29 Mart 2024 - Cuma

Şu anda buradasınız: / KORONA’DAN KORKMA, HAZIRLIKSIZ OLMAKTAN KORK!
KORONA’DAN KORKMA,  HAZIRLIKSIZ OLMAKTAN KORK!

KORONA’DAN KORKMA, HAZIRLIKSIZ OLMAKTAN KORK! RIDVAN SEVİN

Kimisinin nefesini kesti, öyle ki en modern yoğun bakım üniteleri nefesini almasını sağlayamadı. Kimisini öksürttü, kimisini aksırttı, kimisinin ateşini yükseltti. Nezle benzeri belirtilerden ölüme kadar geniş bir yelpazede muamele etti misafiri olduklarına.
Dikkat ederseniz, artık Korona kurallarıyla yaşıyoruz. Allah’ın (c.c) emirleri hatırlatıldığında ezberini bozmayan, istifini bozmayan, keyfini bozmayan, kurulu düzenine dokundurmayanlar dahil olmak üzere, canlı olduğu bile tartışmalı olan bir organizmanın dünya devletlerini hizaya getirmesine tanıklık ediyoruz. “Bak nasıl da örtündünüz” argümanına takılmayalım. Allah (c.c) kimseyi dinine zorlayacak değildir. Kuran-ı Kerim’de de bildirildiği gibi, feraha eren kavimler musibet anındaki yakarışlarını vesair çabuk unuturlar. Mesele şu ki, değişmez görünen sistemler ve teamüller, -alışılmadık bir bulaşıcılık potansiyeli olsa da- öldürücülüğü mevsimsel grip kadar bile olmayan bir hastalıkla değişiyormuş değil mi? Herkes canla başla yeni hayat tarzına uyum sağlıyormuş, itiraz bile yükselmiyormuş. Alınan tedbirlere itirazımız yok tabii ki. Demem o ki, “Oku kitabını! Hesap görücü olarak bugün sana nefsin yeter!” (1) diye buyurulacak olan hesap gününde, Allah Teala’nın emirlerini, nanomikroskopla zar zor görülebilen bir organizma kadar kâle almamamızı biz nasıl açıklayacağız?
Zannediyor muyuz ki, serseri bir mayın gibi kime ne yapacağı şansa bağlı olarak dolaşıyor? Zannediyor muyuz ki, esas hayata, ebedi olana etkisi bu taraftaki etkileri ile sınırlı olacak?
Her umumi musibet gibi, üzerinden geçtiği topluluklarda vazifesini ifa ederken dışarıdan görülen tesirlerinden çok daha değişik, çeşitli, teferruatlı tesirleri olacak her bireyin dünya ve özellikle de ahiret hayatına. Herkesin Allah (c.c) ile olan ilişkisi, imtihanı farklıdır zira.
Meseleyi daha iyi anlamak için bazı hadis-i şerifleri hatırlayalım:
“Allah, hayrını dilediği kişiyi sıkıntıya sokar.” (2)
Hadis-i kudsî: “Benim hükmüme razı olmayan ve benim verdiğim musîbete sabretmeyen kişi Benden başka bir rab arasın.” (3)
“İnsanlar içinde en ağır imtihana çekilenler peygamberlerdir. Sonra sırasıyla onları takip edenler, sonra onları takip edenlerdir. Kişi dinine göre müptela kılınır. Eğer dininde salâbetli ise imtihanı ağır olur. Eğer dininde gevşek ise o oranda imtihan edilir. Bela o kimseyi devamlı takip eder, ta ki hatası olmayan bir kul olarak onu bırakıncaya kadar.” (4)
Baktığımız zaman, herkesin başına bazı sıkıntılar geliyor. Ama Rabbimizin terbiyesinin en yoğun cereyan ettiği kimselerin, O Zü’l-Celal katında rütbesi üstün olanlar olduğunu hadis-i şeriflerden anlıyoruz. O halde haricen aynı görünen bu sıkıntıların insan katındaki karşılığı ne olabilir?
İmam Gazali’ye göre musibete karşı tavır, üç ana başlıkta değerlendirilebilir.
1- İsyan ve şikâyete yönelenler. Bunlar için hem dünya hem ahiret cezasıdır.
2- Sabreden, tahammül gösteren, kusuru Rabbinde değil kendisinde arayanlar. Bunlar için günahlarının affına sebeptir.
3- Rıza halinde olanlar. Sabredenlerden farklı olarak bu mü’minlerin kalpleri de bela karşısında sütlimandır. Rızaları Rablerinin rızasıyla tevhid olmuştur. Rabbimizin her yaptığını beğenir, her hale hamdederler. Bunun gibiler için de musibetler derecelerinin yükselme vasıtasıdır.
