İsrail, Filistin topraklarının yüzde 85’inden fazlasını işgal ederken, özelde İslâm dünyası genelde olarak da dünya kamuoyu bu olanları nasıl değerlendiriyor?
Bugün genelde dünya kamuoyunun, özelde İslâm âleminin, artık İsrail işgaline karşı daha farkındalığı yüksek şekilde bir bilinç oluşturduğunu görüyoruz. Filistin’de yaşananların en temelde insan haklarının ihlalini içeriyor olması, artık birbirine gitgide yakınlaşan yeni dünya perspektifinde, İsrail’in ihlallerini daha görünüyor kılıyor. Bu konuda vicdanen sessiz kalamayan halkların da Filistin’in tarafında yer alması, hükümetlerin Filistin konusunda daha hassasiyet penceresinden olayları değerlendirmesinin önünü açtı. Artık sivil toplum uluslararası ilişkilerde çok daha belirleyici bir unsur olmaya başladı. Sivil toplumların Filistin konusunda hassasiyet içeren reaksiyonları, hem İslâm dünyasının kapsamı dâhilindeki hem de haricindeki ülkelerin, Ortadoğu ajandalarında Filistin’i ayrılmaz bir parça yapacaktır.
Arap devletlerden bazıları geçmişte İsrail’e karşıt bir konumdayken, bugün normalleşmeler kapsamında bu noktaya nasıl gelindi?
Normalleşme ile beraber İsrail ile ikili ilişkilerini geliştirenlerin devlet başkanı olduğunu unutmamak lazım. Müslüman toplumların bu konuda normalleşmeye karşı olduğunu ve devlet başkanlarına tepkili olduğunu biliyoruz. Özellikle bugün körfezde normalleşme karşıtı halkın sesi, gitgide güçlü bir hale gelmektedir. Dolayısıyla devlet başkanlarının görüşü, her zaman halkın görüşünü yansıtmaz. Biz Müslüman halkların Filistin konusunda geçmişten bugüne hep duyarlılık sahibi olduğunu biliyoruz. Nitekim, Filistin’de yaşanan son gelişmelerin coğrafyadaki Müslüman toplumlara yansımasına baktığımızda normalleşmenin kağıt üzerinde olduğunu, özellikle genç kuşakların Filistin’i sahiplendiğini görüyoruz ve bundan mutlu oluyoruz. Kudüs riya kabul etmez, Kudüs maddî güce sahip olanın egemen olacağı inancını kabul etmez. Dolayısıyla bugün İsrail’i siyasî olarak arkasına almak isteyenler, maddî gücün de ötesindeki hakikatlerin varlığını öngörememiş olacaktır. Bu hakikatlere sıkı sıkı sarılmak, Kudüs davasına sahip çıkmak demektir. Müslümanlar için olması gereken asıl normalleşme, Kudüs’ü merkeze alan bir dünya görüşü ile hareket etmektir.
İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Filistin’de yaşananlar hakkındaki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İslam İşbirliği Teşkilatı, 1969’da Mescid-i Aksa’ya yapılan bir kundaklama faaliyetinin akabinde kurulmuştur. Dolayısıyla ortaya çıkış amacı gereği, merkezine Filistin’i alarak yola çıkan bir kurumdur. Bölgesel temelli kurumların uluslararası siyasetteki belirleyici olma gücünü göz önünde bulundurduğumuzda, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Filistin konusunda bazı gayretlerinin olduğunu; ancak bu gayretlerin daha da artırılması gerektiği kanaatindeyiz. Müslümanların ahvalinin daha iyiye gidebilmesinin yollarından biri de Müslümanların ortak siyaset dilini inşa etmesinden geçtiğini düşünüyoruz. Dolayısıyla toplumları Müslüman olan devletleri ortak zeminde bir araya getiren nadir kurumlardan biri olan İslam İşbirliği Teşkilatı’nın faaliyetleri, Filistin’in geleceği konusunda etkili çalışmalar olabilir.
İşgalin bu kadar tahrip edici boyutlara ulaşmasında, normalleşmenin bir etkisi var mı? Sürece nasıl bakıyorsunuz?
İsrail’i resmî olarak tanıyan ilk Arap devleti olan Mısır bile, İsrail’i 1970’lerin sonunda tanıdı. Filistinlilere karşı İsrail’in gerçekleştirdiği Nekbe, Nekse gibi büyük saldırıların birçoğu bu tarihten önce gerçekleşiyor. Yani İsrail’in işgali ve saldırıları, bizatihi kendi yapısından kaynaklanmaktadır. Harici etmenler ancak İsrail’in saldırılarının arka planında bu pervasızlığa karşı güçlü bir duruş sergilemenin önünde engeller oluşturabilir. Yoksa bu kadar masum sivili öldürmeyi harici bir etkiyle açıklamamız, İsrail’in barbarlığını yumuşak göstermek demek olur. Şunu da bilmeliyiz ki, İsrail normalleşme ile beraber artık Filistin üzerinde söz sahibi olacak ülkeleri kendi belirlemek istemektedir. Filistin konusunda söz sahibi olacak ülkelerin, Müslümanlığın izzetine yakışır bir tutum içerisinde olması, İsrail’i bölgede tek başına bırakacak ve işgalin boyutlarını azaltarak belki de zaman içerisinde ortadan kalkmasına vesile olacaktır.
İsrail’in işgaline karşı Filistinlilerin meşru müdafaa hakkı var mıdır? Direnişi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Meşru müdafaa hakkı çerçevesinde silahlı güç kullanımı ancak ‘silahlı bir işgal’ durumunda söz konusu olabilecek istisnaî bir haktır. Filistin topraklarında İsrail’e yönelik silahlı bir işgal olmadığı için, İsrail’in Gazze topraklarındaki askerî operasyonlarının kendisi ‘silahlı bir işgal’ olup, bu durum ‘barışa karşı suç’, yani ‘saldırı suçu’ teşkil etmektedir. Filistinliler kendilerini meşru müdafaa haklarını kullanma durumundadırlar; çünkü İsrail bir işgal devletidir. Silahlı kuvvetle Filistin topraklarını işgal edip büyük alanlarını gasbetmektedir.
Biden’in, “İsrail’in kendini müdafaa hakkı vardır” sözü hakkında ne söylemek istersiniz?
Biden ABD’de seçimleri kazanmadan önce, Trump’a göre biraz daha çift devletli çözümü savunan, FKÖ ile müzakerelere açık bir görüntü vermişti. Seçimleri kazandıktan sonra ilk dönemlerde bunun sinyallerini verse de; son süreçte İsrail’e destek açıklamalarında bulunarak bizlere ABD’deki İsrail lobisinin, ne kadar güçlü ve devlet üstü bir noktaya ulaştığını göstermiştir. ABD, Ortadoğu’dan yavaş yavaş çekilmenin hesabını yapıyor. İsrail’e olan kayıtsız şartsız desteğinin de kendisine ne kadar pahalıya mâl olduğunu görüyor. İsrail’e verilen destekten dolayı Biden’e ABD içinde ciddi tepkiler var. Netanyahu artık Obama ya da Trump’ta olduğu gibi ABD siyasetinde doğrudan müdahil olacak bir konumda değil. Filistinlilerin geliştirdikleri direniş ruhunun küresel siyasetteki etkileri bunlar. İlerleyen senelerde Filistinli gençlerin bu çağrıları daha da etkili karşılıklar bulacaktır.
Filistindeki gruplar arasındaki ihtilafların ardından, güncel siyasî tablo ile birlikte, Filistin’de bir uzlaşıdan söz edilebilir mi?
Dünyada hemen hemen her devletin iç unsurları arasında ihtilaf görmekteyiz. En ileri demokrasi olduğunu iddia eden devletler dahi, zaman zaman çok büyük toplumsal kırılmalar yaşıyorlar. Filistin’in de kendi toplumsal yapısında görüş ayrılıkları olması mümkündür. Ancak burada şunu ifade etmek gerekir ki dünyada en büyük toplumsal ayrışma yaşayan ülke İsrail’dir. Kendi vatandaşlarını bile ötekileştiren İsrail, bu toplumsal ayrışmayı bir arada tutabilmek adına sürekli Filistin’e saldırmaktadır. Dolayısıyla Filistin’de zaman zaman gördüğümüz ayrışma, İsrail’in işgal politikaları sonucunda ortaya çıkmaktadır. Son süreçte yaşanan olayların bize gösterdiği Filistin’e dair şeylerden biri de, bu ayrılıkların ideolojik düşüncelerden teşekkül etmesidir. Filistin’in bağımsızlığı ve özgürlüğü söz konusu olduğunda Filistin toplumunun her kesimi elini taşın altına koymaktadır.
Kudüs ve Gazze’deki son durum hakkında bilgilendirir misiniz?
