02 Mayıs 2024 - Perşembe

Şu anda buradasınız: / “İYİ NİYET” BELASI
“İYİ NİYET” BELASI

“İYİ NİYET” BELASI M. SAİD ÖZDEMİR

Bir zamanlar topraklarımızda “dinlerarası diyolog” adı altında bir bela vardı. Tam bu içimizdeki oyundan kurtulduk derken yeni bir tehlike baş gösterdi. Bu tehlikenin adı da “iyi niyet” söylemidir.

Dinlerarası diyolog bi nebze de olsun üst kademe yönetici veya hocaları kapsıyordu, kendi aralarındaki panel ve oturumlarda bu konuları halka kabullendirmeye çalışıyorlardı; ama “iyi niyet” tehlikesi direkt halk arasında neşvünema bulacak ve birçoklarının ayağını hak üzere iken kaydırabilecek bir tuzak olarak karşımıza çıkıyor.

Nebiyy-i Muhterem Efendimiz, Medine’ye teşrif buyurdukları zaman, Medinelilerin iki mahallî bayramı vardı. Peygamber Efendimiz onlara, “Allah Teâlâ, size onlardan daha hayırlı olmak üzere Fıtır (Ramazan) ve Kurban Bayramı günlerini verdi” buyurdu. (1) (Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 3, s. 103.)

Müslümanın sevinmesi gereken iki gün olduğunu belirten Efendimiz bu günlerde neler yapmamız gerektiğini de öğretecekti bize. Özelliklede bu günlerde nasıl ibadet yapmamız gerektiğini. En önemlisi de şartları yerine gelmemiş ibadetin kabul olmayacağını öğretecekti.

KURBANIN ETE DÖNDÜ KABUL OLUNMADI

Gelin 1400 sene öncesine dönelim ve ilk öğretmenimiz olan Rasulullah’ın bizi eğittiği ve can kulağı ile dinlememiz gereken bu satırları iyi okuyup tefekkür edelim…. Satırları Buhari şerhi olan Fethu’l Bari’den beraber okuyalım. (2) (Cilt3, sy. 18. Karınca-Polen Yay.)

Resûl-i Kibriya Efendimiz, bayram namazlarını namazgâhta kılardı. Medine’nin namazgâhı, şehrin şark kapısı üzerindeydi.

Peygamber Efendimiz, bayram namazı kılmak üzere namazgâha yürüyerek giderdi. Bayram namazına bir yoldan gider, başka bir yoldan dönerdi. Yolda gördükleri ile selamlaşır ve konuşurdu. Hal-hatır sorardı. O gün Efendimizin yolda gördüğü manzaralardan biri de namazdan önce bazılarının kurbanlarını kesmiş olmasıydı. Bunlara da ses çıkarmamıştı Efendimiz ve namazgaha ilerlemişti.

Bera ibn Azib bize şöyle nakleder: “Rasulullah bize Kurban Bayramı namazından sonra hutbe okudu ve şöyle dedi: ‘Kim bizim kıldığımız namazı kılar ve bizim kestiğimiz gibi kurbanı keserse, gerçekten de kurban görevini yerine getirmiştir. Fakat kim kurbanını namazdan önce keserse namazı kabul olur, ama kurbanı olmaz.’ (Efendimiz yolda görüp de ses çıkarmadığı kurban kesenler manzarasını şimdi hatırlatıyordu.)

 Bunun üzerine el-Bera’nın dayısı Ebu Bürde ibn Niyar ayağa kalktı. ( Kesenlerden biri de oydu çünkü) Dedi ki: ‘Ey Allah’ın Rasulü, ben bir kurban ettim ve namazdan önce kestim. Ben bu günün yeme-içme günü olduğunu biliyordum ve istedim ki bugün kesilen ilk koyun benim evimde kesilen koyun olsun. İhtiyaç sahiplerine de ilk ben dağıtayım. Bu yüzden koyunumu kestim ve namaza gelmeden önce biraz yedim’ Bu şekilde niyetini Rasulullah’a anlatınca Efendimiz de ona (hiç niyetini sorgulamadan) ‘Senin kestiğin koyun, ey Ebu Burde, et için kesilen bir koyun oldu’ buyurmuşlardır.” (3) (İmam Müslim 1961 nolu hadis olarak işlemiştir)

Bu hadiseden de anlıyoruz ki şartları yerine gelmeyen ibadet ne kadar iyi niyetle olursa olsun geçerli değildir. Bizim de sıkıntımız şudur ki, meşru bir ibadet tüm iyi niyetlerle tüm şartları yerinde olup yalnız yarım saat önce kesildi diye Efendimiz bu ibadetin olmayacağını, iadesi/tekrarının yapılması gerektiğini söylüyor da çağımızda haram hatta şirk olduğu hususunda ihtilaf etmediğimiz meselelerde nasıl olur da iyi niyet arıyoruz.

Bu insanlar Rasul’ün sahabisi Ebu Burde’den daha mı iyi niyetliler acaba? Ki Efendimiz, onun ibadetinin geçerli olmadığını bildirdi.

RASULULLAH EBU BURDE’YE NASIL DEMELİYDİ ASLINDA?

Günümüz kafası Müslümanlarına göre düşünürsek Rasulullah Hz. Ebu Burde’ye nasıl demeliydi? (Haşa ve sümme haşa. Hafazanallah! Bizim böyle bir derdimiz yok. Biz ‘semi’na ve eta’na’ diyenleriz ama onların kafası ile düşünürsek, Efendimiz şöyle demeli idi) Unutulmamalı ki, bu da ilk kurbandı. Bundan dolayı Efendimizin “Tamam! Ey Ebu Burde. Senin niyetin güzelmiş. Zaten bu da ilk kurban, seni mazur görüyorum. Bir daha da yapma. Kimse de yapmasın.” demesi gerekirdi değil mi? Ama demedi. Haykırarak “Ey Ebu Burde! Senin kurbanın ete döndü” dedi. Ebu Burde de itiraz etmedi. Hiç kimse de buna itiraz edemez.

Elbette ki hiç kimsenin haram veya şirk üzere yaşayıp kalmasını istemeyiz. Derdimiz o insanların da hatalarını düzeltmektir. Gittikleri çıkmaz yolu fark ettirmektir. Fakat bunun yolu, yaptıkları hal üzere onları bırakıp “İyi niyet onları kurtarır” demek değildir.

Şairin dediği gibi demek isteriz:

 Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!

Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:

Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,

Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden.

AMELLER NİYETLERE GÖREDİR

Her kesimin diline doladığı bir hadistir bu. Her yaptığından rahatsız olan, bu hadisi öne sürer. Aslında yapılan yanlış veya hatalı harekete kılıf olsun diye değil; amellerinizi yapmadan önce şartlarını, kabulünü ve sevap derecesini öğrenin, diye söylenen bir hakikattir. Fethu’l Bari’de “Ameller Niyetlere Göredir” hadisi açıklanırken İbn Hacer (rh.a) şunları not düşer: “Bu hadisten; kükmünü bilmeden önce bir işe girişmenin caiz olmadığı da anlaşılmaktadır. Çünkü hadis niyetsiz amelin olmayacağını belirtmektedir. Bir şeyi yapmaya niyet etmek ise, ancak onun hükmünü bildikten sonra olur.” (4.) (Fethu’l-bari 1. Cilt 30. Sayfa. Karınca-Polen Yay.)

Bugün Türkiye’de yaşayan her Müslüman, muhatap olduğu dinin emir ve nehiylerini iyi bilmek zorundadır. Bunun, yaptığı ibadetlerin ifa şartından önüne koyulan sandığa kadar tüm fiilerini kapsadığının farkında olmalıdır.

Fakat işin asıl enteresan kısmı, yaptığı amelin hükmü umrunda bile olmadan kendi istekleri doğrultusunda ona bir kılıf uydurup İslami elbise giydiren adamlar yüzünden Müslümanlar birbirleriyle kavga etmekte hatta ayrılıklar bile gündeme gelmektedir.

Mustafa Çelik hoca da İmam-ı Azam’ın Müsnedine yaptığı şerh kitabında “Ameller niyetlere göredir” hadisi için şu notları düşer:

İmam Sindi de Nesai şerhinde “hadiste kastedilen, amellerin şer’an emredilen ibadet türü ameller olduğunu” söylemiştir.

İbn Sem’ani “İbadetlerin dışındaki amellerde de şayet salih niyet varsa sahibine sevap vardır. Örneğin, kişi itaat kuvvetini arttırmak için yemek yerse ecir alır.” demektedir. (Görüyoruz ki iyi niyet ancak bu tür ameller için geçerlidir.)

Son olarak da M. Çelik hoca özetleme babında şu notu düşer: “Bir amelin kabul olabilmesi için imandan kaynaklanması, Allah rızası ve şeriat-ı ğarraya uygun olması kesin şarttır. Şeriata uygun olmayan amel, hangi niyetle yapılırsa yapılsın muteber değildir. Bu, üzerinde hiçbir tartışmanın olmadığı husustur.” (5) (Müsned-i Ebu Hanife Şerhi, Mustafa Çelik 1. Cilt 220.-222 sy Yenda yay.)

Yine M. Çelik hoca Müsnedin 243. sayfasında da şu önemli notu, altı çizili bir şekilde ortaya koymuştur: “İyi niyet, haramı helal helali de haram yapmaz. Haramlar, günahlar iyi niyetle de işlense haram olmaktan, günah olmaktan çıkmazlar. İyi niyetle tağutları desteklemek, tuğyana (isyana) ortak olmaktır. Allah hüküm koymada ortak kabul etmezken, Allah’ın kanunları dışında kanun koyması, ne kadar iyi niyet taşırsa taşısın kendisini küfürden kurtarmaz.” Bu paragrafın hemen üstünde de hoca “Her yerde ve her zaman iyi niyet sahibi olmak gerekir. Ancak iyi niyetin yanında şeriatın ölçü ve sınırlarına bağlı kalmak da şarttır. Allah’ın şeriatına uymayanı şeriat kurtarmaz” diye belirtmiştir. Anlayana… Düşünene…

Eğer birilerini kurtarmak adına iyi niyet kapısı bir aralanırsa ve bu yaygınlaşırsa vah o yayanların haline! Eğer iyi niyet, birilerinin iddia ettiği gibi şirki büyük günaha, hatta mübaha bile çevirirse; büyük günah günaha, günah da mübaha döner ki, siz seyreyleyin gümbürtüyü.

Çok yakın bir tarihte “Kötünün iyisini seçiyoruz” söylevi hemen yayıldığı gibi bu da halk arasında rağbet bulur. Önünü de alamazsınız bir daha.

“Kim İslam’da iyi bir çığır açarsa açtığı çığırın ecri ve kendisinden sonra, onunla (o çığırla) amel edenlerin ecirleri, sevaplarından hiçbir şey eksilmeden ona aittir. Kim de İslam’da (Müslümanlar içinde) kötü bir çığır açarsa, açtığı çığırın günahı ve kendisinden sonra onunla amel edenlerin günahları, günahlarından bir şey eksilmeden ona aittir.” (Riyâzu’s-Salihîn, 19, bab. 172. hadis,) Zaten yeterince bid’at ve hurafeler kapsamında kötü, yeni yeni çığırlar açılmışken bir de “iyi niyet” çığırı açılmasın.

 İYİ NİYET ÖRNEĞİ

Rasulullah (s.a.s) buyurdular ki: “Süleyman aleyhisselam (bir gün) ‘Bugün, kesinlikle doksan kadınıma uğrayacağım. Hepsi de Allah yolunda cihad edecek bir yiğit doğuracak!’ dedi. Arkadaşı (veya melek) ona ‘İnşaallah de bari!’ uyarısında bulundu. Ama Hz. Süleyman duymadı. Söylediği gibi, o gün, bütün hanımlarına uğradı. Kadınlardan sadece biri hamile kaldı. O da yarım (yani özürlü) bir insan doğurdu. Rasulullah sözüne devamla ‘Nefsimi elinde tutan Zat’a yemin olsun! Eğer Süleyman aleyhisselam ‘İnşaallah’ demiş olsaydı, hepsi de Allah yolunda atlı olarak cihad eden çocuklara sahip olacaktı’ buyurdu” ( 6) (Fethu’l Bari cilt 7, sy 133)

 Süleyman (a.s) ne kadar iyi niyetle çıkmıştı yola halbuki. Fakat şartlarını Allah’ın belirlediği amellerden biri eksik olursa, hiçbir şeyin umduğumuz gibi sonuçları olmaz. Bunu Süleyman (a.s) iyi anlamıştı.

 Süleyman (a.s) da çocukları ile Allah’ın dinine hizmet edecekti. İslam’a hizmet edecek, halkı rahatlatacaktı, ama olmadı. Hz. Süleyman meşru olan bir amelinde niyeti de çok iyi olmasına rağmen Rabbim onu ikaz etti de bugün şirk olduğunda tereddüt edilmeyen amellerin ‘iyi niyetli olduğunu zaman kişiye zarar vermeyeceğini’ mi iddia edeceğiz? Aslında vurgulanmak istenilen, inşallah demediği için niyetinin Allah katında kötü olduğudur. Çünkü neyi nasıl yapman gerektiği dinimizde boş bırakılmayan bir alandır.

Bunların üzerine İbn Hacer’in Süleyman (a.s) kıssasındaki inceleyen/açıklayan şu sözlerini de naklediyoruz: “Peygamberimizin bu hadisi, temennide bulunulurken işi Allah’a havale etmekten yüz çevirmenin afet olduğuna dikkat çekmiş olmaktadır.”

BU GÜNÜN FELAKETİ: İYİ NİYET

İşte şimdi meşru, caiz olan bir amelde iş Allah’a havale edilmeden yapılmaya kalkılırsa bizim için afet, felaket olacağı bildirilmişken; meşru/caiz olmayan hatta şirk olduğunda ihtilaf olmayan ameli nasıl hoş görebiliriz?

Söylevimiz, şirk olduğunda ihtilaf olmayan meseleler için geçerlidir. Örnek olarak, demokratik sandık başına gitmek... Şirk olduğunda ihtilaf olmayan bu ameli nasıl şirin gösterebilirsiniz? Hangi niyetlerle masumlaştırabilirsiniz?

Burada bir inceliği de unutmamak gerekir: Daru’l-İslam dediğimiz, yani İslam’ın yaşandığı devletin İslam’la yönetildiği zamanlarda verilen fetvaları bugüne, daru’l-küfüre yamamaya çalışırsanız, bu da büyük bir cinayet olur. Günümüzde de İslam devletindeki vakıa fetvaları cımbızlanarak alınıp güncellenmeye çalışılması elbette hatadır, yanlıştır.

Türkiye tecrübesi de şunu göstermektedir ki, kim hangi hoca, hangi yazar “iyi niyet” söylemi ile yola çıkmışsa ya kendini ya etrafındakileri sandık başında bulmuştur. Bu tehlikeyi de bizden hatırlatması.

İki tür sandıklarımız vardır:

1. Çeyiz sandıklarımız

2. Adam sandıklarımız

Rab Teala güç, kuvvet, istek, arzu versin de din-i mübini uğrunda, razı olacağı amelleri gündeme getirip mücadele etmeyi bizlere nasip eylesin. Ve bu hayatı, bizi şehadetle taçlandırak son buldursun.

 Amin. Allahumme amin.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul