
Günümüzde çevre sorunları, hem yeryüzünde yaşayan tüm insanları hem gelecek nesilleri hem de birlikte yaşadığımız diğer canlıları etkileyecek boyutlara ulaşmıştır. Bu durum karşısında, ilim adamları ve düşünürler, ahlâkı yalnızca insanlar arası ilişkilerle sınırlamak yerine, sosyal ahlâk yanında bir “çevre ahlâkı”ndan da söz etmeye başlamışlardır. Sorunların aşılmasında bir gereklilik olarak çevre ahlâkının temellerini ortaya koymaya çalışmışlardır. Halbuki, İslâm, başından beri küllî-kuşatıcı bir ahlâk düzeni sunmakta; insanın sorumluluk alanı ve ahlâkın dört boyutunu kapsamaktadır:
- İnsanın Allah ile ilişkisi
- İnsanın kendi benliğiyle ilişkisi
- İnsanın diğer insanlar ile ilişkisi
- İnsanın çevreyle ilişkisi
Buna göre İslâm ahlâkı, çevre ahlâkını da içermektedir. Çevre ahlâkının da önce inançla temellenen ilkeleri ve bunalrın açılımları olan kuralları vardır. Söz konusu ilkeler bu makalede ayrı ayrı açıklanacaktır.
1. Evrenin İlâhî Esma ve Hikmetin Yasımaları Olarak Düşünülmesi
İslâm’ın nazarında gerek karmaşık bir sistem olarak evren gerekse doğadaki varlıklar, Allah’ın sonsuz ilmini, yarattığı her şeyden haberdar oluşunu, O’nun eşsiz var etme gücünü belgeler. Her şeye çevresiyle ahenk ve uyum içinde var olma sürecine gireceği bir düzen ve estetik bir suret vermedeki sanatını, inceliklerinin ancak bilinçli bir gözlem ve nazar, bilim ve akıl yürütme sonucunda kavranacağı hikmetini yansıtır. Evrende düzensizlik aramak/bulmak, insanın kusurlu, yanılgılı, bütünü bir parçasıyla açıklamayla neticelenen parçacı ve indirgemeci yaklaşımının sonucudur. Oysa doğadaki düzeni anlamaya çalışmak, ilâhî ilim ve hikmetin sonsuzluğunu kavramakla başlar. Ekolojik düzene saygı göstermek, ilâhî iradeye ve hikmete râm olmakla güzelleşir.
İslâm dini, dünya görüşlerinden ayrılan önemli bir boyut olarak, insanı evrenle birlikte maveranın, melekût âleminin bilincine varmaya yöneltir. Görülen varlıklar, görülmeyen en Yüce Varlığın işaretleri ve delilleridir. Mü’minler, Allah’ı anar ve yaratılış ve kâinat üzerinde tefekkür ederler ve
“Rabbimiz, Sen bunları boşuna (bâtılen) yaratmadın!” derler.2
Tüm varlıklar, ya teshir (Allah’ın onları amacına zorla sevk etmesi, ram etmesi) sonucunda ya da kendi istemleri ile Allah’ı tesbih eder ve ona secde eder.
“Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar, Allah’ı tesbih ederler. Onu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir varlık yoktur...”3
Ağırlıklı yoruma göre ayetten anlaşılan, yedi gök, yer ve onlarda bulunanların lisan-ı hâl ile Allah’ı tespih etmeleridir. Çünkü onlar, Yaratıcı’nın ilim, kudret, inayet ve hikmetinin göstergeleri olup Allah’ın varlığını delillendirirler.
Yüce Allah’ı ifade eden isimler, en güzel isimler (esma-i hüsnâ) olduğu gibi en güzel isimleri yansıtan varlıklar da güzeldir; ayrıca birlik ve insicam içinde ‘En Güzel’in tecellisini gerçekleştirmektedir. Evrende her bir varlık ve oluşun hakikati, Allah’ın bir ya da daha fazla ismine dayanır. Hepsinin varlığı, Allah’ın ilim, irade ve kudret sıfatalrının tecellileridir. Varlıklardaki insicam ve estetik de Allah’ın “el-Musavvir” ve “cemal” yani güzellik sıfatının yansımalarıdır.