İsrail, Kudüs’ü Yahudileştirmek istiyor. Buradaki Müslüman nüfusun sayısını azaltıp, Yahudilerin sayısını artırarak, rahat bir şekilde hem Mescid-i Aksa’ya hem de Kudüs’e dokunacağını düşünüyor. Kudüs, ilahî kudretin bu insanlığa armağanı bir şehirdir. Bu şehre pervasızca saldırılması, en başta tüm dünyayı ilgilendiren bir konudur. Son süreçte Şeyh Cerrah Mahallesi olayları, Şam Kapısı’nda yaşananlar, İsrail’in Filistinlilere Doğu Kudüs’te oy kullanma konusunda izin vermemesi ve son olarak Mescid-i Aksa olayları; bizlere İsrail’in bu şehrin Müslüman geçmişini ortadan kaldırmaya yönelik politikalarını yeniden göstermiştir. İsrail, El-Halil şehrinde Halil İbrahim Külliyesi’ne yaptığı gibi, Mescid-i Aksa’yı da bir Yahudi yeri haline getirmek istiyor. Mescid-i Aksa’nın altına tüneller kazarak burada doğal bir şekilde yıkımın görüntüsünü vermeye çalışıyor. Kudüs’te özellikle son yıllarda yapısal değişiklikler yaparak şehrin Müslüman kimliğini ortadan kaldırmaya çalışıyor. Dolayısıyla Kudüs her zaman gündemimizde olması gereken ve farkındalığımızı hep yüksek tutmamız gereken bir yer. Gazze’de ise şu an çok büyük bir insanî kriz yaşanıyor. Geçtiğimiz günlerde Nekbe’nin yıldönümüydü. Son süreçte Gazze’de on binlerce insan evlerinden ayrılmak ve Gazze içinde göç etmek zorunda kaldı. Yani Nekbe, Filistinliler için bitmiş bir süreç değildir. Bugün bile işgal politikaları insanları evlerinden, vatanlarından ve sevdiklerinden alıkoymaktadır. Gazze’de 200’den fazla şehit verdik. Bunların da birçoğu çocuktu. İsrail, bilerek ve isteyerek Gazze’de masum çocukları öldürmektedir. Vicdan sahibi herkes bu duruma dur demelidir. Olayın ilk günlerinden itibaren Mısır’ın kısıtlı girişimleri, Gazze için müspet girişimler olsa; bugün Gazze’de yaşanan insanî krizin boyutları, devletlerin de acilen araya girerek Gazze’ye koridor oluşturulmasını gerekli kılan bir noktaya gelmiştir. Çok şükür özellikle Türkiye’de onlarca STK şu an Gazze için kenetlenmiş vaziyette ve Gazze’deki yaraların sarılıp yeniden şehrin inşa edilmesinde ciddi bir insanî yardım gayreti ortaya koyuyorlar. Bu çabanın daha da büyüyerek vicdani bir harekete dönüşmesi, Gazze’nin yeniden ayağa kalkabilmesi için oldukça önemlidir.
Son olarak Vuslat Dergisi okurlarına ne söylemek istersiniz?
Kudüs, konumumuz ve durumumuz ne olursa olsun, bizler için her zaman esas gündem olması gerekmektedir. Dinî sebeplerle beraber tarihin de omuzlarımıza yüklediği kutsal bir emanettir burası. Kudüs’e giden yol Türkiye’den geçer. Bizlerin Kudüs’ün âkıbeti için vereceğimiz çabalar, gönül bağı kurarak manevî bir kardeşlik iklimi içerisinde olduğumuz bu yer ile daha somut ve yapıcı gerçeklikler üzerinde buluşmamıza vesile olacaktır. Hamd olsun özellikle Türkiye’de Kudüs’e bakış açısı çok değişti. Artık siyasî partiler Kudüs’ü gündemlerine taşıyıp, kitlelerine Kudüs politikaları üzerinden mesajlar veriyorlar. Sivil Toplum Kuruluşları Kudüs’te yaşananlar üzerinden çok hızlı bir şekilde aksiyon alıp, gönüllülerini harekete geçirebiliyorlar. Gençlerin ilgisi gün geçtikçe daha da artıyor bu coğrafyaya. Bunda Mavi Marmara’nın da çok büyük bir etkisi oldu hem Türkiye’de hem dünyada. Mavi Marmara, toplumsal bir hareket alanıydı. Mavi Marmara gibi bizleri özgür Filistin’e ulaştıracak tavırlar içerisinde olmalıyız. Bu tavırlar; ilim, maddi tasarruf, dua, eylem gibi birçok unsur içermekte ve hepsi bizleri Kudüs’e bağlayacak olan şeylerdir. Herkesin gücü yettiğince ve elden geldiğince bu zulmün karşısında koyacağı irade, insanlığa bırakacağımız en güzel miraslardan biri olacaktır.