28 Mayıs 2023 - Pazar

Şu anda buradasınız: / İDELOJİLER FURYASININ İKİ HUYU
 İDELOJİLER FURYASININ İKİ HUYU

İDELOJİLER FURYASININ İKİ HUYU Prof. Dr. Recep ARDOĞAN

18 yüzyılda buhar gücünün keşfi ve buharlı makinenin icadıyla sanayi devrimi ortaya çıkmıştır. Sanayi devrimi, batı toplumlarının iktisadî yapısı ve aileye varıncaya kadar hayat tarzında köklü değişimlere yol açmıştır. Bu değişim, modern dönem bilgi ve felsefe birikiminin katılımıyla ettiği çeşitli sosyal teorilerin de ortaya çıkmasına neden olmuştur. Böylelikle, liberal felsefe ve kapitalizm ortaya çıkmış, ona tepki olarak da marksizm ve sosyalizm gibi ideolojiler doğmuştur. 19. yüzyıl, geniş kitleleri etkileyen ideolojilerin baş gösterdiği bir çağdır. Bu nedenle de “ideolojiler çağı” olarak nitelendirilmiştir. 18. yüzyılda karşımıza bir aydınlanma felsefesi çıkmaktadır. Aydınlama, insanın ve insan aklının rüşdüne erdiği bir dönem olarak gösterilir. Aydınlanma döneminde bilgi, güç olarak, hâkimiyet aracı olarak görülmüştür. İnsanın bilgiyle bu dünyanın gizlerini keşfettikçe ve ona egemen oldukça daha mutlu olacağına inanılmıştır.1 Aydınlanma ve sonrasındaki ideolojiler çağının özelliği, dinin olmadığı bir yeryüzü cenneti vaat etmektir. İlkçağ filozofları, felsefî sistemlerinin içinde insan, toplum ve siyaseti de konu etmişlerdi. İdeolojiler çağında ise öne toplum ve siyaset çıkmıştır. Hatta insan bile toplum ve siyasetin arkasındadır. Humanizm, rasyonalizm, realizm, pozitivizm gibi düşünceler de aslında toplumu yeniden şekillendirmeyi ön plana almışlardır. İnsan, aslında araçsallaşmıştır. Sekulerleşme rüzgarı şöyle ya da böyle bir ideal sunan ideolojileri kenara doğru itmiş ve bunların yerine maddiyatçılığı ortak bir trend olarak yerini almıştır. Bu dinin de önündeki en önemli sorundur: İdealin yerini, maddiyatçılığın alması. Maddiyata olan inanç, her inançsızlıktan daha tehlikelidir. Ancak biz burada ideolojilerin bazı sorunlarına dikkat çekeceğiz. Bu sorunlardan ilki ideolojilerin, köksüzlüğüdür. İdeolojiler, denenmemiş yemek tarifesi gibidir. Toplumların düşünce geleneğinde bir kırılma olarak ortaya çıkmışlardır. İhtilalcidirler. İdeolojilerin dikkat çekici yönlerinden biri de hikâyecilik ve kehanetçiliktir. Hikâyecilik Hikâyecilik, bugün elde edilen yetersiz verilerle insanlık tarihini anlatmaya girişmektir. Küçücük verilerle büyük hikâyeler yazmaktır. Üstelik, bu edebiyat adına değil ilim adına yapılmaktadır. Buna çeşitli örnekler verilebilir. 1- Liberalizmin felsefî temellerinden olan toplum sözleşmesi (social contract, içtimaî mukavele) kuramı bunlardandır. Siyasal toplumun ve hukukun toplum sözleşmesiyle ortaya çıktığını ileri süren düşünürler, toplumun ortaya çıkışından önce insanların münferit bir hayat sürdükleri bir devre düşünmüşlerdir. Buna tabiî hâl veya doğal durum adını vermişlerdir. Dinin, ahlakın, toplumun, hukukun ve siyasetin olmadığı bir durumdur bu. Bireyler, özgürdür; her birey, gücü kadar özgürlüğüne saygı gösterilmesini sağlar. Daha sonra insanlar, özgürlüklerini karşılıklı olarak güvence altına almak için toplum sözleşmesi yapmışlardır. ‘Özgürlüğünü saydırma’ hakkını yani hak ihlalini yargılama ve cezalandırma yetkisini devlete devretmişledir. Diğer hakları ise kendilerinde tutmuşlardır. Böylelikle, doğal haklar (veya tabiî hukuk, natural law) aşamasından sivil/ medenî haklar aşamasına gelmişlerdir. Sivil haklar, devlet tarafından güvence altına alınan bireysel özgürlüklerdir. Bu hikâyede dikkat çekici olan, toplumsal bir varlık olan insanın toplum-dışı bir hayat sürmesinden söz edilmesidir. Ayrıca, çok bilgece olarak, devlete devredecekleri haklar ile kendilerinde tutacakları hakları çok iyi ayırt etmişlerdir. John Locke, Jean Jack Rousseau gibi düşünürler, bu hikâyeyi benimserler. Onlar, bu toplum sözleşmesi kurgusu ise bireyin devlete karşı ileri süreceği bireysel hakları temellendirirler. 2- Thomas Hobbes ise bu hikâyede ufak bir değişiklik yaparak devletin mutlak egemenliğini temellendirir. Ona göre, başlarına bir yönetici seçen insanlar, kendi aralarında anlaşmışlar, bir sözleşme ile kendilerini bağlamışlardır. Ancak yönetici herhangi bir söz vermediği için sınırsız bir egemenlik sahibi olmuştur. 3- Karl Marx’ın hikâyesinde ise insanlığın ilk devresinde özel mülkiyet ve sömürü yoktur. İnsanlar mutludur. “Marx, Darwin’in fikirlerini “diyalektik tarih” sürecine uyarlamış; tarihi, sınıf mücadeleleri neticesinde ilerleyen bir tarih olarak görmüştür. Marx’a göre toplum, tarih içinde çeşitli evrelerden geçiyordu ve bu evreleri belirleyen faktör de üretim araçlarıyla üretim ilişkilerindeki değişimdi. Bu anlayışa göre ekonomi, deterministik şekilde diğer her şeyin belirleyicisiydi. İnsan toplumsal yapıyla, toplumsal yapı da ekonomik ilişkilerle şekilleniyordu. Ona göre, tarih şu evrim aşamalarından geçmekteydi: - İlkel toplum, - köleci toplum, - feodal toplum, - kapitalist toplum - ve son aşama olan komünist toplum.”2 Burada dikkat çekici olarak, Marx’ın ilkel toplumu yücelttiğini görürüz. Çünkü bir efsane yazmak, bir ideal model icat etmek, iknanın en bilinen yöntemidir. O, özel mülkiyet ve işbölümünü de kötülüğün kaynağı olarak görür. Çünkü kitlelere bir düşman lazımdır. Buna ilaveten, bir toplum yapısından veya ekonomik sistemden bir diğerine geçişin Marx’ın iddia ettiği gibi evrimsel bir sıra izlediğine ilişkin bir kanıt yoktur. Bookchin, ekolojik sorunların kaynağını ortaya koymak ve çözüm önerisine yer açabilmek için dinin, özel mülkiyetin ve toplumsal sınıfların ortaya çıkışına ilişkin bir tarih yazıcılığına yönelmiştir. O, ilk insan topluluklarını, hiyerarşinin, dinin ve özel mülkiyetin olmadığı “organik toplumlar” olarak tasvir eder.3 Hiyerarşinin ortaya çıkışının temel sebebi, yaşlıların toplulukta işgal ettikleri bilgelik konumuna bağlı ayrıcalıklardır. Bu ayrıcalık zamanla siyasî iktidara dönüşmüştür. Büyü ile şamanlar, toplumsal bir sınıf olarak ortaya çıkmıştır. Şamanizmin sonraki versiyonu olan ruhban sınıfının doğuşu, sınıflı toplumlara geçişin yeni bir aşamasıdır.4 Ruhban sınıf, insanlık ile tanrılar arasında evrensel bir komisyonculuk rolünü üstlendi. Teoloji kehanet karşısında üstünlük kazanmaya başladı. Sonunda ruban sınıf, topluluk emeği ve ürünü üzerinde teokratik egemenliği elde etmişlerdir.5 O, insan toplumunun evrimini; Organik toplum à hiyerarşik toplumà sınıflı toplum şeklinde aşamalandırır. O, geleceğin ideal toplumu olarak da eko-toplulukları öngörür. Oysa, hâlâ sömürgeleri bulunan güçlü devletler ve uluslararası şirketlerin bulunduğu bir dünyada eko-topluluklardan söz etmek, ütopyadır. Bir karanlığa gark olmak ve suiistimale açık olmak demektir. Bu bağlamda eko-anarşizm, siyasi ve iktisadi gücü elinde bulunduran kurum ve devletler tarafından kullanmaya çok yatkındır. Gelişmiş ülkeler dışındaki coğrafyalardaki kalkınma hamlelerine, çevrecilik adına karşı çıkan marjinal grupların varlığı böyledir. Bu, kullanışlı ekolojizmdir. Emperyalizm ajanı anarşizmdir. Bookchin’e göre özel mülkiyet, kabile toplumlarından beri insanlığın yaşama bakışını ve doğayı çarpıtmaktadır. Bookchin’in önerisi, mülkiyeti ortadan kaldırmak adem-i merkeziyetçiliğe dayalı ve yerel yönetimlerden oluşan konfederalizmdir" Oysa her şeyden önce hiyerarşiyi büsbütün kaldırmak toplum kavramına aykırıdır. Mülkiyet hakkını yok saymak ise hem insanın fıtratına hem de toplumun temel dinamiklerine aykırıdır. Belirtelim ki bugünden geçmişe doğru ideolojik tarih yazıcılığı, insan ve maneviyat yoksunluğu gibi bir açık sapmayla maluldür. Kehânetçilik Geçmişe ait bir efsane icat etmek, geleceğe ilişkin kehanete zemin hazırlamaktır. İdeolojik tarih yazıcılığında ve evrimci teoride karşımıza çıkan kehânetçilik ise, geçmişe doğru yazdığı tarihten hareketle geleceğe ilişkin öngörülerde bulunmaktır. Bugünden insanlığın başlangıç devrine doğru giden tarih yazıcılığının bir temeli olmadığı için bugünden geleceğe doğru tarih yazıcılığı da bir kehanetten ibaret olmaktadır. Evrim teorisinde, insan ırkları arasındaki mücadelenin ve insanın tekâmülünün ne yöne evrileceğine ilişkin çeşitli kehanet karşımıza çıkmaktadır. Örneğin, Darwin’e göre, çok da uzak olmayan bir tarihte, “medeni insan ırkları, vahşi ırkları neredeyse dünya çapında imha edecek ve onların yerine geçecektir.”7 Yine Karl Heinrich Marx da en ileri kapitalist toplumlarda işçi sınıfı devrimi olacağı, komünist devrimler yaşanacağı öngörüsünde bulunmuştur. Ama bu devrim, bu ülkelerde değil Rusya’da gerçekleşmiştir. Sınıfsız toplum veya işçi sınıfın hâkimiyeti ise asla gerçekleşmemiştir. Aksine insanları kölelikte eşitleyen oligarşiler ve diktatörlükler ortaya çıkmıştır. Polit büro ise bu eşitliğin daima üstünde olmuştur. George Orwel’in “Hayvan Çiftliği (Animal Farm)” adıyla Türkçeye tercüme edilen romanında, bu eşitlik anlayışı” tüm hayvanlar eşittir ama domuzlar daha eşittir” cümlesiyle özetlenir. Bazı tefsircilerin, İslam ile evrim nazariyesini uzlaştırma girişimi de, kanaatimizce, usûlsüzlükten kaynaklanmaktadır. İlim adamının her konuyu bilmesi beklenemez. Ama bilimsel olanın sınırlarını bilmesi, kendi alanı dışına çıkan konuları o alanın uzmanlarına bırakması gerekir. Tefsir bilgisiyle, biyoloji bilimine ait bir konuyu biyologlarla tartışmak, bilgisi yetersiz gelince de bir uzlaşıya sapmak usûl olarak yanlıştır. Geçmişe doğru hikâyecilik ve gelecekle ilgili kehanetçilik, asıl sorgulanması gereken yaklaşımdır. İdeolojilerde olduğu gibi darvinizmde de her ikisini görmekteyiz. Bilimsel bilgi ile teoriyi ayırt etmek gerektiği gibi ideolojiler furyasının, bu iki karanlık noktasına; hikâyecilik ve kehanetçiliğe karşı de dikkatli olmak gerekir. 1. Bu dönemde doğa bilimleri alanındaki ilerleme, - bir yandan insanın bakışının öteki dünyadan bu dünyaya çevrilmesi, - diğer yandan da bilgiye ulaşmada gözlem ve deneyin etkin yöntem hâline gelmesine bağlıdır. Aydınlanma düşünürleri, Hristiyanlığı benimsememekle birlikte inançsız değillerdir. Onlar, “doğal din” ‘veya “kıl dini” dedikleri bir inanca sahipti. Bu inancın özelliği, akla uygun olması; toplum ve gelenekten bağımsız olarak insanın doğasında var olması idi. Dolayısıyla, vahiy ve peygamber inancının olmadığı bu inanış, deizm olarak isimlendirilmiştir. “Temelde Theist (dindar) ile deist (akıl dini) aynı kökten “theo” Tanrı sözcüğünden kaynaklanmaktaydı. Ancak biri Grekçe “Theos”, değeri de Latince “Deus” tan, türetilmişti. Deistlere göre Tanrı sadece insanın var ve yok olmasında vardı. Bunun ikisinin arasında, yani, yaşamda Tanrı tarafından verilmiş akıl yer almaktaydı.” Cahit, Bilim, “Aydınlanma Çağı” Çağdaş Dünya Tarihi, Eskişehir, 1999, 57. 2. Marksist Tarih Anlayışının Çöküşü, www.dinlertarihi.net/ darwinizm/marksist-tarih-anlayisinin-cokusu.html 3. Bookchin, Murray, Özgürlüğün Ekolojisi -Hiyerarşinin Ortaya Çıkışı ve Çözülüşü-, trc. Alev Türker, Ayrıntı Yayınları, İst. 1994, 126. 4. Bookchin, Özgürlüğün Ekolojisi, 126, 172-174. 5. Bookchin, Özgürlüğün Ekolojisi, 184, 185. 6. Bookchin, Özgürlüğün Ekolojisi, 106; Bookchin, Murray, Ekolojik Bir Topluma Doğru, trc. Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yay., İst. 1996, 47. 7. Darwin, Charles, The Life and Letters of Charles Darwin, D. Appleton and Company, New York 1888, I, 156, 286. Teorilere yaslananların geleceğe ilişkin kehanette bulunma huyunu şu satırlarda da görebiliriz: “Bilimlerde 19. yüzyıl kimyanın, 20. yüzyıl ise fiziğin altın yılları oldu. Yeni yüzyıl hiç şüphesiz biyoloji ve genetiğin yüzyılı olacaktır. GDO, kök hücre, gen tedavisi, yeni üreme teknolojileri, Human Genome Project gibi konuların günümüz dünyasındaki önemi bu gerçeği doğrulamaktadır.” Karaömerlioğlu, M. Asım, “Darwin ve Sosyal Bilimler”, www.ata.boun.edu.tr/Faculty/Asim%20Karaomerlioglu/ Karaomerlioglu,%20Asim_Darwin%20ve%20Sosyal%20 Bilimler.pd

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul