
Kur’ân’da, bugün Arapçada engelli anlamında kullanılan “mu’âk-zevi’l-ihtiyâcâti’l-hâssa” kelimesi geçmiyor. Ama yaşlılığı dolaysıyla güçten düşmeyi, zayıflamayı, engelli olmayı anlatan birkaç kelime var. Her ne kadar bunların geçtiği âyetler doğrudan engellilere bakmayı, tedavi/rehabilite etmeyi anlatmasalar da, engelli olmaları sebebiyle bazı yükümlülüklerden muaf olmayı, ya da engelli olma gerçeğini vurguluyorlar.
Bu kelimeleri Kur’ân hem mecâzî anlamda, hem de lafzî manada kullanıyor. Lafzî anlam ile gelen bu sözcükler zayıflığa, düşkün olmaya, ihtiyaç sahibi olmaya dikkat çekiyorlar. Bu da dolaylı olarak bu gibi kimselere ilgiyi, bakmayı, infak etmeyi, yani ihtiyaçlarını karşılamayı gerektirir anlamında düşünülebilir.
-Kur’ân’da Engelli Olmayı Anlatan Kelimeler
A’ma (kör); sözlükte görme gücünü, yetisini kaybeden kimse. 1
Ekmeh; gözü sanki silinmiş gibi kapalı olarak, a’ma olarak doğan kimse demektir.2 Ekmeh; doğuştan kör, a’ma sonradan kör olabilir.
Kur’ân’da a’ma abras ile birlikte iki âyette sözlük anlamıyla geçiyor. Îsâ (a.s.) kendisine verilen mucizeleri sayarken “...Yine Allah’ın izni ile anadan doğma körü (ekmeh’i) ve alacalıyı (abras’ı) iyileştiririm...” diyor.3
Bilindiği gibi körlük önemli bir fiziki engelli olmaktır. Kur’ân bu kelimeyi hem mecâzî, hem de lafzî manasıyla kullanıyor.4 Bu âyetlerde geçen a’ma kelimesinin bildiğimiz körlük, baştaki gözün işlevini yitirmesi anlamında olmadığı açıktır. Bir örnek:
Bir örnek: Kimileri yeryüzünde dolaşır da ne varlıklardan (kevnî âyetlerden) ne geçmişte olanlardan ibret almazlar. Böylelerinin baş gözleri değil yürekleri kör olur.5 Bu âyette, kalbin akledici oluşundan bahsediliyor. Gerçek körlüğün göz körlüğü değil; gönül körlüğü, basiret ve vicdan körlüğü olduğu açıklanıyor. Beden gözü kör bir kimse de Allah’tan gelen vahyi kabul edebilir.
Rabbimiz; “Kör (a’ma) için bir sorumluluk yoktur. Topal (a’rec) için bir sorumluluk yoktur. Hasta (merîd) için bir sorumluluk yoktur...” dedikten sonra akrabaların evlerinde, birlikte yemek yemede bir güçlük olmadığını beyân ediyor. 6
Bu âyet “Kör, topal ve hastaya gücünün üzerinde yük yüklenmez” anlamına da gelir.
Mecburen çıkılması gereken bir savaş söz konusu ise, “Köre güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya güçlük yoktur…”7 Bunlar savaşa katılmak zorunda değiller. Çünkü engellidirler.
A’rec; aksak, topal demektir.8
Bir âyette a’ma görme açısından engelli olmak manasında kullanıldı. Âyet a’ma yanına gelince Elçi’nin yüzünü astığını söylüyor.9
Ekmeh’in (doğuştan kör’ün) de iki âyette sözlük (engelli) anlamıyla kullanıldığını hatırlayalım.
Bazı ihtiyarlar da bedenen özürlü olabilir ve engelli sayılabilir. Yaşlanma sebebiyle kendi ihtiyacını karşılayamaz, başkasına muhtaç hale gelebilir. Kur’ân bu durumu birkaç kelime ile anlatıyor.
-Şeyb (şîb); saçın beyazlaşmasını, kırlaşmasını, dolaysıyla yaşlanmayı ifade eder. 10 Allah (cc) insana güçlülüğün ardından yaşlılık verir. 11 -Erzeli’l-omr; ömrün en kötü, en güçsüz çağı demektir.12 ‘Erzeli’l-ömr’, iki âyette aynı mânada geçmektedir.13
-Şeyh; yaşlanmış, yaşı ilerlemiş kimseye denir.14 Şeyh, Kur’ân’da üç yerde tekil, bir yerde çoğul olarak geçiyor. 15 Yûsuf’un kardeşlerinin ihtiyar (şeyh) babamız dedikleri Ya’kub’un (as) Yûsuf’a hasretinden gözlerine ak düştüğünü, görme engelli duruma geldiğini hatırlayalım. 16
-Acûz; ihtiyar kadın (kocakarı) demektir. Pek çok şeyi yapmaktan âciz olduğu için böyle isimlendirilmiştir.17 Kur’ân’da dört yerde geçiyor.18
Merîd (maraz); İnsana ait itidalin (normal halin) dışına çıkmak demektir ki hastalığı ifade eder.19 Kur’ân bunu hem bilinen hastalık, hem de küfür, kin, hased, nifak, cimrilik gibi kötü huyların sebep olduğu manevi hastalık anlamında kullanıyor. 20
Oruç âyetinde “Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta (merîd), ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul (miskîn) doyumu fidye verir...” 21 deniliyor. Demek ki bazı hastaların oruç tutmaya engelleri var. Engelli olmak ve müzmin hastalık devam ederse, oruç tutmaya güç kalmadığı için onun yerine Kur’ân’ın miskîn dediği kimselere fidye verirler.
Fakir; şiddetli ihtiyaçtan beli bükülen demektir. 22 Fakirlik başkasına muhtaç olma durumudur.
İhtiyaçlarını karşılayamayacak kadar muhtaç kimse de, âdeta bel kemiği kırılan kimse gibi çaresiz kaldığı için ona da fakir denmiş olmalı. 23 Fakir bir şeylere sahiptir ama yine de zor durumdadır.
Bazılarının fakir diye isimlendirilmelerinin sebebi; sakatlık veya kronik hastalık dolaysıyla kendisine şiddetli geçim darlığı isabet ettiği içindir.
Miskîn (mesâkin); Türkçe’de de kullandığımız ‘meskenet’ten gelir.
Sözlükte miskîn; âciz, zavallı, yoksul; tepkisiz, hareketsiz, zillet ve zayıflık bakımından fakir. Yoksulluğun kendisini uyuşturduğu, takatsiz bıraktığı kişi. 24 Miskîn; fakirliğin, muhtaç olmanın kendisine, âdeta bir daha ayrılmayacakmış gibi yerleştiği kişidir. Ya da bünyesi zayıf olan, bundan dolayı zorunlu olarak hareketsiz kalan, bir şekilde desteğe ihtiyacı olandır. Bu da muhtaç olma da engelli olmaktan kaynaklanabilir.
Bu bağlamda miskîn nitelemesi, bugünün terminolojisi ile zelil (zihinsel ve ruhsal engelliler) ve bedenen zayıf kişiler (ortopedik engelliler) için de kullanılabilir. Ya da hafif veya ağır engelli kimseleri de kapsıyor diyebiliriz. 25 Zira miskîn kendi ihtiyacını karşılayamayacak kadar maddî açıdan ve bedenî açıdan engelli olabilir.
Fakir ve miskînin aralarında küçük farklılık olsa da her ikisi de muhtaç olma durumunu anlatıyorlar. Bu ihtiyaç da elbette kişiye, zamana veya ortama göre değişir.
-Engelli Olmak Gerçeği
Her toplumda, her devirde engelliler olur. Bu ya doğuştan olur, ya da bazıları sonradan herhangi bir sebepten dolayı engelli olabilir.
İhtiyarlık da öyledir. Rasûlullah (s.a.s.) her hastalığın dermanı olabileceğini ama yaşlılığın ve ölümün ilacı olmadığını söyledi. 26
Bunlar hayatın bir gerçeği. Yaşlanmak insan fıtratının gereğidir, tabii bir yasadır. Önemli olan engelli olmayı, yaşlılığı anlamak, onlara yapılabileceklere odaklanmaktır.
-Engellilere Karşı
Bazı âyetlerde miskînlerin gözetilmesi, maddî yönden desteklenmesi ve yedirilmesi övülüyor. Bunu yapmak aynı zamanda mağfiret (bağışlanma) sebebidir.27 Miskînleri mahrûmiyet içinde bırakmak ve doyurulmasını özendirmemek Kur’ân’ın kınadığı bir davranıştır.28
Kur’ân’ın ‘ebrar’ dediği en ideal iyilik sahipleri, yiyeceği miskînlere, yetimlere ve esirlere seve seve yedirirler.29
Âcizlik ve imkânsızlıktan dolayı yerlerde sürünecek kadar muhtaç olan bir miskîni doyurmak akabedir, zor bir yokuşu tırmanmak gibidir.30
Kur’ân Peygamber’in şahsında akrabaya, miskîne ve ihtiyaç sahibi yolcuya hakkını vermeyi emrediyor.31 Zira bu miskînlerin, diğerlerinin üzerinde bir hakkıdır.
Kur’ân’da vermeyi, paylaşmayı, doyurmayı, yardım etmeyi, bakıp-ilgilenmeyi, desteklemeyi, iyilik etmeyi, sadaka vermeyi ve cömertliği emreden ve teşvik eden yirmi kadar kavram vardır. İnfak bunların hepsini içerisine alır. İnfak etmek de imanın gereği olarak en önemli kulluk görevlerinden biridir.
Bu yardımların, infakın hedef kitlesi; ihtiyaç sahipleridir. Herkes yerine göre ihtiyaç sahibidir; ama engelliler her zaman muhtaçtır.
Yoksul olarak tanımlanan kimseler hem gelir-kazanç açısından, hem de en zarurî ihtiyaçlarını karşılamada zorluk içindedirler. Bu gruba özürlülüler, doğuştan veya sonradan olan engelliler de dâhildir. Bunlara yapılacak infakın sadece maddî şeyler, aynî ve nakdî yardımlar olmayacağı açıktır.
Onlara yardım onların ihtiyacına göre belirlenmeli. Bu da bedenlerinin ihtiyacından tutunuz, rehabilite veya tedavi edilmeye ihtiyaçları varsa onları da karşılamaya varıncaya kadar geniş bir çerçevede olabilir.
Müslümanlar için miskînlere kişisel veya sosyal yardım da bir lütuf değil, zorunlu olarak yerine getirilmesi gereken bir kulluk, toplum için bir sosyal görevdir.
İslâm âlimleri çalışamaz durumdaki hasta, yaşlı ve özürlüleri, yeterli geliri bulunmayanları, işsizleri veya çalışsa bile ağır geçim yükü altında ezilenleri sosyal adalet ve güvenlik şemsiyesi altında toplaması gerektiği görüşündeler.
Kur’ân kişiyi azaptan kurtaracak fedakârlıklara, cömertliğe ‘akabe’ diyor ve yoksulların ihtiyacını karşılamayı akabe olarak sayıyor. 32 Akabe’nin geçtiği sûre olan Beled, Mekke’de inen sûrelerdendir. O günün Müslümanları müşriklerin baskısı altında idiler. Fakirlere, zayıflara, miskînlere yardım edecek resmî kurumlar elbette yoktu. Buna rağmen Kur’ân sosyal yardımlaşmayı teşvik etti, yetimlerin ve(ya) miskînlerin doyurulmasını emretti.
Âyette “ev miskînen zâ metrabeh-toprak üstünde olan bir miskîn” kelimesi geçiyor. Miskîn ve toprak arasında kurulan bağ dikkat çekici. Aşırı fakirlik veya ileri derecede engellilik veya ihtiyarlık gibi bedenî ve zihni sarsan olağanüstü fizyolojik ve psikolojik durumlar, kişiyi çökertip bilinçsiz, âdeta toprağa yapışacak denli hareketsiz ve başkalarına bağımlı bir duruma getirdiğinden dolayı böylesi düşkünlere miskîn denilmiştir. Bunlar bedenen veya zihnen belirli bir rahatsızlığı olan, hatta sokakta yaşamak mecburiyetinde kalan evsiz barksız bir kimse olabilir.
Bunlar, hem maddî desteğe, hem de tıbbî, sosyal ve manevî bakım hizmetlerine, farklı tedavilere de ihtiyaç duyarlar. Doğuştan veya sonradan engelli olanların ihtiyaçları farklı olabilir. Yardım ve ilgide bu durum göz önünde bulundurulmalı.
Bunlar hakkında “ne yapalım takdir-i ilâhi”, ya da “yapacak bir şey yok” deyip şartlara teslim olmak yanlıştır. Bu anlayış aynı zamanda İslâm’daki kader ve tevekkül inancını yanlış anlamaktır. Evet, her şey imtihandır. Ama bu imtihan hastalık, âcizlik, fakirlik, engellilik durumunda eli kolu bağlı kalmak şeklinde değil, bilakis kalkıp bir şeyler yapma, çareler arama ve imkânları seferber etme sınavıdır.
Mevcut olana razı olup hiç bir şey yapmamak, sebeplere başvurmamak; kronik hasta, özürlü/engelli, ma’lûl, yani miskînler için bir kayıptır.
Dokuz âyette geçen “it’âmu miskîn/mesâkîn-yoksulları doyurma” ifadesinde ve infak emrinde kastedilen acaba yalnızca karınlarını doyurmak mıdır? Bu manen doyurmayı kapsamaz mı? Onlara ilgi, destek, teselli, tedavi, uygun rehabilite doyurma sayılamaz mı? Elbise, barınak, hareketlerini kolaylaştıracak aletler, malzemeler, muhtaç oldukları ilaçlar, ya da onları eğitebilecek, tedavi edebilecek, hayatlarını kolaylaştırabilecek çeşitli programların uygulanacağı kurumlar, eğitim merkezleri kurmak doyurmak, infak sayılmaz mı?
-Peygamberimizin Engelli Sahabîlere Karşı Davranışı
Peygamber (sav) câhilî bir topluma rasûl olarak gönderildi. Görevi gereği bütün câhilî toplumlardaki tevhide uymayan inanç, ahlâk, ibadet, muamele ve uygulamaları düzeltmek; İslâm’a uygun olmasını sağlamaktı.
Onun düzelttiği yanlışlardan biri de câhiliyyedeki engelli anlayışıdır.
Kaynakların dediğine göre câhiliyede zihinsel engellilerin içine şeytan girmiş, ya da cinler musallat olmuş diye inanırlardı. Bazı toplumlarda bu gibi engellilerin, zincire vurulduğunu, hatta yakıldığını anlatılıyor.
Peygamber (s.a.s.) Allah’ın emri ile her türlü insanlık dışı uygulamaları, tabii ki engelli kimselere kötü muamemeleyi de yasaklamış, iyilik etmeyi, adaletli davranmayı, sıla-ı rahmi getirmiştir. O kendi çevresindeki engellilere sevgi ve şefkatle yaklaşmış, ilgi göstermiş, ikramda bulunmuş ve sahabîlere örnek olmuştur. Sosyal statüye sahip olmayan ve horlanan bu insanları bu tür davranışları ile onure etmiştir.
