buradasınız: / DERS ALACAKLAR İÇİN!
DERS ALACAKLAR İÇİN!

DERS ALACAKLAR İÇİN! MUHAMMED İSLAMOĞLU

İbn Huzeyme der ki: Bize, Recâ el-Uzrî, İmrân b. Hâlid b. Talîk b. Muhammed b. İmrân b. Husayn’dan, o da babasından, babası da dedesinden rivayet etti: Kureyşliler, Husayn’a saygı gösteriyorlardı. O’na gelip: -Şu adamla bir konuş, zira ilâhlarımıza dil uzatıp onlara sövüyor, dediler. O’nunla beraber, Rasulullah (s.a.s.)’e gelip kapıya yakın bir yere oturdular. Rasulullah: “Husayn’ı içeri alın!” buyurdu. Husayn ile arkadaşları, büyük bir kalabalık idiler. Husayn söze başlayıp: -Ya Muhammed, nedir senden bu duyduklarımız? Sen, ilâhlarımıza sövüyor ve onlar hakkında ileri geri konuşuyorsun. Hâlbuki senin baban, akıllı, atalarının din ve inançlarına saygılı bir insan idi, dedi. Rasulullah: “Ya Husayn, şübhesiz benim babam da, senin baban da ateştedirler. Ya Husayn, sen kaç ilâha tapıyorsun?” buyurdu. Husayn: -Yerde yedi, gökte bir ilâha tapıyorum, dedi. Rasulullah: “Başın bir derde girdiği zaman hangisine yalvarıyorsun?” diye sordu. Husayn: -Gökte olan ilâha yalvarıyorum, dedi. Rasulullah: “Malın helâk olursa kime yalvarıyorsun?” buyurdu. Husayn: -Göktekine, dedi. Rasulullah: “O hâlde seni koruyan, senin yardımına koşan yalnız gökteki İlâh iken, ne diye diğerlerini O’na ortak kılıyorsun? Yoksa sen, gökteki İlâh’ı razı ettiğin yahud diğerlerinin O’nu yeneceğinden korktuğun için mi bunu yapıyorsun?” diye sordu. Husayn: -Bu her iki sebepten de değildir, dedi. Husayn diyor ki: Ben bildim ki, O’nun gibi bir kimse ile konuşmuş değilim. Rasulullah: “Ya Husayn, müslüman ol ki, selâmete eresin.” buyurdu. Husayn: -Benim adamlarım ve kabilem vardır, ne diyeyim? dedi. Rasulullah: “Şöyle de: Allah’ım, içimde doğruyu bulmam için Senden hidayet istiyorum. Bana yarayacak ilmimi arttır!” buyurdu. Husayn, bunu söyledi, sonra biraz direndi ise de neticede müslüman oldu. Bunun üzerine (orada oturmakta olan oğlu) İmrân kalkıp O’nun baş, el ve ayaklarını öptü. Rasulullah (s.a.s.), bunu görünce ağladı ve: “İmrân’ın hareketinden dolayı ağladım. Husayn, içeri girdiği zaman kâfir olduğu için İmrân, ne ayağa kalkmış, ne de O’nun yüzüne bakmıştı. Fakat müslüman olunca, babalık hakkını ödedi. Ben, bunun için duygulandım.” buyurdu. Rasulullah (s.a.s.), Husayn gitmek istediği zaman Ashabına: “Haydi kalkın! O’nu, evine kadar uğurlayın.” buyurdu. Husayn, kapıdan çıkarken, Kureyşliler O’nu görünce: -Husayn da, ecdadının dininden döndü, dediler. Bağrışarak, O’ndan uzaklaşıp dağıldılar.1 İnsanlar için çıkarılmış, iyiliği emreden ve kötülükden alıkoyan hayırlı ümmetin2 , en hayırlı neslinin3 yaşadığı “Asr-ı Saadet!..” En kıymetli, en izzetli, en şerefli ve en hayırlı insan Rasulullah Muhammed (s.a.s)’in ve en hayırlı ümmetin en hayırlı nesli olan Ashab-ı Kirâm’ın içinde yaşadığı asır: “Asr-ı Saadet!..” Asr-ı Saadet’te yaşananlar, kıyamete kadar örneklik teşkil eden olaylardır... Husayn b. Ubeyd b. Halef el-Huzâî (r.a.)’