Ekosistemdeki bütünlük ve hayatiyeti görmek kadar, varlıkta hayatiyetin değerini görmek de son derece önemlidir. İslâm açısından varlıklardaki hayatiyet, Allah’ın “Hayy” sıfatının yansımasıdır. Hayat sahibi varlıklar, ilâhî sıfatları daha çok yansıtırlar. Çünkü Allah’ın “Rahman”, “Rahîm”, “Vedûd” vb. isimleri hayatla keşfolunur.
Kâinatı kudret ve hikmet kaleminden çıkmış bir kitap, ilâhî sanatın eseri bir nakış olarak görmek, insanın evrenle ilişkisini yeniden anlamlandırır. Bu anlam çerçevesinde mü’min birey, aklı ve vicdanıyla, epistemik ve etik değerlerle doğayı yeniden konumlandırır.
2. Çevreyle İlişkilerin Manevî Kavramlarla Düşünülmesi
Allah varlıklara bir düzen vermiş ve belli kanunlar koymuştur. Gerek insan tabiatı gerekse tabiattaki varlık ve olaylar bunlara göre işler. Aslında Kur’ân’da fıtrat kavramı da insanın yaratılışındaki düzenliliği ve onun belli kanunlara tâbi olduğunu belirtir. Bunlar gözetilmediğinde de kaos ortaya çıkar. Bu nedenle insan fıtratı gözetilmeli, onun tabiî özellikleri meşru yönlere yönlendirilmeli, köreltilmemelidir.
2.1. Günah ve Sevap Kavramları
Din, temel ahlâkî kavramlar olan “iyi” ile “kötü”ye insanın allah huzurundaki sorumluluğunu ve davranışların ahiret yaptırımını ifade eden “sevap” ile “günah” kavramlarını ekler. Böylece, birey için, toplum için, doğa için yararlı ve iyi olan aynı zamanda “sevap” olur. “Sevap” ve “günah” kavramları, ekolojik yaklaşımı daha çok teşvik eder.
2.2. İbadet ve Sadaka Kavramları
İslâm, insanı yalnızca dua, namaz, oruç, zekât ve hac gibi ibadet biçimlerine yönlendirmez. İbadet biçimleri yanında salih amel üzerinde de durur. Salih amelin bir alanı da insan-doğa ilişkileridir. Nitekim İslâm Peygamberi (s.a.v.) şöyle der:
“Yedi şey vardır ki, kişi kabirde bile olsa, ondan hâsıl olan ecir devamlı olarak kendisine ulaşır: Öğretilen ilim, halkın istifadesi için akıtılan su, açılan su kuyusu, dikilen ağaç, inşa edilen mescit, okunmak üzere bağışlanan Kur’ân, vefatından sonra kendisine dua edecek hayırlı evlâd.”4
Bu hadise göre ağaç dikmek, kişiye ölümünden sonra da sevap kazandıran “sadaka-i câriye (akar sadaka)”dır. Dolayısıyla sadaka kavramı, İslâm’da ekolojik bir boyuta da sahiptir.
2.3. Emanet Kavramı
Doğa, Allah’ın geçmiş, şimdiki ve gelecek bütün çağlara lütfu olup Mâlikü’l-mülk olan Allah’tan başka kimsenin mutlak mülkü değildir. Doğa, yalnızca bugünkü nesile veya güç ve teknolojiyi elinde tutan belli bir kesime değil gelecek nesilleri de kapsayan bütün bir insanlığa sunulmuştur. İslâm açısından çevre, insanlığın ortak mirasıdır; onda şimdiki ve gelecek kuşakların hakkı vardır. Onda, insanlarla birlikte yeryüzünün diğer sâkinlerinin de hakkı vardır: “(Allah) yeri, canlılar için (li’l-enâm) koydu (yarattı).”5 Buna göre insan, birey, yeryüzünü istediği gibi tasarrufta bulunabileceği “mutlak mülk” olarak göremez. Çünkü evrenin ve insanın gerçek sahibi Allah olduğundan insanoğlu bir “yed-i emin” konumundadır. Bunlar için insanın Allah’a karşı şükür ve sorumluluğu söz konusudur.6 Bu sebeple, insanoğlu, ekolojik düzeni hem diğer insanlar hem gelecek nesiller hem de doğadaki yaşam çeşitliliği için korumalıdır.
2.4. Kul Hakkı Kavramı
İslâm’ın nazarında, insan-çevre ilişkilerinde Allah, hem “taraf” hem de “şahit”tir. Allah, aralarında gizlice konuşan iki kişinin üçüncüsü olduğu gibi insanın çevreyle ilişkilerinde üçüncü taraftır. O, olaya şahittir ve niyet, söz ve davranışlarından insanı sorguya çekecektir. Bir kimse bir kul hakkı yediğinde aynı zamanda hukukullahı çiğnemiş olduğu gibi çevreyle ilişkilerinde, doğrudan ve dolaylı olarak insanlara veya hayvanlara zarar verdiğinde hukukullah ve hudullahı da ihlal etmiş olur.
2.5. Adalet ve Zulüm Kavramları
İslâm’da zulüm tanımı ve adalet ilkesi, insanın doğaya uygun davranması, özellikle yeryüzündeki diğer canlılara yaratılış özelliklerine aykırı davranmaktan kaçınması gerektiği fikrini verir. Zulüm, “Bir şeyi özelliğine uygun düşen kendi yerinden başka bir yere koymak” anlamına gelir. Buna göre -gerek yalnızca failine zarar veren gerekse başkasına da zararı dokunan bir fiil olsun- bir şeyi hakkı dışında bir yere koyanın zalim olması gerekir. Bu anlamıyla zulüm kavramı, tabiattaki varlıkları doğalarına, varoluş gayelerine aykırı biçimde kullanmayı da ifade eder. Bu kavram tahlili, bizi şu sonuca götürür: İslâm’ın bir ahlâk ilkesi olarak eşyayı tabiatına uygun olarak kullanmak gerekir. Eşyayı tabiatına uygun olarak kullanmak, doğadaki gaye ve düzene uygun hareket etmek, doğadaki hiçbir varlığı işlevine ve özelliğine ters düşecek şekilde kullanmamak demektir.
3. Dünyayı Âhiretin Tarlası Olarak Görmek
Seküler yaklaşımın aksine mü’minin dünya hayatına bakışında din işleri - dünya işleri soyutlaması yoktur. Tüm dünya hayatı, âhiretin tarlasıdır. Bu bakış açısı, insanın doğa ve hayata bakışının şekillenmesinde ve çevre ahlâkının temellemesinde önemli bir işlev görmektedir.
Dünyayı daha güzel hâle getirmek için sergilenen her davranış, İslâm’a göre -niyetin iyi olması, Allah’ın rızasının hedeflenmesi koşuluyla- dinî bir değere sahiptir. Bu bağlamda, “Biriniz elindeki fidanı dikmek üzereyken kıyamet kopacak olsa (bile) o fidanı diksin.”7 hadisi dikkat çekicidir. Bu hadisten hareketle denebilir ki, dünyayı imar da âhiret yurdunu imar etmek demektir. Dünyayı imar için Müslümanlar, ekoloji başta olmak üzere çeşitli bilimlerin sağladığı bilgileri, ahlâkî bir duyarlılıkla kullanmalıdırlar. Bu hadis, İslâm’da ağaç dikmenin bizatihi dinî bir değeri olduğu şeklinde de yorumlanabilir. Çünkü kıyamet anında dikilen bir ağaçtan ne yeryüzünde yaşamakta olanlar ne de gelecek kuşaklar yararlanabilir. O halde hadise göre bu fiilin insanlar için yararından bağımsız olarak da bir değeri bulunduğu, yani ağaç dikmenin kendi başına dinî bir değere sahip olduğu söylenebilir.
İslâm, insan hayatının her alanını “vacip, mendub, mubah, mekruh ve haram” gibi teklîfî hükümlerle değerlendirir. Dolayısıyla insanın her davranışının uhrevî karşılığı vardır. Bu nedenle insan, ihtiyaçlarını doğadan karşılarken veya doğal çevresinde tasarrufta bulunurken Allah huzurunda sorumluluk bilinciyle hareket etmelidir.
4. İnsanlıkla Barıştan Çevreyle Barışa
4.1. Dünya Barışı
Burada sosyal barış ile doğayla barış arasında çok yakın bir ilgi olduğuna dikkat edilmesi gerekir. Savaşın sadece insanlık için doğrudan neden olduğu yıkımlar değil aynı zamanda doğada da yol açtığı büyük hasarlar nedeniyle bu hususunun ayrıca üzerinde durulması gerekir. Savaşlar, tahrip gücü yüksek kimyasal, biyolojik ve nükleer silahların kullanımı neticesinde doğada büyük tahribata yol açmaktadır. Bu nedenle barışın olmadığı bir dünyada doğadaki düzenin korunması imkânsızdır. Bugün silah endüstrisi, bir yandan geri bırakılmış toplumlarda silahlı çatışma mizansenleriyle bu pazardaki talepleri canlı tutmak için çalışmakta, diğer yandan tahrip gücü öncekilerden daha yüksek silahları üretmekte ve kendileri için stoklamakta, yenileri üretildiğinde de eski stokları pazarlamaktadırlar. Bu silahların maliyeti, yoksulluk kirlenmesi yaşayan insanların ihtiyaçlarıyla kıyaslanamaz boyuttadır. Çevreye verdiği tahribat ise düzeltilemez niteliktedir.
İslâm, barışı bir ilke olarak ortaya koymakta, saldırganlığı yasaklamakta ve savaşı saldırılara karşı bir nefs-i müdafaa olarak sınırlandırmaktadır. Savaşta sivillere ve doğaya zarar vermeyi yasaklamaktadır.
Kur’ân tekil bir olayı “ekin ve nesli mahvetmek” ifadesiyle evrensel açılımları olacak şekilde tenkit eder:
“İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbinde olana Allah’ı şahit tutar. Halbuki o, hasımların en yamanıdır. O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır...”8
Bu âyetin iniş nedeni olan olayın faili Ahnes b. Şurayk’tır. Bu kişi, Medîne’ye gelip Rasûlullah’ın huzurunda İslâm’a girdiğini ilan etmişti. Ancak, dönüşte İslâm düşmanlığını fiile dönüştürmüş, Müslümanların ekinlerini yakmış, hayvanlarını öldürmüş ve Müslümanlarla savaş halindeki putperestlere yeniden katılmıştır.9 Bu âyette olayın, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, “ekin ve nesli mahvetmek (ihlâk)” olarak genel bir dille tenkit edilmesi, çevredeki canlılara zarar vermeyi de insana yaraşmayan davranışlar arasına koyar.
Savaşın da bir hukuku vardır. Özellikle savaşta sivillere yönelik veya onların zarar göreceği fiiller kadar ya da doğal çevrenin tahrip olacağı fiiller de dinen yasaktır.10
4.2. Fıtratla Uyum (De-alinasyon)
Kendi fıtratından uzaklaşan, manevî-medenî tabiatına yabancılaşma (alinasyon) sürecien giren birey, doğayla da uyumlu yaşayamaz. Örneğin, lüks yaşam ve gösteriş tutkusu, onun yeryüzündeki kaynakları ölçüsüzce tüketmesine ve doğayı kirletmesine neden olur. İnsan ilâhî emirlere uyduğu sürece kendi doğasıyla ve evrenle barış içinde olacaktır. Kur’ân evrende her şeyin Allah’a teslim olduğunu belirtir.11 Buna göre evren “Müslüman (Müslim)”dir. İnsan da iradî fiilleriyle Allah’a teslim olmalıdır. Evreni yaratıp düzene koyan, yani doğa bilimlerince keşfedilen doğa yasalarını koyan Allah olduğu gibi İslâm vahyinin insan davranışlarına yön veren teklifî yasalarını koyan da Allah’tır. Allah’a teslim olmak, insanın kendi fıtratıyla barışık olması (de-alinasyon) demektir. Bu da doğal çevresiyle barışık bir hayatın koşuludur.
4.3. Bio-Çeşitliliği Sevme
Kur’ân’da dikkat çekici anlatımlardan biri de Allah’ın kudretinin delili olarak sineğin gösterilmesidir. Kur’ân, “Tanrı, sivrisineği örnek vermeyecek kadar aşkındır” iddiasını kabul etmez12 ve insanlar için tiksinti verici varlıklarda da yaratılışın nice yaratılış ayetlerinin olduğuna işaret eder.
İslâm doğadaki güzelliklerde Allah’ın cemal sıfatını görmeyi teşvik eder. Bu teşvik, doğadaki ritmi fark etmeyi ve bio-çeşitliliği sevmeyi getirir. Tabiattaki çeşitlilikle beraber hepsinin birlik oluşturduğunu düşününce, onlardan birinin yokluğu, bir tablodaki bazı renklerin silik kalması anlamına gelecektir.
İslâm Peygamberi’nin nazarında bio-çeşitlilik içine ağacın ayrı bir yeri vardır. Hz. Peygamber (s.a.s.), Zu-Kard gazvesinden dönerken Zurayb (Zureybu’t-Te’vîl) mevkiine gelince, Ensar’dan Benî Hârise kabilesi mensupları, “Ya Resûlallah! Burası bizim develerimizin otlağı, koyunlarımızın merası, kadınlarımızın çıkacakları yer, yani orman bölgesidir.” demişlerdir. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.) “Kim bir ağaç kırarsa yerine bir fide diksin” buyurmuştur. Bu buyruk üzerine orası orman haline getirilmiştir.”13
İslâm Peygamberi’nin yeşil alanların ve ormanların çok az bulunduğu bir bölgede yaşamış olması da bir insan olarak onun yeşilliğe ve bitki örtüsüne önem vermesinde etkili olmuştur.
O, ağaç dikmeyi özelikle teşvik etmiştir:
“Bir Müslüman bir ağaç dikerse (veya bir tohum ekerse) onun mahsulünden yenenler, mutlaka onun için sadakadır… Vahşi hayvanların yediği de sadakadır. Kuşların yediği de sadakadır. Herkesin ondan yiyip eksilttiği mahsul de onu dikene ait bir sadakadır.”14
Bu hadiste doğrudan ağaç dikimi teşvik edilirken dolaylı olarak da diğer canlılara yapılan iyiliklerin sadaka olarak nitelendiği ve teşvik edildiği görülmektedir. Bu hadisi, yaşanan tarihî olaylar, çok daha iyi şerh etmektedir. “Büyük Serçe Kampanyası” böyledir. 1949’da komünist devrim ile Çin’in başına gelen Mao Zedong, bir sabah kahvaltı yaparken bir serçe, onun tostundan bir parçayı aşırır. Bunu gören Mao, serceleri tahılları yediği ve tahıl verimini düşürdüğü için fareler, sinekler ve sivrisinekler ile beraber kara listeye dâhil eder (1958). Ülke çapında serçe avı hareketi başlatılır, serçelerin yumurtaları ve yuvaları da imha edilir. Halkın, elinde tencere tavayla sürekli gürültü çıkararak korkuttuğu serçelerin birçoğu, durup dinlenmeden uçar ve yorgunluktan ölür. Serçe katliamıyla önceleri tahıl verimi artar. Fakat 1960’da Ulusal Bilim Akademisi, serçelerin tahıldan çok böcek yediğini bildirir ve Mao, serçe katliamını durdurur. Ancak geç kalınmış, ekolojik denge bozulmuştur artık. Serçelerin yokluğunda çekirge ve böcek nüfusu tavan yapar, tahıllara büyük zarar verir. Duruma hava koşullarının kötü gitmesi de eklenince 1959-1961 yılları arasında 38 milyon kişinin ölmesine neden olan büyük kıtlık yaşanır. Mao, bu kıtlıktan zarar görmeden çıkmayı başarır.15 Şimdi bu olayda, günümüzdeki sol cenahın hâlâ saygıyla andığı Mao ve mütrefinin tutumunu, insanın ektiği veya diktiği şeyden kurdun kuşun yediklerini “sadaka” sayan ve bundan insanın sevap kazanğını hadislerle kıyaslamak yeterlidir.
İslâm Peygamberi, çevrede yolcuların ve hayvanların gölgesinden istifade ettikleri bir sidre ağacını, o ağaçta herhangi bir hak sahibi olmayan bir kimsenin kesmesinin günah olduğunu belirtmiştir.16 Bu da demektir ki, günümüzde çevre ve ekolojik sistemi tahrip etmek, insan sağlığına hatta yaşamına yönelik ciddi boyutta tehlikelere ve zararlara yol açtığı için, (zararın büyüklüğü oranında) günahtır.
4.4. Tüm Canlılara Merhamet
Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Süleyman’ın büyük bir orduyla bir vadiden geçişini anlatırken mü’minlerin ‘karıncayı bile incitmek’ten sakınacağına işaret eder:
“Nihayet karınca vadisine geldikleri zaman, bir karınca: ‘Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!’ dedi.”17
Ayette geçen “farkına varmadan” ifadesi, büyük bir ordu halinde de olsa mü’minlerin, masum insanlara zarar vermek bir yana, bilerek karıncalara dahi zarar vermeyeceklerini belirtmektedir. Kültürümüzde bu anlayışı yansıtan dikkat çekici örnekler de vardır. Kanuni Sultan Süleyman, Şeyhu’l-İslâm Zembilli Ali Cemali Efendi’ye şöyle bir soru yöneltir:
“Dirahtı18 sarınca karınca,
Vebal var mıdır karıncayı kırınca?”
Zenbilli, Kanunî’nin sorusuna aynı estetik boyutta cevap verir:
“Yarın Hakk’ın huzuruna varınca,
Süleyman’dan hakkın alır karınca.”19
İslâm Peygamberi (s.a.s.) de hayvanlara merhametle yaklaşmanın önemli bir erdem oluşunu çok kez dile getirmiştir. Bu konuda somut örneklerle de insanları teşvik eder:
“Bir adam, yolda yürürken susadı ve susuzluğu arttı. Derken bir kuyuya rastladı. İçine inip susuzluğunu giderdi. Çıkınca susuzluktan soluyup toprağı yemekte olan bir köpek gördü. Adam kendi kendine “Bu köpek de benim gibi susamış.” deyip tekrar kuyuya indi, mestini su ile doldurup ağzıyla tutarak dışarı çıktı ve köpeği suladı. Allah onun bu davranışından hoşnut oldu ve günahlarını affetti.”
Bu olayı dinleyen sahabilerden bazıları:
— Ey Allah’ın Rasûlü, diye sordular, bize hayvanlar (a yaptığımız iyilikler) için de sevap mı var?
O da:
— Evet, buyurdu, Her ‘yaş ciğer (sahibi)’ için bir ücret vardır.”20
Hz. Muhammed, insanların hayvanlara eziyet etmekten kaçınmaları gerektiğini de vurgulamış, örneğin Hz. Peygamber, kuşların yuvalarının bozulmamasını, yumurta ve yavrularının alınmaması konusunda insanları uyarmıştır.21
Ayrıca bazı hadisler de doğrudan hayvan haklarını gözetmekle ilgilidir. Örneğin, “Ey Üsame! Acıkan ciğer sahibi her hayvan hususunda dikkatli ol, kıyamet gününde Allah’a şikâyet edilirsin.”22 hitabı, onlara karşı her haksızlığın uhrevî sonucu olduğu anlamına gelir. Bu hadislere göre insanların;
- Yararlandıkları hayvanların ihtiyaçlarını gözetmeleri ve onlara yiyecek, içecek ve barınak sağlamaları,
- Hayvanları gerektiğinde çalıştırmaları ve gereksiz yere yormamaları, dinlenme ihtiyaçlarını gidermeleri için onlara fırsat vermeleri,
- Hayvanların bakımlarını ve hastalandıklarında tedavilerini yaptırmaları,
- Hayvanlara tabiatlarına aykırı muamelede bulunmamaları, acı çektirmemeleri dinî ve ahlâkî bir gerekliliktir.23
5. İsraftan Kaçınma
Bugünkü Batı kültürü, doğadaki tüm değerleri üretim, pazarlama ve tüketim döngüsüne yerleştirmeye yönelmiş; genişleyen ve hızlanan üretim ve tüketim döngüsü, yeryüzündeki canlı çeşitliliğine, ekolojik dengeye ve insan sağlığına zarar veren bir boyuta varmıştır. Çağdaş ekonomik düzen, daha fazla kâr adına tüketimi teşvik etmekte, tüketimde ihtiyacı değil “gösteriş (lüks)” ve “özenti”yi öne çıkartmaktadır. Buna bağlı olarak da kaynaklar zararı hesaplanmadan israf edilmekte, atığa dönüşen maddeler çevreyi kirletmektedir. Diğer taraftan çöplerin toplanması, imha edilmesi veya geri dönüştürülmesi büyük mali harcamalar gerektirmektedir. Bu nedenle çevre temizliğine tehdit oluşturan savurganlığın yasaklanması, önemli bir tedbirdir. Kur’ân-ı Kerîm’de de gösteriş için harcama yapan ve “Çok mal tükettim (ehlektü).”24 diyerek harcamalarıyla övünen kimseler kötülenmekte; gereksiz yere saçıp savurmak nehyedilmektedir. Muhtaç kimselere hakkını vermekte cimrileşirken harcamalarında savurganlık yapmak yasaklanmakta; cimrilik ile israf arasındaki orta yol emredilmektedir.25 Kur’ân’ın israfı kesinlikle yasaklaması, Müslüman ülkeler için çevre temizliği, sağlık ve ekonomi açısından gönüllü bir katkı sağlamaktadır.
6. Temizlik
İslâm’da hem manevî temizlik hem de maddî temizlik -kendi başına bir gereklilik olarak ve manevî temizlik için bir basamak olarak- emredilmiştir. Bunun yanında çevre temizliği üzerinde de durulmuştur. Namaz kılınacak yerin temiz olması gereği, yaşam alanlarının temizliğine de özen göstermeyi; yeryüzünün bir mescit olması da tabiatı temiz tutmayı gerektirir. Ayrıca, Hz. Muhammed (a.s.), insanların ihtiyaçları için kullanacağı durgun suları, suyollarını, işlek yolları, halkın dinlenmek ve temiz hava için oturduğu gölgelikleri kirletmekten sakındırmış, zararı olan şeyleri yoldan kaldırmanın imanın meyvelerinden olduğuna işaret etmiştir.26
Sonuç olarak İslâm’da çevre ahlâkı, tüm hayatı kapsayan ve insanın yaratıcısı ile ilişkileri ile tebellür eden ahlâkın bir uzanımı olarak var olur. Başka bir deyişle, İslâm çevre ahlâkı, insanın hem yaratıcısına hem sosyal çevresindeki bireylere hem de kendi benliğine karşı haklarını bir inanç ve anlayış temelinde ortaya koyan aynı ahlâkın bir parçasıdır. Bireyi hayatın hiçbir alanından soyutlamaksızın onun çevresiyle ilişkilerini temelden değiştirecek inanç, değerler sistemi ve ilkeler bütününün içindedir. Dolayısıyla İslâm çevre ahlâkı, çevre sorunlarını, inanç ve zihniyet alanından, toplumsal ve uluslararası sorunlardan ayrı düşünmez.
*Doç. Dr., KSU İlahiyat Fakültesi, r_ardoğan@yahoo.com
3/Âl-i İmrân, 190-191.
17/İsrâ, 44. Ayrıca bk. 24/Nûr, 41; Hadîd, 57/1; Haşr, 59/1; Saff, 61/1; Teğâbün, 64/1; İsrâ, 17/44; Enbiyâ, 21/19–20; Sâd, 38/18–19.
Ahmed İbn Hanbel, Müsned, V, 415.
55/Rahmân, 10.
16/Nahl, 14. Ayrıca bkz. 2/Bakara, 22, 29.
Beyhakî, Sünenü’l-Beyhakî, (Haydarabad), II, 184.
2/Bakara, 204-205.
Vâhıdî, Ebu’l-Hasen Ali, Esbâb-ı Nüzûl, Beyrut ts., 36-37.
Savaş hukuku konusunda bazı düzenlemeler için bk. Buharî, “Cihâd”, 147,148; Müslim, “Cihâd”, 24; Tirmizî, “Cihâd”, 19; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 34.
3/Âl-i İmrân, 83. Ayrıca bk. 41/Fussilet, 11.
2/Bakara, 26. Ayrıca bk. 22/Hacc, 73.
el-Belâzurî, Futûhu’l-Büldân, thk. Abdullah Üneys et-Tabbâ’, Ömer Üneys et-Tabbâ’, Müessesetü’l-Meârif, Beyrut, 1407/1987, I, 17.
Buhârî, “Hars” 1, “Edeb” 27; Müslim, “Müsâkât”, 7, 10, 12; Tirmizî, “Ahkâm” 40.
Çevrimiçi ortamda, yeni çıkan “unutulma hakkı”na dayanarak bu olayla ilgili bilgilerin sansürlenmeye çalışıldığını da burada belirtelim. Ancak doğa unutmaz, tarih unutmaz.
Olayla ilgili olarak bk.: https://onedio.com/haber/dunya-tarihinden-cok-ilginc-bir-hikaye-cin-i-felakete-surukleyen-serceler-537330
https://www.sipagetti.com/tr/yazi/101/45-milyon-insanin-canina-mal-olan-buyuk-cin-kitligi
https://www.facebook.com/gulununsoldugu/photos/maonun-ser%C3%A7eleri-%C3%B6ld%C3%BCr%C3%BCn-emri-38-milyon-%C3%A7inlinin-%C3%B6l%C3%BCm%C3%BCne-neden-oldu1949-y%C4%B1l%C4%B1nda-/398573310794038/
https://eksisozluk.com/buyuk-serce-kampanyasi--1877044
Ebû Dâvûd, “Edeb”, 171.
27/Neml, 18.
Ağacı.
Ateş, Ali Osman, “İslâm ve Doğal Hayatın Korunması”, Ç. Ü. İ. F. D., III/1 (Adana 2003), s. 11.
Buharî, “Mezâlim”, 23, “Edeb”, 27; Müslim, “Selâm”, 153; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 47.
Buhârî, “el-Edebü’l-Müfred”, 139.
Nesâî, “Dahâya”, 42.
Bk. Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 61; İbn Mâce, “Sayd”, 12; Buhârî, “Bed’ü’l-Halk”, 14; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 176; Nesâî, “Sayd”, 38. Tirmizî, “Birr”, 16; Ebu Dâvud, “Edeb”, 66; Ebu Davud, “Cihad”, 48.
90/Beled, 6.
6/En‘âm, 141; Ayrıca bk. 25/Furkân, 67, 7/A‘râf, 31; 17/İsrâ, 27, 17/İsrâ, 29.
Buhârî, “Vudu”, 68; Müslim, “Tahâret” 95; Ebû Dâvûd, “Tahâret”, 36; Tirmizî, “Taharet” 51; Nesâî, “Tahâret” 46; Ebû Dâvûd, “Tahâret”, 14; Müslim, “Îmân”, 37-38.