Onlarla muhatap olmuş, konuşmuş, şakalaşmış, kimilerine görev vererek sosyal hayata katılmalarını sağlamıştır. Onları âtıl kalmaya mahkûm ve zavallı bir kesim olarak görmemiştir. Ayrıca onları müjdeli haberle teselli etmiştir. Peygamber’in (s.a.s.) onlara –bugünün diliyle- pozitif ayrımcılık uyguladığını söyleyebiliriz.
O bize de engellilere yardımcı olmayı tavsiye etmiştir.33
-Sonuç olarak
Kur’ân engellilere dikkat çekiyor, doğrudan ve dolaylı olarak muhtaçlara infak edilmesini emrediyor.
Buna göre herkes bakmakla yükümlü olduğu yakınlarına baktığı gibi, engellisi varsa ona da bakmalıdır. Yaşlıların ve özürlülerin yeri izbe köşeler, bakımevleri/huzurevleri değil; yakınlarının evi, yanı ve imanlı yüreği olmalıdır. Yaşlıları, yetimleri, özürlüleri, ağır hastaları perişan, itilen-kakılan, fazlalık sayılan toplum medenî, kişi de iyi bir Müslüman sayılmaz.
Müfredât.
İbni Manzur, Lisânu’l Arab, 13/114.
Âli İmrân, 3/49; Mâide, 6/110.
Bkz: En’âm, 6/104; Mâide, 5/71; Fussilet, 41/17; Yûnus, 10/43; Hûd, 11/24; Ra’d, 13/16 v.d.
Hacc, 22/46.
Nûr, 24/61.
Fetih, 48/17.
İbni Manzur, Lisânu’l Arab, 2/62.
Abese 80/2; Bkz: Tirmizî, Tefsîr, 80, no: 3331; Muvatta, Kur’ân, 8; Suyûtî, Esbâbu’n-Nüzûl, s: 448.
el-Isfehânî, R, el-Müfredât, s. 396.
Rûm, 30/54; Meryem, 19/4-7; Buhârî, Rikâk/5 no: 6420; Tirmizî, Tefsîr/56 no: 3297.
el-Isfehânî, R, el-Müfredât, s. 282.
Nahl, 16/70; Hacc, 22/5.
el-Isfehânî, R, el-Müfredât, s. 396.
Bkz. Kasas, 28/23; Hûd, 11/72; Mü’min, 40/68.
Yûsûf, 12/78.
el-Isfehânî, R, el-Müfredât, s. 484.
Hûd, 11/72. Zâriyât, 51/28-30. Şu‘arâ, 26/171; Sâffât, 37/135.
İbni Manzur, Lisânu’l Arab, 14/56. el-Isfehânî, R, el-Müfredât, s. 707.
Bkz: Bakara, 2/10; Nûr, 24/50; Tevbe, 9/12.
Bakara, 2/184.
el-Hâzin, İbrahim b. M. Tefsir, 2/373-374.
Beşer, F, İslâm’da Zenginlik ve Fakirlik Kavramları, s. 19.
İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 7/221.
Yumurtacı, A. Sosyal Koruma Açısından İslâm’da Yoksul ve Miskinlerin Yeri, İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 14 (2019).
Tirmizî, Tıbb/2 no: 2038. İbni Mâce, Tıbb/1 no: 3436.
Bkz: Bakara, 2/83, 177, 184, 215; Nisâ, 4/36; İnsân, 76/8; Mücâdile, 58/4.
Fecir, 89/18; Mâûn, 107/2-3.
İnsân, 76/8.
Beled, 90/14-16.
İsrâ, 17/26; Rûm, 30/38.
Beled, 90/11-16.
Bkz: Ahmed b. Hanbel, 5/168-169; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, 10/337.