19 Mart 2024 - Salı

Şu anda buradasınız: / PEYGAMBERİMİZİN DAVETÇİLİĞİ
PEYGAMBERİMİZİN DAVETÇİLİĞİ

PEYGAMBERİMİZİN DAVETÇİLİĞİ SÜLEYMAN GÜLEK

Davet, sözlükte çağırmak, seslenmek demektir. İslâmî kavram olarak ‘davet’, İslâm’a, Allah’a ve O’na kulluğa bir çağrıyı ve İslâm’ı insanlara anlatarak benimsetmeyi ve uygulanmasını sağlamayı ifade eder.1 Peygamberlerin en önde gelen görevleri, Allah’ın emir ve yasaklarını, helâl ve haramlarını, öğüt ve tavsiyelerini insanlara tebliğ etmek, sözlü ve uygulamalı olarak açıklamaktır. Bütün peygamberler bu görevlerini eksiksiz olarak yerine getirmişler ve ümmetlerine örnek olmuşlardır. “Tebliğ sıfatı”, bütün peygamberlerin çok önemli bir ortak özelliğidir.“Peygamberleri müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdik ki, peygamberler geldikten sonra, insanların Allah’a karşı herhangi bir bahaneleri olmasın.”2 Kur’an’da, değişik vesilelerle Peygamberlerin tebliğ görevlerini yerine getirdikleri vurgulanmış, Peygamberimiz hakkında; “Allah’ın izniyle bir davetçi ve nur saçan bir kandil”3 benzetmesi yapılmıştır. Allah Teâlâ bu emriyle Peygamberimizden insanları dine davet etmesini istedi. Bunun üzerine Peygamberimiz, “(Ey Rasûlüm) Sen önce en yakın akraba ve hısımlarını uyar.”4 emri gereği, önce ailesini sonra da yakın çevresini dine davet etmeye başlamıştır. Çünkü âyet çok net: “Kum fe enzir! / Kalk ve (insanları) uyar!”5 Harekete geç ve kendini bu davaya ver! Zira vakit tamam, harekete geçmenin vakti geldi! Bütün insanlara Peygamber olarak gönderilen Hz. Muhammed (s.a.s.), “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et!” 6 emriyle en yakınlarından başlayarak tebliğ görevini yerine getirmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) insanları tevhid  akidesine davet etmiş; şirkten sakındırmıştır.Hz. Peygamber’in tebliğdeki başarısını Kur’ân-ı Kerîm, onun muamelelerinde insanlara merhametli olmasına ve yumuşak davranmasına bağlamıştır.  “O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi.” 7 Görüldüğü gibi Hz. Peygamber’in risalet görevindeki başarısı, onun yufka yüreğe, müşfik bir kalbe ve tatlı bir dile sahip olması ile irtibatlandırılmıştır. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de O’nun uyarma ve müjdeleme görevinin karşılığı olarak bir ücret istemediği bildirilir.8 “Sen, öğüt verip hatırlat! Çünkü gerçekten öğütle hatırlatma, mü’minlere yarar sağlar.” 9 Hz. Peygamber, bütün samimiyet ve gayreti ile dur durak bilmeden tam yirmi üç yıl tebliğ ve davet görevini samimiyetle sürdürmüş, kendisine gelen vahyin ilkelerini önce nefsinde, aile içerisinde ve yakın çevresinde uyguladıktan sonra ümmetine tebliğ etmeye ve anlatmaya devam etmiştir. Yüce Allah Rasûlullah (s.a.s.)’e: “Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim...” 10 âyeti ile vazifesini tamamladığı ve eksiksiz olarak görevini yerine getirdiği kendisine bildirilmiştir. O, okumuş, öğrenmiş, uygulamış, tebliğ etmiş ve nihayet vazifesini en iyi şekilde yerine getirmiştir. Allah Teâlâ; “Ey Muhammed, sen en güzel ahlâk üzeresin”11 buyurarak bu gerçeği bildirmiştir. Hz. Peygamberi örnek edinen mü’minler de İslâm’ı en iyi şekilde öğrenmeli, yaşamalı ve ailesinden başlayarak diğer insanlara da tebliğ ve davet görevini en iyi şekilde yapmalıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “(İnsanları) Allah’a çağıran, iyi iş yapan ve ‘Ben müslümanlar danım’ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?”12 “İşte bunun için (Allah’a) davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”13 Hz. Peygamber (s.a.s.)’e ilk inen âyet olan “Oku!”14 ifadesi ile hem kendisi hem de diğer insanlar için okuması emredilmiştir. Bu sebeple İslâm’a davet, Müslümanların hayatlarında önem kazanmalı, en fazla önem verdikleri bir iş olmalıdır. Bu uğurda vakitlerini harcamalılar ve emek sarf etmelidirler. Asr Sûresi’nde Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan, ancak iman edip sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnâdır.”15 Demek ki, diğerleri zarardadır, ziyandadır, sonları perişanlıktır. Ukbe b. Âmir el-Cühenî (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasûlullah (s.a.s.): “Birisinin Müslüman olmasına vesile olan kimseye cennet vâcib olur.”16 Bir Müslüman için davet, temel bir görevdir. Bu nedenle İslâm’ı bilmeyenlere, yanlış bilenlere, eksikliği olanlara, İslâm tebliğ edilmelidir. Allah’a iyi bir kul olmak isteyen ihlâslı, samimi bir mü’min, öncelikle İslâm dinini doğru bir şekilde öğrenmeli, öğrendiğini yaşamalı ve sonra da nebevî usûlle insanlara tebliğ etmelidir. Davetin amacı, insanların doğru inanıp doğru yaşamalarını, yani iman, ibadet ve güzel ahlâk sahibi olmalarını sağlamaktır. İslâm davetçileri, dünya ve âhiret saadeti için hem ailesine hem de diğer insanlara tebliğ ve davet yapmalıdır. Âyet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır: “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.”17 İnsanları hakka çağırma ve batıldan sakındırmanın, kurtuluşa ermenin bir gereği olduğu âyette ifade edilmektedir. Davetin amacı insanları sadece Allah’a kulluk etmeye çağırmaktır. İslâmî davet şüphesiz ki kişilere, gruplara, tarikatlara veya din adına sonradan ortaya çıkmış şeylere değil, Allah rızâsı için O’na ve O’nun âyetlerine bir çağrıdır. İyinin, güzelin, adâletin, insanlığın ve bunlara bağlı değerlerin kaynağı İslâm’dır. Kur’an, insanları Allah’a ve bu değerlere davet edip kendisi de sâlih amel işleyen kimseleri doğru sözlüler (sadıklar) olarak niteliyor.18 Bu şekilde davet edenlerin başında da Allah’ın elçileri gelir. Onlar insanları Allah’a ve O’na kulluğa çağırırlar. Davet, yolunu şaşırmışlara ilk yardım müdahelesidir. İnsana bahşedilen hayatı Allah’ın istediği hayat tarzına çevirmeye çağrıdır. Ebu Hureyre (r.a.) der ki: “Rasûlullah (s.a.s.)’den şunu işittik:‘Kıyâmet gününde bir adam tanımadığı birine asılır. ‘Benden ne istiyorsun, aramızda bir şey mi var?’ der. O da ‘Ben hatalı ve kötü yolda yürürdüm de sen sakındırmazdın’ diye cevap verir.”19 İbn Ebu Cafer (r.a)’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.s.) Muâz (r.a.)’a onu “dini öğretsin diye” gönderdiği zaman ona şöyle buyurdu: “Allah Teâlâ’nın, senin sebebinle bir tek adama hidâyet etmesi, senin için dünyadan da dünyanın içindeki şeylerden de daha hayırlıdır.” 20 İşte asıl köşeyi dönmek böyle olur. Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.s.) “Yol ve sokaklara oturmaktan sakınınız” buyurdu. Sahâbîler: – Ya Resûlallah! Bizim yol ve sokaklara oturmaktan vazgeçmemiz mümkün değil, çünkü lüzumlu işlerimizi orada konuşuyoruz, dediler. Rasûlullah (s.a.s.): – Vazgeçemiyorsanız ve mutlaka oturmak zorunda kalıyorsanız, o halde yolun hakkını veriniz, buyurdular. Bunun üzerine: – Yolun hakkı nedir ki, ya Rasûlallah? diye sordular. Peygamberimiz: – Gözü haramlardan korumak, gelip geçene eziyet vermemek, verilen selâma mukabelede bulunmak, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırma vazifesini yerine getirmek”21 buyurdular. Ebu Hureyre (r.a)’den rivayetle, Rasûlullah şöyle buyuruyor: “Bir kimse, doğru bir yola (hakka) davet ederse, ona tâbi olanların ecirleri kadar kendisi için ecir (sevap) olur. Bu, tâbi olanların ecrinden bir şey eksiltmez.” 22 Bu hadis-i şerif, davetçinin sevabını ortaya koyma açısndan oldukça teşvik edicidir. Şöyle bir düşünün; bir kimsenin Allah’ın dinine girmesine vesile oluyorsunuz, öyle ki bu insanın yaptığı amellerden hiç eksiltilmeksizin size de sevap geliyor. Yani o kimsenin kıldığı namazlar, tuttuğu oruçlar, verdiği sadakalar ve yaptığı diğer iyi ameller zerre miktarı bir eksikliğe uğramaksızın sizin hanenize yazılıyor! Hele bir de sizin hidayetine vesile olduğunuz şahıs bir başka insanın tevhidi kabul etmesine, İslâm’ı yaşamasına aracılık ederse, o zaman onunda sevaplarından da size eksiksiz yazılacaktır. Eğer o da bir başkasına vesile olursa, o zaman gelen sevapların mükâfatı kat kat fazla olacaktır. Böylesi bir insan adeta sevap üreten bir fabrikaya sahip olmuş gibi olur. Dolayısıyla davet yolundaki gayretlerimizi artırmalı ve her ortamda tebliğ ve davet için fırsatlar kollamalıyız ki bu sayede sevaplarımızı kat kat artırmış olalım. Hz. Peygamber (s.a.s.): “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır”23 buyurur. İnsanların hidayetine vesile olmak suretiyle, insanlara faydalı olmaya çalışalım. Çünkü genel olarak günümüzün insanı, İslâmî anlayış ve yaşayıştan uzak bir şekilde hayatını sürdürmektedir. Bu kişilerin dünya ve âhirette sıkıntılı bir yaşantıları olur. Dolayısıyla davetçi olanlar, İslâm’dan uzak olanlara yardımcı olmalı, tebliğ ve davet görevini ihmal etmemelidir. Davet, insanları cennete çağırmaktır. Bir insana yapılan en büyük iyilik, onun ebedi hayatının kurtulmasına vesile olabilmektir. Ebû Umame (r.a.) yetmiş kişinin temsilcisi olarak, Hz. Peygamber’e şöyle dedi: - Teklifinizi yerine getirirsek (Müslüman olur, Allah’a ve Rasûlüne itaat edersek) karşışılığında bize ne var? - Karşılığında cennet var, buyurdu. - Peki, anlaştık, dedi.24 İnanç, ibadet ve güzel davranışlarda bulunanlara dünya ve âhirette mutlu, huzurlu bir hayat vardır. Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor: “Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu, içerisinde sonsuza kadar kalacakları altından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.”25 “Erkek veya kadın, kim mü’min olarak iyi amel işlerse, biz ona (dünyada ve âhirette) hoş ve mutlu, huzurlu bir hayat yaşatırız.”26 Bu âyetlerden açıkça görüldüğü gibi, Allah’ın emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınırsak Allah’ın rızâsını, sevgisini, dünya ve âhiret saadetini kazanmış olururuz. İnsanın yeryüzündeki ilk vazifesi kâinatı ve kendisini yoktan var eden, sayısız nimetler veren Yüce Allah’a iman etmesidir. Zaten insanın yaratılış gayesi, Allah’ı tanımak ve inanmak, O’nu sevmek ve O’na kul olmaktır. Allah’a kulluk yapmak için yaratılan insan, inanç, ibadet ve ahlâkî vazifelerini yerine getirdiğinde mükâfat olarak dünya ve âhirette mutlu, huzurlu bir hayat yaşar. Yukarıdaki âyet ve hadislerden görüldüğü gibi, İslâm’ı tebliğ etmenin ve yaşanmasına vesile olmanın mükâfatı çok büyüktür.27 Dolayısıyla mü’minler olarak Arapça terimiyle “emr-i bi’lma’rûf ve nehyi ani’l-münker”, yani davet ve tebliğ görevimizi en güzel şekilde yapmalıyız. Ne mutlu davet ve tebliğ görevini en iyi şekilde yapmaya gayret edenlere! 1. Hüseyin K. Hece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 132 2. Nisâ, 4/165 3. Ahzâb, 33/46 4. Şuarâ, 26/214. 5. Muddessir, 74/2 6. Mâide, 5/67 7. Âl-i İmrân, 3/159 8. Furkân 25/56-57 9. Zâriyât, 51/55 10. Mâide, 5/3 11. Kalem, 68/4 12. Fussilet, 41/33 13. Şurâ, 42/15 14. Alak, 96/1 15. Asr, 103/1-3 16. Tecrîd-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, c. 3, s. 29, Hds. 3566 (8435) 17. Âl-i İmrân 3/104 18. Fussılet, 41/33 19. İmam Hâfız el-Munzirî, Terğib ve Terhib, c. 4, s. 521, Hds. 31 20. Abdullah İbnu’l Mübarek, Kitabü’z-Zühd ve’r-Rekaik, çev. Adil Teymur, s. 305, Hds. 1375 21. Buhârî, Mezâlim 22, İsti’zân 2; Müslim, Libâs 114 22. Müslim, İlim 16; Ebû Dâvûd, Sünnet 6; Tirmizî, İlim 15 23. Buhârî, Mağâzî 35 24. Ahmet b. Hanbel, el-Müsned, c. 4, s. 119 25. Nisâ, 4/13 26. Nahl, 16/97 27. Davet konusunda geniş bilgi için bkz. Süleyman Gülek, Davetçilerin Dünyası, Beka Yay., İst. 2019

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul