17 Mayıs 2025 - Cumartesi

Şu anda buradasınız: / İSRAİL, HÜKÜMET KRİZİNİ KAÇINCI SEÇİMDE AŞACAK?
İSRAİL, HÜKÜMET KRİZİNİ  KAÇINCI SEÇİMDE AŞACAK?

İSRAİL, HÜKÜMET KRİZİNİ KAÇINCI SEÇİMDE AŞACAK? Ahmet VAROL

İsrail işgal rejiminde bir yıldan daha kısa süre içinde üç erken genel seçim gerçekleştirildi. 9 Nisan 2019 tarihinde gerçekleştirilen erken genel seçimlerin ardından hükümet kurulamaması üzerine, 17 Eylül’de ikinci kez erken genel seçim yapılmıştı. Fakat bu ikinci genel seçimlerde de herhangi bir parti tek başına hükümeti kurmaya yetecek çoğunluğu elde edemediği gibi belli bir tarafta duran partilerin aralarında koalisyon oluşturmalarına uygun bir aritmetik de oluşmamıştı.
İkinci erken genel seçimlerde işgal rejiminin eski genelkurmay başkanlarından Benny Gantz’ın liderliğindeki Mavi-Beyaz İttifakı’nın bir sandalye farkıyla birinci olmasına rağmen işgal devleti cumhurbaşkanı Reuven Rivlin hükümeti kurma görevini Likud Partisi’nin lideri Netanyahu’ya vermişti. Ama onun koalisyon oluşturma çabaları sonuç vermeyince hükümet kurma görevini Gantz’a verdi. Onun da çabaları sonuç vermeyince, 2 Mart 2020 tarihinde üçüncü erken genel seçim gerçekleştirilmesi kararı alındı. 
Üçüncü seçimler İsrail işgal rejiminin başbakanı Netanyahu açısından daha bir önem arz ediyordu. Çünkü onun hakkında açılan yolsuzluk davalarının üzerine biraz daha fazla gidilmeye başlanmış ve iktidarı kaybetmesi durumunda mahkemenin hakkındaki suçlamaları karşısında biraz daha fazla sıkışması ihtimalleri ortaya çıkmıştı. O yüzden Netanyahu, üçüncü erken genel seçimlere biraz daha fazla yüklenme ve yarışı kazanmak, iktidarını sürdürmek için biraz daha fazla çaba sarf etme ihtiyacı duydu. 
Siyonist işgal rejiminde, seçimleri kazanmak için mitinglere, partilerinin politik programlarını ve çizgilerini tanıtma amaçlı propaganda faaliyetlerine çok fazla önem verilmez. Çünkü siyonist partilerin hitap ettiği kitlesel tabanın odağı, işgal altındaki toprakların asıl sahipleri durumundaki Filistin halkına karşı savaştır ve partiler bu savaşta neler yapabileceklerini göstermeye çalışırlar. İktidar partileri de tabii bu konudaki iddialarını, yönetimi ellerinde bulundurmanın avantajlarını kullanarak uygulamalarla ispat etme havası içine girerler. 
Önceleri siyonist işgal hükümetleri seçim dönemlerinde siyonist tabanın desteğini kazanmak için Filistinlilere yönelik fiili saldırılara önem veriyorlardı. Ancak son dönemde, bu konuda edinilen tecrübeler, bu tür saldırıların olumsuz sonuçlar da doğurabileceğini gösterdi. Çünkü Filistin direnişinin önemli bir savunma gücü olduğu ve saldırılara, işgal güçlerini zor durumda bırakacak bir şekilde karşılık verebildiği görüldü. Filistin direnişinin mücadelesi karşısında zor durumda kalan işgal rejiminin, devreye aracıları sokarak ateşkes istemek zorunda kalması ve bu ateşkeste de çoğu zaman direnişin şartlarını kabul etmeye mecbur edilmesi prestijini kaybetmesine neden oldu. Bu yüzden bu tür saldırılar seçimlerde iktidar partilerine fazla bir oy kazandıramadı. 
O yüzden Netanyahu, 2 Mart 2020 seçimleri öncesindeki dönemde farklı bir yönteme başvurarak özellikle Kudüs’te ve Batı Yaka bölgesinde Yahudileştirme faaliyetlerini hızlandırmaya çalıştı. Bu amaçla, bölgede yeni Yahudi yerleşim merkezleri inşa edilmesi ve var olanların genişletilmesi için birtakım projeler hazırladı ve onayladı. Onun bu konuda son derece cüretkar hareket edebilmesinde tabii ki ABD Başkanı Trump’ın “Yüzyılın Anlaşması” planını kamuoyuna açıklamasının ve Batı Yaka bölgesindeki Yahudi yerleşim merkezlerini meşru kabul ettiklerine dair kararının da önemli bir etkisi oldu. 
Netanyahu’nun seçim propagandası için kullandığı ikinci önemli araç ise Arap ülkeleriyle ilişkileri normalleştirme konusunda önemli yeni adımlar atması oldu. Siyonist taban açısından bunun önemi, Filistin toprakları üzerindeki işgali Arap ülkelerine meşru kabul ettirme konusunda sağlanan ilerleme sebebiyledir. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) başta olmak üzere Arap dünyasındaki dikta rejimleri, ABD Başkanı Trump’ın da talimatlarına uyarak işgalci siyonist rejimle ilişkileri artık perdenin arkasında yürütmeyip perdenin önüne taşımak istediklerini belli eden çok önemli adımlar attılar. Tabii ki onların bu yöndeki adımları, Filistin topraklarındaki göçmen Yahudi topluma da Netanyahu’nun başarıları olarak lanse edildi. 
Bütün bunlar, 2 Mart seçimlerinde Netanyahu’nun liderliğindeki Likud Partisi’nin oylarını kısmen artırdı ve ondan önceki seçimlerde Mavi-Beyaz İttifakı’nın gerisinde kalan Likud Partisi bu kez parlamentodaki sandalye sayısını 36’ya çıkararak birinci olmayı başardı. Mavi-Beyaz İttifakı ise 33 milletvekili çıkararak ikinci olabilmişti. Ancak yine de Likud Partisi’nin oylarındaki artış çok fazla bir fark oluşturmamıştı. 
Seçimlerin ilk sonuçlarının ortaya çıkmasından sonra yapılan öngörülere göre Likud Partisi ile onunla koalisyona girebilecekleri tahmin edilen sağ gruptaki partilerin, parlamentoda toplam 60 sandalye kazanabilecekleri ileri sürüldü. Bu da işgal rejimi parlamentosundaki sandalye sayısının yarısına tekabül ediyordu ve sözkonusu partilerin hükümeti kurmada gerekli salt çoğunluğu elde etmeleri için sadece bir sandalyeye ihtiyaçlarının olacağı düşünülüyordu. Bu yüzden Netanyahu zaferini ilan ederek, hükümet formülleri oluşturmak amacıyla görüşmeler yapmaya ve irtibatlar kurmaya başladı. 
Ancak seçimlerin resmi sonuçlarının açıklanmasından sonra Netanyahu’nun oluşturacağı koalisyona girmesi muhtemel sağ grup partilerinin parlamentoda elde ettikleri sandalye sayısının toplamda 58’i bulduğu anlaşıldı. Bu durum karşısında ya Avigdor Liberman’ın İsrail Evimiz Partisi ile anlaşarak koalisyon ortaklarının sayısını artırması veya Mavi-Beyaz İttifakı ile anlaşarak bir ulusal ittifak hükümeti kurması gerekecekti. Fakat Liberman, Netanyahu’nun siyaset meydanından çekilmek zorunda kalmasını ve Likud Partisi’nin etkisinin zayıflamasını, böylece ondan boşalacak alanın kendisine kalmasını istediğinden, Netanyahu’yla ilgili yolsuzluk dosyalarının açılmasını ve onun yargılanmasını istiyor; bu yüzden de onunla koalisyona girmeye sıcak bakmıyordu. Mavi-Beyaz İttifakı’yla bir ulusal ittifak hükümeti kurulabilmesi için de Benny Gantz hükümet başkanlığının kendisinde olmasını istiyordu. 
Bu durum karşısında Mavi-Beyaz İttifakı’nın lideri Gantz, bazı sol partilerle ve Liberman’ın İsrail Evimiz Partisi’yle koalisyon oluşturmak, Arap milletvekillerinin oluşturduğu Birleşik Liste’nin de dışarıdan desteğini almak için onlarla anlaşmak suretiyle bir hükümet kurabileceğine dair mesajlar verdi. Bu arada parlamentoda 15 sandalye elde etmiş olan Birleşik Liste de Gantz’ın kendilerinin şartlarını kabul etmesi durumunda ona dışarıdan destek verebileceğini belli etti. Bu durum karşısında İsrail cumhurbaşkanı Reuven Rivlin de parlamentoda en fazla sandalye elde ederek birinci olmuş Likud Partisi’nin lideri Netanyahu’ya değil hükümet kurmak için elinde bir formülü olduğunu düşündüğü Gantz’a hükümeti kurma görevini verdi. 
Fakat Gantz görevi devraldıktan sonra tavrını değiştirerek Arap milletvekillerinin dışarıdan desteğine mahkum bir azınlık hükümeti kurmak yerine Netanyahu’yla işbirliği yaparak bir ulusal ittifak hükümeti kurmayı tercih edeceğini ortaya koydu ve bunun için onunla pazarlık yapmaya başladı. Hatta bu pazarlığın başlatılması karşılığında Netanyahu onun meclis başkanlığına seçilmesi için destek verdi. Bu formül normalde Mavi-Beyaz İttifakı içindeki bazı partilerin tepkisine neden oldu ve onlar ittifaktan ayrılacaklarını, böyle bir koalisyona girmeyeceklerini belli ettilerse de Gantz elinde kalan milletvekilleriyle hükümeti kurabileceğine inanıyordu.
Fakat daha sonra Netanyahu’nun, özellikle başını ağrıtan yolsuzluk davaları konusunda kendisini garantiye alacak birtakım düzenlemeler yapılması, bazı kurumların ve yargı organlarının yetkilerinin sınırlandırılması yönündeki şartlarında ısrar etmesi üzerine, söz konusu iki lider arasında koalisyon hükümeti konusunda bir anlaşma sağlanamadı. Bu yüzden Gantz’a hükümeti kurması için verilen süre, 13 Nisan Pazartesi günü herhangi bir formül çıkarılamadan ve bir anlaşmaya varılamadan doldu. Bunun üzerine iki lider, aralarındaki pazarlığı sürdürecekleri yönünde mesaj verince, işgal rejimi cumhurbaşkanı Rivlin, Gantz’a 48 saatlik bir ek süre verdi. Ama bu sürenin sonunda da bir neticeye varılamadı ve anlaşma sağlanamadı. Böylece Gantz, bir yıl içindeki hükümet pazarlıklarında, kendisine verilen görevi üçüncü kez herhangi bir sonuç elde edemeden cumhurbaşkanına iade etmek zorunda kaldı. Aynı şekilde bu süre içinde Netanyahu da üç kez hükümeti kurma görevini üstlenmesinden sonra başarısız olmuştu. 
Bu durum karşısında Cumhurbaşkanı Rivlin, Gantz’ın iade ettiği görevi Netanyahu’ya vermekte bir yarar görmedi. Çünkü onun önünde de bir formül yoktu ve bu iki lider arasında anlaşma sağlanamadığı sürece, görev hangisine verilirse verilsin bir formül ortaya çıkarılması mümkün görülmüyordu. Bu yüzden Rivlin, görevi doğrudan parlamentoya yükleyerek aralarından hükümeti kuracak bir aday çıkarmaları için 21 gün süre tanıdı. Rivlin, dördüncü erken genel seçime gitmek zorunda kalınmaması için parlamentonun bir başbakan çıkarmasını ümit ettiğini dile getirdi. 
Ancak eğer bu 21 günlük süre içinde parlamento bir başbakan adayı çıkaramazsa kendini feshetmek ve İsrail işgal rejimi de dördüncü erken genel seçime gitmek zorunda kalacak. 
Tabii bir taraftan Koronavirüs salgınıyla mücadelenin ve bu salgın yüzünden birtakım kısıtlamaların devam ettiği ortamda insanları sandık başına toplanarak oy vermeye çağırmak da işgal yönetiminin yetkililerini düşündürüyor. O yüzden bazıları sadece bir günde değil bir haftalık geniş bir zaman süreci içinde gerçekleştirilecek ve insanların isimlerinin son harflerine göre gruplara ayrılarak gün gün sandık başına gitmelerine imkan sağlayacak bir seçim uygulaması öneriyorlar. 
Olayın bir diğer boyutu ise dördüncü genel seçimden sonra ortaya çıkacak aritmetiğin işgal rejimi parlamentosundan bir koalisyon hükümeti çıkarılmasına ne kadar imkan sağlayacağı konusu. Çünkü oyların dağılımının birbirine yakın olması ve aynı tıkanıklığın yine devam etmesi ihtimali de var. 
Filistin halkı açısından ise işgalci siyonist politikanın bir ucu ile diğer ucu arasında herhangi bir fark olmadığı, bunların hangisi iktidara gelirse gelsin bu halk açısından değişen bir şey olmayacağı gerçeğinin de vurgulanması gerekir. Bu arada Filistin’in 1948’de işgal edilmiş bölgesi içinde yaşayan ve kendilerine İsrail vatandaşlığı verilmiş dolayısıyla İsrail seçimlerinde oy kullanma hakkına sahip kesime yönelik çalışmaları olan İslami hareketin İsrail seçimlerinde oy kullanmadığını da ayrıca belirtmemizde yarar var. 

 

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul