
Bilim, İlerleme ve Müslümanlar Medeniyetler tarihi, insanlığın ürettiği bilim, teknoloji ve kültürün tarihidir. Bu tarih inşasında ırk, renk, din, dil, etnik köken ve coğrafî bölgenin önemi yoktur. Dolayısıyla düşünce, bilim ve teknolojinin mutlak sahipleri ve mekânları bulunmamaktadır. Bilim ve felsefeyi antik Yunan’la başlatan iddialar, bilimsel ve rasyonel gerçekleri yansıtmamaktadır. Babil, Keldani, Çin, Hind, İran, Mısır gibi kadim uygarlıkların mirasını/birikimini alan Yunanlılar, bilginin uzun dönem ‘özne’si olmuşlardır. Yunanlılar, devşirdikleri bütün bilimsel müktesebatı, kendilerinden önceki uygarlıkların yaptığı gibi, iyi değerlendirip geliştirdiler. Halefleri Müslümanlar ise, yedinci yüzyıldan itibaren Yunan, Hint ve İran’dan bilimleri aldılar. Onlar, Fuat Sezgin’in ifadesiyle, “Hıristiyan veya Yahudi olsun, kendilerinden ilim aldıkları kimseleri hoca/üstat kabul ettiler. İslâm bilginleri Kur’ân ve sünnetle başladıkları ilim yolculuğunda belirli bir mesafe aldıktan sonra, diğer kültür ve uygarlıkların eserlerini okudular, hazmettiler, yorumladılar ve eleştirdiler. Sezgin’in dediği gibi, iki yüzyıl sonra, öğrenme aşamasını geride bıraktılar. Akabinde kendi özgün eserlerini vermeye başladılar. Böylece İslam medeniyeti, 9.-10. Yüzyılda Bağdat merkezli, 12.-13. Yüzyılda Kahire ve Granada (Endülüs) ve 16.-17. Yüzyılda İstanbul ve Delhi merkezli uygarlık coğrafyasını insanlığa hediye/ takdim ettiler. Müslümanların 800 yıl boyunca bilim alanındaki öncü rollerine dikkat çeken Fuat Sezgin, onların keşifler yaparak, ilimleri geliştirerek ve yeni ilimler kurarak geleceğin bilimlerinin ilkelerini belirleyip temellerini attıklarını hatırlatmaktadır. Ancak on altıncı yüzyıldan sonra bilim alanındaki bu öncü rollerini kaybeden İslâm dünyası, zaten Endülüs’ü fethederek, kendi haleflerini (Avrupa) seçmişlerdi. Nitekim Fuat Sezgin, Avrupa’da var olan bilimlerin, aslında İslâm bilimlerinin başka coğrafyalardaki devamı olduğunu söylemekteydi. O, yaptığı çalışmalarla Avrupa’da bulunan/gelişen bilimlerin, Müslüman bilim insanlarının ilerlettiği ilimler olarak kendilerine yabancı olmadığını göstermektedir. Fuat Sezgin, Batı’da bulunduğu sürece, bu bilimleri yabancı bulmadığını, dolayısıyla aşağılık duygusu yaşamadığını samimi bir şekilde bize ifade etmektedir. Bununla birlikte o, böyle düşünmeseydi, büyük bir özgüvenle dünya çapında kendi alanında hiç yazılmamış eserleri asla yazamayacağını açık bir şekilde ifade etmektedir belirtmektedir: “Bende, bir Müslüman’ın iyi şartlar içerisinde çok iyi çalışması neticesinde önemli başarıları elde edebileceği inancı vardır. Onun için tüm Müslümanlardan, korkak ve taklitçi olmamalarını, özgüvene sahip olmalarını ve dolayısıyla üretken olmalarını diliyorum.” (Fuat Sezgin, Bilim Tarihi Sohbetleri, söyleşi: Sefer Turan, İstanbul 2019) Hocası oryantalist Ritter’in şu açıklamalarıyla İslam/Arap medeniyetinin ve onun uygarlık dili (yazıların kraliçesi) Arapça’nın büyüklüğünü Sezgin şöyle aktarmaktadır: “Hocam bana dedi ki, ‘Arap yazısında üç vites vardır. Bunu, herkes bilmez. Yazıyorsunuz, ama noktasız yazıyorsunuz. Bu, çok hızlı yazmanıza vesile oluyor. Ama okumada, durum bunun tersinedir. Bu, âlimler vitesidir. Kütüphanelerindeki kitapların bir kısmı böyledir. Onları, ancak âlimler okuyabilir. İkinci viteste ise, noktalı ama harekesiz yazarsınız. Okuma da, yazma da, ikinci vitestir. Bu, umumiyetle halk için geçerli olan bir vitestir. Üçüncüsünde ise noktalı ve harekeli yazarsınız. Okurken, hata varsa, çok kolay fark edersiniz. Fakat yazmak da zaman alır. Bu da üçüncü vitestir.’ Hocam Hellmut Ritter, bunu söyledikten sonra, bir kâğıt aldı ve kâğıda kendi ismini Latin harfleriyle ile (Ritter) yazdı. ‘Bu, eşek suratiyle gidiyor’ dedi ve ‘bu da eşek vitesidir.’ diye ekledi. Arap diline hayranlık duyan Ritter, Arap yazısı için ‘yazıların kraliçesi’ derdi.” Müslüman bilim adamları, kendilerinden önceki kültür ve uygarlıklardan aldıkları bilgi ve düşünceleri, özellikle Yunanlılara olan saygılarını belirterek, referanslarını ve kişilerin isimlerini yazmaktan çekinmediler. Büyük Bilginimiz Sezgin’e göre, Müslüman bilim adamlarının yabancı kültür ve coğrafyalardan aldıkları bilimleri kullanırken, kendinden öncekilere olan minnettarlıklarını hatırlamışlardır. Bunu yaparken de büyük ihlâs, samimiyet ve iyi niyetle davranmışlardır. Fuat Sezgin, İslâm’ın, kendi mensuplarına yönelik yerli ve yabancı ilim ve bilgiyi öğrenme ve öğretme teşviklerini, oryantalist Franz Rosenthal’in ifadeleriyle bize hatırlatmaktadır: “Belki de, kapsamı hızla genişleyen çeviri faaliyetlerini temellendirmek için, Müslümanlara tıp, simya ve pozitif bilimlerle tanışmayı cazip gösteren ne pratik faydacılık, ne de felsefî-teolojik sorunlarla uğraşmalarına sebep olan teorik faydacılık olabilirdi. Hz Muhammed’in dini, ta başlangıçtan itibaren bilimin rolünü dinin ve böylece bütün bir insan hayatının asıl itici gücü olarak öne sürmüştür. Eğer bu böyle olmasaydı, bilim İslâm’da böylesine merkezi bir konuma yerleştirilmezdi. Yine bilim, dini bir saygı görmüş olmasaydı, muhtemelen çeviri faaliyeti olduğundan daha az bilimsel ve daha az sürükleyici olurdu. Böylece tercüme faaliyetleri Müslümanlar arasında menfaatlerinin gerektiği kadar olurdu ve bilinenden farklı bir şekilde sınırlanmış olarak kalırdı.”(Fuat Sezgin, Tanınmayan Büyük Çağ, İstanbul 2019) Oryantalistlerin en çok çalıştığı alanların başında coğrafyanın geldiğini belirten Sezgin, bu alandaki 28 yıllık çalışmalarının sonucu olan bir soru sorar: Avrupalılar, Müslümanlardan tercüme ettikleri bilimleri, öncesini bilmediklerinden Yunanlıların eserleri olarak tercüme ettiler. Önceyi bilmeyen Batılılar, Müslüman aklını ve birikimini de anlamakta zorlandılar, hatta anlamadılar. Sezgin, onların Müslümanlardan çevirdikleri eserlerin üzerlerine Yunanca bilim adamlarının isimlerini yazma gafletinde bulunduklarına dikkat çekmektedir. “Müslümanlar matematikte, astronomide bu kadar ileri oldukları halde neden Avrupalılar gibi enlem-boylam derecelerine dayanarak haritalar yapmadılar? 10 sene geçtikten sonra, baktım ki Avrupalıların elinde bulunan haritaların tamamı İslam dünyasından gelmiş. Çünkü Müslümanların 10. yüzyılda öğrendikleri, Avrupalıların 17.-18. yüzyıllarda öğrenebildiklerinden çok daha iyiydi. Avrupalılar 18. yüzyılda bile enlem-boylam dereceleri ile harita yapamıyorlardı.” Yunanca bilmelerine ve bütün kadim bilim kitaplarına sahip olmalarına rağmen Yunanlıların mirasçıları Bizans, -Abbasi Halifesi Me’mun’un istediği- ellerindeki külliyatı, yeni bilimlere dönüştüremediler. Ama İslâm dünyası, Fuat Sezgin’e göre, tercüme, anlama, dönüştürme, geliştirme ve katkılarla bilim alanında büyük gelişme kaydetti. Avrupalılar, Müslümanlardan tercüme ettikleri bilimleri, öncesini bilmediklerinden Yunanlıların eserleri olarak tercüme ettiler. Önceyi bilmeyen Batılılar, Müslüman aklını ve birikimini de anlamakta zorlandılar, hatta anlamadılar. Sezgin, onların Müslümanlardan çevirdikleri eserlerin üzerlerine Yunanca bilim adamlarının isimlerini yazma gafletinde bulunduklarına dikkat çekmektedir. Fuat Sezgin, kendisine İslâm dünyasının geçmişindeki yüksek eğitim ve bilimden sonra, günümüzdeki durumu sorulduğunda bu sorunun cevabını vermekte zorlandığını belirtmektedir. Ona göre, Müslümanlar bugünün dünyasında, ilerlemiş ve gelişmiş ülkelerin gerisinde kalmaktan kurtulmak zorundalar. Bunun için Müslümanların öncelikle karşılıklı ve sınırsız hoşgörüye dayalı bir metodik/sistematik bilim anlayışını geliştirmeleri gerekmektedir. Daha da önemlisi yöneticilerin, ilk dönem Müslüman devlet idarecilerinin yaptığı gibi, bilim, teknik, hikmet, irfan ve kültüre mümkün olan her türlü maddi imkânı sunmaları ve katkıyı vermeleri gerekmektedi Fuat Sezgin ve Oryantalistler Batılı araştırmacıların genelde Doğu, özelde ise İslâm dünyası ile ilgili araştırmalarına oryantalizm (doğu bilim) veya şarkiyatçılık ismi verilmektedir. Oryantalizmin kökleri, bu anlamda Batı’da Batı için Batının yararına yönelik olarak düşünülmektedir. Bahsi geçen öncüllere bizi ulaştıran temel husus, Edward Said’in 26 dile çevrilmiş -çok tartışılanklasikleşmiş Oryantalizm (1978)isimli kitabıdır. Bu noktada oryantalistler, ‘Sömürgeciliğin Keşif Kolu’nun mensupları olarak nitelendirilmektedir. Ancak dünya bilim tarihinin son büyük temsilcilerinden olan Fuat Sezgin, oryantalistler hakkında farklı bir bakış açısı sunmaktadır. Uzun ömrünün altmış yıllık döneminde oryantalistlerle bir arada/ortamda çalışması, danışman hocası Hellmutt Ritter’le beraber araştırmalar yapması, Sezgin’in değerlendirmelerini önemli kılmaktadır. Gerçekten o, farklı bir gözle oryantalist geleneğe bakmaktadır. Oryantalist araştırmacıların, Müslümanların tarih boyunca ortaya koydukları eserlerin ilim dünyasına açılmasındaki katkılarını ‘hürmet’ ve şükranla anmaktadır. Fuat Sezgin, oryantalistlerin birkaç yüzyıllık gece gündüz yorulmak bilmeyen çalışmalarının bilimler tarihindeki önemini hatırlatırken, bunun çok önemli neticeleri olduğunun farkındadır. Ancak şu itirafta bulunmaktadır: “Bu yerin ne kadar büyük olduğunu gerçeğe yakın bir şekilde öğrenebilmekten çok uzağız veya hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.” Oryantalistlerin binlerce etütlerine, yayınladıkları metinlere, yazdıkları Arap-İslâm edebiyatı tarihlerine, çıkardıkları ansiklopedilere ve dergilere insanlarımızın ‘yabancı’ kaldığını düşünen Sezgin, onlar hakkındaki olumsuz kanaatlerin Mısırlılarca ifade edildiğini belirtmektedir. Böylece oryantalistlerin İslâm bilimlerine hümanist gayelerle değil, misyoner bir ajanda ile yaklaştığı düşünülmektedir. Fuat Sezgin, sonuçları itibariyle ‘oryantalist’ veya ‘müsteşrik’ olgusunun, misyoner veya en azından ‘kuşkulanılan bir tip’ olarak algılandığını düşünmektedir. Fuat Sezgin için, ‘her oryantalist ön yargılı değildir’. Bazıları Doğuya ve özellikle İslamî ilimlere olumlu bakmaktadır. Sezgin, birçok oryantalisti ‘hocası’ olarak kabul etmekte ve onlardan ‘çok şeyler öğrendiğinin’ özellikle altını çizmektedir Oryantalistleri daima hürmetle andığını belirten Fuat Sezgin, onların açmazlarını şu şekilde değerlendirir: “Bazı sahalarda, özellikle teoloji sahasında, onlar Hıristiyan oldukları için başka gözle baktılar. Ama onları affediyorum. Fakat hadislerdeki rivayet zinciri meselesini anlamamış olmaları affedilemez bir şey. Bugün Ezher Üniversitesi profesörleri de bunu yanlış anlıyorlar.” (Sezgin, Bilim Tarihi Sohbetleri) Hadis alanında büyük bir bilgin olarak Goldziher’in Buhârî ve Müslim için ifade ettiklerinin bir karşılığının olmadığını belirten Sezgin, onun temel düşüncesini şöyle özetlemektedir: “Buhârî’deki bütün hadisler Buhârî’nin devrinde yaşamış olan fikir ekollerinin düşüncelerinden ve icatlarından ibarettir. Yani bunun peygamberle bir alakası yok! Bunlar sadece devrin fikirlerini aksettirir. Buhârî bu fikirleri toplamıştır! Rivayetler zinciri ilave etmiştir, yani uydurmuştur.” 1956 yılında, Buhârî’nin Kaynakları olarak yayınlanan doktora tezinde Fuat Sezgin, bu çalışmasıyla, hadis külliyatının sadece ‘şifahî’/sözlü olarak toplanmadığını, yazılı kaynakları olduğunu ispatlamıştır. Ona göre hadislerin “arkasında yazılı kaynaklar var. Zira önceleri şimdiki gibi kitaplar, dipnot olarak kaynak eser gösterilmezdi, direkt şahıs ismi yazılırdı. Bu rivayet zincirine göre sıralanır, ama aynı zamanda da yazılı bir kaynağa dayanırdı.” Fuat Sezgin, İslâm dünyasının oryantalistler hakkında yanlış ve olumsuz düşünceleri olduğunu, onların belirli kötü amaçları için İslâmiyet’i eleştirdiklerinin kabul edildiğini ifade etmektedir. Müsteşriklerin yeterince tanınmadığını belirtirken, onları ‘körü körüne’ savunmadığını da söylemektedir. Ona göre bu olumsuz imaj Mısırlı âlimlerce yapılan oryantalizm eleştirilerinin Türkiye’ye girmesiyle ortaya çıkmıştır. Hıristiyan ve Yahudi oldukları için oryantalistlerin Müslümanların hoşuna gitmeyecek bir takım sonuçlara ulaşmış olabilecekleri hususunun doğruluğuna dikkat çektikten sonra, Sezgin hepsinin iyi olmadığı konusunda da uyarılarda bulunmaktadır. Ancak o, bir noktaya daha dikkat çekmektedir: “Ama içlerinde geceli gündüzlü, İslâm’ın bilimler tarihindeki yerini ortaya koymaya çalışan oryantalistler var. Bu gerçekliği milletime duyurmayı, söylemeyi, insanî ve dinî bir borç olarak telakki ediyorum.” Fuat Sezgin, oryantalistlerin bilime Müslüman katkısını araştırırken, büyük heyecan yaşadıklarından bahsetmektedir. O, bir Müslüman olarak kendi tarihini, oryantalistlerden öğrenmekten dolayı büyük bir üzüntü içerisindedir. Ancak, bilginin evrenselliğinden hareketle, müracaat ettiği oryantalist kaynakların değerinin de bilincindedir. Bu kaynakları ortaya çıkaran Batılı araştırmacıları ‘üstadı’ olarak görmektedir. Müslüman bilim insanlarının ürettiği ve insanlığın hizmetine sunduğu bilgi, evrensel bir özellik taşımaktadır. İslâm âlimleri, özellikle 8. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar bilimin ‘üretken’ yönünü temsil etmektedirler. Ancak bu özelliklerinin ortaya konulması, bugün dahi tam olarak gerçekleşmiş değildir.Sezgin oryantalistlerin, İslâm medeniyet ve kültürünü araştırma azim ve kararlığını zihinsel karışıklıklar içerisinde değerlendirmekte; uyku, yemek, aile ve dostlarından feragat ederek oryantalist öncüllerinin önüne geçmeyi ilmî ve ilahî bir amaç haline getirmektedir. Kendisinin yirmi sekiz yılını aldığını söylediği coğrafya alanından söz ederken, bu konuda özel bir örneği hatırlatmaktadır. Fuat Sezgin, Ignas J. Kraçkovski (ö.1951) isimli Rus oryantalistten bahsederken, onun İslâm beşerî coğrafyası üzerinde büyük bir heyecanla otuz yıl çalıştığını, bu büyük emeği onun eserini okurken hissettiğini söylemektedir. Kendi kendisine şu soruyu sormadan edemez: “Acaba sen mi bu kültürü daha çok seviyorsun, yoksa bu Rus mu?” Sezgin, Rus oryantalist Kraçkovski’nin Arapça bir makalesindeki ifadelerinden bize ilim aşkını anlatan şu sözlerini aktarır: “Ben İslâm kültür dünyasına çok kuvvetli bağlarla bağlıyım.” Kraçkovski’nin İslâm beşerî coğrafyasını ele alan bu eseri, Fuat Sezgin masasının üzerinde sürekli duran bir kitaptır. Ki o, eserden yararlandıkça, müellifle adeta konuştuğunu ifade etmektedir. Çünkü onlarla ilişkisinin derecesini, kendisine verdiği eşsiz katkılar üzerinden değerlendirir. Sezgin, evrensel ölçekteki kitabı on sekiz ciltlik GAS’ın (Arap İslam Bilim Tarihi) 5. cildini -matematiksel coğrafya- onların önemli ve başarılı çalışmalarından yararlanarak yazdığını bildirmektedir. (Fuat Sezgin, Bilim Tarihi Sohbetleri, pınar yay., İstanbul 2019) Oryantalist tavrın, her zaman müspet etkilerinin görülemeyeceğinin de bilincinde olan Fuat Sezgin, hocası Hellmut Ritter’den bir hatırayı aktarmaktan da çekinmez. 1965 yılında Frankfurt’ta bir konferansında Ritter İslâm kültür ve medeniyeti hakkında konuşurken, İslâm kültür dünyasında her şeyin yerinde kaldığını, hiçbir sahada ilerleme ve gelişmeden bahsedilmeyeceğini anlatır. “Alman hocam Hellmut Ritter sayesinde”, diyor Sezgin, “Müslümanların bilim dünyasına katkılarını gördüm.” O, Ritter’in bildiği her şeyi kendisine öğrettiğini belirtmektedir. Ancak bu sözler üzerine, Sezgin büyük bir hayal kırıklığı içinde hocası Ritter’i sorguya çekercesine, daha önce kendisine anlattıklarını ona hatırlatır: “Hocam! Bunları siz söylemiş olamazsınız. Siz, bana 1943 yılında yardımcı dal olarak matematiği almamı söylediniz. O zaman bana İslâm matematikçilerinin, dünyanın en büyük matematikçileri olduğunu söylediniz ve bunlardan el-Bîrunî, İbn el-Heysemî ve İbn Yunus gibi kişilerin isimlerini saydınız. Bana bir zamanlar bunları anlatırken, şimdi İslâm kültür dünyasının geri olduğunu nasıl söyleyebiliyorsunuz?” Sezgin, hocası Ritter’in o an kızardığını, bir çocuk gibi utandığını ve Arapça şu cevabı verdiğini söyler: “Bu, birden aklıma gelen bir düşünce idi. Bu fikir o an için hoşuma gitmişti. Ben de dile getirdim. Şimdi o düşüncenin şeytani bir vesvese olduğunu görüyor ve Allah’tan mağfiret diliyorum.”(Fuat Sezgin, İslam Bilim Tarihi Üzerine Konferanslar, İstanbul 2018) İslâm medeniyetinin insanlığa yaptığı bilimsel katkıları çok iyi bildiği halde, yine de oryantalistlerin bakış açısı, diğer kültür ve bilim coğrafyalarını yok sayabilmektedir. Ancak bilge hocamız Sezgin, oryantalist olsun veya olmasın, İslâm bilim tarihinin gün yüzüne çıkmasında büyük katkıları olan bilim insanlarını şükran ve hürmetle anmaktadır. Zira oryantalistler, hepsi olmasa da, Müslüman bilim ve teknolojisini ortaya koymak için var güçleriyle çalışmaktadırlar. Fuat Sezgin’in ifadesiyle 17. yüzyılda Avrupa, bilimde önder bir konumuna geçti. Bunun sonucunda onlar da (Avrupalılar) üstünlük ve böbürlenme aşamasına geçtiler. Müslümanlarda ise, aşağılık duygusu gelişmeye başladı. Bu tablo halen devam etmektedir. Sezgin, Avrupalıların/oryantalistlerin, daha mütevazı olup Batılı bilginin gerçek kaynaklarını hatırlamalarını; Müslümanların ise cesaretle ve hamasete düşmeden sistemli bir biçimde çalışmalarını tavsiye etmektedir.İslâm Biliminin Keşfi Müslüman bilim insanlarının ürettiği ve insanlığın hizmetine sunduğu bilgi, evrensel bir özellik taşımaktadır. İslâm âlimleri, özellikle 8. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar bilimin ‘üretken’ yönünü temsil etmektedirler. Ancak bu özelliklerinin ortaya konulması, bugün dahi tam olarak gerçekleşmiş değildir. İslâm bilginlerinin ortaya koyduğu eserlere dair ilk kapsamlı katalog çalışması, Alman oryantalist Carl Brockelmann’ın (1868-1956) beş cilt olarak hazırladığı Arap Edebiyatı Tarihi’dir (Geschichte der Arabischen Litteratur-GAL). Hocası Helmutt Ritter’in üstadı Brockelmann’ın kendisi ve eseri hakkında, Fuat Sezgin, saygı ve şükran duyguları ile şu değerlendirmeleri yapmaktadır: “Brockelmann’a birçok yönden şükran duyuyorum. Fakat bu adamcağız, İslâm dünyasını sevmiyordu. Kitabında maalesef hiçbir müspet hüküm yoktur. Başka oryantalistlerin menfi hükümleri vardır. Kendisine ait hükümler değil bunlar, hepsi başkalarına ait. Eseri de, bibliyografik bir kitaptır.”(Sezgin, Bilim Tarihi Sohbetleri, söy: S. Turan, Pınar Yay., İstanbul 2019) Sezgin’e göre eser, “kitapların yazmalarından hangisi günümüze kadar ulaşmıştır, hangisinin yazmaları kalmıştır ve bu yazmalar dünyanın hangi kütüphanelerindedir, bunu anlatıyor. Çok mühim olan bu eseri, bu şekilde bu işi yapan ilk adam oydu.” Brockelmann’ın bu önemli kitabından faydalandığını söyleyen Sezgin, söz konusu esere referans vermeksizin ilgili sahada çalışma yapılamadığını anlatmaktadır. Eser, en önemli Arap Edebiyatı Tarihi (GAL) olarak kabul edilmektedir. Sezgin bu eseri okuduktan sonra, eserde birçok eksiklik tespit eder. Helmutt Ritter, Fuat Sezgin’e Brockelmann’ın Arap Edebiyatı Tarihi (GAL) kitabının en azından İstanbul’daki 200.000 yazma esere dayanarak bu eksikliklerinin tamamlanması gerektiğini söyler. Bunu söylerken de, Sezgin’e bakarak, bu çalışmayı ondan beklediğini yüz ve mimikleriyle ima ederdi. Sezgin, “ben bunu yapacağım” diyerek hedefini belirler. Böylece yazma eserler üzerine yoğunlaşır. Kitapların, yazıldığı dönemi ve tarihini yazılarından hareketle tespit etme yeteneği gelişir. Özellikle hocası Ritter, onu alıp Topkapı Sarayı’ndaki yazmalara götürür. Yirmi yazma eser isterler, onar onar bölüştürerek, onların tarihlerini tespit ederler. Yazma eserlerin telif edildiği tarihler, kitapların sonunda bulunmasına rağmen, Fuat Sezgin ve hocası Ritter, eserleri inceleyerek tahminlerde bulunurlar. Sezgin, bu güzel anları anlatırken, Hocasının daha isabetli tespitlerde bulunduğunu, bazen de kendisinin tespitleri neticesinde Ritter’in memnun kaldığını anlatmaktadır. Kendisinin Brockelmann’ın eserine zeyl (ek) yapmaya başladığını söyleyen Sezgin, bir müddet sonra büyük eksiklikler görmesi üzerine, hocası Ritter’e: “Hocam! Ben artık zeyli bıraktım. Dünyadaki bütün yazmalara dayalı müstakil, yeni baştan bir eser yazıyorum” diyerek çalışmaya başlayacağını haber verir. Bu iddia ve hayata geçmesi güç proje karşısında Ritter, hocası Carl Brockelmann’ın GAL adlı eserinin aşılamaz olduğunu düşünerek Sezgin’e, “Bunu dünyada hiç kimse yapamaz. Bırak bu işi. Boşuna kendini yorma” dedi. Sezgin, hocasının bu tavrı karşısında, “Ben, ilk defa hocam Ritter’e inanmadım. Çünkü bu konudaki kararımı verdim. Allah da beni mahcup etmedi.” diyerek azimle çalışmalarına başladığını ifade eden Fuat Sezgin, 1967 yılında eserin ilk cildini hemen hocası Ritter’e gönderir. Birkaç ay Ritter’den bir haber gelmemesi onu bir müddet tedirgin ederse de, nihayetinde hocasından bir mektup gelir. Mektupta eserle ilgili olarak Ritter şunları yazmaktadır: “Şimdiye kadar böylesini hiç kimse yapamadı. Senden başka da hiç kimse yapamayacak. Tebrik ederim.” İslâmî ilimler (tefsir, hadis, fıkıh, tarih, kelam tasavvuf vb.) ve aklî ilimleri (tıp, eczacılık, kimya, botanik, matematik astronomi vb.) birlikte ele alan on sekiz ciltlik Geschıcgte des Arabıschen Schrıfttums (Arap Edebiyat/Kültür Tarihi) (GAS) olarak yayımlandı. Fuat Sezgin vefat etmeden önce, 17 cildi bitirmiş, 18. cildi ise büyük oranda tamamlamış durumdaydı. Fuat Sezgin bu eser için, 60 ülkeyi ziyaret etmiş, buradaki kütüphanelerde bulunan 400.000’i aşkın yazma eseri incelemiştir. Sezgin’in, İslâm bilim tarihinin en kapsamlı olduğunu söyleyebileceğimiz bu eseri, başta Arapça olmak üzere başka dünya dillerine çevrilmiştir. Arap İslâm Bilimler Tarihi’nin (GAS) Doğuşu Carl Brockelmann’ın Arap Edebiyatı Tarihi’nin eksiklikleri (GAL), Fuat Sezgin’e Arap İslâm Bilimler Tarihi’ni (GAS) yazdırmıştır. Sezgin, bu eseriyle dünya bilim tarihi paradigmasını değiştirmiştir. Dünyadaki 400.000’den fazla yazma eserin incelenmesinin bir ürünü olarak doğan eserle Sezgin, İslâm bilim tarihi sahasında dünyada bir otorite haline gelmiştir. Eserin ortaya çıkmasıyla birlikte, Fuat Sezgin’in kitabı hakkında “bu kitabı bir Türk yazamaz!” gibi şaşkınlık ifadeleri söylenmeye başlar. Bu esnada Avrupalı oryantalistler benzer bir çalışma için harekete geçerler. Bu kapsamda 1950’li yıllarda büyük bir komisyon kurulur. Unesco’nun mali desteğiyle Brockelmann’ın eserinin tamamlanması görevi bu heyete verilir. Eserin basımını ise, Hollanda Leiden’den bir yayınevi (Brill) üstlenir. Brockelmann’ın GAL isimli eserinin tamamlanması için, Alman ve İngilizlerden kurulan on kişilik bilim komisyonu, Fuat Sezgin’in çalışmalarını duyar ve kendisini dinlemek üzere davet eder. Sezgin’i âdeta imtihan eden bilim heyeti, ondan etkilenir, yine de önyargılar içerisinde “Müslüman, Türk birisi bu kitabı yazamaz” diye düşünerek çalışmalarına devam eder. Oryantalist Bernard Lewis’in Fuat Sezgin’e “Alman olmadığın için karşı çıkıyorlar” sözleri, bilim adamımızı daha azimli kılar. Nihayet 1967 yılında, Arap İslâm Bilimler Tarihi eserinin birinci cildi yayımlanır. Eseri görüp inceleyen oryantalist ekip, kitabın basılmış hâlini gördükten sonra bir toplantı daha yapıp, ‘bizim devam etmemize lüzum yok’ diyerek komisyonu lağvederler. Alman bilim insanlardan Gerhard Anders, eserin başarısı karşısında hayranlık içerisinde şunları söylemeden edemez: “Şahsen onun kadar istikametli ve bütün hayatını sadece bilimsel çalışmaya adayan çok az kişi tanıyorum. Sezgin bu zor işi tek başına başardı. Sahip olduğu o kadar kapsamlı malzemeler vardı ki, Brockelman’ın sınırlarını aşmıştı. Birunî, Kindî, Fârâbî, İbn-i Sinâ gibi isimleri, Brockelmann gibi sadece bir yan konu olarak ele almayı uygun ve yeterli görmüyordu. Başta fen bilimleri olmak üzere bütün bilimleri belirli disiplinler altında ele almaya karar vermişti.” On sekiz ciltlik bu eserin ele aldığı konu başlıkları oldukça zengin bir külliyat oluşturmaktadır: Kur’an ilimleri, hadis, tarih, fıkıh, kelâm, tasavvuf, şiir, tıp, eczacılık, zooloji, veterinerlik, simya, kimya, botanik, tarım, matematik, astronomi, astroloji, meteoroloji, lügat ilmi, gramer, edebiyat, fizik, teknoloji, coğrafya, felsefe, mantık, ahlâk ve siyaset. Bilimler ile ilgili mukaddimelerle birlikte Sezgin, Antik çağın bilimler tarihinin öncü şahsiyetleri ve İslam bilimin saygın bilginleri üzerinde yoğunlaşır. Bilim tarihçisi kimliğiyle, modern araştırmalardan yararlanır. Bilinen ve mutlak sayılan düşüncelerinin bir kısmı, yerini bu eserle birlikte başka özgün fikirlere bırakır. Fuat Sezgin, bilimler tarihinin yanında Arapça yazmalar külliyatının tam bir listesiyle birlikte, selefi Brockelmann’ın bıraktığı yerden devam eder. Onun çalışmalarını tamamlamış ve yeni eserleri/ müelllifleri bilim dünyasına tanıtmıştır. Eserdeki yöntem ve plan şöyle bir yol izlemektedir: “Önce o ilme ait tedvîn tarihi modern araştırmaların ışığında incelenmekte, ardından kronolojik esasa göre Emevî ve Abbâsî dönemi müellifleri ele alınmakta, daha sonra her birinin hal tercümesi verilip arkasından da ondan bahseden klasik ve modern kaynaklar belirtilmektedir. Müelliflere dair bu bölüm, gerektiği durumlarda hacimli bir monografiye dönüşmekte ve özellikle incelenen kişinin ilim tarihindeki yeri ve önemi aydınlatılmaktadır. Bunun arkasından eserlerine geçilerek bunların yeni bulunanlar da dâhil olmak üzere yazma nüshaları, şerhleri, muhtasarları verilip bu eserlere öteki klasik müelliflerce yapılan atıflar; yahut o eserlerden yapılan iktibaslar kaydedilmekte ve daha sonra eğer varsa modern neşirleri, tercümeleri ve haklarında yapılmış araştırmalar tanıtılmaktadır. Her cildin sonunda müellif ve eserlerin, ayrıca Grekçe ve Latince kaynaklarla çağdaş yazarların indeksi yer almaktadır. Bunlardan başka çeşitli ciltlerde Arapça yazmaların bulunduğu dünya kütüphaneleriyle bu kitaplara dair katalogların listesi de sunulmuştur.” (İsmail Baliç, “Geschıchte Des Arabıschen Schrıfıtums” mad., TDV İslam Ansiklopedisi, 14.cilt, İstanbul 1996) Fuat Sezgin’in Almanca olarak yazdığı eser, Brill Yayınevi (Leiden) tarafından yayımlanmıştır. Arapça’ya tercüme edilen GAS, İslâm Bilimler Tarihi’nde bugüne kadar yapılmış en kapsamlı ve yetkin eserdir. Bu nadide eser, evrensel bir araştırma olarak tartışmasız şekilde bilim dünyasındaki yerini almıştır. Müslüman Aklı ve Batı Aklı Hayal-Teori-Tecrübe İslâm âlimleri ile Batılı bilginler arasında, yöntem ve anlayış farklılıkları bulunmaktadır. İki kültür ve medeniyetinin, insan, tabiat ve tanrı tasavvurları arasında derin ayrılık noktaları gözlenmektedir. Uzun yıllar Avrupa’da kalıp, kadîm tarihin yazmaları üzerinde bir ömür boyunca ve heyecanla çalışan Fuat Sezgin, iki kültürel bakış açısını daha insaflı/objektif olarak değerlendirmektedir. Ona göre, Batılı bilim insanı, ‘biraz atılganlık biraz da şarlatanlık’ içerisindedir. Ancak Müslüman bilim adamı daha dingin ve sâkindir. Örneğin Birûnî, çok tedbirli ve derin çalışan bir bilim adamıdır. Kepler ile İbn Heysem’i karşılaştıran Fuat Sezgin, İbn Heysem’i tekâmül duygusu fikri çok derin olan bir insan olarak tanıtmaktadır. İbn Heysem, ‘yeni bir fikir’ arayışı içerisindeki bir âlim iken; Kepler, ‘daha aceleci ve daha çok gösterişçi’ bir bilim adamıdır. Kepler’e de, İbn Heysem’e de hürmeti olduğunu söyleyen Sezgin’e göre, Latin dünyası, Avrupa dünyası farklı tipler ortaya çıkartmıştır. Müslüman dünya ise, daha başka tipolojide insanı bilim dünyasına kazandırmıştır. Sezgin’e göre, Latin dünyasının bilim alanında referans verme alışkanlığı yoktur. Ancak Müslümanlar, bir bilgi, fikir veya icadın kime ait olduğuna bakmaksızın, kaynaklarını ve referanslarını doğru bir şekilde vermiştir. Bilim ahlâkı açısından bakıldığında Avrupa bilim aklı, saldırgan ve kışkırtıcı bir üslup kullanmaktadır. Sezgin, 16. yüzyıl literatürünün büyük bir ‘küfürbazlık’ içerisinde olduğunu söylemektedir. O, tenkitlerden ziyade ‘küfürbazlığın’ hâkim olduğu Avrupa bilimindeki, “o sersem adam”, “o, hiçbir şey bilmez adam” gibi eleştirileri aktarmaktadır. Müslüman bilim aklı ise, müspet eleştiriler yöneltmektedir. Zira tenkit ahlâkının kaynağında Allah korkusunun tesirleri bulunur. Fuat Sezgin, kendisini bu sonuca ulaştıran sebepleri şu şekilde ifade etmektedir: “‘İnsaf mefhumu’, ‘âdil olma mefhumu’ var. Müslümanlar ise, ‘bu hırsızdır, benden aşırdı’ demiyorlar.” O, bu sonuca binlerce kitaba bakarak takip ettiğini ve gördüğünü ifade etmektedir. Çünkü Müslümanlar, çok ihtiyatlı eleştirilerde bulunmaktadırlar. Böyle bir durumun, Avrupa’da 21. yüzyılda bile bulunamayacağını ifade eden Sezgin, ‘ben hakikaten böyle bir medeniyete mensup olmanın gururunu yaşıyorum’ diyerek İslâm medeniyetinin farklılığını öne çıkarmaktadır. Batı aklının kaynak ve kökleri hususunda Fuat Sezgin, İslâm medeniyetinin özgün ve nitelikli eserlerini işaret etmektedir: “İtalya’ya büyük çapta İslâm bilimlerinin kitaplarını sokan Constantinus Africanus denen bir Arap’tı. Avrupalı kaynaklara göre Tunus’tan Sicilya’ya, oradan Napoli’ye gidiyor. Kendisinin Bağdat’ta tıp tahsili de var. O zaman Avrupa’da bilimsel tıp yoktu. Hıristiyan bir Arap olduğu düşünülen bu adam, gemiyle birçok kitap getiriyor, ancak bir kısmı denizde batıyor. Geriye 80 kadar kitap getiriyor ve kitaplarla bir manastıra kapanıyor. Latince’yi bilen diğer din adamlarıyla birlikte tercüme yapıyorlar. Constantinus Africanus 25 tıp kitabını Arapça’dan Latince’ye tercüme ediyor. Bu çevrilen 25 kitabın hiçbirisinin üzerinde Müslüman müelliflerinin isimleri yoktu.” Sonuçta Avrupalılar, 11. yüzyılda İtalya’da 25 tane çok önemli Arapça tıp kitabını tercüme ederler ve bunların 25’ini ya kendilerine ya da Yunanlılara nispet ederler. Müslümanlar, ihtiyaç duydukları bilgi ve bilimi kendi kaynaklarından sonra, yabancı hocalardan aldılar. Onlarla birlikte çalıştılar, komplekse girip aşağılık duygusu hissetmediler. Bilgiyi Aristo’dan alınca ona “Büyük Üstat” dediler. Müslüman bilim insanları, bu tavırlarıyla bilim kapılarını ardına kadar açtılar. “Oryantalistlere göre, Müslümanlarda ne tecrübe, ne teori tek başına yeterlidir. Müslümanlar için tecrübe kendinden önce bir teori tarafından desteklenmiyorsa ilmi hiçbir neticeye ulaştıramaz. Tecrübe tesadüfen değil, sistematik olarak kullanılmalıdır, bir teori tarafından desteklenmiş olmalıdır. Heinrich Schipperges adlı Alman bilgini, İslâm dünyasında uygulanan kuralı ortaya çıkardı: Teoriden önce hayal etmek çok mühimdir. Önce hayalinizde geliştireceksiniz, ondan sonra teori ortaya çıkacak, sonra da tecrübeyle desteklenecek. Bir de tecrübeyle teori arasında balans var ki Müslümanlar buna mizan diyorlar. Bunu bir kitapta şöyle tanımlarlar: ‘Tecrübeyle teori, bir atın üzerindeki heybe gibidir. Birbirine denk olması lazım… Biri diğerinden ağır basarsa atın sırtından düşebilir.’” (Sezgin, Bilim Tarihi Sohbetleri) İslam Astronomi tarihi üzerine ilk önemli eseri veren İtalyan Nellino bunlardan birisidir. Fuat Sezgin ifadeleriyle o dahi derecesinde bir bilim insanıdır. 1909-1910 tarihlerinde Kahire Üniversitesi’nde altı ay boyunca İslâm astronomisi üzerine konferanslar vermiştir. Bıraktığı ve çok faydalanılan eseriyle kapsamlı büyük bir işi gerçekleştirmiştir. Şükran dilekleriyle Nellino’yu anan Sezgin, kurduğu müzede, onun bir rölyefini asacağını bir söyleşisinde ifade etmektedir. Yine Alman bir felsefeci olan Sigrid Hunke’nin Batı’nın Üzerine Doğan Allah’ın Güneşi kitabını -oryantalist olmamasına rağmen- oryantalistlerin bazı olumlu bakışları üzerine kaleme almıştır. Fuat Sezgin, oryantalist Alman eşi Ursula Sezgin’in bu eseri tercüme için ağabesine göndermesini istediğini anlatmaktadır. Böylece kardeşi olan eski bakan ve parlamenter Servet Sezgin, Almanca olan eseri Türkçeye tercüme eder. Fuat Sezgin, dünyanın kültür ve bilim tarihini yazacak kadar büyük bir bilim adamı dediği George Sarton’a çok saygı duyar. Çünkü Sarton, oryantalistlerin İslâm bilimlerine dair müspet tespitlerini bilimler tarihine ilk sokan Avrupalı’dır. İslam bilimlerini çok iyi bilen bu bilim insanı, ‘Bu, İslâm bilimlerinin mucizesi. Bu mucizenin sebeplerini ben çözemedim.’ demektedir. Mesela, Sarton, Birunî için ‘beşeriyetin en büyük kafalardan biri’ ifadesini kullanmaktadır.