ın olayı da bu örneklerden birisidir... Tevhid’in merkezi olan Mekke’yi şirkin merkezi hâline getiren putperest müşrik Kureyşliler, putları kırıp yıkmak, şirki ve küfrü ortadan kaldırmak, Tevhid’i yeniden canlandırmak, insanların katıksız iman etmelerini sağlamak ve Allah katında din olan İslâm’ı bütün bâtıl dinlere galib kılmak için Allah tarafından en son Nebî ve en son Rasul olarak gönderilen Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’i, bu hak ve haklı dâvâdan vazgeçirmek için birçok yollar denediler... O günün laik-demokratik şirk devletinin yöneticileri, Rasulullah (s.a.s)’i İslâm dâvâsından, İslâm’ı tebliğ edip Allah’a davet etmesinden vazgeçirmek için, Mekke laik-demokratik şirk devletinin devlet başkanlığını ve büyük servet sahibi yapılmayı teklif ettiler... Bu bâtıl teklifleri, Rasulullah (s.a.s.) tarafından reddedildi... Çünkü böyle bir devlet başkanlığı, laik-demokratik şirk devletini, onların anayasasıyla yönetmek demekti... Bu şart ile devlet başkanı olmasını istiyorlardı... Laik-demokratik şirk devletinin yöneticilerinin bu bâtıl tekliflerine, “Fussilet Suresi nin ilk ayetlerini, yani birinci ayetten on üçüncü ayete kadar olan ayetleri okuyarak cevab veren Rasulullah (s.a.s.), hangi çağda ve dünyanın neresinde olursa olsun böyle tekliflere verilecek cevabın ne olması gerektiğinin vazgeçilmez örneğini beyân buyurmuştur...4 Mekke şirk devletinin laik ve demokrat müşrik yöneticilerinden Utbe b. Rabia’nın, Rasulullah (s.a.s.)’e yaptığı teklifler reddedilince, Kureyşliler, kendisine değer verip saygı duydukları Husayn b. Ubeyd b. Halef el-Huzâî’yi devreye soktular... Ola ki, Rasulullah (s.a.s.)’i iknâ edebilir umudları var idi... Husayn b. Ubeyd, Rasulullah (s.a.s.)’in huzuruna çıkıp O’nunla konuştu... Konuşma sırasında Rasulullah (s.a.s.), O’nun kaç ilâha taptığını sordu... Çünkü Husayn, o sırada müşrikti ve Mekke müşrikleri gibi, hem Allah’a inanıyor, hem de Allah’dan başka put ilâhlar ediniyordu... O, yerde yedi put ilâhe inanırken, gökte bir ilâha, yani Allah’a inanıyordu ve başı bir derde girdiğinde, malına bir zarar geldiğinde gökteki İlâh’a yalvarıyor, O’ndan yardım istiyor, yerdeki tapındığı put ilâhlarının hiçbir gücünün olmadığını bildiği için bu durumlarda asla onları hesaba katmıyor, herhangi bir yardım talebinde bulunmuyordu!.. Her sözü dosdoğru olan ve dosdoğru olanların imamı Rasulullah (s.a.s), gerçeği itiraf eden Husayn b. Ubeyd’e hiç kimseden duyamayacağı sözler söyleyip kendisini irşâd ediyor, uyanmasını, düşünmesini ve hidayet bulmasını sağlıyor: “O hâlde seni koruyan, senin yardımına koşan yalnız gökteki İlâh iken, ne diye diğerlerini O’na ortak kılıyorsun? Yoksa sen, gökteki İlâh’ı razı ettiğin yahud diğerlerinin O’nu yeneceğinden korktuğun için mi bunu yapıyorsun?” Bu hikmet dolu soru karşısında sarsılan Husayn: -Ben bildim ki, O’nun gibi bir kimse ile konuşmuş değilim! diyordu... Eşi, benzeri ve ortağı olmayan Âlemlerin Rabbi Allah’a eş koşmanın, akıl ile, mantık ile izahı asla mümkün değildir... Akılsızlık, mantıksızlık, beyinsizlik ve idraksizliğin sonucudur şirk koşmak!.. Bundan dolayı “büyük zulüm” olarak beyân buyrulmuştur: “Hani Lokman oğluna –öğüt vererek- demişti ki: ‘Ey oğlum, Allah’a şirk koşma. Şübhesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür.”5 Gerek yaratma konusunda, gerek emir konusunda, en büyük zulüm olan şirk suçunu işleyenler, Allah’a iman ettiklerini söylemeleri, onların kendi kendilerini aldatmasından başka bir şey olmadığı malumdur... Şirk ile bulaşmış, kirletilmiş bir imanın, kabul gören bir iman olmadığını her muvahhid mü’min idrak eder ve o şirk koşanların hâlinin ayette buyrulduğu gibi olduğundan hiçbir şübhesi olmaz... Rabbimiz Allah şöyle buyurdu: “Göklerde ve yerde, nice deliller vardır ki, insanlar bunların yanından yüz çevirenler olarak yürüyüp giderler. Onların çoğu Allah’a ancak ortak koşanlar olarak iman ederler.”6 Allah’a ortak koşmak, yani şirk suçunu işlemek, ya yaratma konusunda ya da emir/hüküm konusunda olur... Zeyd b. Hâlid (r.a.) anlatıyor: Hudeybiye yılında Rasulullah (s.a.s.)’in beraberinde (Medine’den sefere) çıktık. Bir gece bize bir yağmur isâbet etti. Akabinde Rasulullah (s.a.s.), bize sabah namazı kıldırdı. Namazdan çıktıktan sonra yüzünü bize döndürdü de: “Bilir misiniz Rabbiniz ne buyurdu?” diye sordu. Bizler: -Allah ve Rasulü en bilendir! diye cevab verdik. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Allah şöyle buyurdu: -Kullarımdan kimi Bana iman etmiş, kimi de kâfir olmuş oldu. Her kim Allah’ın rahmeti, Allah’ın rızkı ve Allah’ın fadlı ile üzerimize yağmur yağdı dediyse, işte o, Bana iman etmiş, yıldıza kâfir olmuştur. Her kim de falan yıldız(ın batıp doğması) ile üzerimize yağmur yağdı dediyse, işte o, yıldıza iman etmiş, Bana iman etmemiştir.”7 Bu hadisin şerhinde, İmam Nevevî (rh.a.) şunları beyân eder: “Hadisin mânâsına gelince, ilim adamları, ‘filân yıldızın doğuşu ile bize yağmur yağdırıldı’ diyen kimsenin kâfir oluşu hususunda farklı iki görüşe sahibdirler. Bu görüşlerin birisine göre bu, imanın aslını ortadan kaldıran, İslâm Dini’nin dışına çıkartan, şanı yüce Allah’ı inkâr etmek anlamında bir küfürdür. Bunlar derler ki: Bu hüküm ise, yıldızın (gezegenin) fail (etkin) yağmuru meydan getiren ve tedbir eden varlık olduğuna inanarak böyle diyen kişi hakkında söz konusudur. Nitekim câhiliyye döneminde bazı kimseler, bu iddiaya sahib idi. Bu şekilde inanan bir kimsenin kâfir olacağında şübhe yoktur. Aralarında (İmam) Şâfiî’nin de bulunduğu ilim adamlarının çoğunlukla benimsediği görüş budur. Hadisin zâhirinden de anlaşılan budur.”8 Allâme İbn Hacer el-Askalânî (rh.a.) ise, şu açıklamayı yapar: “Allah Teâlâ’nın: ‘Bana iman etmiş ve yıldıza kâfir olmuştur’ şeklindeki sözüyle ilgili olarak şu yorumlar yapılabilir: 1-Buradaki küfürden/ inkârdan maksad, şirktir. Nitekim imanın karşıtı olarak bu ifadenin kullanılması da bunu gösterir. 2-Buradaki küfür, nimete karşı nankörlük anlamındadır. Âlimlerin çoğu ilk yorumu tercih etmişler.”9 Görünür ve görünmez bütün varlığın ortaksız tek yaratıcısı Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeyin üzerinde vekildir.”10 “İşte bu, sizin Rabbiniz Allah’dır, her şeyin yaratıcısıdır, O’ndan başka ilâh yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz?”11 “Kıyamet saatinin bilgisi, şübhesiz Allah’ın katındadır. Yağmuru yağdırır, rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şübhesiz Allah bilendir, haberdardır.”12 Ebu Bekr İbnu’l-Arabî (rh.a.), yaratmayı, Allah’dan başkasına has kılan ya da bu konuda başkasını Allah’a ortak yapanın durumunu şöyle beyân eder: “Şübhesiz ki, yağmuru Allah’dan değil de –yıldız yaratmış olmak üzere- yıldızlardan bekleyen kimse kâfirdir. Alah’ın yıldızlara verdiği bir hâssadan (özellikten) dolayı yıldızlar yağmuru yaratır diye i’tikad eden de kâfirdir. Çünkü yaratmak ve emir vermek Allah’dan başkasına câiz değildir. Nitekim Allah Teâlâ: ‘Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur.’13 buyurmuştur.”14 Yalnızca Allah Azze ve Celle’ye aid olan yaratmak konusunda bir başkasını Allah’a ortak edenin/ edenlerin durumu budur!.. İslâm âlimleri ittifaken böyle söylemişlerdir... Bu, böyledir!.. Yaratma konusunda Allah’dan başkasına yönelen ve kabul edip yöneldiği şeyi Allah’a ortak edenin durumu gibidir, emir konusunda Allah’dan başkalarına yönelenlerin durumu!.. Çünkü Allah Teâlâ: “Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur.” buyurmuş ve yaratmak konusunun emir, yani hüküm koyma konusuyla aynı olduğunu beyân buyurmuştur... Yaratmak konusundaki hüküm ne ise, emir konusundaki hüküm de odur!.. Bu konuda, müfessir âlimler şunları beyân ederler: İbnü’l-Cevzî (rh.a.) şöyle der: “Bilin ki yaratma O’nundur.’ Çünkü onları, O yarattı. ‘Emir de O’nundur,’ dilediği şeyi emreder. Emir: Kaza ve hüküm mânâsınadır, diyenler de olmuştur.”15 İmam Kurtubî (rh.a.) şunları kaydeder: “Allah, bu haberinde bize doğruyu söylemiştir. Yaratmak da yalnız O’nundur, emretmek de. O, bütün mahlukatı yarattı ve sevdiği, uygun gördüğü şeyleri onlara emir olarak verdi. Bu emir, aynı zamanda yasağı da vermesini gerektirmektedir.”16 Yegâne Rabbimiz Allah, yalnızca kendisine ibadet, yani itaat etsinler ve bu itaatte hiç kimseyi O’na ortak kılmasınlar diye yarattığı insan kullarına, O’nun rızasına uygun yaşamaları, böylece huzurlu ve mutlu olmaları için kendilerine emirler vermiş, kanunlar koymuştur... Elmalılı M. Hamdi Yazır (rh.a.) de şunu söyler: “Baştan sona takdir etme ve tekvin (var etme) de O’nun, kabul etme ve şeriat koyma da. Şu hâlde, hacim ve mikdarı bulunan yaratıklar da O’nun mülkü, onlar üzerinde cereyan eden hacimsiz, mikdarsız emirler de. Yani, yaratma da O’nun, yürütme de O’nun. Cisim ve cisimlikler, madde ve şekil, O’nun icâd ve yapısı. Onları yürüten kuvvet ve ruh, O’nun tesir ve izâfeti. O’ndan başkası ne yokluğa vücûd verebilir, ne de mümkünlere vücûb. Var etme O’nun, vâcib kılmak O’nun, harika O’nun, kanun O’nun, bütün mâsivâ (Allah dışında her şey) O’nun hükmü altında ve emrinden ibaret. O ise, her şeyi yaratan ve mutlak tasarruf sahibi. Gerçekte ne O’nun icâdına dayanmayan bir mevcud bulunabilir, ne de O’nun emir ve icâbına uymayan emirler, emir olabilir.”17 Yaratmayı Allah’a hâs kılıp, emiri Allah’dan başkalarına vermek ya da onların arzularını ve kanunlarını, Allah’ın dilemesi ve hükümlerine ortak kılıp hayatın tanzimini Allah ile ortak kılınanlar arasında pay etmek, apaçık bir şirk olduğundan hiçbir şübhe yoktur... Mü’min müslümanlar, muvahhidler olarak hayatı her yönüyle Allah’a adayan ve yalnızca Allah’a itaat eden kullardır... Hayata, yalnızca Allah’ın hükümleri, yani kanunları egemen olmalı ve Allah’ın kanunlarına mukabil kanun koyan tağutların bütünü reddedilmelidir... Rabbimiz Allah Teâlâ: “De ki: ‘Şübhesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm Âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır... O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben, müslüman olanların ilkiyim.”18 diye buyurur ve şu inkârı mümkün olmayan hakikatı beyân eder: “(Allah,) kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.”19 Çünkü: “Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din budur, ancak insanların çoğu bilmezler.”20 Gerek akîdede, gerekse amelde, Allah’ın hükmüne tam teslim olup itaat etmek, Allah’dan başka hüküm koyucu, kanun yapıcı tağutları tanımamak, koydukları hükümleri ve yaptıkları kanunları reddetmek, katıksız iman sahibi her mü’min müslümanın kulluk görevidir... Bu görevdeki herhangi bir gevşeklik, herhangi bir taviz vermek ve haktan sapmak, kişinin imanını zedeler, amelini ifsâd eder... Cehâlet ve gaflet sonucu iyi niyet söylemleriyle gündeme gelen haktan sapma ve bâtıla meyletme, kişinin dünyasını rezil, âhiretini zelîl eder... Yarattığı kulları üzerinde yalnızca Allah’ın emri geçerli olmalı, Allah’ın kanun koyucu olduğuna inanılmalı ve emirde, yani kanun koymada hiç kimse ya da kimseler Allah’a ortak edilmemeli... Emir konusunda Allah’a ortaklar gündeme getirildiğinde, Husayn b. Ubeyd’in müşriklik dönemindeki şirk durumu gündeme gelir... Biri gökte, kaçı yerde tapınılan ilâhlar ortaya çıkar... Allah’dan başka rabler ve ilâhlar edinilmiş olunur... “Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiblerini rabler (ilâhlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar, tek olan bir İlâh’a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka ilâh yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden yücedir.”21 ayet-i kerimesinde bu apaçık gerçek beyân olunmuştur... Abdulaziz eş-Şâmî, Rasulullah (s.a.s.) ile buluşmuşluğu olan Sahabîlerden olan babasından nakleder. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Kim Allah’ın, hükmünde kullarına bir yetki verdiğini iddia ederse, Allah’ın, Peygamberine indirdiklerini inkâr etmiştir. Zira Allah: ‘Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir.’22 buyurur.”23 Hükmün/kanunun/yasanın yalnızca Allah’a aid olduğuna katıksız iman eden mü’min müslümanlar, Allah’ın hükmünden başkasına asla razı olmazlar ve onların hayata egemen olmasını ya da hayata müdahale etmesini asla kabul etmezler... Her çağda, her zamanda ve her mekânda muvahhid mü’minlerin asla değişmeyen tavırları budur!.. Husayn b. Ubeyd’in hidayete erme olayında Rasulullah (s.a.s.)’in kendisine, Allah’a duâ etmesini öğrettiği ve O’nun da bu duâ ile hidayet istediği malumdur... Bu konuda bir başka rivayet daha var!.. Rib’î b. Hirâş, İmrân b. Husayn ve başkalarından bildiriyor: Husayn ve Hasîn, Rasulullah (s.a.s)’e gelip: -Ya Muhammed, Abdulmuttalib, kavmine senden daha iyi davranırdı. Onlara ciğer ve devenin hörgüç kısmını ikram ederdi. Sen ise, onları boğazlıyorsun, dedi. Rasulullah (s.a.s.), O’na bazı şeyler söyledikten sonra, Husayn: -Ne dememi emredersin? diye sordu. Rasulullah (s.a.s.): “Allahım, beni nefsimin şerrinden koru ve doğru yolu bulmam için bana azim ver.” demesini emretti. Husayn, gidip müslüman oldu ve gelip: -Sana geldiğimde, bana: “Allahım, beni nefsimin şerrinden koru ve doğru yolu bulmam için bana azim ver.” dememi söyledin. Şimdi ne diyeyim? dedi. Rasulullah (s.a.s.): “Allahım, gizli ve açık işlediğim günahları, hatâlarımı ve kasıdlı işlediğim günahları, bilerek veya bilmeden yaptıklarımı affet, de.” buyurdu.24 Müşrik atalarının uydurduğu yerde yedi sahte ilâha, yani puta tapan Husayn b. Ubeyd, o sahte ilâhları terkedip, şirksiz bir şekilde Allah’a dönerek iman edince, mecliste oturan ve O’ndan önce iman eden oğlu “İmrân”ın en içten samimî tavrı, Rasulullah (s.a.s.)’i çok duygulandırıp ağlatmıştı... İmrân, kalkıp iman eden babasının baş, el ve ayaklarını öptü... Rasulullah (s.a.s.), bu durumu şöyle beyân buyurmuştu: “İmrân’ın hareketinden dolayı ağladım. Husayn, içeriye girdiği zaman kâfir olduğu için İmrân, ne ayağa kalkmış, ne de O’nun yüzüne bakmıştı. Fakat müslüman olunca, babalık hakkını ödedi. Ben, bunun için duygulandım.” İmrân b. Husayn (r.anhuma), muvahhid bir mü’min olduğu için, kâfir ve müşrik olan babasına karşı konulması gereken tavrı koymuştu... Muvhhid mü’minlerin bu tavrını şöyle beyân buyurur Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ: “Allah’a ve âhiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah’a ve Rasulüne başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar, bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah), kalblerine imanı yazmış ve onları kendisinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır, orda süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin, şübhesiz Allah’ın fırkası olanlar, felâh (umduklarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların tâ kendileridir.”25 “Muhammed, Allah’ın Rasulüdür. Ve O’nunla birlikte olanlar da kâfirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün. Onlar, Allah’dan bir fazl (lütuf ve ihsân) ve hoşnudluk arayıp isterler......”26 Ve Yegâne Rabbimiz ve İlâhımız Allah Teâlâ’nın katıksız iman eden muvahhid mü’min kullarına kesin emri: “Ey iman edenler, eğer imana karşı inkârı sevip tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi velîler edinmeyin. Sizden kim onlaı velî edinirse, işte bunlar zulmeden kimselerdir.”27 Dipnot Deneme 1. İbn Hacer el-Askalanî, Sahâbe-i Kirâm Ansiklopedisiel-İsâbe, çev.Naim Erdoğan, İst.2009, c.1, sh.509. İbN Huzeyme’den. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’d-Daavat, B.69, Hds.3712. M.Yusuf Kandehlevî, Hayatü’s-Sahâbe, çev.Ahmet Meylânî, Ank.T.y. c.1, sh.74-75. İmrân b. Husayn Müsnedi, Hzr.İshak Doğan, İst.2018, sh.83, Hds.116. İbn Huzeyme, et-Tevhîd, sh.177’den. 2. Rabbimiz Allah Azze ve Celle şöyle buyurur: “Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz, mâruf (iyi ve İslâm’a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah’a iman edersiniz.” Âl-i İmrân, 3/110. 3. İmrân b. Husayn (r.anhuma)’dan. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Sizin hayırlı asrınız, benim içinde yaşadığım zamandır. Sonra benimle yaşayanlara yakın olanlardır. Daha sonra onlara yakın olanlardır.” Sahîh-i Buhârî, Kitabu’ş-Şehâdât, B.9, Hds.16. Sahîh-i Müslim, Kitabu Fedâilü’s-Sahâbe, B.52, Hds.214. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Fiten, B.38, Hds.2320-2322. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Sünnet, B.9, Hds.4657. Sünen-i Nesâî, Kitabu’l-Eymân, B.29, Hds.3789. İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, çev.Hüseyin Yıldız, vdğ.İst.2014, c.19, sh.672, Hds.27792. Ebu Nuaym el-Isbehânî, Hilyetu’l-Evliyâ, çev.Hüseyin Yıldız, vdğ.İst.2015, c.11, sh.619-622, Hds.3654-3658. 4. Bkz.İbn Hişam, İslam Tarihi-Siret-i İbn Hişam Tercemesi, çev.Hasan Ege, İst.1985, c.1, sh.389-391. Muhammed İbn İshak, Siyer, çev.Sezai Özel, İst.1991, sh.266-268, Md.268. İbn Kesîr, Büyük İslâm Tarihi- el-Bidâye ve’n-Nihâye, çev. Mehmet Keskin, İst.1994, c.3, sh.93-94. İmam Zehebî, Tarihu’l-İslâm, çev.Muzaffer Can, İst.1994, c.1, sh.232-234. 5. Lokman, 31/13. 6. Yusuf, 12/105-106. 7. Sahîh-i Buhârî, Kitabu’l-Mağâzî, B.37, Hds.177. Ebvâbu Sıfatu’s-Salât, B.75, Hds.111. Kitabu’l-İstiska, B.27, Hds.31. Sahîh-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.32, Hds.125-126. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’t-Tıbb, B.22, Hds.3906. Sünen-i Nesâî, Kitabu’l-İstiska, B.16, Hds.1525. İmam Mâlik, Muvatta’, Kitabu’l-İstiska, Hds.4. İbn Hibbân, es-Siretu’n-Nebeviyye ve Ahbâru’l-Hulefâ, çev.Harun Bekiroğlu, Ank.2017, sh.218. İbn Kayyim el-Cevziyye, Zadu’l-Meâd, çev.Muzaffer Can, İst.1990, c.3, sh.1252. 8. İmam Muhyiddin en-Nevevî, Sahîh-i Müslim Şerhi- elMinhâc, çev.M. Beşir Eryarsoy, İst.2012, c.1, sh.595. 9. İbn Hacer el-AskalânÎ, Fethu’l-Bârî- Muhtasar, çev. Mehmet Odabaş, vdğ.İst.2006, c.3, sh.110. 10. Zümer , 39/62. 11. Mü’min, 40/62. 12. Lokman, 31/34. 13. A’râf, 7/54. 14. Ahmed Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İst.1977, c.1, sh.338. 15. İmam Ebu’l-Ferec Cemalüddin Abdurrahman Ali b. Muhammed Cevzî, Zadü’l-Mesir Fî İlmi’t-Tefsir, çev.Doç. Dr. Abdulvehhab Öztürk, İst.2009, c.2, sh.339. 16. İmam Kurtubî, el-Câmiu Li Ahkâmi’l-Kur’ân, çev.M. Beşir Eryarsoy, İst.1998, c.7, sh.363. 17. Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İst.T.y. c.4, sh.111-112. (Yenda Yayınları) Sadeleşmiş Nüsha, c.4, sh.63. (Azim Yayınları) 18. En’âm, 6/162-163. 19. Kehf, 18/26. 20. Yusuf, 12/40. 21. Tevbe, 9/31. 22. A’râf, 7/54. 23. Ebu Cafer Muhammed b. Cerîr et-Taberî Tefsiri, çev. Hasan Karakaya- Kerim Aytekin, İst.1996, c.4, sh.59-60. İmam Hafız İbn Kesîr, İbn Kesîr Tefsiri, çev.Dr. Savaş Kocabaş, İst.2011, c.4, sh.414, Hds.3118. Celâleddin es-Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensûr fi’t-Tefsir bi’lMe’sûr, çev.Zekeriya Yıldız, İst.2012, c.6, sh.411. Prof. Dr. Vehbe Zuhaylî, Tefsiru’l-Münir, çev.Hamdi Arslan, vdğ.İst.2003, c.4, sh.523. 24. 2İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.10, sh.508, Hds.14861. Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek ale’s-Sahihayn, çev.M. Beşir Eryarsoy, İst.2013, c.3, sh.379, Hds.1923. İbn Ebî Şeybe, Musannef, çev.Hüseyin Yıldız, İst.2011, c.11, sh.601, Hds.29964. İmam Ebu Muhammed Abdulhamid b. Humeyd b. Nasr el-Kissî, el-Müntehab- Abd b. Humeyd Müsnedi, çev. Serkan Ünal, Konya, 2015, sh.243, Hds.476. İmam Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, çev.Hüseyin Yıldız, İst.2011, c.9, sh.535-537, Hds.10764-10766. Nûreddin el-Heysemî, Sahîh-i İbn Hibban Zevâidi, çev. Hasan Yıldız, İst.2012, c.2, sh.592, Hds.2431. Kuzâî, Şihâbu’l-Ahbâr Tercümesi, çev.Prof. Dr. Ali Yardım, İst.1999, sh.265, Hds.888. (son duâ kısmı) Nûreddin el-Heysemî, Mecmâu’z-Zevâid, çev.Zekeriya Yıldız, İst.2015, c.17, sh.364, Hds.17413. Ahmed ve Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr’de Muhtasar olarak rivayet etti. İbn Hacer el-Askalânî, Sahabe-i Kiram Ansiklopedisi, c.1, sh.508. 25. Mücadele, 58/22. 26. Fetih, 48/29. 27. Tevbe, 9/23

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul