Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Nefsânî arzulara, özellikle kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı aşırı düşkünlük insanlara süslü/cazip gösterildi. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Hâlbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.” 3
Görülüyor ki, dünya hayatı gelip geçici bir zevktir. Dünyanın cazibesine ve çekiciliğine kapılan ve ölüm ötesi bir hayat için hazırlık yapmayan insanlar, şiddetli bir şekilde ikaz edilerek, onlar hakkında Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur: “İnkârcıların (refah içinde) diyar diyar dolaşması sakın seni aldatmasın. Azıcık bir menfaattır o. Sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir.”4
İnsanlar, dünya hayatının cazibesi, çekiciliği ve güzelliği karşısında, kimi zaman nefislerinin isteklerine karşı çıkamayarak, yaratılışlarının nedeni olan asıl görev ve sorumluluklarını unuturlar. Dünyanın kendilerine sunduğu fırsat ve imkânları değerlendirme gayesi ile zevk ve sefa içerisinde bir hayat sürmeye başlayan bazı kimseler, dünya hayatının geçici zevkleri peşinde koşarlarken Rablerinden kendilerine gönderilen ilahi mesajın hükümlerini önemsemez ve görmezden gelirler.
İnsanlar, hayatın anlamını, dünya hayatına neden geldiklerini, burada neler yapmaları gerektiğini, bu hayatın sonunda kendilerini nasıl bir akıbetin beklediğini hiç düşünmez, kulluk görev ve sorumluluklarını Rab’lerinin kendilerinden istediği ölçüde yerine getirmezler. Zaten kendi hevalarını ilah edinip onun istekleri peşinde koşan kimselerin, yaşadıkları aldatıcı hayat içerisinde Rab’lerinin emir ve yasaklarını dinlemeleri mümkün değildir.
Dünya hayatından başka bir şey düşünmeyenler, dünyanın tüm imkânlarından yararlanırlar, dünya haytında zevkli, keyifli bir hayat yaşarlar. Onların makamları, mevkileri, zenginlikleri, parıltılı, lüks ve şaşaalı yaşantıları, mü’minleri aldatmamalı, onların bu yaşantısına imrenmemeli. Çünkü İslâm’a aykırı yaşantıların geçici ve sonunun perişan olacağını âyetlerden anlıyoruz. “O yaşadıkları zevk-u sefa kendilerine hiçbir fayda sağlamaz.” 5
“Artık kim taşkınlık edip azarsa Ve dünya hayatını seçerse, Şüphesiz cehennem, (onun için) bir barınma yeridir.”6 “İnkâr edenler dünyayı ahirete tercih ederler. Hayır, siz peşin olanı (dünyayı) seviyorsunuz da, Ahireti bırakıyorsunuz.”7 “Bu (azab) şundan dolayıdır ki, onlar, dünya hayatını sevmiş ve onu âhirete tercih etmişlerdir. Allah da kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.”8
“Bize kavuşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olup onunla tatmin bulanlar ve bizim âyetlerimizden gafil olanlar da vardır muhakkak.”9 “İnkâr edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) “Siz dünya hayatınızda bütün ‘güzellikleriniz ve zevklerinizi tüketip yok ettiniz, onlarla yaşayıp zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz ve fasıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azab ile cezalandırılacaksınız.”10 Yüce Allah Kur’an’ın pek çok âyetinde inkâr edenlerin akıldan yoksun olduklarına dikkat çekmiştir: “Ancak inkâr edenler, Allah’a karşı yalan düzüp uyduruyorlar. Onların çoğu akıl erdirmezler.”11
İnkâr edenlerin, yaşadıkları bu dünyayı gerçek sanıp âhireti unutmalarının ve sadece nefislerinin isteklerini karşılamaya çalışmalarının en önemli sebeplerinden biri, âyetlerde bildirildiği gibi “akıl erdirememeleri”dir. Bu yüzden tüm yaşamlarını bu dünya ile sınırlı sanırlar. Olaylara bakış açıları ve değer yargıları da neredeyse tümüyle dünyaya yöneliktir. Dünya hayatının sadece zahiri yönünü görür, gerçek amacını kavrayamaz, âhireti ise tamamen unutmuş şekilde yaşarlar.
Allah Kur’an’da bu insanlar için şöyle bildirir: “Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır. Kendi nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı? Allah, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında olanları ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre (ecel) olarak yaratmıştır. Gerçekten, insanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı inkâr ediyorlar.”12 Bu âyetlerden de açıkça anlaşıldığı gibi, dünya hayatının geçici cazibesine kapılıp kulluk görevlerimizi ihmal etmemeliyiz. Çünkü dünyadaki imkânlar bir imtihan gereğidir.
Dünya Hayatında Mal Mülk, Evlât, Makam ve Mevki Gibi İmkânlarla Övünmek
Yüce Allah şöyle buyurur: “Allah bunu, elinizden çıkan servete ve imkânlara üzülmeyesiniz, Allah’ın ihsan ettiği nimetler ve imkânlarla şımarmayasınız diye size açıklamaktadır. Allah kendini beğenip övüneni sevmez.”13
Dünya hayatında mal mülk, evlât, makam ve mevki gibi imkânların, insanlara, birbirlerine karşı övünmek, Allah’ın haram kıldığı yerlerde kullanmak için değil Allah rızâsına ve insanların faydasına uygun biçimde değerlendirilmek için verilmiş birer imtihan aracıdır. “Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah’ın katındadır.”14 “Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır’. Gerçekten âhiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi.”15
Yüce Rabbimiz dünya hayatının durumunu ve değersizliğini belirterek, dünya yaşamına aldanıp kendimizi kaptırarak, âhiret hayatına hazırlanmayı ihmal etmememiz için bizleri uyarmaktadır. Allah’a kulluk yapmayı terk edip emrettiklerini yerine getirmeyenler, yasak ettiği şeylerden sakınmayan, hevâ ve hevesinin ve gayr-i meşrû isteklerinin peşine gidenler, bu dünya hayatını imtihan yeri olarak değil; zevk, keyif için, arzu ettikleri gibi yaşama yeri olarak görürler.
Dünya yaşamını bu şekilde görenler veya kendini dünyaya bu şekilde kaptıranlar, makam ve mevkileriyle, mallarıyla, mülkleriyle, servetleriyle övünürler. “Şu kadar malım, mülküm var, servetim var, son model arabam var, lüks dairem var, şuyum var, buyum var” diye bunlarla övünürler. Ve zaten övünmek için bu imkânlara sahip olmaya çalışırlar. Desinler ki: “Şu kişiye bak, şuyu var, buyu var, bravo, akıllı adam, lüks rahat bir hayat yaşıyor!” O da bu sözlerle övünür, gururlanır. Mal ve mülk için daha çok uğraşır.
Bu düşüncede olanlar başka ne için çabalar? Dünyadaki imkânlardan yararlanıp zevkli, keyifli yaşamak için de mala mülke sahip olmaya çalışırlar. Ve elinde ne imkân varsa bu tip insanlar onunla övünürler. Mal, mülk, zevk, keyif için yaşayanlar malı, parası oldu mu çok sevinir, bunlar olmazsa çok üzülür, bunu elde etmek için elinden geleni yapar; helâli haramı düşünüp önemsemez, önemsediği tek şey paradır. “Para gelsin de nasıl gelirse gelsin” der. Mala, mülke, servete, nefse değil; Allah’a kul olmalı ve gereği ne ise yapmalıyız. Dünya ve âhirette huzur ve mutluluk ancak Allah’a iyi kul olmaya çalışmakla mümkündür.
Cebrail Hz. Peygamber’e şöyle demiştir: Ey Muhammed!
1. Dilediğin kadar yaşa, muhakkak öleceksin.
2. Dilediğini sev muhakkak ondan ayrılacaksın.
3.Dilediğini yap muhakkak karşılığını göreceksin.16
Mü’min kişinin ölçüsü bellidir; Kur’an ve sünnet; O da bunlara göre hareket eder. Çünkü imtihanı kazanmaya çalışmaktadır. Ölçüsü Kur’an ve sünnet olmayan kişilerin ölçüsü hevâ ve hevestir. Ayrıca hevâ ve hevesleri peşinde gidenleri, bâtıl yolda olanları ölçü alır, örnek alır. “Onlar şöyle yaptı, ben de yapayım” diyerek şeytanın ve dostlarının yolundan gider. Tabiî ki, bu bâtıl yol onu cehenneme götürür. Bir hadiste Müstevrid b. Şeddad (r.a.)’dan rivâyete göre Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Âhirete nazaran dünyanın değeri, ancak sizden birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. Parmağı ile denizden aldığı suyu göz önüne getirsin.”17 Bu hadiste, anlaşıldığı gibi, Peygamberimiz, dünya hayatının âhiret hayatı yanında ne kadar az, ne kadar değersiz olduğunu vurgulamaktadır.
Yine bir hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Bir şeye olan aşırı sevgin seni kör ve sağır yapar.”18 İnsan bir şeye karşı aşırı sevgi duyarsa ondaki aşırı sevgi o şeydeki kusuru görmez, kendi yanlışlıklarını söyleyenleri de işitmez olur. Dünya sevgisi aşırı oldu mu, o zaman hadiste belirtildiği gibi, bir şeye olan aşırı sevgi, tutku insanı sanki kör, sağır yapar. Burada kastedilen şu; “bir şeyi aşırı sevdi mi, o şeyin, iyi mi, kötü mü, faydalı mı, zararlı mı olduğunu düşünemez. Ona söylediğiniz vakit: “Bu yaptığın, gittiğin yol yanlış, vazgeç!” desen, sanki duymuyormuş gibi hiç aldırış etmez. Nasihat dinlemez.
Çünkü dünya yaşamının câzibesine kendini kaptırmıştır. Ne yanlışı görür, ne doğruyu duyar. Kafasına göre hareket ederek yaşar. Sonu da hüsrandır. Yine bir hadiste Sehl b. Sa’d (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Eğer dünya, Allah nazarında sivrisineğin kanadı kadar değer taşısaydı tek bir kâfire ondan bir yudum su içirmezdi.”19
Dünya hayatının Allah katındaki değeri sivrisinek kanadı kadar değeri olmadığı hadisten anlaşılmaktadır. Eğer dünya çok değerli olsaydı kâfir olanlar dünya yaşamından istifade edemezdi, bir yudum su içemezdi, yaşamı biterdi. Günümüzde müşriklerin, kâfirlerin refah içinde, zevk, keyif içinde yaşamaları dünyanın gelip geçici olduğundan dünya hayatının cennet hayatına nazaran zerre kadar değeri olmadığından ötürüdür. İmtihan icabı, herkes dünya hayatından, dünyevî imkânlardan yararlanır. Âhirette ise, cennet nimetlerinden, imkânlarından sadece Allah’a iyi kulluk yapan mü’minler istifade edecektir.
Hz. Peygamber (s.a.s.) bizleri şöyle uyarıyor: “ Benden sonra size dünya nimetlerinin ve zînetlerinin açılmasından ve onlara gönlünüzü kaptırmanızdan korkuyorum.”20 İşte bu durumda müslümanların nasıl hareket etmeleri gerektiğini öğreten, mal mülk kavgasına düşmeden, dünyaya ve dünyalıklara kapılmadan Allah’ın hoşnutluğunu kazanacakları bir hayatı sürdürmeleri gerektiğini öğütlemektedir.
Dünya malına, mülküne ve zenginliğine Allah’ı unutturacak derecede düşkünlük göstermemek ve bunlara bağlanıp kalmamak, âhireti bir an bile akıldan çıkarmamak gerekir. “Şüphesiz iman edip, sâlih amellerde bulunanlara (güzel davranış sergileyenlere) gelince; onlar için altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur.”21 Ne mutlu, iman edip dünya hayatına aldanmayıp, güzel davranış sergileyenlere…
Hadid, 57/20
Kehf, 17/46
Âl-i İmrân, 3/14
Âl-i İmrân, 3/196-197
Şuara, 26/207
Naziat,79/ 37-39
Kıyamet, 75/20-21
Nahl, 16/107
Yunus, 10/7
Ahkâf,46/20
Mâide, 5/103
Rûm, 30/7-8
Hadîd, 57/23
Enfâl, 8/28
Ankebut, 29/64
İbn. Hacer el-Askalani, Erdem Yolcusuna Uyarılar, çev. Osman Arpaçukuru, İlke Yaıncılık, İst. 2006, s. 21
Müslim, Cennet 55
Ebû Dâvud, Edeb 125 (5130)
Tirmizî, Zühd 13, (2321); İbn Mâce, Zühd 11 (4110)
Buhârî, Zekât 47, Cihâd 37; Müslim, Zekât 121-123
Büruc, 85/11