Yirmi birinci asrın henüz ilk çeyreğindeyiz. Son birkaç aydır tüm dünya ile birlikte ülkemizi de ciddi şekilde etkileyen Covid-19 salgınıyla mücadele ediyoruz. Hepimizin kafasında çok sayıda soru var kuşkusuz. Son olur mu bilinmez ancak bu salgının tarihte ilk olmadığı kesin. Uzmanlar bu zor süreçte temel meseleleri izah edip cevaplandırırken biz de şu sorunun peşine düştük: İslâm salgın hastalıklar konusunda bize ne söyler? Hz. Peygamber bu konuda ümmetine hangi tavsiyelerde bulunmuş ve Müslümanlar geçmişte salgın durumlarında nasıl davranmıştır? Kısaca salgın hastalık karşısında Müslümanca bir tutum nasıl olmalıdır?
Tarihte Salgın Hastalıklar
Kitlesel ölümlerin yanında göç, sosyal, siyasi ve iktisadi düzensizlikler gibi sonuçları da olan salgın hastalıklar din, etnik köken, ideoloji vb. ayırt etmeksizin bütün insanları ve hatta canlı türlerini küre ölçeğinde etkileyen olguların başında gelir. MS 165-180 yılları arasında Roma İmparatorluğu’nda kaydedilen ilk örnekten [Antoninus (Galen)] günümüze tarih boyunca çok sayıda salgın hastalık yaşandığı bilinmektedir.1 Bunlar içerisinde, on dördüncü asrın ortalarında Avrupa nüfusunun neredeyse yarısının ölümüne yol açan Kara Ölüm, sonuçları itibariyle en yıkıcı olanların başında gelmektedir.2 Meskûn dünyanın parçası olarak İslâm ülkeleri de kuşkusuz tarih boyunca pek çok salgın hastalık ile baş etmek durumunda kalmıştır. Hz. Ömer zamanında görülen Amvâs yahut daha sonraki tarihlerde Basra’da görülen Carif tâununda olduğu gibi, bu zor zamanlarda maalesef çok sayıda kayıp da verilmiştir.3
Salgın Hastalıklar Karşısında Müslümanlar
Arap kültüründe salgın hastalıklar için veba yahut tâun kavramlarını kullanılır. Nitekim tâun kelimesi bazı dilbilimcilere göre bütün bulaşıcı hastalıkların ortak adıdır. İslâm tarihinde salgın hastalık konusundaki en meşhur örneklerden biri Hz. Ömer döneminde yaşanan Amvâs salgınıdır. İbni Abbâs’dan (r.anhüma) rivayet edildiğine göre Şam’a doğru yola çıkan Hz. Ömer (r.a) Serğ kasabasına vardığında kendisini Suriye orduları başkomutanı Ebû Ubeyde b. Cerrâh ile komuta kademesindeki arkadaşları karşıladı. Halifeye Şam’da veba çıktığını haber verdiler. İbni Abbâs’ın dediğine göre, Hz. Ömer ona:
– “Bana ilk muhacirleri çağır” dedi. Ben de onları çağırdım. Ömer, onlarla istişare etti ve Şam’da veba salgını bulunduğunu kendilerine bildirdi. Onlar, nasıl hareket edilmesi gerektiğinde ihtilaf ettiler. Bazıları:
– “Sen belirli bir iş için yola çıktın. Geri dönmeni uygun bulmuyoruz” dediler. Bazıları da:
– “Halkın kalanı ve Resûlullah (s.a.v)’in ashabı senin yanındadır. Onları bu vebanın üstüne sevk etmenizi uygun görmüyoruz” dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer:
– “Yanımdan uzaklaşınız” dedi. Daha sonra:
– “Bana ensarı çağır” dedi. Ben de onları çağırdım. Fakat onlar da muhacirler gibi ihtilâfa düştüler. Hz. Ömer:
– “Siz de yanımdan gidiniz” dedi. Sonra:
– “Bana Mekke’nin fethinden önce Medine’ye hicret etmiş olan ve burada bulunan Kureyş muhacirlerinin yaşlılarını çağır” dedi. Ben onları çağırdım. Onlardan iki kişi bile ihtilaf etmedi ve:
– “Halkı geri döndürmeni ve bu vebanın üzerine onları götürmemeni uygun görüyoruz” dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer insanlara seslendi ve:
– “Ben sabahleyin hayvanın sırtındayım, siz de binin” dedi. Ebû Ubeyde b. Cerrâh (r.a):
– “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” dedi. Hz. Ömer:
– “Keşke bunu senden başkası söyleseydi ey Ebû Ubeyde!” dedi. Ömer, Ebû Ubeyde’ye muhalefet etmek istemezdi. Sözüne şöyle devam etti:
– “Evet, Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz. Ne dersin, senin develerin olsa da iki tarafı olan bir vadiye inseler, bir taraf verimli diğer taraf çorak olsa, verimli yerde otlatsan Allah’ın kaderiyle otlatmış, çorak yerde otlatsan yine Allah’ın kaderiyle otlatmış olmaz mıydın?”.
İbni Abbâs der ki:
– “O sırada, birtakım ihtiyaçlarını karşılamak için ortalarda görünmeyen Abdurrahman ibni Avf (r.a) geldi ve:
– “Bu hususta bende bilgi var. Resûlullah (s.a.v)’i ‘Bir yerde veba olduğunu işittiğinizde oraya girmeyiniz. Bir yerde veba ortaya çıkar, siz de orada bulunursanız, hastalıktan kaçarak oradan dışarı çıkmayınız’ buyururken işitmiştim” dedi.
Bunun üzerine Ömer (r.a) Allah’a hamd etti ve oradan ayrılıp yola koyuldu. (Buhârî, Tıb 30; Müslim, Selâm 98).
Hz. Ömer’in burada söz konusu edilen tutum ve davranışı pek çok bakımından ele alınabilir. Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki meselenin temelde iki yönü bulunmaktadır. Birincisi ilahi irade ve kadere taalluk eder. Dolayısıyla insan takatini aşar. İkincisi ise beşeri çaba, gayret ve tedbirle ilgilidir.
İslâm inancına göre ilkece hastalığı da sağlığı da veren Cenâb-ı Haktır. Hayır, da şer de ondandır. Çünkü O’ndan başka gerçek fail yoktur. Ayrıca son tahlilde insanın bu dünyadaki macerası kaçınılmaz bir biçimde ölüme doğrudur. Bu neticenin değiştirilmesi ise mümkün değildir. Nitekim ayet-i kerimede bu konuda şöyle buyrulur:
Nerede olursanız olun ölüm sizi yakalar; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa “Bu Allah’tan” derler, başlarına bir kötülük gelince de “Bu senden” derler. “Hepsi Allah’tandır” de. Ne oldu bu adamlara ki bir türlü sözü anlayamıyorlar!(Nisa 78)
Ancak öte yandan insan her koşulda vazifesini yerine getirmekle, bunun için çabalamakla da mükelleftir. Dolayısıyla Müslümanların kendilerini her tür hastalığa karşı korumaları, bunun için gerekli tüm tedbirleri almaları dinin gereğidir. Çünkü Allah(c.c) şöyle buyurmaktadır;
...Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir.(Nisa 29)
Yine bir diğer ayeti kerimesinde şöyle buyurmuşlardır;
“Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız.” (Bakara 195)
Şu halde işinin ehli doktorların tavsiyelerini mutlak surette dinlemeli ve Cenab-ı Haktan sabır ve şifa dilemeliyiz. Eğer bir mecburiyetimiz yoksa bulunduğumuz yerden ayrılmamalıyız. Eğer bir bölgede hastalık varsa oraya yaklaşmamalıyız.
Resûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimizin Salgın Hastalıklar Konusundaki Nasihatleri
Hz. Aişe (r.anh) anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v)’e tâun sorulmuştur. Şu cevabı verdi: “O, sizden öncekilere Allah’ın gönderdiği bir azaptı. (Şimdi) Allah(c.c) onu müminlere bir rahmet kıldı. Tâun çıkan memlekette bulunan bir kul, kendisine Allah’ın takdir ettiği şeyin ulaşacağını bilip, sevap umuduyla sabredip orada kalır ve dışarı çıkmazsa, mutlaka ona şehid sevabının bir misli verilir.” (Buhari, Tıbb 31; Enbiya 50, Kader 15).
Hz. Üsame (r.a): “Resûlullah (s.a.v) buyurdular ki: “Bir yerde veba çıktığını duyarsanız oraya girmeyiniz, bulunduğunuz yerde veba çıkmışsa oradan ayrılmayınız.” (Buhari, Tıbb 30, Enbiya 50, Hiyel 13; Müslim, Selam 92 (2218); Muvatta, Cami 23, (2, 896); Tirmizi, Cenaiz 66, (1065).
Yahya İbnu Abdillah İbni Bahir anlatıyor: “Bana, Ferve İbnu Müseyk el-Murâdi’nin (r.a) şu sözünü dinleyen zat haber verdi: “Ey Allah’ın Resûlü” dedim. “Yanımızda Ebyen denen bir yer var. Burası bizim ekim yerimiz ve geçim kaynağımızdır. Ancak vebalı bir yerdir. (Bize ne yapmamızı tavsiye edersiniz)?”. Hz. Peygamber (s.a.v) şu cevabı verdi: “Orayı tamamen bırak. Zira hastalığa yaklaşmada helak vardır!” (Ebu Davud, Tıbb 24, (3923).
Bu Hastalıktan Dolayı Vefat Edenin Hükmü
Âişe (r.anh)’dan rivâyet edildiğine göre, kendisi Resûlullah (s.a.v)’e tâun hastalığını sormuş, o da şöyle buyurmuştur:
“Tâun hastalığı, Allah Teâlâ’nın dilediği kimseleri kendisiyle cezalandırdığı bir çeşit azaptı. Allah onu müminler için rahmet kıldı. Bu sebeple tâuna yakalanmış bir kul, başına gelene sabrederek ve ecrini Allah’tan bekleyerek bulunduğu yerde ikâmete devam eder ve başına ancak Allah ne takdir etmişse onun geleceğini bilirse, kendisine şehit sevabı verilir.” (Buhârî, Tıb 31; Ayrıca bk. Buhârî, Enbiyâ 54; Kader 15; Müslim, Selâm 92-95)
Netice-i Kelam
Evet, uyarıları dikkate alarak evlerimizden zorunlu haller dışında çıkmamalıyız. Ancak toplumumuzda evine ekmek götürmek, kirasını ve faturalarını ödemek için her gün dışarıda çalışmak zorunda olan çok sayıda insan var. Bu zor ve sıkıntılı günlerde hepimiz imkânlarımız ölçüsünde elimizi taşın altına koymalı ve birbirimizin işini kolaylaştırmalıyız. Rabbimizin bize verdiği nimetleri cömert şekilde birbirimizle paylaşmalıyız. Mesela mülk sahipleri kiracılarına ya da patron işçilerine çeşitli kolaylıklar sağlayabilir. Aksi zulüm ve haksızlık olur. Bu sıkıntılar bir gün elbette geçer. Ancak herkes bu zor zamanlarda yaptıklarıyla hatırlanır. Bu gün sorumlu olduklarına karşı merhametli olmayana, herkesten sorumlu olan Allah (c.c) merhamet eder mi?
Genel tarihi süreçte salgın hastalıklar ve etkileri için bkz. http://www.halksagligi.hacettepe.edu.tr/duyurular/tarihtekibulasicihastaliklar.pdf
Konuya ilişkin bir araştırma için bkz. Özlem Genç, Kara Ölüm: 1348 Veba Salgını ve Ortaçağ Avrupa’sına Etkileri, Tarih Okulu, Sayı: X, (Mayıs-Ağustos), 2011, s. 123-150.
İslâm ülkelerinde görülen salgın hastalıklar konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. Nükhet Vatlık, “Tâun”, DİA, XL, s. 175-176.