Daha fazla musibete uğramak görünüşte korkulacak bir şey olsa da her şeyin dışarıdan göründüğü gibi olmadığını burada hatırlamalıyız. Hz. İbrahim (a.s) için ateşe “Ey ateş, İbrahim için serin ve selamet ol” diyen bir Malikü’l-Mülk’ün arzında yaşıyoruz. Ashab-ı Uhdud ile ilgili hadis-i şeriften bu ikramın sadece İbrahim (a.s)’a karşı olmadığını da anlıyoruz. Şu farkla ki, İbrahim (a.s)’ın Allah (c.c) tarafından bir mucize olarak cismi de yanmadı. Ashab-ı Uhdud ise şehid edildiler, dünya imtihanları sona erdi. Öyle ise, arzusunu Allah’ın (c.c) takdirine bağlamış bir kulun başına gelen musibet ile bunlardan gafil bir insanın başına gelenin dereceleri maddi planda aynı olsa da o insanlardaki ıstırap ve tesirleri çok farklı olacaktır. Bu maddi planda bile böyledir, insanların hastalığa dirençleri, depresyona girmeye eğilimleri, ağrıyı algılama eşikleri farklıdır. Manevi alan ise çok daha geniş ve tesirlidir.
Bela dışarıdan aynı görünse de bazı insanları cehenneme sürüklerken bazılarını cennete ulaştırıyor. Burada kişinin o beladan önceki hazırlığı çok önem kazanıyor.
Musibetin öncesi iki yönden çok önemli:
1- Koltuk değnekleri edinen, yıkılmaya mahkûm-dur. Manevi güzelliklere talip olamamış, onları görmezden gelmiş olmak bıçak sırtı bir hayata götürür bizleri. Mutlaka bazı dayanaklar arar ve buluruz, ama bunların hangisi Hak Teala ile beraberliğe benzeyebilir ki? Ailemiz, yuvamız, işimiz, aşımız başta olmak üzere hayatta tutunduğumuz şeyler, bize onları veren Zat-ı Zü’l-Celal’i unutturduğu ölçüde fitnemiz olma potansiyeli taşır. Çünkü bunlar elinden gittiği, altından kaydığı zaman tutunacak bir şeyi kalmaz ve boşluğa, depresyona, isyana ve hatta şüphe ve küfre sürüklenebilir insan. Aslolan, nimetin şükrünü, onu verenin zikriyle eda etmektir. O nimete değil; zevali olmayan Allah (cc)’a bağlanmak, yaslanmaktır. Kuran-ı Kerim’de buyruluyor ki: “Sen, ölümsüz ve daima diri olan Allah’a güvenip dayan. O’nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından haberdar olarak O yeter.” (5)
2- Yeis anında Allah (cc)’ı hatırlamanın kıymeti yoktur. Hayatını Hak Teala’dan gafil yaşayan birisinin, sığınacak başka bir şey bulamayınca Rabbini hatırlaması ile yaşamını Allah’ın (c.c) ölçüleriyle yaşayan, O’nu (c.c) fikrinden, zikrinden çıkarmamış olan kulun Rabbine yakarması aynı olabilir mi? Ruhu’l-Beyan tefsirine göre Yunus (a.s) için “Eğer o, Allah’ı tespih edip yüceltenlerden olmasaydı, mutlaka insanların diriltileceği güne kadar balığın karnında kalırdı.” (6) buyrulması şu şekillerde de anlaşılabilir: Yunus (a.s), hayatında Allah’ı (c.c) çokça tesbih ve takdis edenlerden olmasaydı, Sehl’den rivayet edildiğine göre musibete uğratılmazdan evvel Allah’ın (c.c) hukukuna riayet edenlerden olmasa idi, kıyamet gününe kadar diri veya ölü olarak balığın karnında kalacak ve hesap günü kınanmış olarak kıyamet meydanına atılacaktı. Müfessir Vahidî, bu ayet-i kerime ile Firavun’un yeis anında iman etmeye kalkması (7) arasında bağlantı kurarak onun “Şimdi mi (iman ettin)? Oysa bundan önce isyan etmiştin ve fesatçılardan idin!” (8) hitabına maruz kalmasına dikkat çekmiştir. Yukarıdaki ayet-i kerimenin tefsirinde, İmam Şafi’nin bu ayete istinaden “Taunun (veba) en iyi tedavisi tesbihtir. Zira zikir, musibeti, ceza ve azabı kaldırır” nasihati de nakledilir.
Musibetin öncesi ile ilgili olarak şunu da dile getirmekte fayda var: Bu iki şık bir yerde birleşiyor ki, o da tevhiddir. Allah Teala’ya imanımızın bütünlüğü neleri gerektirir? Bunu iyi tefekkür etmeliyiz. Sahibimiz O’dur. Terbiye edicimiz (Rabbimiz) O’dur. Hakiki sevenimiz (Vedud), merhamet edenimiz (Rauf ve Rahim) O’dur. Noksan sıfatlardan beri olan (Subhan) O’dur. Bir şeyin hayrımıza mı şerrimize mi olduğunu bilen (Alim), ezeli ve ebedi olan, zamanın fevkinde olan sadece O’dur. Eğer hayatımızda bunları hissedebilecek zikir seviyesine ulaşamadıysak musibete fena halde hazırlıksız yakalanmış olabiliriz.
Yunus (a.s) zellesinin farkına vardı ve “La ilahe illa ente, subhaneke, inni küntü mine’z-zalimîn” diyerek Rabbini tesbih etti. Allah (cc) kendilerine tattırsın ki vazgeçsinler.” (10)
“Her insan için önünden ve arkasından takip edenler vardır. Allah’ın emrinden dolayı onu gözetirler. Allah bir kavme verdiğini, o kavim kendisini bozup değiştirmedikçe değiştirmez. Allah bir kavme de kötülük murad etti mi artık onun geri çevrilmesine de imkan yoktur. Onlar için Allah’dan başka bir veli de bulunmaz.” (11)
“Bu, Allah’ın bir kavme verdiği nimeti, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmemesinden dolayıdır. Gerçekten de Allah hakkıyla işiten, her şeyi bilendir.” (12)
İtikadımız böyle olduğu zaman başımıza gelen her şey hayırdır, asıl muteber olan ticarette kazanç vesilesidir. Bu nasıl olacak? Hayatımızı gafletle değil, Rabbimizi aklımızdan, kalbimizden çıkarmadan, dilimizi boş lakırdı ile değil O Zü’l-Celal’in zikriyle meşgul ederek sürdüreceğiz ki, imtihan anında doğru durabilelim.
“Rabbini gönülden ve korkarak, içinden hafif bir sesle sabah akşam zikret, gafillerden olma!” (13)
“Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin! O’nu sabah akşam aralıksız tesbih edin!” (14)
Rasulullah (s.a.v) da, “Ey Allah’ın Rasûlü! İslâm’ın hükümleri çoğaldı, bana öyle bir amel söyle ki, ona sıkıca yapışayım” diye soran sahabiye “Dilin dâimâ Allah’ın zikriyle ıslak olsun!” buyurmuştur.(15)
Burada, Rasulullah (s.a.v)’ın, çocuğunun ölümüne sabretmesini söylediğinde kendisini -acılı halinin tesiriyle- tersleyen ve sonradan Peygamberle konuştuğu kendisine söylenince gidip özür dileyen kadına söylediği “Sabır ilk sadme (darbe) anındadır” nebevi uyarısını hatırlamakta fayda var. (16)
Musibetin öncesindeki hazırlık yanında, musibet anındaki duruş nasıl olacak, diye sorulacak olursa... Allah’ın (c.c) bu konudaki ayet-i kerimelerini bir kez daha hatırlayalım:
“Ey iman edenler, Allah’tan sabır ve namazla yardım isteyin. Allah elbette sabredenlerle beraberdir. Allah yolunda öldürülenler için ‘ölüler’ demeyin! Bilakis onlar diridirler, ancak siz bunu idrak edemezsiniz. Andolsun, sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsûllerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele, ki onlar başlarına bir musibet isabet ettiğinde, ‘Biz Allah’a aidiz ve yine O’na döneceğiz’ derler. İşte Rablerinin lütufları ve rahmeti bunlar içindir ve doğru yola erişmiş olanlar onlardır.” (17)
Rabbimiz bizlere, zikirden uzak kalmayan uyanık bir kalp, başımıza gelen her hali hazmedip doğru duruşu gösterebilecek izan ve basireti nasip eylesin.
İsra suresi, 17/14
Buhârî, Merdâ 1
İbn Hibban, Taberani, Camiü’s-Sağir, No: 6009
Ahmed b. Hanbel, Buharî, Tirmizî, İbn Hibban, Müstedrek’ten. bk. İbn-i Mâce II, 1321, 1331, 1335
Furkan suresi, 25/58
Saffat suresi, 37/143-144
Yunus suresi, 10/90
Yunus suresi, 10/91
Nisa suresi, 4/79
Rûm suresi, 30/41
Ra’d suresi, 13/11
Enfal suresi, 8/53
A’râf suresi, 7/205
Ahzâb suresi, 33/41-42
Ahmed b Hanbel, IV, 188; Tirmizî, Deavât, 4/3375
Buharî, Cenaiz, 31
Bakara suresi, 2/153-157

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul