21 Mart 2025 - Cuma

Şu anda buradasınız: / GÜNÜMÜZDE BATI’DA İSLÂM-HZ. PEYGAMBER KARŞITLIĞI
GÜNÜMÜZDE BATI’DA İSLÂM-HZ. PEYGAMBER KARŞITLIĞI

GÜNÜMÜZDE BATI’DA İSLÂM-HZ. PEYGAMBER KARŞITLIĞI Özcan Hıdır

Yaklaşık üç ay kadar önce İsveç-Norveç’teki Kur’an “yakma-yırtma” hadiseleri ve Fransa’da Charlie Hebdo Dergisi’nin Hz. Peygamber’in karikatürlerini tekrar yayımlaması sonrasında Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un “İslâm bugün dünyanın her yerinde krizde” ve “Planladığımız stratejinin dördüncü ekseni, Fransa’da aydın/aydınlatılmış bir İslâm inşa etmektir” mealindeki iddia-hezeyanları ile Batı’da-Avrupa’da İslâm-Hz. Peygamber karşıtlığı alabildiğine yükselmiştir. Paris yakınlarındaki Conflans-Sainte-Honorine’de Samuel Paty adlı bir öğretmenin, basın ve ifade özgürlüğünü savunmak için derste Charlie Hebdo dergisindeki Hz. Peygamber karikatürlerini gösterdikten sonra öldürülmesi ise bu karşıtlığı daha da alevlendirdi. Bu olay üzerine Macron, Hz. Peygamber’in karikatürlerini devlet binalarına astırıp kitapçık halinde okullara da dağıtılacağı yönünde açıklamalar yaptı. Daha sonraki dönemlerde ise sadece Fransa değil, Avrupa’nın pek çok ülkesinde Hz. Peygamber karikatürlerinin bazı okullarda gösterildiği veya duvarlara asıldığı; bu sebeple de Müslüman öğrencilerin tepki gösterdikleri haberleri geldi, gelmektedir. Tabiatıyla bütün bu olaylar, Müslüman coğrafyada-Müslümanlarda da büyük infiale yol açtı; Macron’u kınayan açıklamalar yapılıp Fransız ürünlerinin boykot edilmesi çağrısı yapıldı. Bu meyanda Macron’un İslâm-Hz. Peygamber’e dair bu hezeyanlarının sebepleri üzerinde de analizler yapıldı, yapılmaktadır. Macron’un bu son hezeyanlarının içsel-dışsal farklı sebepleri olsa da, temel saiklerden birinin, uzun süredir Avrupa’da alabildiğine gündemde olan “Avrupa İslâm’ı” oluşturma projesi olduğu söylenmelidir. Zira “Almanya İslâm’ı”, “Fransa İslâm’ı”, “Hollanda İslâm’ı”, “İngiltere İslâm’ı”, “Amerikan İslâm’ı” ve “Avusturya İslâm’ı” gibi alt versiyonlara sahip bu kavram, özellikle 11 Eylül 2001 hadisesi sonrasında, sözü edilen ülkelerde olduğu gibi, İslâm-Müslümanlara yönelik Avrupa-Batı çapında siyasî ve teo-politik bir proje olarak karşımızdadır. Nitekim Macron’un 9 Aralık’ta mecliste tartışılacak olan “Seperatizm-Ayrılıkçılık yasası”, “Fransa İslâm’ı projesinin somut bir adımıdır. Bu projelerin hemen hepsindeki temel amaç, Müslümanların İslâmî kimlikleriyle/kişilikleriyle çelişse bile, Avrupa norm ve değerlerini içselleştirmeleri beklentisidir. Bu manada, özellikle 11 Eylül sonrasında Batı’da İslam-Müslümanlarla alakalı hemen her önemli tartışmanın “Avrupa İslâm’ı” projesiyle bağlantılı olduğunu söylemek mümkündür. Meselenin “Avrupa-Fransa İslâm’ı” boyutu oldukça önemli olmakla beraber, biz bu yazımızda konuyu İslâm karşıtlığı-düşmanlığı genel çerçevesinde, tarihten günümüze bu karşıtlığın en önemli tezahürü olarak gördüğümüz Hz. Peygamber karşıtlığı özelinde ele alacak; daha ziyade “Niçin daha ziyade Hz. Peygamber üzerinden saldırıyorlar?” sorusunun cevaplarını arayacağız. Tabiatıyla bunun için ana hatlarıyla tarihî perspektifin irdelenmesi icap etmektedir. Tarihten günümüze İslâm-Hz. Peygamber düşmanlığı Hz. Peygamber’e yönelik karşıtlık-düşmanlığın tarihi, İslâm’ın ortaya çıkışına kadar giden 1400 yıllık bir geçmişe sahiptir. İlk asırlarda Kilise Babaları, Ortaçağ-Latin, reformasyon ve oryantalistik dönemlerde bu suçlama Hz. Peygamber’e yönelik negatif imaj ve söylemlerin en belirginlerinden biri olmuştur. Burada da temelde Hz. Peygamber’in Hz. Âişe ile “küçük yaşta” evliliği Prof. Dr. Özcan Hıdır GÜNÜMÜZDE BATI’DA İSLÂM-HZ. PEYGAMBER KARŞITLIĞI VUSLAT Sayı 234, Aralık-20 49 Dosya ve diğer evlilikleri özellikle öne çıkarılarak O’na “pedofil”, “şehvetperest” suçlamaları başta olmak üzere, pek çok çirkin niteleme yöneltilmiştir. Bu vesile ile belirtmek gerekir ki, Hz. Peygamber’in Hz. Âişe ile olan evliliğine dair rivayetler bir bütün olarak dikkatli bir tetkike tabi tutulduğunda Hz. Peygamber’in Hz. Âişe ile dönemin örfüne göre evliliğe elverişli bir yaşta evlendiği söylenmelidir. Batı’da Ortaçağlarda kraliyet ailelerindeki küçük yaştaki evlilikleri hemen hiç gündeme getirmeyen, dahası geçtiğimiz yıllarda Katolik Kiliselerindeki rahip-rahibe ve kardinallerin başat rol oynadığı pedofil olaylarını görmezden gelen aşırı sağ-İslâm karşıtı gruplar, Hz. Peygamber’in Hz. Âişe ile olan evliliğini her fırsatta dillerine dolayıp Hz. Peygamber düşmanlığında kullanmışlardır. Salman Rushdie olayı (1988) ve ardından meydana gelen Soğuk Savaş’ın bitimi (1989-1990) aslında modern dönemde İslâm-Hz. Peygamber karşıtlığında paradigma değişim aşamasıdır. Bu dönemde, dönemin NATO Genel Sekreteri Willy Claes ve İngiltere başbakanı Margaret Thatcher başta olmak üzere, etkili-yetkili Batı’lı karar vericiler, “Batı’nın yeni düşmanı İslâm’dır” mealinde açıklamalar yapmışlardır. 11 Eylül 2001 ve sonrasında meydana gelen hemen her Batı ülkesindeki artçı “lokal 11 Eylüller” (mesela Hollanda’da Theo van Gogh’un 2004 yılında öldürülmesi) sonrasında ırkçı-İslâm karşıtı aşırı sağcı parti-grupların da yükselmesiyle İslâm-Hz. Peygamber karşıtlığı-düşmanlığı alabildiğine artmış; bu minvalde teo-politik projeler devreye sokulmuş; bu proje ve düşmanlıklarda da, tıpkı tarihte olduğu gibi, daha ziyade Hz. Peygamber hedef alınmıştır. 2012 yılında ABD’de yayımlanıp büyük olaylara neden olan “Müslümanların Masumiyeti filmi” ile Amerikalı yazar Sherry Jones’un The Jewel of Medina=Medine’nin İncisi ve The Sword of Medina: A Novel adlı tartışma meydana getiren spekülatif romanları, bu manada ilk hatıra gelenlerdir. Bunların arkası araştırıldığında son yıllarda İslâm karşıtlığında bilhassa öne çıkan “ex-Müslümanlar (İslâm’dan dönenler/mürtedler)” ile bazı “devşirme” tipolojiler karşımıza çıkmaktadır. Şu halde Danimarka’daki karikatürler, Charlie Hebdo, ABD’deki karikatür sergisi, 2018’de Hollanda’da Wilders’in ilan edip ardından meydana gelen olaylarla son anda iptal ettiğini duyurduğu “karikatür yarışması”, ve en son İsveç’teki Kur’an yakma-yırtma hadiseleri sonrasında tekrar Charlie Hebdo’nun üç ay kadar önce Hz. Peygamber’in karikatürlerini tekrar yayımlaması ve akabinde Macron’un İslâm-Müslümanlara yönelik son hezeyanlarındaki en önemli amaç, Hz. Peygamber’in “şiddet-terör yanlısı” ve “pedofilşehvetperest” olduğu imajının zihinlere yerleştirilmesidir. Neden daha ziyade Hz. Peygamber üzerinden saldırıyorlar? Bugün Batı’da İslâm karşıtlığının daha ziyade “Kur’an” ve “Hz. Peygamber” olmak üzere iki önemli tezahürü söz konusudur. Bunun tarihî, dinî, kültürel, siyasî, ekonomik ve demografik pek çok sebebi vardır. Ancak bu sebepler içerisinde biri özellikle öne çıkmaktadır. O da, Kur’an’ın son ilahî mesaj-kitap, Hz. Peygamber’in de bu ilahî mesajı insanlığa tebliğ eden “son peygamber” olmasıdır. Hz. Peygamber’in (sav) “son Peygamber” olarak gönderilip İslâm’ın hızla yayılmasıyla telaşlanan özellikle Hıristiyanlığa mensup kilise babaları “İslâm Hıristiyanlık’tan sapmış heretik bir din, “ismailîlikhacerîlik-serazen-heretik-barbar” gibi nitelemelerde bulunmuş; âlemlere rahmet peygamberinin “kılıç elinden düşmeyen şiddet peygamberi”, insanlığa hayâyı öğreten peygamberin “şehvet düşkünü-pedofil” ve “anti-christ-deccal” olarak gösterilmiştir. Özellikle Pavlusçu Hıristiyanlık ve Yahudiler başta olmak üzere diğer dinlerin din adamları ve yazarlar Kur’an ve Hz. Peygamber üzerine yoğunlaşmışlar ve Allah katında yegâne din (ed-Dîn) olan İslâm’ı ve Kıyamet’e kadarki “son peygamber”i boşa çıkarmak için yukarıda bir kısmını zikrettiğimiz çirkin nitelemelerde bulunmuşlar; İslâm’ı Hz. Peygamber’in kurduğu bir “dinMuhammedîlik”, Râhip Bahîra ve Varaka b. Nevfel gibi kendi dönemindeki Hıristiyanlar başta olmak üzere, daha ziyade “Ârâmî İncil geleneği”nden istifadeyle, Kur’an’ı yazdığı şeklinde pek çok iddiada bulunmuşlardır. Yahudi Kültürü ve Hadisler ile Hıristiyan Kültürü ve Hadisler adlı çalışmalarımızda, oryantalistlerin “İslâm-Hz. Peygamber’in YahudiHıristiyan kökeni teorisi”ne dair iddiaları bağlaGüncel VUSLAT Sayı 234, Aralık-20 Dosya 50 mında etraflıca ele aldığımız bu konu-algı, esasen Batı’nın zihin kodlarının oluşturan pek çok yazardüşünür-oryantalist tarafından nüanslarla tarihte tekrar edilmiş; günümüzde de post-modern versiyonlarla teo-politik projeler muvacehesinde tekrar edilmektedir. İslâm-Hz. Peygamber’i bir “tehdit” ve düşman olarak kodlayan bu durum, Batı’nın bilinç altına şu veya bu şekilde yerleşmiş; Islam and the West adlı kitabın yazarı Norman Daniel’in ifadesiyle, “nesilden nesle aktarılan” bir miras-imaj olmuştur. Kurucu oryantalistlerden olan W. M. Watt’ın “Dünyadaki büyük insanlardan hiç biri (Batı’da) Muhammed kadar iftiraya uğramamıştır” sözü aslında tastamam bunun ifadesidir. Yine Norman Daniel’in şu sözü de, tarihten günümüze İslâm düşmanlığının neden Kur’an ve özellikle de Hz. Peygamber üzerinden yapıldığını izah sadedinde önemlidir: “Biz en fazla mesaimizi (Hz.) Muhammed’in peygamber olmadığını ispat üzerine yoğunlaştırdık. Zira o peygamber değilse Kur’an’da vahiy olmayacaktı” Hz. Peygamber’e yönelik düşmanlığın bir diğer sebebi ise, O’nun bütün yönleriyle örnek alınabilir bir “insan-peygamber”, Kur’an tabiriyle “Üsve-i hasene (en güzel örnek)” olmasıdır. Zira Hz. Peygamber’in hayatının bütün yönleri ortadadır. Buna karşılık Hıristiyanlar için Hz. Îsâ’nın örnek alınabilmesi zordur. Zira Hıristiyan dogmatiğinde Hz. Îsâ “yüzde yüz Tanrı, yüzde yüz insan” şeklinde de açıklanan “Tanrı’nın oğlu”dur. “Tanrı-insan”ın örnek alınabilmesi zordur. Kaldı ki, doğumu, çocukluğu, gençliği ve hatta tebliği süreci başta olmak üzere, Hz. Îsâ’nın hayatına dair bilgiler, bizzat Hıristiyan teologların da itiraf ettiği üzere, oldukça sınırlıdır. Bu konuda Kur’an sünnet ve İslâm tarih-tabakât kitaplarında da önemli bilgiler olduğunu belirtmek gerekir. Bu itibarla Hz. Peygamber’in en büyük mucizelerinden biri, Kur’an’ı hayata tatbik eden bir hayat modelini (sîret-sünnet) ortaya koymuş olması ve bunun ince detaylarına kadar bilinir-uygulanabilir olmasıdır. Alabildiğine menfi propagandalara rağmen, Batı’daki İslâm’a ihtidaların en önemli sebeplerinden biri de, negatif imaj ve ön yargılardan uzaklaşıldığında, Hz. Peygamber’in bu hayat modelinin insanları cezbedip İslâm’a yöneltmesidir. Karen Armstrong’un İslâm’ı araştırma serüveninde söylediği şu mealdeki sözlerinin altı çizilmelidir. “Pek çok dini araştırdım. İslâm’ı araştırmaya bir türlü geçemedim; zira Batılı her araştırmacı gibi en büyük engelim zihnimdeki İslâm ve Hz. Peygamber hakkındaki negatif imajdı. Sonra hayatını okuyunca onunla ilgili kitap yazdım.” Aynı şekilde Hollanda’da İslâm ve yabancı karşıtı aşırı sağcı Özgürlük Partisi (PVV) lideri Geert Wilders’in İslâm-Hz. Peygamber’e düşmanlıklarına rağmen partisinden iki önemli isim de son yıllarda Müslüman olmuştur. Bunlardan biri, 2013’te ihtida eden Arnoud Van Doorn, diğeri de yine PVV’de milletvekili ve ikinci adam olan Joram van Klaveren de yakın zamanlarda, İslâm-Hz. Peygamber karşıtı bir kitap yazarken Müslüman olduğudur. “Haddini aşan zıddına döner” şeklindeki kaide fehvasınca, aşırı negatiftik ve düşmanlığın bir noktadan sonra pozitife dönmesidir. Şu halde Hz. Âişe’nin tabiriyle “yaşayan Kur’an olarak, Kur’an’ın ilkesel rehberliğinde “sîretsünnet”iyle İslâm medeniyetinin temellerini atan Hz. Peygamber, Batı karşısında “bi’l-fiil” olmasa da, “bi’l-kuvve” var olan yegâne din-medeniyet olmasını bu karşıtlık-düşmanlıktaki en önemli sebep olarak zikredebiliriz. Bu açıdan bakıldığında Batı aslında, Müslümanlara değil, daha ziyade bizatihi Hz. Muhammed Mustafa sallallâhu aleyhi ve sellem’e ve O’nun getirdiği “ed-Dîn” olan İslâm’a karşıdır. Hz. Îsâ ve Hz. Mûsâ’ya da saldırılıyor mu? İslâm-Hz. Peygamber ile ilgili karşıtlığın günümüzde aslında Yahudiler-Hıristiyanlarla ve dolayısıyla Hz. Îsâ ve Hz. Mûsâ ile ilgili de yapılması beklenirdi. Hatta Hz. Peygamber’in karikatürlerinin yayımlanması sonrasında Müslümanların verdiği yer yer de reaksiyoner tepkilere Batı’lılar, “biz Hz. Îsâ ve Hz. Mûsâ’nın da karikatürlerini yapıyoruz” diye cevap veriyorlar. Aslında bu retorikten ibarettir. Zira bu karikatürler, özellikle Avrupa’da oranları hayli yüksek olan dinden-kiliseden uzaklaşmış (deizm-ateizm-agnostisizm-nihilizm-apateizm) kesimlerce -Hz. Peygamber’e yönelik olan kadar çirkin olmasa da- zaman zaman yapılabiliyor. Zira bazı ülkelerde “Tanrı-kutsallara” sövmek Güncel VUSLAT Sayı 234, Aralık-20 51 Dosya suç olmaktan çıkarılmıştır. Ancak özellikle Yahudilik-Hıristiyanlığa yönelik saldırılarda onların güçlü kurumları devreye giriyor. Müslümanlarsa güçlü kurumlardan yoksundur. Ayrıca “fikir-ifade özgürlüğü” gibi sözde Avrupa değerleri de İslâm-Müslümanlar için çifte standartlı ve “dinden özgürlük” olarak sorumsuzca kullanılıyor. Ayrıca İslâm-Müslümanlarla ilgili projeler-tartışmalar, genellikle “güvenlik-entegrasyon”, “kültürel asimilasyon” bağlamında tartışılıyor. Bu meyanda “sünnet olma”, “helâl kesim”, okullarda başörtüsü takma, minare-ezan yasaklarındaki çifte standartlı tutumları hatırlamak gerekir. “Helâl kesim” ve erkek çocukların sünnet edilmesi Yahudiler ve Müslümanlar için özünde teolojik tartışma iken, Yahudiler için istisnalar getiriliyor; Müslümanlar için ise “insan hakları-entegrasyon” zemininde sürdürülüyor. Bu meyanda geçtiğimiz yıllarda Hollandalı liberal Yahudilerin lideri pozisyonundaki Abraham Soetendorp’un söylediği, “Müslümanlar Avrupa’da Hitler dönemi Yahudileri gibi muamele görme yolundalar” sözünü hatırlamak gerekir. Yine Hollanda İşçi Partisi başkanlığı ve Amsterdam Belediye Başkanlığı da yapmış olan Job Cohen’in ve bazı akademisyenlerin de benzer açıklamalarda bulunduğu biliniyor. Ne yapılabilir, yapılmalı? Batı’da Hz. Muhammed İmajı (2019) adlı, tarihten günümüze kaynakları kavramları, tipolojileri ve günümüzdeki tezahürleriyle İslâm-Hz. Peygamber’e yönelik karşıtlık-düşmanlığı ele aldığımız kitabımızda yapılması gerekenlere dair etraflıca bir bölüme de yer vermiştik. Orada da zikrettiğimiz üzere, öncelikle tarihten bu yana sürekli güncellenip sürdürülen negatif imajın mümkün olduğunca izalesi için nitelikli adımlar atılıp çalışmalar yapmak elzemdir. Zira bu negatif imaj kaldırılmadan, en azından azaltılmadan İslâm-Hz. Peygamber’in getirdiği merhametle insanlar tanışması zordur. Bununla birlikte, Batı’da İslâm-Müslümanların geleceğine dair genelde var olan menfî durum, Müslümanlara önemli fırsatlar da sunmuyor, değil. Zira menfi propagandalara rağmen, paradoks gibi dursa da, 11 Eylül sonrasında Batı’da ihtidâlar artmıştır. Dolayısıyla bu negatiflikler karşısında Müslümanların “yeniden İslâm’a” diyerek, iyi “İslâmî temsil” ile şu yönlerde çalışma yapmaları elzemdir: Birincisi, reaksiyonerlikten kaçınıp bütünlüğü içinde İslâm, Kur’an ve Hz. Peygamber’e saldırıların sebep ve amacı doğru teşhis edilerek “Hz. Peygamber’e yaraşır” cevaplar verilmelidir. İslâm karşıtlarını muhatap almama, onları yokluğa mahkûm etme de bir cevapsa da, Müslüman zihinlerde ve “ümmet-i davet” olan insanlığın zihninde yanlış tasavvurlara yol açabilir. Dolayısıyla bunların izalesi ümmete düşen görevdir. Pek çok mühtedînin anlattıkları incelendiğinde, İslâm ve Hz. Peygamber ile ilgili zihinlerdeki yanlış tasavvur sebebiyle başlangıçta tereddüt ettikleri, okuduklarında ise Müslüman oldukları anlaşılıyor ki, yukarıda Karen Armstrong’tan aktardığımız sözler ile İslâm karşıtı Geert Wilders’in partisinden önemli iki milletvekili olan Arnoud van Doorn ve Joram van Klaveren’in Müslüman olma süreçleri bunun işaretidir. Tabiatıyla, ihtida hikâyelerinde gördüğümüz üzere, bu tür başka örnekler de hayli fazladır. İkincisi, bu düşmanlıklardan bağımsız olarak ümmetin âlim, mütefekkir, akademisyen ve yazarlarının İslâm ve Hz. Peygamber’i doğru bir üslûpla insanlığa takdim edecek aksiyoner adımlarıdır. Bu konuda da Efendimiz’in hayatı en önemli rehber olmalıdır. Hz. Peygamber kategorik düşmanlık ilan etmedi, kine kinle, düşmanlığa düşmanlıkla cevap vermeyip Kur’an’da da bildirildiği üzere, kötülüğe iyilikle cevap verdi ki, gönüllerin İslâm’a açılmasında bu çok etkili oldu. Yani “Ebû Leheb’ler, Ebû Cehil’ler kıtalar dolaşıyor”, dolaşacak. Özellikle Batı’daki Müslümanlar olmak üzere, ümmete düşen onlarla Hz. Peygamberce, Hz. Ebû Bekirce, Hz. Ömerce ve dolayısıyla iyi bir İslâmî temsille mücadeledir. Avrupa’da 25-30 milyon Müslüman yaşıyor. Bu ise, Müslümanların kimliklerini koruyarak bu toplumlarda nasıl varlıklarını devam ettirecekleri; bunu yaparken “İslâmî temsil” görevlerini nasıl yapacakları şeklinde sınav alanları da çıkarıyor. Bu temsil, Müslüman nesillerin “Müslümanca” Güncel VUSLAT Sayı 234, Aralık-20 Dosya 52 yaşayabilmelerinin yanında Batı’lı insanın İslâmHz. Peygamber’e dair menfî imajının tashih edilip -Allah’ın izniyle- İslâm’a ihtidâlara yol açması açısından önemlidir. Zira bütün aleyhte propagandalara rağmen, Batı’da İslâm’a ilgi de artıyor. Mesela Macron’un “Fransa İslâm’ı” projesi ve son hezeyanlarının bir sebebi de, ülkedeki Müslümanların oranının -gayr-i resmî- 10 milyondan fazla olup her yıl ortalama 20 bin kişinin Müslüman olmasıdır. Üçüncüsü, İslâm-Hz. Peygamber’e yönelik hakaretlerin “Müslüman nefreti” olduğu işlenip hukûkî takibi için mekanizmalar kurulmalı, Batı’daki sağduyulu kurum ve entelektüellerle de bu konuda işbirliği imkânı aranmalıdır. Zira pek çok Batı-Avrupa ülkesinde “dinlere sövmek (blasphemy)” suç olmaktan çıkarılmıştır. Ancak din mensuplarına hakaret-nefret suçtur. Bu itibarla AİHM’in 25 Ekim 2018’de verdiği Hz. Peygamber’e yönelik hakaretin “fikir özgürlüğü”nün sınırlarını aştığına oybirliği ile hükmeden bir kararı oldukça önemlidir. Zira bu kararın, Müslümanlar için, İslâm ve Hz. Peygamber’e yönelik daha sonraki benzer saldırılarda açılabilecek muhtemel davalar için bir “emsal” teşkil edebilme mahiyeti var. Davanın aslı, 2009’da Avusturya’da verdiği bir seminerde Hz. Peygamber’e “pedofil” suçlaması yapan aşırı sağcı Elisabeth Sabaditsch-Wolff adlı bir kadın hakkında açılan davada Viyana mahkemesinin kadının hakaretini suç sayarak 480 avro para cezasının yanı sıra mahkeme masraflarını da ödemesi kararı vermesidir. Sabaditsch-Wolff hakaret içeren bu sözlerini İslâm karşıtı-ırkçı Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ)’nün gençlik kollarının düzenlediği bir seminerdeki konuşmasında yapmış, seminerde hazır bulunan (Müslüman) bir gazetecinin şikâyeti üzerine de olay mahkemeye taşınmıştı. Yerel mahkemenin aleyhine verdiği kararı Sabaditsch-Wolff, Viyana’daki üst mahkemeye taşımış ve 2011’de bu mahkeme de Wolff’u suçlu bulunca davayı AİHM’e taşımıştı. Gecikmeli de olsa AİHM nihayet kararını verdi ve Hz. Peygamber’e hakaretin İnsan Hakları Sözleşmesi’nin fikir özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesi kapsamında ele alınamayacağına hükmetmiştir. Böylece AİHM, 2011’de Avusturya-Viyana üst mahkemesinin kararını yerinde bulup onaylamış ve dolayısıyla Sabaditsch-Wolff’u suçlu bulmuş oldu. Kararda Hz. Peygamber’e hakaret içeren bir saldırı olduğu ve bu tür saldırıların ön yargıları derinleştirip dinî özgürlükleri tehdit edeceği de vurgulanarak şu ifadelere yer verilmiştir: “Mahkememiz (AİHM), yerel mahkemelerin (Viyana) kararını etraflıca ve en geniş bağlamda değerlendirmiş, verdiği kararda davacının fikir özgürlüğü ile başkalarının dinî özgürlüklerinin korunması arasındaki dengeyi iyi kuruduğu sonucuna varmıştır. Böylece Avusturya’da dinî özgürlükleri korumadaki meşru amacı da yerine getirmiştir. Dolayısıyla mahkememiz, İslâm Peygamber’ine yönelik şikâyet konusu ifadelerin objektif bir tartışmadaki tolere edilebilir-meşrû sınırları aştığı, ön yargıları arttırabileceği ve dinî barışı zedeleyebileceği konusunda yerel (Viyana) mahkemesinin uygun-yeterli (ikna edici) sebepler ortaya koyduğu sonucuna varmıştır.” Bu ifadelerle açıklanan AİHM’in kararının, fikir özgürlüğünün mutlak-sınırsız olmadığı ve başkalarının dinî özgürlükleriyle birlikte ele alınması gerektiğini göstermesi bakımından altı çizilmelidir. Kararda “fikir özgürlüğünün başkalarının dinî haklarını-özgürlüklerini ihlâl edecek tarzda kullanılamayacağını vurgulanması bilhassa önemlidir. Netice olarak, yapılabileceklere dair söylediğimiz hususların yanı sıra, özellikle son olarak zikrettiğimiz hukuki boyutun takibi Batı’da İslam-Hz. Peygamber karşıtlığında artık zaruret halini almıştır. Zira bu karşıtlık artık düşmanlığa, ırkçı-kültürel ırkçı söylem-eylemlere ve sözlü-fizikî saldırılara dönüştürülmüştür. Dolayısıyla mesele artık “İslâm korkusu (İslamofobi)” aşamasını çoktan geçmiş; tarihteki negatif imge-imajların modern-postmodern tekerrürüyle beraber, açık bir politik-teopolitik düşmanlığa ve bu düşmanlığı izhar eden projelere dönüştürülmüştür. Bu durumda Müslümanların da söz konusu yeni durumu iyi teşhis edip ona göre tedaviler, perspektifler ve çözümler üretmesi gerekmektedir. Bunun için ise, İslâm’ı iyi bilen ve bunu Batı’da ve Müslüman coğrafyada özünden taviz vermeden dünyanın idrakine sunacak dinî-entelektüel liderlere (oksidentalistler) ihtiyaç olduğu izahtan varestedir

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul